29 Kasım 2012

Türkiye vatanım

Ernst Reuter Girişimi’nin işbirliği ile oluşturulan, Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, Almanya Dışişleri Bakanlığı, Goethe Enstitüsü, Robert Bosch ile S. Fischer vakıfları tarafından bu yıl üçüncü kez düzenlenen Tarabya Çeviri Ödülleri sahiplerini buldu.

Oya Poyraz'ın Hürriyet Avrupa'daki haberi için tıklayınız
http://www.hurriyet.de/haberler/gundem/1334254/turkiye-vatanim

19 Kasım 2012

Tarabya Çeviri Büyük Ödülü Ahmet Arpad ve Cornelius Bischoff'a sunuldu

Cumhuriyet, 19 Kasım 2012
 
Tarabya Çeviri Büyük Ödülü'nün bu yılki sahipleri Yaşar Kemal'in kitaplarını Almancaya kazandıran Cornelius Bischoff ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı gazeteci, çevirmen Ahmet Arpad ödüllerini, dün akşam İstanbul Alman Başkonsolosluğu'nda düzenlenen törenle, Almanya Federal Cumhuriyeti Devlet Bakanı Cornelia Pieper ve jüri başkanı Prof. Dr. Onur Bilge Kula'nın elinden aldılar. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın başbakanın Mısır seyahatine katılması dolayısıyla ödül törenine Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış katıldı.
 
Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı, İstanbul, Goethe Enstitüsü, Robert Bosch Stiftung ve S. Fischer Stiftung tarafından bu yıl üçüncü kez verilen "Tarabya Çeviri Ödülü",  iki kültür arasında yaptıkları başarılı çeviriler yoluyla düşünsel ve kültürel alışverişi destekledikleri dolayısıyla, Almancadan Türkçeye yaptığı tüm çevirileri için Ahmet Arpad ve Türkçeden Almancaya yaptığı tüm çeviriler için Cornelius Bischoff'a oybirliğiyle verildi. Teşvik ödüllerini ise, Ayça Sabuncuoğlu ve Johannes Neuner aldılar. Sabir Yücesoy ise, "Literarisches Colloquium Berlin" için bir çalışma bursu kazandı.

Tarabya Çeviri Ödülü, aynı zamanda  Türkiye'de çeviriler için verilen en büyük para ödülü ve bir Türk-Alman ortak projesi olarak Diyalog ve Karşılıklı Anlayış İçin Ernst Reuter Girişimi kapsamında yer alıyor.
Açış konuşmasını Federal Almanya İstanbul Başkonsolosu Jutta Wolke'nin yaptığı törende konuşan Büyükelçi Eberhard Pohl, Pieper ve Bağış; iki ülke arasındaki diyalog sorunlarının çözümünde çevirinin önemli işlevini vurguladılar. Pieper, "Umberto Eco'nun Avrupanın dili çeviridir. Düşüncesine katılıyorum." dedi. Kutlama konuşmalarını ise, Yunus Emre Enstitüsü'nden Prof. Dr. Musa Yaşar Sağlam ve İstanbul Üniversitesi Alman Dili Eğitimi öğretim üyesi Prof. Dr. Nilüfer Tapan çevirmenlerin kitaplarından alıntılar vererek yaptılar. Sağlam; "Yaşar Kemal'in 14 kitabını Almancaya kazandıran Cornelius Bischoff, sadece çevirmedi öteki kültüre kazandırdı. İnce Memed muazzam bir başarıdır." dedi. 1933'ten beri ailesiyle Türkiye'de yaşadığını, sokakta oynarken dili öğrendiğini, şimdi 80'i geçtiğini söyleyen Cornelius Bischoff, "Özellkle kendi biyografım açısından bu ödüle sevindim. Türkiye benim vatanım. Trabya sevdiğim semt." dedi. Onu çok teşvik eden Orhan Peker'i özlemle andı. "Yaşar Kemal'i övmek abes kaçar." diyen Bischoff'la salonda bulunan Yaşar Kemal kucaklaştılar.
 
