25 Eylül 2021

Gerçeküstü Bir Dünya

Toplum Gazetesi, Almanya, 25 Eylül 2021

Stuttgart'ın güneyinde, trikotaj sanayinin merkezi olarak tanınan Tailfingen'deki Tekstil Müzesi'ndeyiz. Dikiş odasında dikiş makinelerinin başında oturmuş çalışanlar var!Onlar canlı değil, el işi! Başka bir köşede Viyana müziği yapan orkestra, piyanonun tuşları sosisten, hemen yanında varyete artisleri, demir parmaklıklar arasındaki bir ahtapot aralarına girmek istiyor. Olup bitenler müzisyenlerin umruna değil, onlar çalmayı sürdürüyor.

Tübingenli Stefanie Siebert bir "kumaş artisti", tanışalı neredeyse 20 yıl olacak. O yüzlerce metre değişik kumaşlardan, haftalarca, aylarca çalışarak insan boyunda 'el işi insanlar' yaratıyor. Şu ana dek yüzün üzerinde figüre yaşam vermiş! "Onlar benim dünyam", diyor. Çünkü neredeyse gece-gündüz birlikte yaşıyorlar. Büyük bir aile, Stefanie Siebert ve bebekleri. Yıllarboyu kendine büyük bir mekan aradı. Sonunda, bundan sekiz yıl önce, Tübingen yakınlarında şirin kasaba Haigerloch'da tarihi Schwanen otelini satın aldı. Otelin salonlarını, katlarını, odalarını 'el işi insanlar'la doldurdu! Suratları kırışmış, yanakları sarkmış, gerdanları çifte, burunları düşmüş, bakışları tepeden, cakalı ve donuk, küstah ve şımarık... Bolluk içindeki bir toplumun kurgu bir dünyada yaşayan üst sınıf insanları. Gözünüzün içine bakıyorlar, sanki her an konuşacaklar.

Otto Dix'in insanları

Şimdi onlar 2021 yılının sonuna dek Tailfingen'deki müzedeler. Yeşil ipek tuvaletli şarkıcı kadın, dudakları kıpkırmızı kocaman ağzını sonuna kadar açmış şarkılar söylüyor. Suratları kat kat boyalı hanımlar incecik sigaralarını altın ve gümüş uzun ağızlıklarla içerken, erkekler purolarını tüttürüyor. Tuvaletleri pahalı terzilerin elinden çıkmış kadınların giyimleri rüküş. Takıları gösterişli, ağır mı ağır. Başka bir salonda masa başına oturmuş köylü giysili kadınlarla, kısa deri pantalonlu erkekler sosisler yiyip bira içiyor. Birinin üzerinde frak, yakalarında altın salyangozlar, sosisler sallanıyor. Köşedeki küçük orkestra en popüler dans melodilerini döktürüyor! Ak saçlı bir adam dans ettiği genç kızın omzuna başını dayamış. Üzeri pastalar, kekler dolu bir başka masanın çevresinde toplanmış üç-beş kadın pahalı porselen fincanlardan kahve içip kahkahalar atıyor! Bir an için sanki Otto Dix'in insanları karşınızda.

Tepsi tepsi havyar

Stefanie Siebert'in insanlarının yüzleri ve elleri ten renginde incecik triko kumaştan. Yüzlerinin içi sentetik pamuk dolu. Gözler her renk boncuktan. Işıldayan parlak kumaştan ringa balığı salamurası. Koyu kahverengi ipekten yuvarlak simitler, üzerlerindeki beyaz tuz taneleri suni inciden. Kuşkonmazlar ipek kumaşla beyaz rujdan. Kâseleri dolduran siyah ve kırmızı havyar minnacık styropor taneleri. Siebert insanlarını yaratırken ipeğin yanı sıra saten, deri, ince kadife, sırma şeritler de kullanıyor. Bütün bunları başarmak için sadece sanatçı olmanın yetmiyor. İdealist olmak da gerekli. El emeği, göz nuru ve sonsuz bir sabır 'el işi insanlar'ıyla 40 yıllık ortak yaşamında Stefanie Siebert'e hep eşlik etmiş.

