31 Aralık 2023

Karda Köpeklerin Yarışı

Toplum24, 31 Aralık 2023

Ahmet Arpad

Köpeğin adı 'Layka'. Ormanın karlı yollarında koşuyor. Peşinden başka köpekler de geliyor. Hepsi nefes nefese. Yolun kenarında duran insanlar el sallıyor, heyecanla bağrışıyor. Köpekler yanıt vermek istermiş gibi havlıyor.

Hava güneşli, fakat çok soğuk. Yılın son günlerinde kar düştü Karaormanlar'a. Stuttgart ve çevresinden kayak severler bu güzel spordan yararlanmak için güneyin tepe ve yamaçlarını doldurdu. 1500 metrelik Feldberg'e yakın Hinterzarten de bugün insan dolu. Onların amacı kızak çeken köpeklerin yarışını izlemek. Almanya şampiyonası her yıl olduğu gibi yine bu yörede yapıldı. Todtmoos ve Bernau da karların bu güzel sporu için yeğlenen şirin kentler.

"Husky" denen köpekler Eskimoların can yoldaşı. Ava giderken kızakları çeken, karlarda kendilerine çukurlar açıp kulübelerinde uyuyan efendilerini Kutup ayılarından koruyan hep bu sadık hayvanlar. Kuzey kutbuna yaptıkları yolculuklarında Amundsen, Byrd ve Peary'ye eşlik etmiş olanlar da yine "husky"ler. Kurt nasıl soğuk havayı severse, bu köpeklerin de keyfi buz gibi kış günlerinde geliyor! Soğuk onları canlandırıyor. Hele ısı 10-15 derece sıfırın altındaysa keyiflerine diyecek yok!

Orta Avrupa'ya, özelikle Almanya'ya gelmeleri son 40 yılda olmuş. İçgüdüleri çok gelişmiş bu hayvanlar, Kuzey Kutbu kadar soğuk olmayan yörelere de kolayca uyum sağlıyor. Bavyera ve Güney Karaormanlar'ın karlı dağ ve ovalarında düzenlenen köpekli kızak yarışlarına ilgi sınırsız.

"Kral köpek"

Sürücü büyük kızağın üzerinde ayakta duruyor. Kırbacını havada şaklatıp bağırıyor. "Go, go, go", "Heja", "Gee", Haw, "Whoa..." Köpekler kızağı çılgın gibi çekiyor. Hızları saatte 40 km'yi buluyor. En akıllısı altı veya sekiz köpeğin önünde koşuyor. "Kral Köpek" deniyor ona. Kar tipisinde yolu, izi ve yönü bulan bu köpek.

Yarışın son turu. Kırbaçlar havada şaklıyor. Bağrışmalar, havlamalar. İnsanla köpek sanki bir bütün. Kızaklar daha da hızlanıyor. Varış çizgisi az ilerde. Köpekler uçuyor. Arkadan gelen kızaklar en öndekine çok yaklaşıyor... Ve yarış bitiyor.

Kazanan mutlu. Sürücüler birbirlerini kutluyor. İzleyiciler onlara sesleniyor, el sallıyor. Ya köpekler? İri mavi gözleri mutluluk dolu. Karlarda yuvarlanıyorlar, birbirleriyle koklaşıyorlar, önlerine konan kemikleri kemiriyorlar.

Afiyetle.

Alpler'in doruğunda çay keyfi

Cumhuriyet, 31 Aralık 2023

Yükseklik neredeyse 2 bin metre. İnanılmaz bir manzara, dimdik yükselen yamaçlar silme çam ormanlarıyla kaplı, aşağılarda, kayaların derinliğinde gölün yemyeşil suları, Königsee'ye akan pırıl pırıl dereler. Çok ötelerde Salzburg, ufukta Alpler'in karlı dorukları... 

Ahmet Arpad / Almanya (Münih)

Führer'in çayevinden seyrediyor insanlar bu doğa harikasını! Uçurumun bağrına sipsivri bir çıkıntı gibi saplanan terasta bundan 80 yıl öncesine kadar Hitler, yanında Eva'sı keyif çatıp çayını yudumlarken kafasından yeni "kötülükler" geçiriyordu. Alpler'deki bu "kartal yuvası" ona Nasyonal Sosyalist Parti yönetiminin 50. doğum günü armağanı! Martin Bormann'ın sadece 13 ayda inşa ettirdiği, yaklaşık 150 metrelik bir kayanın sivri tepesine oturtulmuş yapıya ulaşmak küçük bir macera. Önce kayalara oyulmuş, abajurlarla aydınlatılmış 124 metrelik bir tünelde ilerliyorsunuz. Sonra, tavanından sallanan kocaman bir avizenin, duvarlarındaki kollu şamdanları pırıl pırıl aydınlattığı, içi tamamen pirinç levhalarla kaplı 47 kişilik asansörle kayaların içinden 124 metre yükseliyorsunuz, sadece 41 saniyede. Az sonra keyifle pastanızı yiyip çayınızı içerken bakışlarınızı aşağılarda, durgun suları yeşil, beyaz, mavi Königsee'de gezdiriyorsunuz. Karşı tepelerin üzerinde küme küme küçük bulutlar, ötelerde sivri kayalara yükselen kartallar.

