30 Temmuz 2023

Dünyanın en zengin kralı

Cumhuriyet, 30 Temmuz 2023

Tayland'ın kralı Maha Vajiralongkorn (Rama X.) yaşamını Bavyera'da geçiriyor. Ülkesini, 2018 yılında Starnberg Gölü kıyısındaki Tutzing'de satın almış olduğu şahane villadan yönetiyor!

Ahmet Arpad / Almanya (Münih)

Arada bir Tayland'daki vatandaşlarını ziyarete giderken bindiği ve "Alongkorn” adını verdiği lüks Boeing 777 ona yaklaşık yarım milyar dolara mal olmuş. Uçağın tüm içi tik kaplama. Yolculuklarında kaniş cinsi iki düzine köpeği hep yanında! Malvarlığı üzerine değişik söylentiler var. 28 Temmuz'da 71 yaşına basan kralın banka hesabı (!) 30 milyar ile 100 milyar dolar arasında değişiyor! Babasının ardından tahtı devralırken başına konan taç 7.3 kilo ağırlığında. Kralın doğum günü Tayland'da resmi bayram.

BASKICI VE SAVURGAN

Tutzing'deki villasında canı sıkılıp gezintiye çıktı mı veya gölde yüzmeye gitti mi en az otuz kişi ona eşlik ediyor. Hep başkalarından değişik olmak isteyen baskıcı ruhlu ve savurgan bir tip olduğu söylenen kral Maha Vajiralongkorn'un ülkesindeki karşıtları Tayland'ı yabancı topraklardan yönettiğini ileri sürüp arada bir Alman hükümetine protesto dilekçeleri veriyorlar. Amnesty International ve benzeri kuruluşlar Tayland'da insan haklarının sürekli ihlal edildiğini raporlarında açıklıyor. Monarşiye hakaretin karşılığı 15 yıl hapis. Tutzing'deki, oturum alanı 1400 metrekare olan Villa Stolberg 1926 yapımı. Starnberg belediye meclisindeki partiler kralın "korunan tarihi evler” listesinde yer alan villasının "ikinci konut” kabul edilip vergi vermesini talep ediyorlar. Ancak bütün bu çıkışlar hep hasır altı ediliyor!

'ŞİMŞEKLERİN KRALI'

Kimler yaşamış (hâlâ da yaşıyor) Starnberg Gölü kıyılarında. Sadece Bavyera'nın ve Münih'in zenginleri değil. Avusturya imparatoriçesi ve Macaristan, Hırvatistan ve Bohemya kraliçesi Elisabeth (Sissi) 1854'de on yedi yaşında imparator Franz Joseph'le evlenen dek Possenhofen Sarayı'nda gençlik yıllarını geçirmişti. Kendi yarattığı düşler dünyasında içine kapanık, insanlardan uzak bir yaşam sürdürmüş olan Bavyera kralı II. Ludwig, 1886 yılında doktorlar heyetinin verdiği "psikolojik yetersizlik” raporuyla tahtından indirilmiş ve Starnberg Gölü kıyısındaki Berg'e sürülmüştü. Kısa süre sonra da gölde cesedi bulunmuştu. İnsanlarını terk etmiş, arkasında büyük borçlar bırakan kralın sonu, düşler dünyasında yaşayan her insan gibi hazin olmuştu...

Tayland kralı Maha Vajiralongkorn (Rama X.) Tutzing'de canı sıkılınca Avusturya sınırındaki Garmisch-Partenkirchen'de Alp Dağları manzaralı, 3 bin metrelik Zug Dağı'nın ayaklarının dibindeki ünlü otel Grandhotel Sonnenbichl'i kapatıyor. Tabii Kral II. Ludwig süitinde konaklıyor! Bavyera'nın bu şirin kentini yeğleyenlerden biri de 1974 yılında 11 milyon marka satın aldığı villayı 2020'deki ölümüne dek sürekli "ikinci konut” olarak kullanmış olan Umman Sultanı Kâbus bin Sait'ti.

Tayland'ın kraliyet marşındaki şu sözler dikkat çekici: Biz kralımızın hizmetindeyiz. Yaşamımız onun emrinde. Maha Vajiralongkorn "Şimşeklerin Kralı” anlamına geliyor!

mail@ahmet-arpad.de

28 Temmuz 2023

"Karmakarışık Bir Dükkân!"

Toplum24 / ALMANYA, 28 Temmuz 2023

Ahmet ARPAD

Okul defterleri, kalaylı kurşundan sürahiler, TV dergileri, oyuncak bebekler, pirinç şişler, üzerlerinde "Susayan Erkeklere" yazan bira kadehi altlıkları, karışık meyve şarabı. Hepsi bir arada. Az ötede sandıklarda bir sürü dergi, çizgi romanlar, elişini seven kadınlara rengârenk kumaş parçaları, iğne-iplikler, şekerlemeler, bonbonlar...