Yarattığı "insanlar"la yıllarca kent kent gezmiş, büyük mağazaların vitrinlerinde, galerilerde, kütüphanelerde, tarihi saraylarda sergilemiş, görenleri hayrete düşürmüş. "Bu insanlarda en küçük ayrıntıya kadar her şey hemen hemen el dikişi. Özellikle yüzlerdeki ayrıntılar el dikişsiz olmuyor. Kullandığım her şey yumuşak olmalı. Satenden ipeğe, kadifeden triko kumaşına", diyor Siebert.

Yarattığı erkekler çoğunlukla yaşını başını almış, yaşamlarının son döneminde, kelli felli kimseler. Kadınlar ise orta yaşın üzerinde, geçmişin güzel günlerinin anı ve özlemiyle yaşamlarını sürdürenler. Ziyafet masasında oturuyorlar, keyifliler ve de aç. Gülüp konuşuyorlar, siyah havyara kaşık daldırıyorlar, kuşkonmazı elle yiyorlar. Bir masanın üstü tepsi tepsi havyar, somon, karides, ıstakoz, füme etler, haşlanmış domuz başı, salamlar, sosisler... Posbıyıklı bir garson, elinde şampanya şisesi bekliyor. Bakışlarından yorgun olduğu belli.

Stuttgart'a bir saat uzak Tailfingen'in komşusu Haigerloch Eyach boğazında yamaca yaslanmış şirin bir kasaba. Gizemli bir geçmişi var! 1939 yılında kimyager Otto Hahn ve Kaiser-Wilhelm Kimya Enstitüsü'nden arkadaşları uranyum çekirdeğinin ikiye bölünebileceğini keşfettiler. Savaş ilerleyince çalışmalarını devam ettirmek için 1944 yılında Haigerloch'a kaçtılar. Tarihi sarayın altında kayalara oyuldu, orta çağdan kalma bölmeleri Hitler'in atom fizikçileri laboratuvar olarak kullandı. Amerikan işgal güçleri buraya 23 Nisan 1945'de el koydu, Hahn ve arkadaşları tutuklandı, çalışmalarında kullandıkları tüm aletleri de ABD'ye götürdü...

19 Eylül 2021

"Dinlendirici huzuru burada bulacağım..."

Toplum Gazetesi, 19 Eylül 2021

AHMET ARPAD

Buluşu 'uçan bisiklet' ile uçmasını ömrü boyunca becerememiş olan Gustav Mesmer, doktorlar "bu adam şizofrendir" dediği için 1929-1949 arası yılları güney Almanya'nın ünlü manastırlarından Schussenried'in psikiyatri kliniğinde geçirmek zorunda kalır. Rokoko kütüphanesi Almanya'nın görülmeye değer tarihi eserleri arasında. Freskleri, sütunları, küçük kubbeleriyle kütüphaneden çok bir kiliseyi andıran bu yapı özellikle Stuttgart'tan Konstanz gölüne ya da güney Bavyera'ya yapılan gezilerde mutlaka uğranması gereken bir yer. Az ötedeki Steinhausen'de "dünyanın en güzel köy kilisesi" olarak kabul edilen Barok yapı yükseliyor geniş bir ovada.

Aynı yol üzerinde, otomobille bir saat ötedeki Wies kilisesi dünya kültür mirası. Bu Rokoko kiliseye ziyaretçiler Avrupa'nın en uzak köşelerinden akın ediyor. Çünkü Wies kutsal bir yer, bir dilek kilisesi olarak kabul ediliyor. Anlatılanlara göre 1738'de köylü kadın Maria Loy evinin tavan arasında bulduğu 'Çarmıha gerilmiş İsa' heykelini aşağı indirir, tozunu alıp, oturma odasında bir köşeye yerleştirir. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra bir akşam duası sırasında gördüklerine inanamaz. İsa'nın gözlerinden yaşlar akmaktadır. Bu inanılmaz olay yörede yıldırım hızıyla duyulur. Ve birkaç ay sonra da köylü kadının evinin yanı başında alelacele inşa edilen küçük kiliseye taşınır. Bugünkü dev kilise ise kapılarını 1749 yılında açar dindarlara. Derdine çare arayanlar o günden bugüne, sadece kırk insanın yaşadığı küçük Wies köyünde bir tepenin üzerinde bütün azametiyle yükselen kiliseye taşınıp duruyor.