'FÜHRER'İN İZİNİ ARIYORLAR

Ziyaret sonrasında tünel çıkışında bekleyen özel otobüsler, insanları tekrar Berchtesagaden'e indiriyor. Buraya ulaşan yol özel araçlara kapalı. Sık sık çam ormanları arasından geçen, bir tarafı uçurum yol çok dik ve daracık. Manzara anlatılamaz. 1939'da tamamı kayalara oyulan 6.5 kilometrelik bu yolu da Bormann açtırmış. Otobüs ardı ardına tünelleri geçerek 1100 metreye iniyor. Yolcular buradan sonra kendi özel araçlarıyla ya da başka bir otobüsle yollarına devam ediyor. Fakat daha önce görecek başka şeyler var.

Az yukarıda bir düzlükte beş yıldızlı bir otel, biraz ötede "Belgeler Merkezi", az aşağıda kocaman bir yapının temel taşları, duvar yıkıntıları... Hitler'in, Berlin ve Wolfschanze'den sonraki Alp dorukları karşısında çılgınca planlarını yaptığı, Amerikalıların 1945 Nisan'ında bombaladığı üçüncü karargâhı Berghof'tan arta kalanlar. Almanya-Avusturya sınırındaki Berchtesgaden'e gelenler Obersalzberg tepesine de çıkıyor. Amerikalılarla Japonlar çoğunlukta. Buralarda hâlâ Hitler'den bir şeyler arıyorlar. Nazi subaylarının konakladığı Hoher Göll misafirhanesinin temelleri üzerine altı yıl önce oturtulmuş olan Nasyonal Sosyalist Belgeler Merkezi'nde geçmişi yaşıyorlar.

TAKMA ADI 'BAY WOLF'TU

Hitler'in bu yörede, "Bay Wolf" takma adıyla geçirdiği 1920'li yıllardan Berlin sığınağında intiharına kadar uzanan korkunç yaşamına dönüyorlar. Bormann'ın 1943'te tepenin altına oydurduğu 5 kilometrelik tünellere ve dehlizlere adım atıyorlar. Zengin olanları, Bavyera eyaletinin 50 milyon Avro harcayarak 100 dönümlük araziye kondurduğu lüks otelde konaklıyor. ABD askerlerinin 50 yıl boyunca tatil yaptığı, Hitler'in Berghof karargâhına sadece 150 metre uzaktaki Göring villası Platterhof'un yerine inşa edilmiş bu yuvarlak yapı dev bir uçan daireyi andırıyor. Zenginler kocaman pencereli odalarından dumanlı Alp doruklarını seyredip düşlere dalıyor.

26 Aralık 2023

Savaşla Savaşan Yazar: Erich Maria Remarque

Sincan İstasyonu, Ocak 2024

Ahmet Arpad

Remarque'ın amacı küçük insanın militaristlerin gerçek yüzünü görmesi ve barışın kutsallığını kavramasıdır. 21 Sincan İstasyonu Şey Yok gibi bir eser ancak yüz yılda bir yazılır!" Ancak 1933'de Almanya'da yönetime el koyan Naziler halkın bu gibi aydınlatıcı romanları okumasına karşıydı. 10 Mayıs 1933 günü Berlin Üniversitesi önündeki alanda Nazilerin ateşe attığı binlerce kitap arasında Remarque'in, "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok‘' (Türkçesi. Burhan Arpad) ve "Dönüş Yolu" (Türkçesi: Burhan Arpad) romanları da vardı. Remarque Alman vatandaşlığından çıkarıldı. 1933'lerin kahverengi gömlekli iktidarı onu ve romanlarını kendilerine engel görmeye başlamıştı. Çünkü insanlar Remarque'i okuyor ve savaşın ne olduğunu, savaştan kimlerin yararlandığını anlamaya başlıyordu. "Uyanık olmak, dikkatle izlemek gerekiyor"

O edebiyat tarihçileri ve büyük okur yığınları için her zaman "Batı Cephesi"nin yazarı olarak kalmıştır. İlginçtir, Alman edebiyat çevreleri Remarque'ın romanlarına çoğu kez mesafeli durmuş, hatta onları küçümsemiştir. Onu büyük bir Alman edebiyatçısı olarak övenler daha çok yabancı edebiyat eleştirmenleridir. Ünlü yazarın: "Ülkemiz yazarları eserlerinde bir düşün uğrunda açıkça yan tutabilmek için gerekli süreklilikten yoksunlar" sözleri üzerinde durulması gereken bir görüştür. "Okurların, basının ya da iş başındakilerin hoşuna gitmemekten, sevilmemekten korkuyorlar. Bundan daha yanlış bir tutum olamaz..." görüşünü ileri süren ünlü yazar ilerde savaş sonrası Almanya'sından şöyle söz etmiştir: "Kaygılıyım. Eski Nazi ruhuna şurada burada tek tük de olsa rastlanıyor. Uyanık olmak, dikkatle izlemek gerekiyor..."

