25 Ağustos 2013

Diktatörün gerçekleşmeyen düşü...

Cumhuriyet 25.08.2013
STUTTGART
AHMET ARPAD


 Geçenlerde kitaplığımda Hermann Hesse'yi ararken Adolf Hitler'i buldum! Hesse'nin mektuplaşmalarının hemen yanında gazeteci-yazar Ralph Giordano'nun yıllarca önce merak edip almış, fakat sonra nedense pek okumadan rafa kaldırmış olduğum "Eğer Hitler Savaşı Kazansaydı...." adlı kitabı duruyordu. 1923 doğumlu Giordano, yaşadığı Nazi dönemini ve sonrasını belgelere dayanarak anlatıyor. "Bizim ırkımız bu dünyaya hükmetmek hakkına sahiptir. İşte bu hak bizler için gelecekte uygulayacağımız dış politikanın kutup yıldızı olmalıdır!" Hitler'in 1930'da bu söyledikleri sadece bir megalomani, sınırsız bir düş değildir. "İnanın bana, üstün ırkımız bin, hatta bin iki yüz yıl boyunca bütün dünyaya hükmedemeyecekse, her şey sadece Almanya ile sınırlı kalacaksa ne gerek var nasyonal sosyalist harekete!" 

Bu sözlerin altında kafasındaki geleceğin programı yatmaktadır. Hitler ve partinin kilit noktalarına getirdiği yardakçıları geleceğin dünyasının kapsamlı planlarını savaştan önce yaparlar. 1939'da Polonya'ya girdiklerinde gelecekte nasıl bir Avrupa'nın özlemini çektikleri, çekmecelerde hazır bekleyen sayısız muhtıra, genelge, emir ve yasa tasarısında yazıyordu! Polonya topraklarını Germen ırkının insanlarına açmak için ilk aşamada altı yüz bin Yahudi kamplara atılacak, üç buçuk milyon Polonyalı daha doğuya sürülecekti. Almanya'dan yollanacak köylüler ve işçilerle Polonya'daki Alman azınlığın nüfusu dört milyona çıkarılacaktı. Nasyonal sosyalizmin ideologlarından Himmler'e göre sadece "boylu boslu, sağlam yapılı" Polonyalıların Almanlarla bir arada yaşamasına izin verilecekti. Sovyet Rusya ele geçirildiğinde 45 milyon insan daha topraklarından edilecekti. Sürülen Ruslar, Polonyalılar ve Ukranyalılar Ural Dağları ötesine yerleştirilecekti. Bu ülkelerde boşalacak topraklar on milyon Alman'a açılacaktı. Hitler'in düşüne göre otuz-kırk yıl içinde bütün Doğu Avrupa insanları asimile politikasıyla "Almanlaştırılmış" olacaktı. Planlarından bir başkası da "yabancı" kadınları kısırlaştırma ve çocuk doğumlarını azaltma yöntemleriydi... Hitler'in görevlendirdiği jinekolog Carl Clauberg önce hayvanlar üzerinde deneyler yapar; ancak kısa süre sonra bundan vazgeçer, Auschwitz Kampı'nda kalan iki yüze yakın Çingene ve Yahudi kadını denek olarak kullanmaya başlar. Ancak deneyler başarısız olur, kadınlardan bir çoğu ölür. 1955 yılında Konrad Adenauer'in girişimiyle Sibirya kampından kurtarılan Dr. Clauberg'e Kiel üniversite kliniğinde görev verilir!

Hitler kafasına koyduğu Almanya'yı gerçekleştirmeye daha 1933'te başa geçer geçmez başlamıştı. Önce aydınlar, sosyalistler, bilim insanları kamplara atılmış, kitaplar yakılmıştı. Hemen ardından sıra ülkeyi Yahudilerden temizlemeye gelmişti! Hitler ordularının Doğu Avrupa topraklarına el koymasının ardından yardımcıları Göring, Keitel ve Lammers'e, "Şimdi bu dev pastayı parçalara bölerken dikkatli olmalıyız" der. "Buraları yönetmesini ve sömürmesini bilmeliyiz." İşgal edilen topraklarda sadece "Almanlaşmış" ve "Alman kanı taşıyan" insanlar yaşayacaktı! Büyük Almanya'yı yaratabilmek için Sovyet topraklarının yeraltı zenginliklerinden ve endüstrinin kalifiye elemanlarından da yararlanılacaktı. Almanya'daki kömür ve demir-çelik sanayisi üretimini durduracak, çalışanları doğuya aktarılacaktı. Hitler'in görevlendirdiği çalışma grubunun 17 Kasım 1941 tarihli raporunda şunlar yazar: "Ural Dağları'na kadar uzanan bölge yüz yıl sonra tamamen Almanlaşmış olacaktır." Oralarda 100 milyon "saf kan" Almanın yaşamasını düşleyen Hitler o günlerde şöyle konuşur: "İngiltere için Hindistan neyse, bizim için de Doğu Avrupa toprakları odur."