Karşı rafta değişik İtalyan likörleri, hemen yanında deste deste tahta mandal, renkli bantlar, kumaştan ve kâğıttan, balonlar, karnaval maskeleri, piknik tabakları. Her şey yan yana, iç içe, alt alta, üst üste. Tam bir karmaşa, insan bir şey ararken yoruluyor. Buraya bir düzen vermek olanak dışı.

16 bin çeşit...

Dükkân sahibi Dieter Lanz. 67 yaşında. "Yanılmıyorsam burada yaklaşık 16 bin çeşit var!" diyor ve nazikçe gülümsüyor. Stuttgart'ın canlı bir mahallesi olan Feuerbach'ın ana caddesindeki dükkânı birkaç yıl önce keşfetmiştim. Geçenlerde dosya kağıdı almaya, Herr Lanz'la biraz çene çalmaya uğradım. Günlerden cumartesi, içerisi oldukça kalabalık. Raflar, dolaplar, çekmeceler, sandıklar, sepetler arasında yürümek mümkün değil. Herkes bir şeyler arıyor. Dışarda, kaldırımda da sayısız ıvır zıvır duruyor, dükkânın girişi dar. Aradığını bulamayan veya buraya ilk kez gelen Herr Lanz'a ne istediğini söylüyor. Bu karmaşanın içinde neyin nerede olduğunu tek bilen o. Hemen kasadan ayrılıp istenen şeyi eliyle koymuş gibi anında alıp getiriyor! Hep güleç yüzlü.

1983'te açmış bu dükkânı; ilk yıllarda babası ona destek olmuş. "Tanıtım yapmaya hiç gerek olmadı", diye anlatıyor. Bu arada benim gibi sık sık uğrayan, başka semtlerden, hatta resmi dairelerden gelen müşterileri var. Tabii yakındaki iki okulun öğrencileri de "devamlılar" arasında! "Bu arada 1980'li, 1990'lı yıllarda gelen öğrencilerin çocuklarının da ayakları buraya alıştı", diye devam ediyor Lanz.

Özgürlük...

Dükkânın konumu o kadar iyi ki! Az ötedeki küçük Kelter Meydanı'nda cumartesi günleri pazar kuruluyor. Oradan da gelen müşterileri var. "Pazara inmişken bana da uğruyorlar", diyor. "Kimi eski tanış alışverişten sonra sadece çene çalmaya geliyor..." Söylediğine göre dükkâna gelenlerin dörte üçü devamlı müşteri. İçlerinde 30 yıldır gelenler var. Benim tanıdığım Herr Lanz eminim yaşamında hiç kızmamış, içi rahat biri. Böyle olmasa 16 bin çeşit malın ortasında hiç telaşlanmadan, bu kadar rahat bir yaşamı nasıl sürdürür, "dünyasında" gerilimsiz nasıl yaşardı!

Son 30 yılda ne bir gün hasta olmuş ne de bir gün tatile çıkmış! "Bu yıl sonunda kendimi emekliye ayıracağım!" diyor. "Bütün yıllarımı bir şirkette geçirseydim belki yaşamım da, kazancım da düzenli olurdu, fakat özgürlüğümü yitirirdim!" Her gün 10-12 saat çalışmış. "Fakat gelecek yıl bütün bunlar geride kalacak. Tek işim 95 yaşındaki anneme bakmak olacak. Bahçemdeki çiçekler de beni bekliyor!”

Dieter Lanz susuyor. Dudaklarında yine bir gülümseme. Nazik ve çekingen.

23 Temmuz 2023

Becherovka ne de leziz!

TOPLUM, Almanya, 23 Temmuz 2023

Ahmet Arpad

Prag'da saat on ikiye geliyor. Eski belediye binasının tarihi kulesinin dibine toplanmış insanlar. Az sonra küçük kapılar açılacak, figürler dışarı çıkacak, çanlar çalacak. Herkes bekleşiyor... Birden Arnavut kaldırımı yolda nal sesleri. Kara bir fayton görünüyor. Üstü açık. Atlar kara, melon şapkalı faytoncu da. Sadece yolcuları beyazlar içinde. Gelinle damat, ellerinde çiçekler iki de küçük kız. Kulenin dibinde duruyor atlar. Aynı anda çanlar başlıyor çalmaya. İnsanlar heyecanlanıyor. Bir kıpırdama. Kulenin açılan küçük kapılarından ölümle azizler çıkıyor peş peşe. Yüzlerce akıllı telefon aynı anda birkaç bin fotoğraf çekiyor. Sonra çanlar susuyor. İnsanlar ağır ağır dalıyor kentin sokaklarına.