Remarque'a göre genç neslin de ana babalarının bir zamanlar ne suçlar işlediğini çok iyi öğrenmesi gerekir. "Bugün ülkede iktisat, politika ve hukuk alanlarında önemli yerlerde eski Nazilerin görev almasına da aklım ermiyor, bu beni rahatsız ediyor. Eski pislikler örtmekle yok edilemez..." Romanları 45 dile çevrilmiş olan Remarque hep kanlı savaşlardan ve bu savaşlara neden olan politikacılardan söz eder. Amacı küçük insanın militaristlerin gerçek yüzünü görmesi ve barışın kutsallığını kavramasıdır. Ona göre insanlar arasında gerçek barış savaşların her çeşidinin kötülenmesi, savaşın insanlık için en büyük yüzkarası olduğunun yığınlara anlatılmasıyla gerçekleşebilir. Savaşla savaşan yazarlar Remarque'ın amacı küçük insanın militaristlerin gerçek yüzünü görmesi ve barışın kutsallığını kavramasıdır. O savaşa karşı sadece kalemiyle savaştı, militarizmi hep eleştirdi, çıkarları adına kimi politikacıların sinsi planlarla insanları boğazlamasını bütün yürekliliği ile yerdi. Ona göre insanlar arasında gerçek barış, savaşların her çeşidinin kötülenmesi. Savaşın insanlık için en büyük yüzkarası olduğunun yığınlara anlatılmasıyla gerçekleşebilir.

Remarque sorumluluğunu bilen bir yazar olarak bu görevini hep yerine getirdi. Eserleriyle kanlı savaşlarla geçinen çirkin politikacılara seslendi, militaristlerin gerçek yüzünü ve barışın kutsallığını insanlar kavrasın, barış dolu bir dünya gerçekleşsin istedi. Milliyetçilik yutturmacasıyla maskelenmiş Alman faşizminin içyüzünü Remarque romanlarında bütün çirkinliğiyle gözler önüne serdi. Öldüğünde arkasında on bir roman, bir tiyatro oyunu ve 20. yüzyıl Alman edebiyatında hiçbir yazarın ulaşamadığı büyük bir ün bıraktı. Savaşla savaşan dünya yazarları arasında Erich Maria Remarque'ın hâlâ ayrı bir yeri vardır.

24 Aralık 2023

45 Derece Japon Saygısı

Toplum24, Almanya 24 Aralık 2023

Ahmet Arpad

Otobüs otelin önünde duruyor. Açılan kapılardan çekik gözlü insanlar iniyor. Japonlar geliyor!

Rehberleri elinde kağıtlar hızla resepsiyona doğru yürüyor. Kısa bir konuşmadan sonra lobinin bir köşesinde bekleşen grubun yanına gidiyor. Başlıyor konuşmaya. Hızlı hızlı, yüksek sesle. Anlatacak çok şeyi var. Çevresinde toplanmış diğerleri onu dikkatle ve kök kös dinliyor. Sözünü kesip sorun soran yok.

Adamın anlattıkları bir süre sonra bitiyor. Hafifçe öne doğru eğilip çevresindekileri selamlıyor. Onlar da hep birlikte öne eğiliyor, başlarıyla rehberlerini selamlıyorlar. Sonra resepsiyon görevlisi bayanın getirdiği anahtarları alıp asansörlere doğru yürüyorlar. Binmeden önce de yine bir selamlaşma. Vücutların belden yukarısı inip kakıyor, başlar önde, gözleri lobinin mavi yer halısında. Eller iki yanda, sanki hazır olda beklemede! Selamlaşma bittikten sonra asansörün kapısı kapanmadan kendilerini içine atıyorlar.

Yolda tanıdığına rastlayan her Japon, nerede olursa olsun onu "Japon usulü" selamlamak zorunda. Ancak giderek endüstrileşen ülkede insanlar bazı nezaket kurallarını unutmaya başlamış. Özellikle büyük kuruluşlarda çalışan genç nesil elemanların günlük yaşamın birçok davranışından haberdar olmadığı dikkati çekmekte.

Bundan yararlanan bazı işini bilenin kurduğu "nezaket okulları" dolup taşıyor. Zengin babaların gönderdiği şımarık oğullardan büyük kuruluşların "nezaketi" zorunlu kıldığı elemanlarına kadar her gün sayısız Japon bu okulların kapılarını aşındırıyor. Oradaki kurslarda konuşmaktan oturup kalkmaya, el sıkmaya ve eğilip selam vermeye değin her şeyi öğreniyorlar. Hiç ucuz olmayan kurslarda.