Savaşlarla geçen 17. yüzyıl Almanya'da Katolikliğin yeniden güçlenmesine neden olur. Daha iyi bir gelecek arayan insanlar özellikle güney Almanya'da birbiri ardından inşa edilen kiliseleri doldurur. Yüksek, havadar, aydınlık Barok yapıların büyük kubbelerinden ve sütunlarından aşağı bakan figürler yepyeni bir vizyon peşindeki insanları çeker. Yapılardaki dinamiklik, yücelik, fresklerdeki ışık-gölge oyunları, dindarları gerçekle düş arasındaki bir dünyaya götürür!

"Allahsız Gençlik"

Yine bir saat ötede, Bavyera Alpleri'nin eteklerinde küçük Murnau. "Dinlendirici huzuru burada bulacağımı hemen seziyorum..." Avusturya Edebiyatı'nın ünlü yazarı Ödon von Horváth 1923 yılında bu kasabaya geldiğinde ilk sözleri bunlar olmuştu. Kısa yaşamının en önemli on yılını Alp dağları manzaralı, göl kıyısındaki güzel yörede geçirdi, en önemli eserlerini burada yazdı. Horváth, bohem denebilecek Murnau yaşamında günlerini çoğunlukla kahveler ve birahanelerde geçirdi, oturup gazetesini okudu, çevresini inceledi, notlar aldı ve birasını yudumladı. Tiyatro eserlerinde küçük burjuva insanlarının gizli kalmış kötü yanlarını ortaya koyan, onları iğneleyici ve acı bir alayla taşlayan Horváth'ın yaşamı 1930'lı yıllara girildiğinde büyük bir değişim geçirir. Yaklaşmakta olan nasyonal-sosyalist tehlikeyi çok çabuk sezer. Karşı çıkar. Korkan dostları onu terk eder. Horváth Murnau'dan uzaklaşır, Viyana'ya yerleşir. Çeşitli tiyatro eserlerinin yanı sıra "Allahsız Gençlik" (Türkçeye çeviren: Burhan Arpad, 1943) adlı ünlü romanını da yazar. Naziler Horváth'ı yazarlar derneğinden atarlar, romanını da yasaklarlar.

Murnau ve çevresi 1900-1940 arasında sayısız sanatçının huzur içinde yaşayıp yeni esintiler ve düşüncülerle kişiliklerini bulduğu, geliştirdiği bir yöre olmuştu. Burada göl kıyısında yıllar geçiren ünlüler arasında soyut resimleriyle ün kazanmış olan dışavurumcu Wassily Kandinsky ile öğrencisi ve sevgilisi Gabriele Münter'i de unutmamak gerekir. Dostları Franz Marc da sık sık Murnau'ya onları ziyarete gelirdi. Güney Almanya'nın dışavurumcu sanatçıları Birinci Dünya Savaşı öncesi Münter'in evinde toplanırdı. Kandinsky ile Marc'ın 1912'de kurduğu ve kısa süre sonra Alexej Jawlensky, Marienne von Werefkin, Alfred Kubin, Paul Klee, Arnold Schönberg`in ve Gabriele Münter'in de katıldığı "Mavi Süvari" grubu dönemin entellektüel ortamında oldukça yankı uyandırmıştı.

Ormanlar, tepeler, dereler, göller, tahta evler... Dinlendirici huzur burada, Bavyera Alpleri'nin eteklerinde.