Hitler'den kaçanların torunları

Büyük alana doğru yürüyoruz. Sıra sıra faytonlar, üstü açık tarihi otomobiller gezdirecek müşteri bekliyor. Kocaman binalar, boy boy yüksek sivri kuleler. İnsan nereye, ne zaman bakacağını şaşırıyor. Birkaç adım sonra Paris Caddesi'ndeyiz. Geniş bir bulvar, ağaçlıklı. Prag, kocaman, tarihi, süslü, yüz yıllık yapılarıyla insana Budapeşte ile Viyana'yı çok anımsatıyor. Hepsi elden geçmiş, bakımlı. Altlarında mağazalar, Paris'i aratmayan. Çoğunun sahibinin Amerikalı Yahudi olduğu söyleniyor. Demirperdenin kalkmasının ardından 30 bin Yahudi Prag'a dönmüş, Hitler'den kaçanların torunları.

Az sonra sokaklar daralıyor. Franz Kafka'nın dünyasına giriyoruz. Güney Bohemya'dan gelip Prag'a yerleşen Hermann Kafka'nın oğlu Franz yaşamını Yahudilerin gettosu Josefov'da geçiriyor. Praglı yazarlar Jarovlas Hasek ve Egon Erwin Kisch dostları. Fakat Kafka hep bu çevrenin içinde kalamıyor. Prag'ın değişik semtlerinde yaşıyor. Bu arada birkaç yılını Prag kalesinin gölgesinde uzanan Simyacılar Sokağı 22 numaradaki küçük mavi evde de geçiriyor. Sonra yine taşınıyor, bir başka yere, nehre yakın havasız ve rutubetli iki odalı eve. Zamanla hastalığı ilerliyor. Prag'ı uzun süre için terk ediyor. 1924 yılında Viyana yakınlarındaki Kierling'de öldüğünde 41 yaşında. Prag'ın Zelivskeho mahallesindeki Yeni Yahudi Mezarlığı'nda yatıyor. Moldau kıyısında müzesi var...

En çok birayı Çekler içiyor

Az sonra Karl Köprüsü'nün girişindeyiz. Kalabalık mı kalabalık burası. Turistten geçilmiyor. Satıcılar, ressamlar, müzisyenler, caz müziği ile dans eden turistler... Akşam oluyor Prag'da. Karşı tepede yükselen St. Veit Katedrali'nin sivri kuleleri arasında kıpkırmızı. Prag'da o akşamı ünlü birahanelerden birinde geçirmek istiyoruz. Wenzel alanına yakın U Fleku'ya gidiyoruz. İç avlular, arka bahçe, kemerli salonlar, uzun koridorlar insan dolu. Çoğu kocaman tahta masalara oturmuş, yer bulamayanlar ayakta. Herkes neşeli, kafayı çoktan bulmuşlar. Bira su gibi akıyor. Dünyada en çok birayı Çekler içiyor.

Prag insana Budapeşte ile Viyana'yı çok anımsatıyor. Ne de olsa üçünün de geçmişi aynı monarşi. Kocaman, tarihi, süslü, yüzyıllık yapılar. Hepsi elden geçmiş, bakımlı... Josefov'a doğru yürüyoruz. Hafiften bir yağmur başlıyor. Ahmak ıslatan. Arnavut kaldırım taşları çiseleyen yağmurun ıslaklığında ışıldayan dar sokaklardan hızla geçiyoruz. Az sonra Wenzel Alanı'ndaki Hotel Europe'un kapısından içeri girerken yağmur duruveriyor. Odaya çıkmadan önce bir Becherovka mı içsek? Bara doğru yürüyoruz. Piyanist Viyana ezgileri çalıyor. On üç bitkiden yapılan Becherovka ne de leziz!