Eğilerek selam vermenin çeşitleri var. Kişi, aynı sınıftan ve aynı derecedeki insan karşısında 15 derece, şefi karşısında 30 derece, onu kabul etmek lütfunda bulunan genel müdürü karşısında da 45 derece eğilmek zorunda. Eğilerek selamla bir saygı gösterisi, bir şükran ifadesi! Geleneğe uygun şekilde selamlanmayan kişi karşısındakinin kendisine saygısızlık yaptığına inanabilir.

17 Aralık 2023

El Emeği, Göz Nuru Ve Sonsuz Sabır

Toplum24/ALMANYA, 17 Aralık 2023

Ahmet Arpad

Stefanie Siebert bir "kumaş artisti". Tanışıyoruz. Stefanie Siebert yüzlerce metre kumaş çeşidinden, yıllarca çalışarak insan boyunda bebek insanlar yaratıyor. Şu ana dek yüzün üzerinde figüre yaşam vermiş!. Onlar dünyası! Neredeyse gece-gündüz birlikte yaşıyorlar. Büyük bir aile, Stefanie Siebert ve bebekleri. Yıllardır kendine büyük bir mekan arıyordu.

Sonunda Tübingen yakınlarında şirin kasaba Haigerloch'da boş duran tarihi Schwanen Oteli‘ni satın aldı. Otelin salonları, katları, odaları onun insanlarıyla dolu! İnanılmaz, dünyada eşi olmayan bir müze.

Karşımda çoğu yaşını başını almış, suratlar kırışmış, yanaklar sarkmış, gerdanlar çifte, burunlar düşmüş, bakışlar tepeden, cakalı ve donuk, küstah ve şımarık. Bolluk içindeki bir toplumun bu üst sınıf insanları sizi kurgu bir dünyaya alıp, götürüyorlar. Onlar gözünüzün içine bakıyor. Her an konuşacaklar. Yeşil ipek tuvaletli şarkıcı kadın, dudakları kıpkırmızı kocaman ağzını açmış sonuna kadar şarkılar söylüyor.

Suratları kat kat boyalı kadınlar incecik sigaralarını altın ve gümüş uzun ağızlıklarla içerken, erkekler purolarını tüttürüyor. Tuvaletleri pahalı terzilerin elinden çıkmış kadınların giyimleri rüküş. Takıları gösterişli, ağır mı ağır. Başka bir salonda masa başına oturmuş köylü giysili kadınlarla, kısa deri pantalonlu erkekler sosisler yiyip bira içiyor. Birinin üzerinde frak, yakalarında altın salyangozlar, sosisler sallanıyor. Köşedeki küçük orkestra en popüler dans melodilerini döktürüyor.

Ak saçlı bir adam dans ettiği genç kızın omzuna başını dayamış. Üzeri pastalar, kekler dolu bir başka masanın çevresinde toplanmış üç-beş kadın pahalı porselen fincanlardan kahve içip kahkahalar atıyor. Masanın altına uzanmış süslü püslü köpekleri uyukluyor. 1920'li yılların Berlin'indeyiz. Otto Dix'in insanları karşımızda.

El emeği, Göz Nuru

Stefanie Siebert'in insanlarının yüzleri ve elleri ten renginde incecik triko kumaştan. Yüzlerinin içi sentetik pamuk dolu. Gözler her renk boncuktan. Işıldayan parlak kumaştan ringa balığı salamurası. Koyu kahverengi ipekten yuvarlak simitler, üzerlerindeki beyaz tuz taneleri suni inciden. Kuşkonmazlar ipek kumaşla beyaz rujdan. Kâseleri dolduran siyah ve kırmızı havyar minnacık strafor taneleri.

Siebert insanlarını yaratırken ipeğin yanı sıra saten, deri, ince kadife, sırma şeritler de kullanıyor. Bütün bunları başarmak için sadece sanatçı olmak yetmez. El emeği, göz nuru ve sonsuz bir sabır da gerekli. Stefanie Siebert bunu tam kırk yıldır başarıyor!

Yarattığı "insanlar"la yıllarca kent kent gezmiş, büyük mağazaların vitrinlerinde, galerilerde, kütüphanelerde, tarihi saraylarda sergilemiş, görenleri hayrete düşürmüş. Bu insanlarda en küçük ayrıntıya kadar her şey hemen hemen el dikişi. Özellikle yüzlerdeki ayrıntılar el dikişsiz olmuyor. Satenden ipeğe, kadifeden triko kumaşına değişik kumaşlar kullanıyor.

Canlandırdığı erkekler çoğunlukla yaşını başını almış, yaşamlarının son döneminde, kellifelli kimseler. Kadınlar ise orta yaşın üzerinde, geçmişin güzel günlerinin anı ve özlemiyle yaşamlarını sürdürenler… Ziyafet masasında oturanlar keyifli ve de aç.