12 Eylül 2021

Uçaklardan trenlere

Toplum Gazetesi, 12 Eylül 2021

Boylu poslu, sarışın. Güzelliği hâlâ çekici! Görmeyeli çok olmuştu. "Tam on beş yıl", diyor. Geçenlerde Stuttgart'ın göbeğinde karşılaşmamız büyük bir rastlantıydı. Ailesi komşumuzdu, sık sık görüşürdük. Liseden sonra bir seyahat acentesinde çalışmış ve günün birinde bavulunu topladığı gibi Frankfurt'a gidivermişti. "Hostes oluyorum", demişti.

Karşılaştığımızda sordum: "Neler yaptın, nasıl geçiyor hosteslik yılları?" "Artık geride kaldı o meslek", dedi. "Geçen yıl bıraktım, evlenmeye karar verdim." İstasyona gidiyordu, Köln treni bir saat sonra kalkacaktı. Yakındaki Park Café'de biraz sohbeti kabullendi. Az sonra, yanında Sacher pastası çaylarımızı yudumlarken gerçekten de anlatacak çok şeyi vardı.

Gökyüzünde ilk yılları sürekli iç hatlarda geçmişti. Sonra Frankfurt ve Düsseldorf çıkışlı uçaklarla Avrupa ülkelerine uçmuştu. Önce küçük uçaklarla; mesleğinde ilerledikçe uçaklar büyümüştü. Tabii en ilginci, bir hostes için en zoru da Jumbo'lar olmuştu. Son yıllarda genellikle denizaşırı ülkelere gitmişti.

"Bir A 380-800 ile uçuş kimi zaman 8-10 saat sürüyor, ortalama beş yüz müşteri var, değişik milletten insana hizmet etmek zorundasın", diye anlattı. "Kuzey Amerika, Güney Amerika, Asya ülkelerine gidiyorsun. Uçak iki katlı, alt kat ekonomi, kalabalık oldu mu, işin zor. Sekiz hostes koşuşturup duruyor. Yukarısı business ve first class. Fakat az yolcu demek kolay iş demek değil. Orası varlıklıların katı!" O anlattıkça açılıyor, ben ise suskun dinliyorum. Fakat arada sırada gülümsemeden de edemiyorum. Sarhoş yolcu, korkak yolcu, hasta yolcu, ağlayan bebekler, şımarık çocuklar... "Sadece onlar mı?" diye devam etti. "İşi iyi gitmemiş stresli işadamı, tatilde kavga etmiş karı-koca, yitirdikleri maçtan dönen bir grup 'futbolsever', uçağın teklerlekleri daha yere değmeden cep telefonunu açanlar..." Hepsiyle baş etmek zorunda hostes. Sinirlerini yitirmeden tabii. "En zor müşteriler de 'Sen benim kim olduğumu biliyor musun?' diyenler! Hostes hep gülümsemek zorunda, ancak bu gibiler gülümsemeni hakaret olarak kabul edebileceği için de çok dikkatli olmalısın!"

Söylediğine göre hep iç hatlar uçtuğu ilk yıllarında Frankfurt-Berlin uçuşlarından nefret edermiş. Nedeni mi? Çok politikacı ile çok ünlü sanatçıların bu hattı kullanması! "Hiçbir yolcunun aniden hastalandığı oldu mu?" diye soruyorum. "Birkaç kez" diyor. "Kalp krizi geçiren yolcularda zorunlu inişler yaptık. Bu durumda uçağın tekerleklerinin on dakika sonra yere değmesi gerekir. Hep başardık!"

Hostesliği bütün bu stresine karşın severek yapmış olduğunu söylüyor. Son 5 yılını başhostes olarak denizaşırı uçuşlarda geçirmiş. "Bu uçuşlar, Atlantik Okyanusu'nun üzerindeki fırtınalarda yüreğim ağzıma gelmesine karşın güzeldi." Ne de olsa gittikleri kentlerde 2-3 gün dinlendikleri olurmuş. "15 yıl boyunca kaç havalimanına indiğini anımsıyor musun?" diyorum. Gülümsüyor. "Tabii, hepsi kayıtlı", oluyor yanıtı, "138 havalimanına, kimine defalarca! Yaşamımın 9400 saati havada geçmiş!" İlk uçuştan önce başarmak zorunda olduğu birbuçuk aylık hosteslik kursunda öğrendikleri de çok ilginç! Sadece uçakta yemek, içki servisi, duty-free satışı yapmayı öğretmemişler... Uçak açık denize, balta girmemiş ormanlara, Sahra'ya veya Kuzey Kutbu'na zorunlu iniş yaptığında bir hostes nasıl davranacak? Balık nasıl tutulur, zehirli yılanlarla nasıl baş edilir, buz çölünde donmamak için ne yapılır?