16 Temmuz 2023

Büyüklerin düşler dünyası

Cumhuriyet, 16 Temmuz 2023

STUTTGART
Ahmet Arpad


"Sayın yolcular lütfen trene binin, hareket etmek üzereyiz... İyi yolculuklar dileriz!" ICE 694 sefer sayılı hızlı tren Münih istasyonundan ağır ağır yola koyuluyor. Yolculuk, Almanya'nın en güzel güzergâhlarından birinde. Şatolar ve üzüm bağlarını geride bırakarak Frankfurt'a. Upuzun, bembeyaz tren yılan gibi kıvrılıyor. Nehirler üzerindeki köprülerden, dağların içindeki tünellerden, romantik tarihi kentlerden geçiyor. Son istasyona vardığında hoparlördeki ses ICE 694'ün gelişini bildiriyor. Hiç kimse inmiyor. Çünkü bu tren yolcuları cansız! Münih'ten Frankfurt'a 15 dakikada gelmişti. İki kent arası sadece 300 metreydi. Gerçek ICE 694'i çeken lokomotif ise 800 ton ağırlığında, 13 bin beygir gücünde. 360 m uzunluğundaki treni Münih-Frankfurt arasında saatte 300 kilometre hıza ulaştırıyor. Tren bu yolculuğunda Neckar ve Main nehirlerinin kıyısından, Augsburg, Ulm, Stuttgart ve Mannheim kentlerinden geçiyor, güzel Münih'i Avrupa'nın ortası, bankerler kenti Frankfurt'a yaklaştırıyor.

Geçen yıl Noel Bayramı öncesiydi. Koskocaman bir salonda, başka bir dünyadaydık. Büyüklerin düşü oyuncak trenler dünyasında! Tam 860 lokomotif, 3600 vagon ve 3 km raydan oluşan bir "düşler dünyası"nda. "Minyatür Trenseverler Derneği"nin Stuttgart metrosunun alt salonlarından birine kurmuştu. Salonda hiç kadın yoktu. Erkeklerin çoğu da yaşını başını almış, kırkının, ellisinin üstündeydi. Tek-tük çocuklar da göze çarpıyordu.

Almanların bu tür oyuncak trenlere merakı sonsuz. Milyonlarca insan yüzlerce milyon Avro'yu bu uğurda hiç çekinmeden harcıyor. Evinin bir odasını trenlerine ayıramayan çatı arasına ya da bodruma kapağı atıyor. Küçük lokomotiflerden, uzun vagon dizilerinden, ormanlardan, dağlar tepelerden oluşan "düşler dünyası"nda yaşayanlar yaşını başını almış insanlar. Küçük memurundan banka müdürüne, lise öğretmeninden başhekime, yargıca her meslekten insan kendi dünyasını kuruyor. Evinde halının üzerine dizdiği birkaç metre rayla her şeyi unutan, çocukluğunu yeniden yaşayan bu insanlar hevesleri uğruna hiçbir giderden kaçınmıyor. Babaların 19. yüzyıldan bu yana severek oynadığı tek oyuncak minyatür trenler. Ve bu böyle kalacağa da benziyor. Boş zamanlarını buharlı ve elektrikli lokomotiflerin çektiği trenlerin dünyasında geçiren babalar çoğu kez zaman ayıramadıkları eşleri, oyuncaklarına dokunmalarına izin bile vermedikleri oğulları ile atışmayı da göze alır...

Buluşlar yapan bir 'çılgın'

Stuttgart şu sıralar bir sansasyon yaşıyor! Bu kentin aşığı Wolfgang Frey kılı kırk yararak çalışan, buluşlar yapan bir 'çılgın'dı. 2012'de öldüğünde henüz 52 yaşındaydı. Yaşamının otuz yılını minyatür trenlere vermişti! Sadece onlara mı? Frey Alman Devlet Demiryolları'nda çalışıyordu. Stuttgart merkez tren istasyonunda demiryolu trafiğini kontrol ediyordu, sinyalizasyon sisteminin sorumlularından biriydi. İlk yıllarda evinin bodrumunda, sonra da kent metrosunun ona tahsis ettiği, birkaç dost dışında hemen hemen hiç kimsenin bilmediği 'gizli' bir bölümde neredeyse tüm boş zamanını minyatür trenler ve Stuttgart merkezinin dev maketini yaparak geçirmişti. Gönlünce, candan çalışmıştı. 180 metrekare büyüklüğünde, 15 metre uzunluğundaki Stuttgart maketi evler, dükkanlar, insanlar, ağaçlar ve çiçekler, cadde ve sokaklarda otomobiller, otobüsler, bisikletlilerle dolu. Devlet operası, tarihi kiliseler, parklar, havuzlar, Wilhelma Hayvanat Bahçesi canlı canlı karşınızda. Tarihi istasyona sürekli trenler girip çıkıyor, 16 peronunda insanlar, çoluk çocuk, ellerinde bavullar bekleşiyor. Wolfgang Frey her şeyi bire bir yapmış, her yerin fotoğraflarını çekmiş, sonra da onlara yüzde yüz sadık kalarak maketi geliştirmiş. Maketinde en çok karton, pleksiglas, ambalaj kâğıdı, kamış, tahta ve çıtadan yararlanmış.