Gülüp konuşanlar, siyah havyara kaşık daldıranlar, kuşkonmazı elle yiyenler, karşısındaki hovarda suratlı zengin ihtiyara göz kırpan hanımlar. Başka bir masada tepsi tepsi havyar, somon, karides, ıstakoz, füme etler, haşlanmış domuz başı, salamlar, sosisler... Posbıyıklı bir garson, elinde şampanya şisesi bekliyor. Bakışlarından yorgun olduğu belli.

Gerçeküstü bir dünyanın insanları yaşıyor eski Schwanen Oteli'nin salon ve odalarında. Stuttgart'a bir saat uzakta, Eyach boğazında bir yamaca yaslanmış şirin kasaba Haigerloch'un gizemli bir geçmişi var! Saltanatlarının son aylarında Naziler bu yörede atom bombası üzerine başarısız çalışmalar yapmış. Tarihi sarayın altında kayalara oyulmuş, orta çağdan kalma bölmeleri Hitler'in atom fizikçileri laboratuvar olarak kullanmış.

Luigi Colani, bir pop yıldızı!

Cumhuriyet, 17 Aralık 2023

Ahmet Arpad, Stuttgart

Şu günlerde, Stuttgart'a yakın Waiblingen'de 100. yaşına basacak olan büyük endüstri kuruluşu Stihl'in sanat galerisinde çok ilginç bir sergi var.

Geçtiğimiz yüzyılın ünlü endüstriyel tasarımcısı Luigi Colani'nin (1928-2019) yapıtları sergileniyor. O bir heykeltıraş, ressam, mühendis, kent plancısıydı. O bir yenilikçiydi. Sanat dünyası Colani için: "Sıra dışı bir çılgın dâhiydi" der. Doğadan esinlenerek yarattığı aerodinamik otomobiller, uçaklar, deniz araçları, kameralar, müzik aletleri, ev eşyaları, giysiler, yuvarlak, köşesiz ve organik şekilleriyle alışılmamıştır. Efsane tasarımcı için doğada köşe veya kenar yoktur. 1950'li yılların başından başlayarak Alfa Romeo, Fiat, Volkswagen ve BMW için de değişik tasarımlar yapmıştır. Yarattığı otomobil modellerini üreticilerden çok Colani tasarlamıştır. Ona "otomobil dünyasının Picasso'su" diyenler vardır. Colani için günümüz otomobilleri "çok akıllı uslu" idi.

BİR SANAT DEVRİMCİSİ

Onun alışılmamış yapıtları 2019'daki ölümünün ardından birçok özel koleksiyonda ve New York Modern Sanat Müzesi MoMa'da görülebiliyor. Berlinli koleksiyoncu Gerd Siekmann, yüzün üzerinde Colani yapıtının sahibi. Bunlardan birçoğu şu anda Stuttgart Stihl Galerisi'nde sergileniyor. Salonlardaki heyecan uyandırıcı, değerli yapıtlardan biri, 1960 yapımı Colani-GT spor otomobili. Sıra dışı düşünen bir sanat devrimcisi olmak, hep yeniliğin peşinden gitmek, onun yaşam ilkesiydi. Simge çizimleriyle yarattıklarında yumuşak hatları yeğliyordu. O hep doğadan esinlendiğini söylüyordu. 20. yüzyılın tasarımcı pop yıldızı Colani, doğadaki yumuşak hatları yapıtlarında uygulayan bir sanatçıydı. "Benim dünyam yuvarlak" derdi Colani.

RAHATSIZ EDİCİ VE YÜREKLİ

2 Ağustos 1928'de, Berlin'de doğan Luigi Colani (doğum adı Lutz Colani) çocukluğunda annesi babası oyuncak alamadığı için onları kendi yapmak zorunda kalmıştı. İleride, yaratıcılığının temellerinin o günlerde atılmış olduğunu söylemiştir. Tasarıma olan ilgisi, komşularının Mercedes marka otomobili sayesinde başlamıştı! Berlin Sanat Akademisi'nde aldığı heykel ve resim eğitiminin ardından 1948'de, Paris'teki Sorbonne'da aerodinamik öğrenimi yapmıştı. Colani ileride söylediğine göre Fransa'nın bu en eski üniversitesinde, "biyodinamik bir tasarımcı" olmuştu! "Yapıtlarım yüzde doksan doğa, yüzde on Colani'dir" demişti. Hep bembeyaz giyinirdi.

Üstün bilgiliydi, üstün yetenekliydi. Colani, kendini: "Ben üç boyutlu bir gelecek filozofuyum" diye tanıtırdı. Yapıtları, ilerici-modern çizgiler taşıyan tartışmalı sanatçı, 16 Eylül 2019'da Karlsruhe'de vefat ettiğinde, arkasında sıra dışı ve devrimci eserler bıraktı. O eserler, genç yaratıcılar için bir esin kaynağı olmayı sürdürüyor. Ona: "Dâhilikle delilik arasında gidip gelen bir sanatçıydı" diyenler de var.