Hitler'in beklentileri çok düşündürücüdür: Doğudaki yeni bölgelere İskandinav ükeleri insanlarının da yerleşmesi sağlanacak, gelen insanlar yeni kurulacak kentlerde yaşayacak, eski kentler yavaş yavaş yok olacak, köylüler radyo haberlerine sadece sokaklara yerleştirilecek hoparlörler aracılığı ile ulaşacak, okullarda Almancaya ağırlık verilecek, diğer dersler geri plana atılacak. Doğum kontrolü ve çocuk aldırmak desteklenerek yerli halkın uzun aşamada tamamen silinmesi sağlanacak. Özellikle taşrada insanların tek bir kiliseye değil değişik tarikatlara inanmasına izin verilerek inanç bütünlüğü engellenecek...

Hitler'in özel sekreteri Martin Bormann, işgal edilmiş Doğu Avrupa topraklarından sorumlu Bakan Alfred Rosenberg'e 23 Temmuz 1943 tarihli mektubunda şöyle der: "Slavlar sadece bizim için çalışacaktır. Bize gerekmedikleri anda ölebilirler. Aşı olma zorunluluğu ve sağlık hizmetleri onlar için gereksizdir. Eğitim ve sağlık hizmetlerinden sadece işimize yarayacak işbirlikçiler yararlanabilir."

www.ahmet-arpad.de

18 Ağustos 2013

Viyana'da görülmesi gerekenler...

Cumhuriyet 18.08.2013
VİYANA
AHMET ARPAD

Viyana'nın ünlü İspanyol binicilik okulunun hemen yanındaki Ulusal Kütüphane turistlerin pek uğramadığı bir yer. İmparator VI. Karl'ın 18. yüzyılda yaptırdığı barok salon belki de dünyadaki en güzel kütüphane salonu. Binlerce tarihi kitabın yanı sıra dev heykelleriyle, mermer sütunlarıyla, kubbeleriyle, tavan ve yer freskleriyle kiliseyi andıran bu kütüphanede insan saatler geçirebilir...

Az ötesindeki ünlü Kahramanlar alanında faytonlar turist bekliyor. Buradaki en önemli eser, Avrupa'yı Osmanlılardan kurtarmış olan Prens Eugen'in dev heykeli. Hemen arkasında, Hitler'in Avusturya'ya el koymadan önce o ünlü konuşmasını yaptığı balkon yükseliyor. Oraya bakarken insan Şarlo'nun "Büyük Diktatör" filmini anımsamadan edemiyor! Charlie Chaplin 1940 yılında çevirdiği bu ilk sesli filminde Hitler'in diktatörlüğünü ve faşistliğini alay konusu eder. Alandaki binlere anlaşılmaz bir dilde yaptığı "balkon konuşması" sırasında Hinkel çok öfkelidir... Chaplin bu olağanüstü filmiyle sürekli değişim geçiren Hitler'in nasıl dengesiz birisi olduğunu göstermek ister.

Kahramanlar alanından Ring Bulvarı'na geçip, yaşlı ıhlamur ağaçlarının altında yürüyerek Sanat Tarihi Müzesi'nin hazine bölümünü mutlaka görmeli. On yıl süren bir restorasyonun ardından kısa süre önce açılan tarihi salonlarda Avusturya-Macar İmparatorluğu'na hükmedenlerin 16. yy.'dan 20. yy.'la kadar topladığı sayısız birbirinden değişik ve paha biçilmez tablo, heykel ve değişik ev eşyaları birkaç aydır izlenebiliyor. İmparatorların özellikle Venedik, Milano ve Veronalı sanatçılara sipariş etmiş olduğu alışılmamış güzellikteki eserler altından, gümüşten, bronzdan, fildişinden, elmastan... Sekiz bin eserden oluşan bir hazine. 2 bin 700 metrekarelik yirmi salonda sadece iki bin iki yüzü sergilenebiliyor.