Ölümünden sonra Frey'in 'kalıtını' ailesinden satın alan Rainer Braun bu dev 'eseri' şu sıralar Stuttgart'ın merkezinde sergiliyor. İzlerken sanki üç boyutlu dev bir fotoğrafın karşısındasınız!

mail@ahmet-arpad.de

Göl kenarında tahta iskele

Toplum24 Gazetesi/Almanya, 16 Temmuz 2023

Ahmet ARPAD

Oturmuş göl kenarındaki tahta iskeleye, sallandırmış çıplak ayaklarını sulara, anlaşılmaz bir şeyler mırıldanıyor. Çevre çok sessiz, doğa uzun süren kış uykusundan yeni yeni uyanıyor. Göl kıyısındaki, dalları sulara değen ağaçlar yeşermiş, ıslak çimenleri rengârenk çiçekler bürümüş. Tahta sıralardan birine oturuyoruz.

Adam bizi görmüyor, kendinden geçmiş gibi. Mırıldandığı şeyler yabancı bir dilde. Bir yandan da hafifçe sallanıyor. Gölün durgun sularına kuşlar inip kalkıyor, güzel renkli ördekler, peşlerinde yavruları bembeyaz kuğular kıyı yakınında yiyecek bir şeyler arıyor. Adam susuyor. Şimdi hiç kıpırdamadan öyle duruyor. Az sonra hızla ayağa kalkıyor ve bizi görüyor. Gülümseyerek yanımıza sokuluyor, karşımızdaki boş sıraya oturuyor.

Biz sormadan konuşuyor: "Ne güzel bir gün, ne güzel bir doğa!" Sesi çok usul, şarkı söyler gibi. Giysileri bembeyaz. Gülümsemeye devam ediyor. Yanımdaki tanış, kim bu tuhaf adam, der gibi bana bakıyor. "İnsan yüreği hep buradaki çiçekler gibi açmalı..." Başını çevirip doğaya bakıyor, ayağa kalkıyor, dans eder gibi kendi etrafında dönüyor.

Biz hâlâ suskunuz. "Gülümse ve sev... Sevmeye hep devam et..." Yine kendi dünyasına dalmış gibi. "Sen sevdikçe seni seven de olacaktır..." Çimenlere doğru yürüyüp menekşeler topluyor, kollarını havaya kaldırıyor, bale yapar gibi birkaç adım atıyor, dönüyor. Dudaklarında hep bir gülümseme. Gidip kıyıdaki sazların arasına oturuyor, gözleri kapalı güneşe bakıyor. "Gel, gidelim", diyor tanışım. "Yolumuza devam edelim."

Stuttgart'ın kuzeyindeki ormanlarda uzun bir yürüyüşteyiz. Trenle Murrhardt'a gelmiştik, orman yollarından Schwaebisch Hall'e gitmekti amacımız. Yöre her mevsimde güzel. Böyle bir doğada insan kendine geliyor, canlanıyor. Irmaklar, dereler, göl ve gölcükler, yeşil yamaçlar ve çayırlar, korular, ormanlar... Kızıl çamlar, ladin ağaçları, kayınlar, akça ağaçları, dişbudaklar, gürgen ağaçları...

Az sonra ağaçlar bitiyor, üzüm bağlarıyla kaplı yamaçlarda uzanıyor yol. İkimiz de konuşmuyoruz. Buralar büyük kent insanının nefes alabildiği bir yöre, doğanın ciğeri. Yüzlerce kilometrelik yürüyüş ve bisiklet yollarıyla, balık avlanan, kürek çekilen, yüzülen küçük gölleriyle, yöresel yemek ve şarapların sunulduğu lokanta ve şaraphaneleriyle bir doğa cenneti. Uzaktan Rosengarten görünüyor.

Tanışım, sanki aklımdan geçeni okumuş gibi: "Burada mola verelim" diye konuşuyor. Ne de olsa öğleyi bulmuştuk. "Köy girişinde küçük bir lokanta vardır. Bugün açıksa ne iyi olurdu."

Bhagwan'ın Müridi mi?

Az sonra dışarı atılmış tahta masalarda, yanında patates salatası, içi ıspanak dolu Alman mantısı yiyip yörenin şaraplarını yudumlarken keyifler yerindeydi. "Adamcağız meditasyon yapıyordu, rahatsız ettik", diye konuşuyor tanış. Anlamamış gibi suratına bakınca da devam ediyor. "Kim bilir hangi gurunun müridi?" Ben hâlâ, ne demek istiyorsun, diye ona bakıyor olacaktım ki konuşmasını sürdürüyor:

"Belki de Bhagwan'ındır? Bizim enişte de 80'li yıllarda mistisizme meraklanmış, hatta taa Poona'lara gitmiş, gurunun yanında iki ay kalmış." Kadehimdeki son şarabı yudumlayıp soruyorum: "Hindistan'a mı gitmiş?" Garson kadına işaret ediyorum. "Evet, onun müridi olmuş", diyor tanış. "O yıllarda Amerika'dan, Japonya'dan, Avrupa'dan genç yaşlı, ünlü ünsüz ona gider, gerçek benliğine kavuşmayı düşlerdi."