10 Aralık 2023

Mutsuz Olma Özelliği

Toplum24, 10 Aralık 2023

Ahmet ARPAD

„İnsanlarımız mutlu olmasını bilmiyor. Çevrem hep bir şeylerden şikâyet edenlerle dolu. Sevdiklerine, sevindiklerine ender tanık oluyorum", diyor genç bayan.

Alman tanışlarla bir pazar akşamüstü çay/kahve sohbetindeyiz. Konudan konuya atlıyoruz. Az önceki sözler, pedagoji öğrenimini geçen yarıyıl bitirmiş genç bir bayanın. "Mutsuz olmak bir Alman özelliği, hatta yeteneği", diye heyecanla devam ediyor. Söylediklerinden rahatsız olan kimi tanış karşı çıkmak istiyor. Ancak genç pedagog ısrarlı.

O konuşurken düşünüyorum. Pek de haksız değil. Avrupa'nın hiçbir ülkesinde demokrasi ve politika, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'daki kadar sağlam temellere oturtulmamıştır. Ekonomisi güçlü, artan işsizliğe, azalan gelire karşın insanlarının durumu komşularından daha iyi. Yine de mutsuzluk, şikayetçi olma yeteneği (!) günümüz Alman'ında çok gelişmiş.
 
"Sokakta yürürken gülümseyen çok az insanla karşılaşıyorum", diye devam ediyor genç bayan.

Pedagoji öğrenimi için iki yarıyıl geçirdiği Amerika'da sokaktaki insanın daha rahat, cana yakın olduğunu, sorunlarını Almanya'dakiler kadar kendine dert edinmediğini anlatıyor.

Alman insanının fakiri de zengini de nedense kolay mutlu olamıyor. Hatta gelir düzeyi yükseldikçe şikayetçi özelliği de artıyor. Aydın geçinenler arasına çevresine yaşam sevinci yaymak, mutluluk gösterileri yapmak sanki yasak. Çoğu aydın az gülüyor, çok eleştiriyor, eleştirmeye olanak arıyor.

"Şikâyetçilik kanımıza işlemiş", diyor genç kadın. "Okulda, işyerinde, evde... Siz çoğu aile mutlu mu sanıyorsunuz?.."

Yürekli konuşuyor. Kimi tanış söylediklerinden rahatsız olmaya başlıyor. Akşamüstü sohbeti tartışmaya dönüşmek üzere. Genç kadın konuyu biraz değiştirmek istiyor gibi: "Siz bir Alman karı-kocanın aralarında günde ortalama sadece 10 dakika konuştuğunu biliyor musunuz? Evlilikler suskunlaşıyor."
 
Doğru konuşuyor. Boşanmalar dorukta. Kadın kocasının, erkek karısının yaptığını, davranışını beğenmiyor.

Yeni evlenenlerin yüzde kırkı aradan üç yıl geçtikten sonra boşanıyor. Tek başına yaşamayı yeğleyen mutsuzların yüzde elli yedisi erkek, yüzde kırk üçü kadın!

Sonra birden konu değişiyor, daha doğrusu karşımda oturan tanış değiştirmesini başarıyor. Şimdi Alman futbolunu tartışıyoruz!

3 Aralık 2023

Salzburg'ta Bir Kış Akşamı...

Toplum24, 3 Aralık 2023

Ahmet Arpad

Salzburg düşle gerçek karışımı bir kent, görüntüsüyle siz günün her saatinde büyülüyor. Irmağa uzanan loş ve dar sokakların arnavutkaldırımı taşlarında ayak sesleri... Kürk mantolarına, lodenlerine bürünmüş insanlar lokantalara, tiyatrolara gidiyor. Mozart'ın, Zweig'ın, Bernhard'ın, Handke'nin kenti Salzburg'da akşam oluyor. Tarihi yapılar arasındaki daracık ortaçağ sokakları ışıl ışıl, vitrinler rengârenk. Alanlar, tarihi yapıların altındaki geçitler, dar sokaklar insan dolu.

Noel öncesi Salzburg ışıl ışıl. Salzach kıyısındaki şirin kent, Noel'e birkaç hafta kala en canlı, en hareketli günlerini yaşıyor. Noel pazarı yeni başlamış. Bugünlerde Salzburg soğuk, çevre tepeler, uzaklardaki Watzmann karlar altında. Katedralin çevresindeki alanlara kurulu "Christkindlmarkt" hep çekici. 1920'den günümüze Salzburg Festivali'nin baş oyunu olan 'Jedermann'ın sahnelendiği bu alan her yıl Salzburg'a akın eden yaklaşık 1 milyon insanla doluyor. Herkes yiyip içiyor, şirin kentin dar sokaklarında geziniyor, buz patinaj sahasında müzik eşliğinde vals yapıyor!