Arpad'ın gazeteciliğine övgü
 
Nilüfer Tapan, edebiyat çevirisinin kültürlerarası boyutuna dikkat çekerek; "Çevirmenin çeviri sürecinde üstesinden gelmek zorunda olduğu sorunlar edebiyat metinleri söz konusu olduğunda daha da belirginleşir." dedi. Arpad'ın gazeteciliğinden de övgüyle bahseden Tapan; "Cumhuriyet gazetesindeki Almanca konuşulan ülkeler ile ilgili düşüncelerini, yorumlarını aktardığı yazılarının pek çoğunu okudum ve okumaktayım. Bu yazılar bir yandan benim de uzmanlık alanım olan bu ülkeler üzerine bilgi ve yorumları içerdiği için ilgimi çekmekte, öte yandan ise bu yazılarda vurgulanmakta olan toplumcu, eleştirel boyut olayları değişik bir yönden değerlendirebilmeme yol açmakta." dedi.

Konuşmasında babası gazeteci, yazar, çevirmen Burhan Arpad'ı ilk ustası olarak anan Ahmet Arpad; "Edebiyat çevirmeni yalnız bir adamdır tek başına mücadelede eder, çok önemli bir kültür alışverişi yapar." diyerek salonda bulunan meslektaşlarına bol, güzel, önemli çeviriler diledi.

Törene bu ödülün ilk sahibi, gazetemiz yazarı, çevirmen Ahmet Cemal, Türkis Noyan, Zehra İpşiroğlu, Sezer Duru, Can Dündar, Nebil Özgentürk, Kemal Yalçın, Nafer Ermiş, Serin Erengezgin, Cemal Ener, Everest Yayınları Genel Müdürü Sırma Köksal, İstanbul Goethe Enstitüsü Müdürü Claudia Hahn-Raabe'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda diplomat, çevirmen, yazar, akademisyen, yayıncı ve gazeteci katıldı.
 
Almancadan Türkçeye ödül jürisi
Almanya Federal  Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Kültür Dairesi'nden Petra Kochendörfer başkanlığındaki Almancadan Türkçeye çeviri jürisi Claudia Hahn-Raabe, S. Fischer Stiftung Yöneticisi Antje Contius, ödülün ilk sahibi Ahmet Cemal, Prof. Dr. Zeynep Sayın Balıkçıoğlu ve Murat Gülsoy'dan oluşuyor.

Türkçeden Almancaya ödül jürisi
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan Prof.Dr. Onur Bilge Kula başkanlığındaki Türkçeden Almancaya çeviri jürisinde ise, Prof. Dr. Musa Yaşar Sağlam, Türkolog Prof.Dr. Catharina Dufft, İslam Bilimcisi ve "Türkische Bibliothe"in yayımcısı Prof.Dr. Erika Glassen, Carl Hanser Verlag'dan yayımcı Michael Krüger ve Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinden Karen Krüger yer alıyor.