Garson kadın ikinci kadeh şarapları getiriyor. Bu kadarı yeterdi, yoksa hedefe varamazdık bugün. Tanış devam ediyor: "Bhagwan, sonra ona Osho adını da verdiler ya, çevre etkisiyle sahte bir benlik oluştuğunu savlardı. Gelecek yüzyılda meditasyon dinsiz Batı zenginlerinin yeni dini olacaktır, sözü de onundur."

Mistisizm üzerine bir şeyler daha söylüyor, fakat benim bakışlarım ışıl ışıl doğanın güzelliğinde. Bana ne onun anlattıklarından! Anımsıyorum, Bhagwan için, modern zamanın en sahte ve zengin gurusu, diyenler de olmamış mıydı o yıllarda? Susuyorum. Gözlerimi hafif kısıyorum.

Ötelerde, yamaçlar ardında hedefimiz tarihi kent Schwaebish Hall. Daha ötelerde, kuzeyde, Main nehri ve daha çok ormanlar, akarsular, göller, yüzlerce kilometre yürüyüş yolları...

9 Temmuz 2023

Özgürlük ve Sanat

Toplum Gazetesi/Almanya, 9 Temmuz 2023

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı'ndan yenilgiyle çıkmıştı. İmparatorluk yok olup gitmişti; yollar paramparça, evler yıkık kırık, Viyana'nın dar sokakları karanlıktı. Ceplerindeki paranın değer yitirdiği insanlar karınlarını zor doyursa da, birkaç lambanın aydınlattığı buz gibi salonlarda oynanan opera ve operetlere akın ediyordu. Viyanalı aradan daha bir yıl geçmeden ayağa kalkmasını başarmıştı. Ünlü yazar Stefan Zweig ilerde anılarında o günlerden şöyle söz etmişti: "Özgürlüklerini arayan insanlarımızın sanata olan olağanüstü bağımlılığı ve tutkusu Viyana'yı bir kez daha kurtarmıştı... Özgürlüğün olmadığı yerde kültür ve sanat gelişemez."

Bir Mucize Daha

Orkestralar ve sanatçılar başarının doruğuna erişmişti. Ve sonra bir mucize daha gerçekleşmişti. Dört, beş yıl içinde her şey yine eskisi gibiydi. Yıkık binalar yepyeni ayakta, bahçeler, parklar rengârenkti. Viyana. birden canlanmış, kent eskisinden daha güzel olmuş, her alanda etkinlikler hızla artmıştı. Avusturya aynı alınyazısını 2. Dünya Savaşı yıllarında da yaşamıştı. Özellikle 12 Mart 1945 günü bine yakın Amerikan ve İngiliz uçağının bir buçuk saatlik aralıksız bombardımanı sonucu Viyana yerle bir olmuştu. Hemen hemen hiçbir şey ayakta kalmamıştı. Ancak 1950'li yıllarda başlatılan ve inatla sürdürülen yeniden inşaat ve restorasyon çalışmaları sonucu günümüz Viyanası bugün Paris ve Roma'yı çoktan geride bıraktı.

"Art Nouveau'nun dünya şampiyonu" kabul edilen Tuna kentinin sokakları, caddeleri, alanları, bulvarları bu sanat akımının değerli yapılarıyla dolu. Saraycıklar, zengin villaları, opera, tiyatrolar, kiliseler, müzeler, kahvehaneler, çeşmeler, tuvaletler, tren istasyonları, oteller ve resmi binalarda Art Nouveau dekoratif süslemelerle doruk noktasında.

Büyük Kayıp

Viyana'ya gelip de ünlü operanın, Burg Tiyatrosu'nun veya Volksoper'in kapısından içeri adım atmamak büyük bir kayıp. Viyanalı için opera, operet ve müzik hâlâ günlük politika kadar önemli. Neşeli ve alaylı şarkılar, çok hareketli danslar, yanılgılar, taşlamalar, raslantılar ve ezgilerle dolu Viyana operetleri birer vodvil sayılır, öyle bir an gelir ki konu içinden çıkılmayacak kadar karışır. Fakat sonunda her şey yine yoluna girer, herkes sevdiğine kavuşur.