Bıraksam daha çok anlatacak, fakat treninin kalkmasına on beş dakika var. Hesabı ödeyip hızla karşıdaki istasyona geçiyoruz. Acele etmemize hiç gerek yokmuş. O gün öğleden sonra tüm trenler gecikmeli.

Birer şişe soğuk su

Alman Devlet Demiryolları ve Berlin hükümeti Stuttgart tren istasyonunu yerin altına almakta ısrar edeli her şey karıştı. Yıllardır, her pazartesi kentte bu anlamsız dev proje karşıtları sürekli nümayiş yapıyor. Şu sıralar sık sık seferler değişik nedenlerle iptal oluyor, çoğu gün gecikmeli çalışıyor. Birkaç yıl önce basına sızdırılan bir bilirkişi raporu yeraltına yapılacak istasyonun yangında binlerce insana kapan olacağını kanıtlamıştı! Yönetenler ise her şeye karşın "10 milyar Avro'luk bu proje gerçekleşecek" diye yıllardır inat edip duruyor. Hıristiyan Demokratlar'ın 2011'de eyalet hükümetini yitirmelerinin ardından belediye başkanlığını da Yeşiller'e kaptırmalarının en büyük nedeni, sürekli yeraltına tren istasyonu projesinde "budalaca" ısrar etmeleri olmuştu!

Biraz sonra treni elli dakika gecikmeli kalkarken eski tanışa el sallıyorum ve şu günlerde tren yolculuğu yapmadığıma şükrediyorum. Sürekli gecikmeler, sefer iptalleri yaşanıyor. Geçen temmuzda Zürih'e gitmek için bilet aldığımız tren kalkışa 25 dakika kala aniden iptal edilmişti. Yerine başka tren sefere konmayınca biz de İsviçre'deki buluşmamızdan vazgeçmek orunda kalmıştık. Alman Devlet Demiryolları sağolsun iki ay beklettikten sonra bilet parasını iade etmişti!

Geçen mayısta da Güney Bavyera'nın güzel Berchtesgaden yöresine yaptığımız bir yolculuk dönüşünde modern ve çok hızlı ICE'nin dizel lokomotifi tam gaz giderken Augsburg-Ulm arasında aniden bozulmuştu. Allah'ın dağında iki saat trende hapis kalmış, kurtarılmayı beklemiştik..!

Bu uzun beklemenin ardından ön bölümde oturanlar kalınca tahtalara basarak yanımıza yanaşan başka bir trene geçmişti. Sonra da arızanın yaşandığı ön bölüm oturduğumuz arka bölümden ayrılmış ve arka kompartmanlarda oturan bizler Stuttgart yönünde yolumuza devam etmiştik. Şansımıza Alman Devlet Demiryolları susuzluktan ölmesinler diye, biz yolcularına birer şişe soğuk su dağıtmış, gecikme iki saati geçtiği için de bilet parasının yüzde ellisini iade etmişti!