Az sonra Café Tomaselli'den içeri giriyoruz. Salzburg'un bu ünlü kahvehanesi her zamanki gibi dolu. Şöyle bir sağa sola bakınıyoruz. Tek boş masa, hemen solda, pencere yanındaki küçük masa. Yanımızdan geçen yaşlıca garson gülümseyerek: "İyi akşamlar, Herr Doktor", diyor. Peşinden yürüyoruz. Adam boş masanın üzerindeki "rezerve edilmiştir" kartını kaldırıyor. Oturuyoruz.

Salzburg düşle gerçek karışımı...

Bu şirin Salzach kentini hiç boş göremezsiniz. Doğanın güzelliği ile sanat eserleri, dik, kayalıklı yamaçlarla yeşil düzlükler bir arada uzanıyor. Alpler'in en son eteklerine sıkışmış ovada bazen yeşil, bazen sarı gri, fakat hep köpüklü ve çağıltılı akan Salzach'ın kıyılarında yükselen küf yeşili kubbelerde, kıpkırmızı kiremitli sivri damların gün batışının son kızılı. Doğa renk değiştiriyor. Karanlık iniyor tarihi kente, yüce katedralin çanları çalıyor, yayılıyor alanlara, yankılanıyor tepelerde, kayalıklarda, Salzach kıyılarında...

Düşle gerçek karışımı, görüntüsüyle siz günün her saatinde büyüleyen Salzburg dünyaca ününü sadece güzelliğine borçlu değil. Bu kent Mozart'ın doğum yeridir. Getreidegasse'deki evini her yıl yüz binler ziyaret ediyor. 1920'de kurucuları, Yahudi asıllı Max Reinhardt, Viyanalı yazar Hugo von Hofmannstahl ve besteci Richard Strauss olan on binlerin aktığı Salzburg Festivali temmuz - ağustos aylarında düzenleniyor.

Büyük katedralin önünde sahnelenen "Jedermann" oyunu ile açılıyor festival. 1938-1944 arasında Hitler bu festivali, Nazi propagandası amaçlı da olsa, devam ettirmişti. Tabii Max Reinhardt'sız ve Jedermann'sız...

Stefan Zweig'ın yaklaşık 20 yıl yaşadığı kenttir de Salzburg. Kapuzinerberg'in yamacındaki villasında geçirdiği yıllar onu edebiyatta doruğa tırmandıran en verimli yıllarıdır. Kısa sürede ünlü insanlarla dostluk kurmuş, onları sık sık Salzburg'da konuk etmişti. Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hoffmannstahl, James Joyce, Franz Werfel, Paul Vallery, Arthur Schnitzler, Ravel, Toscanini, Richard Strauss'la villasında saatler, günler geçirmişti...

Bütün baskılara karşın yazdı

"Sanatla mutlu doğanın karşılıklı yükseldiği o günler ne zengin, ne renkliydi!" diye anlatır, ölümünden kısa süre önce yazdığı en ünlü eseri "Dünün Dünyası"nda (Türkçesi: Burhan Arpad) Salzburg yıllarını. "Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra o küçük kentin kasvetli manzarasını anımsayıp damından yağmur suları akan evimizde soğuktan titreştiğimizi düşündükçe, bu barış yıllarının değerini daha iyi kavrıyorum. Dünyaya ve insanlara inanmamıza izin vardı o yıllarda. Fakat sonra hemen karşımızda, Berchtesgaden dağında oturan bir adamın (!) bütün bunları tuzla buz edebileceğini hiç düşünmemiştik..." Stefan Zweig üzerindeki bütün baskılara karşın yazdı durdu, son gününe kadar. Ve yazdıkları günümüzde de hep güncel!

Tarihi yapılar arasındaki ortaçağ sokaklarını aydınlatıyor fenerler. Otele dönerken önünden geçtiğimiz kahvehanelerden, lokantalardan, şaraphanelerden, ışık süzülüyor. Tarihi dar ara geçitlerin birbirine bağladığı sokaklar şimdi ıssız. Dükkânlar çoktan kapanmış, Cafè Tomaselli'de, Cafè Bazar'da, Schatz'da, Demel'de, Fürst'te müşteriler azalmış. Beyaz önlüklü şirin kızlar keyifle masaları siliyor, iskemleleri topluyor. Hotel Stein'ın terasından karşı tepeler, ışıklar içinde orta çağ kalesi Hohensalzburg...