Volksoper’de hemeh hemen her sezon sahnelenen "Im Weissn Rössl" de böyle bir operet. İzleyiciler, neşe dolu güzel şarkı ve melodilere hafif mırıldanarak, oturdukları yerde iki yana sallanarak katılıyor. Yaşam sevincini sahneden salona taşıyan bu operette büyük bir orkestra hareketli caz melodilerine, tiz sesle söylenen dağ şarkılarına, kanunu andıran bir aletle çalınan romantik Alp ezgilerine dek bütün oyuna başarıyla eşlik ediyor. Göz kamaştıran pırıl pırıl giysileriyle dans eden oyuncular kimi sahnede sizi bir an için 1920'li yılların revülerine götürüyor.

Vals ve fokstrot ağırlıklı danslar dinamik ve fantazi dolu. İlk gecesini 1930 yılında Berlin Büyük Sahnesi'nde 700 oyuncu ve figüranla yaşayan "Im Weissn Rössl"ü kısa süre sonra Naziler "soysuz sanat" gerekçesiyle yasaklamıştı! Viyana'da hep kapalı gişe oynayan eserde müzisyenler, 2009 yılında bir rastlantı sonucu Belgrad'da bulunan Benatzky'nin orjinal orkestra uygulamasına sadık kalıyor.

Viyanalı'nın yaşam sevincine en güzel operetlerde tanık oluyorsunuz. Perde kapanırken müthiş bir alkış fırtınası kopuyor. İki buçuk saatin ardından salonu terk eden mutlu insanlar yakındaki birahane ve şaraphanelere koşuyor.


2 Temmuz 2023

Alpakalar uysal ve şirin

Cumhuriyet, 2 Temmuz 2023

Beş yaşındaymış, irice, beyaz, bakışları kendinden emin. Hemen yanında duran ondan bir yaş büyük. Biraz topluca, açık gri. Yanlarına sokulmaya pek cesaret edemiyormuş gibi birkaç metre öteden onları seyreden bir başkası kısa boylu. Daha iki yaşına basmamış. Bakışları çekingen, tüyleri açık kahverengi. Üçü de erkek, üçü de damızlık... Onlar alpaka!

Waldstetten, Ulm ile Stuttgart arasında yemyeşil bir vadide uzanıyor. Çevrede korular Neckar Irmağı'ndan yukarılara çıkıyor. Buralarda yükseklikleri 1000 metreye varan geniş ovalar var. Kışın aylarca sürdüğü doğada küçük yerleşim merkezleri... Geçerken sokaklar hep boş, insansız. Sanki her gün dışarı çıkma yasağı var!

PERU DAĞLARINDA

Göz alabildiğine uzanan ağaçsız büyük araziler buğday ekili. Yörenin sert rüzgârından enerji üreten dev pervaneler ürkütücü. Bura insanı, karnını doyurmak için uzaktaki büyük kentlere gidiyor günbegün! Stuttgart ve Ulm yakınlarındaki endüstri kuruluşları, "taştan başka pek bir şeyin yetişmediği" yörede yaşayanların ekmek kapısı.

Bir ağacın gölgesine sığınmış, az uzaktan merakla bizi seyreden on alpaka rengârenk. Tüyleri pırıl pırıl. "Bize göre değil" diye düşünüyoruz. "Büyük kentli insan nerede yetiştirsin bu hayvanları?" Hemen hemen bütün ömrünü dışarıda geçiren alpakalara biraz ağaçlık, çok güneş almayan geniş çayırlar gerekli.

On alpakaya on bin metrekare arazi. Bizi gezdiren çiftlik sahibi, "Bu alpakalar Perulu" diyor. Yaşam süreleri 20 yıl. And sıradağlarının yüksek ve soğuk bölgelerinde yaşayan bu sürü hayvanı, tam altı bin yıldır evcil. Alpakalardan elde edilen yün çok değerli. Bu yünden yapılan kadın ve erkek giysileri pahalı! Onlar bakımı kolay, masrafsız hayvanlar. Dayanıklılar, pek hasta da olmuyorlar. Tüyleri tam yirmi iki ayrı renkte. Boyları bir metreyi bulan alpakalar, 50 ile 80 kg ağırlığında. Çiftlikteki hayvanlar yetiştiricilere de satılıyor. Erkeklerin fiyatı 6 ile 10 bin Avro arasında değişiyor. Hanımlar daha ucuzmuş! Yılda bir kez, ilkyaza girerken, sıcaklar başlamadan kırkım yapılıyor.

Çiftlik evinin bir köşesi satış dükkânı. Burada alkapa yününden yapılmış değişik giysiler satılıyor. İnternet üzerinden de satışlar yapılıyor. Çiftliğin dükkânında battaniyeler, yastıklar, değişik renk ve kalınlıklarda örgü yünleri, kazaklar, eşarplar ve eldivenler var. Hepsi alpaka yününden. Kışın giydiğinizde sizi üşütmüyor. Az ötede durmuşlar meraklı bakışlarla bizi izlemeye devam ediyorlar. Bazılarının bakışları soru dolu, bazıları da sırıtarak: "Ne işiniz var burada?" diye sorar gibi.