5 Eylül 2021

Kedi, hep gizem dolu

Toplum Gazetesi, Almanya, 5 Eylül 2021

O gizem dolu bir yaratık. O dünyanın en çok sevilen evcil hayvanı. İnsana bağlı, fakat hiçbir zaman insanın emrine girmiyor. Kendini sevdiriyor, kendine bağlıyor. İnsan onun emrine giriyor. Kedi denen yaratık köpek gibi değil, isterse insansız da yaşayabilir. Dokuz canlı! Canı istedi mi, karnı acıktı mı sokuluyor, bacağınıza sürünüyor, kucağınıza çıkıyor, okuduğunuz gazetenin üzerine çörekleniyor, kendini okşatıyor. İşi bitince de çekip gidiyor; evin ya da bahçenin bir köşesinde, sizden uzak, ne kadar arasanız bulamayacağınız, aklınızın köşesinden geçmeyecek bir yerde keyif çatıp uyuyor. Yüksek sesle ne kadar çağırırsanız çağırın, umurunda bile değil, lütfedip gelmiyor. Ta ki karnı acıkana kadar. O zaman sallana sallana çıkıveriyor ortaya! Sanki hiçbir şey olmamış gibi.

Kediler dünyanın her ülkesinde aynı. İster Beyaz Saray'da otursun, isterse gecekondunun birinde. Amerikan Başkanı'nın masasına uzanıp onu parmağında oynatıyor, karnını zor doyuran fakiri de. İnsanla kedi tam 6 bin yıldır bir arada yaşıyor. Evcilleşmesi ise 3500 yıl önce olmuş. Mısır firavunları Tutankamon ve Ramses döneminde kediye tapılmış, yurtdışına çıkarılması yasaklanmış. Ancak kaçak yollardan, özellikle Fenikeliler zamanında Avrupa'ya sokulmuş.

Kedi İnsanı Bağımlı Yapıyor
Ortaçağda Avrupa'da farelerin büyük artış göstermesiyle kedilerin değeri çok artmış. Birkaç yıl önce Karlsruhe'de büyük bir kediler sergisi açılmıştı. Ünlü ressamlardan kedi tabloları, oyuncaklar, biblolar, küçük heykeller, karikatürler... Tam 400'ün üzerinde eser. August Renoir, Pierre Bonnard gibi empresyonistleri, Ernst Ludwig Kirchner, Franz Marc gibi ekspresyonistleri de kendine hayran bırakmış kediler. Geçen yüzyılın Max Beckmann, Paul Klee gibi ünlü ressamları da gizem dolu bu yaratığın etkisinden kurtulamamış. Kediler, "Fritz the Cat", "Garfield", "Felix the Cat, "Tom and Jerry" gibi karikatürler ve çizgi filmlerle de kendilerini yediden yetmişe herkese sevdiriyor, bağımlı yapıyor.

Kediler Kahvesi
Gençten biri yere oturmuş, elindeki kumaştan bebeği havaya atıp duruyor. Yanındaki tekir bütün dikkatini bebeğe vermiş, yakalamak için ikide bir havaya sıçrıyor. Yakaladığı anda pençeleriyle kavrayıp altına alıyor. Az ötede iki küçük çocuklu kadın oturduğu sıraya kurulmuş siyahlı beyazlı bir kedinin karnını okşuyor. Çocukları ise ne yapacaklarını bilmiyormuş gibi annelerini seyrediyor.Pencerenin yanındaki kırmızı mindere kurulmuş bir samur yanında duran kahve fincanına önce merakla bakıyor, sonra burun kıvırıp başını dışarıya çeviyor.