18 Kasım 2012

Orhan Pamuk’tan Friedrich Schiller

Cumhuriyet 18.11.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD

Neckar Irmağı kıyısındaki şirin Marbach kasabası Friedrich Schiller’in doğum yeri. Stuttgart’a on beş dakika uzaklıktaki bu şirin kasabanın başka bir ünü de burada Alman Edebiyat Arşivi’nin bulunması. Şu sıralar Marbach arşivi dillerde. İsrail’de bir mahkeme 35 mektup ve 20 defterden oluşan Franz Kafka arşivinin, yazar Yahudi olduğu gerekçesiyle Almanya’da Marbach’ta değil İsrail Ulusal Kütüphanesi’nde muhafaza edilmesine karar verdi. Marbach’ta geçenlerde Schiller’in 253. doğum günü nedeniyle törenler düzenlendi. Bu yılki “Schiller konuşması”nı yapmakla Orhan Pamuk onurlandırıldı. Kısa süre önce 60 yaşına basan yazarımızın Marbach Edebiyat Arşivi’nin büyük salonunu ağzına kadar dolduran Alman izleyicilerin karşısında İngilizce yaptığı uzun konuşmasının ana konusu “romanlarda naiflik ve duygusallık” idi. Ona göre, roman yazarken dikkat edilmesi ve üzerinde durulması gereken, anlatımın “hem naif hem de yansıtıcı” olmasıdır. Pamuk konuşmasında Schiller’in 1796’da kaleme almış olduğu “Edebiyatta naiflik ve duygusallık” başlıklı makalesine de değindi. “Schiller’e göre çağının modern yazarları aşırı duygusaldı” dedi. “Onun gözünde Dante, Shakespeare, Cervantes, Goethe ve Dürer naif ve çocuksu kalmış yazarlardı. Naif yazarlar doğa ile iç içedir; yerine göre ölçülü ve bilge, yerine göre de acımasızdır. Çoğu kez üzerinde pek fazla düşünmeden, içlerinden geldiği gibi yazarlar, yarattıklarının etik sonuçlarını pek umursamazlar. Yazdıkları üzerine başkalarının ne düşündüğü de onları pek ilgilendirmez.” Orhan Pamuk’un gözünde “duygusal” yazar çoğu kez kaleme aldığının gerçeği yansıtıp yansıtmadığından, görüşlerini okura iletip iletmediğinden pek emin değildir. “Naif edebiyat yazarı kendi dünyası ile gerçek dünya arasındaki farkı pek aramaz” diyen Pamuk’a göre “duygusal-yansıtıcı” modern yazar önce algıladığı her şeyin nedenini araştırır. Schiller’in “Goethe gibi naif insanların yanı sıra benim gibi duygusal insanlar da var” sözüne dikkati çeken Pamuk: “Schiller, Goethe’nin olgunluğunu, bencilliğini, özgüvenini kıskanırdı,” dedi. “Onun çok kolay olağanüstü düşünceler yaratabilmesine de hayrandı.” Yazarlığa başladığı yıllarda, kendisinden önceki Türk romancılarının sanki anlatım biçimine hiç önem vermezmiş gibi kaleme aldıklarına inandığı eserlerini pek beğenmediğine değinen ve onları o günlerde “naif” bulmuş olduğunu söyleyen Pamuk şöyle devam etti: “Şimdi aradan otuz beş yıl geçtikten sonra ise naifliği ve duygusallığı kendi romanlarımda da bir araya getirdiğime inanıyorum...”

Aynı gün yine Marbach Alman Edebiyat Arşivi salonlarında Sezer Duru ile Joachim Sartorius “Uluslararası Edebiyat Alışverişi” konulu bir toplantıda sohbet ettiler. 1980’li yıllarda Almanya’nın Türkiye Büyükelçiliği’nde basın müşaviri olarak görev yapan ve 2000-2011 yılları arasında da Berlin Film Festivali başkanı olan kültür insanı Sartorius ile yaşamı boyunca Alman dili edebiyatının ünlü yazarlarını dilimize çevirerek iki ülke arasındaki kültür köprüsünü ayakta tutanlardan biri olarak kabul edilen eski dost Sezer Duru çok ilginç bir toplantıya imzalarını attılar. Sohbet şeklinde geçen, Marbach Edebiyat Arşivi ile S. Fischer Vakıfı’nın ortaklaşa düzelendiği toplantıda ağırlık Alman edebiyatının Türkiye’de tanıtılmasıydı. Alman dili edebiyatının genç yazarları ülkemizde az okur buluyor. Bunun en başlıca nedenlerinden biri de geçen çağın ikinci yarısında Almanya’nın Böll ve Grass dışında çok başarılı edebiyatçılar çıkarmamış olmasıdır. Türkiye’de hâlâ Kafka, Remarque, Seghers, Zweig, Fallada ve Roth gibi insancıl, toplumcu ve savaş karşıtı yazarların 80-90 yıl önce yazdıklarının büyük ilgi çekmesi, bunun en önemli kanıtıdır. Ernst Reuter Kültürlerarası Diyalog Girişimi çerçevesinde Alman Dışişleri Bakanlığı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Goethe Kültür Enstitüsü, S. Fischer Vakfı ve Robert Bosch Vakfı’nın 2010 yılında başlattıkları ortak bir projeyle Türkçeden Almancaya, Almancadan Türkçeye yapılan başarılı çevirileri iki büyük ödülle onurlandırmaya karar vermesi, iki ülke arasındaki edebiyat-kültür alış verişinde atılmış büyük bir adımdır. Son 80 yılda Türk edebiyatının çıkardığı “ünlüler” bugün Alman edebiyat dünyasında tanınıyorsa bunda en büyük rolü Türkiye’nin TEDA projesinin ötesinde Stuttgart Robert Bosch Vakfı’nın Zürichli yayıncı Unionsverlag’ın “Türkische Bibliothek” girişimine verdiği büyük desteği de unutmamak gerekir. Bu girişim kapsamında yazarlarımızın tam yirmi eseri 2005-2010 yılları arasında Alman dilinin konuşulduğu ülkelerde okurlarla buluştu. Marbach’ta, yaptıkları çevirilerle iki ülke arasındaki kültür köprüsünü ayakta tutan çevirmenlerin bazı sorunlarına da değinildi. Almanya’da özel yasalar sayesinde çevirmenlerin hakları ülkemize kıyasla çok daha iyi korunup güvence altına alınıyor. Türkiye’de emeklerinin karşılığını, çok ünlü değiller ise yeterince alamazlar, yasal hakları da zayıftır! Ülkemizde özellikle Kafka, Enzensberger, Bernhard ve Frisch çevirileriyle tanınan Sezer Duru’nun Marbach’taki toplantının sonunda, 20. yüzyılın önemli yazarlarından Hans Magnus Enzensberger’in kendisine yazdığı 38 mektubu Alman Edebiyat Arşivi’ne bağışlaması büyük bir sürpriz oldu. 