Az sonra çiftlik sahipleriyle vedalaşıp ayrılıyoruz. Stuttgart yönünde gaza basıyoruz. Saat iki olmuş. Karnımız aç. Lokantalar tabii ki kapalı. Öğle tatilindeler.

Süpürgeler Müzede

Toplum Gazetesi, Almanya, 2 Temmuz 2023

Ahmet Arpad

Bundan çok uzun yıllar önce Stuttgart'a yerleştiğimde ilk öğrendiğim ilginç şeylerden biri de kira sözleşmesinde yazan "Merdivenlerin ve kaldırımın temiz tutulmasından kiracı sorumludur" maddesiydi. Sırası gelen kiracı eline süpürgesini alıp ortak merdivenleri, binanın önündeki kaldırımı tüm hafta boyunca temiz tutmak zorunda.

Yaz, kış demeden. Karlı buzlu günlerde sabahın köründe, gerekiyorsa kahvaltıdan önce, yayalar ayakları kayıp düşmeden, kaldırım tertemiz olmalı. Kiracı, eğer oturduğu binanın iç avlusu varsa, orasını da süpürüp temizlemek zorunda. Sözleşmesindeki sorumluluğunu bir süre yerine getirmedi mi ev sahibi onu evden atabiliyor. Çok daireli apartmanlarda bu görevi üstlenen, çoğunlukla yabancıların kurduğu "temizlik şirketleri" var.

Her şey Württemberg Dükü Eberhard Ludwig'in 12 Ocak 1714 tarihli "temizlik" genelgesiyle başlamış! Dükün amacı insanları düzene ve temizliğe alıştırmakmış. Fransa'nın Güney Almanya sınırındaki Elsas ve Lothringen bölgesi 1871 ile 1918 tarihleri arasında Alman topraklarına katılınca temizlik genelgesi yöre halkına da uygulanmak istenmiş, fakat Alman yöneticiler bunu Fransız halka bir türlü kabul ettirememiş!

Kilisede Caz Konseri

Ağaçların ardında, ötelerde, yaz güneşinde ışıldayan geniş vadide Tuna Nehri ağır ağır süzülüyor. Tepede, sırtını kara çamların örttüğü yamaca dayamış barok Mochental sarayı yükseliyor. Yüzyıllar boyu yakındaki Zwiefalten Manastırı'nda yaşayan piskoposların dinlenceye gelmiş olduğu saray 1985'ten bu yana güzel bir kilisenin yanı sıra büyük sanat galerisiyle, Almanya'nın ilk süpürge müzesini de barındırıyor!

Karlsruheli galerici Ewald Karl Schrade ve eşi barok sarayın salonlarını değişik sergilere açıyor. 2500 metrekarelik sergi alanında postmodernizminden günümüze, tablolardan heykellere, çok değişik sanat yapıtlarına yer veriyorlar. Saray kilisesi de caz konserlerine ve kitap okuma akşamlarına açık.

Alt katın bütün salonlarını kaplayan süpürge müzesi görülmeye değer. Ewald Karl Schrade, 1970'li yılların sonunda çok ilgisini çeken bir süpürgeyi satın alıp evine götürürken günün birinde müze kuracağını aklının köşesinden bile geçirmemiş. Aradan geçen yıllarda dünyanın dört bir yanından dostları ona süpürge yollamaya başlamış, kendi satın almış, böylece sayıları yüzleri geçmiş. Sağda süpürge, solda süpürge, duvarlarda süpürge, yerlerde süpürge.

Ne de çok çeşidi varmış! Sapları kayın ağacından ve bambudan, hindistancevizi ve hurma ağacı kabuğundan... Süpürge otu yerine tavus kuşu ve deve kuşu tüyleri, kaz kanatları kullanılmış. İçlerinde bazıları var, sapları gümüş kaplama. Onlara âşık olmamak elde değil. Temizlik insanoğluna her çağda gerekli. Firavunlar süpürgeye meraklıymış, Çin İmparatorluğu'nun insanları, Sezar'ın Roma'sı da. Süpürge, yaşamımızda vazgeçemeyeceğimiz dostlarımızdan biri.

Dışarıda doğa yavaş yavaş bambaşka renklere bürünüyor. Sarayın büyük avlusunda iki tavus kuşu... Kanatlarını açmışlar, rengârenk kuyruklarını kaldırmışlar. Büyülenmiş gibi öyle duruyorlar...