Bir Münih ziyaretimizde bir dostun önerisi üzerine ünlü Schwabing semtindeki Kediler Kahvesi'ne de (www.cafe-katzentempel.de) uğramıştık. Türk Caddesi 29 numaradaki kahvenin hemen hemen tüm müşterileri kediseverler! Masalar arasında dolaşan güleryüzlü gencin adı Thomas. Kediler Kahvesi'nin sahibi. Meslek yaşamına bankacı olarak atılmış olan kedisever Thomas, kız arkadaşıyla yaptığı bir Viyana gezisinde, Stephan Katedrali'nin az ötesinde, Ball Sokağı'ndaki, Japon bir ailenin çalıştırdığı Cafè Neko'yu (http://cafeneko.at/) ve oradaki kedileri görünce Münih'e döner dönmez mesleğini bırakmaya karar vermiş. Ailesi ona destek vermiş, bankadan kredi almış, fakat insanların kahve içip, pasta yediği bir salonda kedilerin dolaşmasına, kucaklarına çıkmasına belediye önce izin vermek istememiş. Thomas yılmamış, inat etmiş, belediyenin çıkardığı her engeli aşmış ve kısa süre önce "kedili kahvehane" düşünü gerçekleştirmiş. Şimdi bakımevinden aldığı altı kedi, Balou, Gizmo, Jack, Saphyra, Tobyn ve Ayla masaların arasında cakayla dolaşıyor, canları istedi mi bacaklarınıza sürüyor, okşamanıza izin veriyorlar. En gençleri ve en meraklıları Balou, çabucak yanınıza sokuluyor ve mırıldanmaya başlıyor. Bir otomobil kazasında arka ayaklarından birini yitirmiş olması Jack'ın hiç umurunda değil, keyfi yerinde, oyunu seviyor. Az sonra güzel Ayla yumuşak minderine kuruluyor, kendini okşatıyor; kardeşi Gizo ise içlerinde en küstahı ve en sokulganı, kendini grubun şefi gibi gördüğü hemen belli oluyor. Dördü de daha bir yaşında. Saphyra ve Tobyn diğerlerinden birkaç yaş büyük. Müşterilerin ilgisinden sıkılan, başını dinlemek isteyen kedi, Thomas'ın onlara ayırmış olduğu özel odaya çekiliyor!

Kediler Kahvesi'ne her türlü insan geliyor. Ne de olsa Schwabing kozmopolit bir semt. Bohem yaşamı yeğleyen sanatçılar, müzisyenler, akademisyenler, yüksek sosyete, üniversite öğrencileri, alternatif yaşamı seven tuhaf giyimli gençler, emekliler Schwabing'in insanları. Thomas'ın söylediğine göre hepsini burada görmek mümkün. Münih dışından gelenler de uğruyormuş. Kedisever olmaları onları "Kediler Kahvesi"nde bir araya getiriyor!

"Kedi, anarşist bir aristokrattır", demiş Hamburglu yazar Axel Eggebrecht. Kedi bir eşsizlik, kedi gizem dolu, mistik bir yaratık...

2 Eylül 2021

Göl sularında 'Rigoletto'

Cumhuriyet, 2 Eylül 2021

Güneş iliklerimizi ısıtıyor. Oturduğumuz yerden kalkmak istemiyor canımız. Çevremizde başka mutlu insanlar. Yemeğini yiyen, soğuk birasını yudumlayan, ısıtan güneşte gevşemiş, memnun kişiler. Az ötede, yamaçların yeşil örtüsünde, otlaklara çıkmış koyunlar da bizler gibi mutlu olmalı. Güneş onların da iliklerini ısıtıyor. 

Ahmet Arpad / Almanya (Stuttgart)

Üç ülkenin gölü Konstanz'ın kıyılarında, Meeresburg iskelesindeyiz. Az sonra bizi Bregenz'e götürecek geminin gelmesini bekliyoruz. Konstanz Gölü'nde üç ülkenin gemileri çalışıyor. Özellikle yazın sık sık yapılan seferlerle üç ülke arasında dolaşıp gelmek mümkün. "München" tam zamanında iskeleye yanaşıyor. Halatlar atılıyor, kapılar açılıyor. İnsanlar ağır ağır, hiç acele etmeden, koşuşturmadan gemiye biniyor. Güzel bir günün sonunda herkes yorgun. Göl sessiz ve durgun. Bembeyaz gemiler, kotralar, yelkenliler sularda kayıyor. İki yanımızda aç martılar çığlık çığlığa. Ekmek parçalarını havada kapışıyorlar. Kıyıda küçük yerleşimler, köyler, yalılar, yamaçlarda villalar. Parklar, elma bahçeleri, üzüm bağları. İsteyen Lindau'da iniyor. Kara ile bağlantılı büyük bir ada üzerindeki tarihi kenti ziyaret etmek yöreye her gelen için bir gerek. Eski yapılarının tamamı tamir edilmiş, dar sokaklarının çoğu trafiğe kapatılmış kent, şık dükkânları, lokanta ve kafeleri, otelleri ve yat limanı ile çok çekici. Bregenz az ötede, Avusturya'da.