www.ahmet-arpad.de

14 Kasım 2012

Voller Liebe zum alten Europa

Der Böll-Übersetzer Ahmet Arpad aus Stuttgart wird in Istanbul für sein Lebenswerk geehrt. Von Cedric Rehman

Stuttgarter Zeitung vom 14.11.2012

4 Kasım 2012

Bulutların üzerinde yaşam başka...

Cumhuriyet 04.11.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD


Boylu poslu, sarışın ve de güzelliği hâlâ çekici! Görmeyeli çok olmuştu, “Tam on beş yıl” diyor. Geçenlerde Stuttgart’ın göbeğinde karşılaşmamız büyük bir rastlantıydı. Ailesi komşumuzdu, sık sık görüşürdük. Liseden sonra bir seyahat acentesinde çalışmış ve günün birinde bavulunu topladığı gibi Frankfurt’a gidivermişti. “Hostes oluyorum” demişti vedaya uğradığında. Soruyorum: “Neler yaptın, nasıl geçiyor hosteslik yılları?” “Artık geride kaldı o meslek” diyor. “Geçen yıl bıraktım, evlenmeye karar verdim.” İstasyona gidiyordu, Köln treni bir saat sonra kalkacaktı. Yakındaki Park Cafe’de biraz sohbeti kabullendi. Az sonra, yanında Sacher pastası çaylarımızı yudumlarken gerçekten anlatacak çok şeyi vardı. Havada ilk yılları sürekli iç hatlarda geçmişti. Sonra Frankfurt ve Düsseldorf çıkışlı uçaklarla Avrupa ülkelerine uçmuştu. Önce küçük uçaklarla; mesleğinde ilerledikçe uçaklar büyümüştü. Tabii en ilginci, bir hostes için en zoru da Jumbo’lar olmuştu. Son yıllarda genellikle denizaşırı ülkelere gitmişti. “Bir A 380-800 ile uçuş kimi zaman 8-10 saat sürüyor, ortalama beş yüz müşteri var, değişik milletten insana hizmet etmek zorundasın” diye anlatıyor. “Kuzey Amerika, Güney Amerika, Asya ülkelerine gidiyorsun. Uçak iki katlı, alt kat ekonomi, kalabalık oldu mu, işin zor. Sekiz hostes koşuşturup duruyor. Yukarısı business ve first class. Fakat az yolcu demek kolay iş demek değil. Orası varlıklıların katı!” O anlattıkça açılıyor, ben ise suskun dinliyorum. Fakat arada sırada gülümsemeden de edemiyorum. Sarhoş yolcu, korkak yolcu, hasta yolcu, ağlayan bebekler, şımarık çocuklar... “Sadece onlar mı?” diyor. “İşi iyi gitmemiş stresli işadamı, tatilde kavga etmiş karı-koca, yitirdikleri maçtan dönen bir grup ‘futbolsever’, uçağın teklerlekleri daha yere değmeden cep telefonunu açanlar...” Hepsiyle baş etmek zorunda hostes. Sinirlerini yitirmeden tabii. “En zor müşteriler de ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ diyenler! Hostes hep gülümsemek zorunda, ancak bu gibiler gülümsemeni hakaret olarak kabul edebileceği için de çok dikkatli olmalısın!” Söylediğine göre hep iç hatlar uçtuğu ilk yıllarında Frankfurt-Berlin uçuşlarından nefret edermiş. Nedeni mi? Çok politikacı ve çok ünlü sanatçının bu hattı kullanması! “Hiçbir yolcunun aniden hastalandığı oldu mu?” diye soruyorum. “Birkaç kez” diyor. “Kalp krizi geçiren yolcularda zorunlu inişler yaptık. Bu durumda uçağın tekerleklerinin on dakika sonra yere değmesi gerekir. Hep başardık!”