Gerçekle düş arasında bir dünyaya yolculuk

Cumhuriyet, 3 Aralık 2023

Münih - Ahmet Arpad

Buluşu olan "uçan bisiklet" ile uçmasını ömrü boyunca becerememiş olan Gustav Mesmer, doktorlar "Bu adam şizofrendir" dediği için 1929-1949 yılları arası güney Almanya'nın ünlü manastırlarından Schussenried'in psikiyatri kliniğinde geçirmek zorunda kalır. Bugün tüm binaları ziyarete açık manastırın Rokoko kütüphanesi Almanya'nın görülmeye değer tarihi eserlerinden sayılıyor. Freskleri, sütunları, küçük kubbeleriyle kütüphaneden çok bir kiliseyi andıran bu yapı özellikle Stuttgart'tan Konstanz Gölü'ne ya da güney Bavyera'ya yapılan gezilerde mutlaka uğranması gereken bir yer. Az ötede Steinhausen'da "dünyanın en güzel köy kilisesi" olarak kabul edilen Barok yapı yükseliyor geniş ovada.

Aynı yol üzerinde, otomobille bir saat uzakta, Wies Kilisesi bir dünya kültür mirası. Geçenlerde yapılışının 250. yılı kutlanan bu Rokoko kiliseye ziyaretçiler Avrupa'nın en uzak köşelerinden akın ediyor. Çünkü Wies kutsal bir yer, bir dilek kilisesi olarak kabul ediliyor. Anlatılanlara göre 1738'de köylü kadın Maria Loy evinin tavan arasında bulduğu "Çarmıha gerilmiş İsa" heykelini aşağı indirir, tozunu alıp oturma odasında bir köşeye yerleştirir. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra bir akşam duası sırasında gördüklerine inanamaz. İsa'nın gözlerinden yaşlar akmaktadır. Bu inanılmaz olay yörede yıldırım hızıyla duyulur. Ve aradan birkaç ay geçtikten sonra da köylü kadının evinin yanı başında alelacele inşa edilen küçük kiliseye taşınır. Bugünkü dev kilise ise 1754 yılında kapılarını açar dindarlara. Derdine çare arayanlar o günden bugüne, sadece kırk insanın yaşadığı küçük Wies köyünde bir tepenin üzerinde bütün azametiyle yükselen kiliseye taşınıp duruyor.

BAROK YAPILARIN KUBBELERİ

Savaşlarla geçen 17. yüzyıl Almanya'da Katolikliğin yeniden güçlenmesine neden olur. Daha iyi bir gelecek arayan insanlar özellikle Güney Almanya'da birbiri ardına inşa edilen kiliseleri doldurur. Yüksek, havadar, aydınlık Barok yapıların büyük kubbelerinden ve sütunlarından aşağı bakan figürler yepyeni bir vizyon peşindeki insanları çeker. Yapılardaki dinamiklik, yücelik, fresklerdeki ışık-gölge oyunları, dindarları gerçekle düş arasındaki bir dünyaya götürür!

HORVÁTH'IN YAŞAMI

Yine bir saat ötede, Bavyera Alpleri'nin eteklerinde küçük bir kasaba. "Dinlendirici huzuru burada bulacağımı hemen seziyorum..." Avusturya edebiyatının ünlü yazarı Ödön von Horváth 1923 yılında Murnau'ya geldiğinde ilk sözleri böyle olmuştu. Kısa yaşamının en önemli on yılını Alp Dağları manzaralı, göl kıyısındaki bu güzel yörede geçirdi, en önemli yapıtlarını burada yazdı. Horváth, bohem denebilecek Murnau yaşamında çoğunlukla kahveleri ve birahaneleri dolaşır, oturur gazetesini okur, çevresini inceler, notlar alır ve birasını yudumlardı. Tiyatro eserlerinde küçük burjuva insanlarının gizli kalmış kötü yanlarını ortaya koyan, onları iğneleyici ve acı bir alayla taşlayan Horváth'ın yaşamı 1930'lu yıllara girildiğinde büyük bir değişim geçirir. Yaklaşmakta olan nasyonal-sosyalist tehlikeyi çok çabuk sezer. Karşı çıkar. Korkan dostları onu terk eder. Horváth Murnau'dan uzaklaşır, Viyana'ya yerleşir. Çeşitli tiyatro eserlerinin yanı sıra "Allahsız Gençlik" adlı ünlü romanını da yazar. Naziler Horváth'ı yazarlar derneğinden atarlar, romanını da yasaklarlar.

Murnau ve çevresi 1900-1940 arasından sayısız sanatçının huzur içinde yaşayıp yeni esintiler ve düşüncülerle kişiliklerini bulduğu, geliştirdiği bir yöre olmuştu. Burada göl kıyısında yıllar geçiren ünlüler arasında soyut resimleriyle ün kazanmış olan ekspresyonist Vassili Kandinski ile öğrencisi ve sevgilisi Gabriele Münter'i de unutmamak gerekir. Dostları Franz Marc da sık sık Murnau'ya onları ziyarete gelirdi.Ormanlar, tepeler, dereler, göller, tahta evler... Dinlendirici huzur burada, Bavyera Alpleri'nin eteklerinde.