BÜYÜK KENT İNSANLARI NEFES ALIYOR

Büyük bir köy evinin önündeki düzlükte oturuyoruz. Yükseklik bin metrenin üzerinde. Uzaklarda Ren vadisi ve Alp dorukları görünüyor. Az önce indiğimiz Avusturya'nın Voralberg eyaletinin başkenti Bregenz'den Pfender doruğuna teleferikle çıkmıştık. Büyük kent insanları yörenin tertemiz havasında geziniyor, uzun yürüyüşler yapıyor, nefes alıyor. Kışın da kayaklarını ayağına geçirip tepelerden aşağılara kayıyor. Önündeki tahta masalarda oturduğumuz köy evinde yaşayan ailenin geçim kaynağı hayvancılığın yanı sıra lokantacılık. Yürüyüşçülerle kayakçılar müşterileri.

Savaş sonrası yıllarında tiyatro festivali ile adını duyurmaya başlayan Bregenz, göl kıyısında eski bir Roma kenti. Almanya'dan İsviçre'ye, kuzey İtalya'ya dinlenceye, Avusturya'nın dağlarına kayağa gitmek isteyenlerin geçmek zorunda olduğu Bregenz gölün doğu ucunda, Pfender dağının eteklerine ve yamaçlarına kurulu. Dar sokaklarında ortaçağdan kalma evlerin arasından yürüyoruz. Bregenz'in üst mahalleleri köyü andırıyor. Bir iki katlı, küçük ve şirin bahçeler içinde taş evler. Sokaklar bomboş. Kimi kapı önünde yaşlı insanlar, bahçe duvarlarında kediler uyukluyor. Güneş iliklerini ısıtıyor.

FESTİVAL ALANI

Buralara gelip de Bregenz festival binasını gezmemek olmaz. Göl kıyısında büyük bir park. Parkın bir köşesindeki ünlü kumarhane, az ötesinde "göl sahnesi". Her yaz bir ayda yaklaşık 300 bin sanatseveri kente çeken Bregenz festivali 1946'dan bu yana açık havada yapılıyor. Amfitiyatroda oturan izleyiciler göl üzerindeki dev sahnede oynanan Saraydan Kız Kaçırma, Çingene Baron, Satılmış Nişanlı, Fındıkkıran, Romeo ve Juliet, Viyana Kanı, Kuğu Gölü, Yarasa, Otello, Şen Dul, Karmen, Uçan Hollandalı, Sihitli Fülüt, Öp Beni Kate, Batı Yakası Hikâyesi ve Turandot gibi unutulmaz yapıtlarla 70 küsur yıldır kendilerinden geçerken parıldayan sulara, ötelerde İsviçre kıyılarının ışıltısına da dalıyorlar.

Bu yıl Verdi'nin "Rigoletto"su sırada. Dev bir palyaço başı, kimi an oluyor yumuşak bakışları aniden öfkeleniyor, hüzünleniyor, sonra keyifleniyor, gözleri fıldır fıldır dönüyor, canlı yüzün hareketleri bir insan örneği her an değişebiliyor. Hemen yanında duran büyük bir balonun sepeti de sahnenin bir bölümü. Oyuncular balonun içinde, dev palyaçonun gözlerinde, açılıp kapanan iri ağzında da. Verdi'nin duygulandırıcı müziği ile oyun herkesi sürüklüyor. Ötelerde İsviçre'nin dorukları, karlı dağları. "München" arkasında köpükler bırakarak hızla ilerliyor. Ötelerden bir trenin düdük sesi duyuluyor. Güneş batmaya hazırlanıyor. Çok uzakta, gölün öteki ucunda, pusların ardında Konstanz. Yarın da yolculuk oralara ve daha ötelere. İsviçre'ye, Zürih'e.

mail@ahmet-arpad.de