Hostesliği bütün bu stresine karşın severek yapmış olduğunu söylüyor. Son 5 yılını baş hostes olarak denizaşırı uçuşlarda geçirmiş. “Atlantiğin üzerindeki fırtınalarda yüreğim ağzıma gelmesine karşın güzeldi.” Ne de olsa gittikleri kentlerde 2-3 gün dinlendikleri olurmuş. “15 yıl boyunca kaç havalimanına indiğini anımsıyor musun?” diyorum. Gülümsüyor. “Tabii, hepsi kayıtlı” diyor. “138 havalimanına, kimine defalarca! Yaşamımın 9400 saati havada geçmiş!” İlk uçuştan önce başarmak zorunda olduğu bir buçuk aylık hosteslik kursunda öğrendikleri de çok ilginç! Sadece uçakta yemek, içki servisi, duty-free satışı yapmayı öğretmemişler... Uçak açık denize, balta girmemiş ormanlara, Sahra’ya veya Kuzey Kutbu’na zorunlu iniş yaptığında bir hostes nasıl davranacak? Balık nasıl tutulur, zehirli yılanlarla nasıl baş edilir, buz çölünde donmamak için ne yapılır?.. Bıraksam daha çok anlatacak, fakat treninin kalkmasına on beş dakika var. Hesabı ödeyip hızla karşıdaki istasyona geçiyoruz. Acele etmemize hiç gerek yokmuş. O gün öğleden sonra tüm trenler gecikmeli. Alman devlet demiryolları ve Berlin hükümeti Stuttgart tren istasyonunu yerin altına almakta ısrar edeli her şey karıştı. Üç yıla yakındır, her pazartesi kentte 2-3 bin insan sürekli nümayiş yapıyor. Şu sıralar sık sık seferler iptal oluyor, kimi gün birkaç saat rötar yapıyor. Geçenlerde de on gün içinde iki tren raylardan çıktı, elektrik hatları koptu, yaralananlar oldu. Kısa süre önce basına sızdırılan bir bilirkişi raporu yeraltına yapılacak istasyonun yangında binlerce insana kapan olacağını kanıtladı! Fakat yönetenler her şeye karşın “bu proje gerçekleşecek” diye inat ediyor. Bugünkü gecikmenin nedeni de yakındaki Ludwigsburg istasyonuna bomba ihbarı yapılmış olmasıymış. Hıristiyan Demokratlar’ın 2011’de eyalet hükümetini yitirmelerinin ardından geçen pazarki seçimlerde belediye başkanlığını da Yeşiller’e kaptırmalarının en büyük nedeni hâlâ tren istasyonu projesinde “budalaca” ısrar etmeleri! Biraz sonra treni elli dakika gecikmeli kalkarken eski tanışa el sallıyorum ve şu günlerde tren yolculuğu yapmadığıma şükrediyorum. Birkaç ay önce bir Münih dönüşünde, modern ICE’nin dizel lokomotifi tam gaz giderken aniden bozulduğu için Allah’ın dağında iki saat trende hapis kalmış, kurtarılmayı beklemiştik...

www.ahmet-arpad.de