Viyana'da mutlaka görülmesi gereken başka bir yapı da barok Yukarı Belveder Sarayı. Dev parkı Viyana'nın merkezindeki önemli yeşil alanlardan biri. 1683-1699 ve 1716-1718 yılları arasında Osmanlılara karşı savaşmış olan, Kahramanlar alanında heykeli duran Prens Eugen von Savoyen tarafından 1716'da inşa ettirilmiş. Sarayın üç katı sergilere ayrılmış. Birinci katında sergilenen Schiele, Klimt, Munch ve Kokoschka'nın dünyaca ünlü eşsiz tabloları mutlaka görülmeli.

Belveder Sarayı'ndan opera alanına dönerken Viyana Müzik Derneği'nin 1870 yapımı binasını da ziyaret etmemek olmaz. Tarihi yapının dört salonu yıl boyunca 800 klasik konsere kapılarını açıyor! En ünlüsü 1959'dan bu yana her yıl 1 Ocak günü düzenlenen ve yetmiş ülkeden canlı izlenen Viyana Filarmoni Orkestrası'nın eşsiz Strauss melodilerinden oluşan Yeni Yıl Konseri! Akustiği olağanüstü iki bin kişilik Altın Salonu'nun bin Avro'luk biletlerini satın almak için her yıl yüz bin müziksever müracaat ediyor. Konser öncesindeki provanın biletleri bile karaborsaya düşüyor.

Yorucu, fakat doyurucu bir günün ardından ilginç bir ortamda Viyana yemeklerinin tadına bakmak istiyorsanız, Stephan Katedrali'ne yakın, ünlü kahvehane Hawelka'nın hemen yanıbaşındaki tarihi Reinthaler lokantası yeğlenebilir. Haşlama sığır etinden leziz bir tafelspitz'in tadı mutlaka günlerce damağınızda kalacaktır.

Akşam yemeği için çok alışılmamış bir ortamı arıyorsanız metroyla kent merkezine 25 dakika uzaklıktaki Deutsch-Wagram'a gitmeniz gerekir. Oraya varınca bahçe içindeki büyük lokanta Marchfelderhof'un kapısından içeri adımınızı atar atmaz geldiğinize pişman olmayacaksınız. Cana yakın garsonların servis ettiği Viyana mutfağının değişik yemeklerini canlı Viyana müziği eşliğinde yerken bakışlarınız sürekli çevrenize takılıyor. Neden mi? Duvarlar, sütunlar, tavanlar ancak bit pazarında bulabileceğiniz ilginç irili ufaklı eşyalarla dolu. Müzik ve mutfak aletleri, bebekler, yüzlerce fotoğraf, tablo, değişik boyutta ayna, küçük dolaplar, kristal avizeler, geyik boynuzları, Kaiser Franz Josef üniformaları... Kısacası burası tam bir müze-lokanta. 1843'te Carl Bocek'in kurduğu ve ünlülerinin kapısını aşındırdığı lokantayı günümüzde Gerhard Bocek işletiyor. Krallar, şeyhler, emirler, milyarderler, soylular, yıldızlar masalarında oturmuş. Bir zamanlar Liz Taylor'un, Clark Gabel'in de uğradığı Marchfelderhof'ta kısa süre önce Johann-Strauss'un torunu Hedwig Aigner de 90. doğum gününü kutlamış...

www.ahmet-arpad.de

4 Ağustos 2013

Münih'te hoş bir gün

Cumhuriyet 04.08.2013 
MÜNİH
AHMET ARPAD


Avrupa'nın en büyük kent parkı Münih'in göbeğinde. 370 hektarlık "İngiliz Parkı"nda dolaşırken insan kimlere rastlamıyor ki! Her gün gezintiye çıkan yaşlılara, yakındaki üniversiteden ders çalışmaya gelmiş gençlere, ağaçlar altına uzanmış, öpüşüp sevişen aşıklara, parkın uzun yollarında mutlu köpeklerinin peşinden giden köpekseverlere, uçsuz bucaksız çimenlere yatmış, tembel tembel gökyüzünü seyredenlere, atlarına binmiş, insanları rahatsız etmeden huzur dolu parkın yollarında gezinen polislere. "Çin Kulesi"nin çevresindeki tarihi ağaçların gölgesinde bira içen göbekli Bavyeralılara, sürekli fotoğraf çeken meraklı turistlere... Sizin anlayacağınız her cinsten insan burada! Kulenin altındaki sahnede Bavyeralı müzisyenler oynak melodiler çalıyor. 1789'da Prens Carl Theodor'un Alman ordusunun mimarı Joseph Frey'e İngiliz park kültürünü örnek alarak düzenlettiği bu dev alan köpeklerden bebeklere, yaşlılardan gençlere herkesin canının çektiğini yapabileceği bir yer. Havaların oldukça sıcak olduğu şu günlerde "özgür güneşleme"yi sevenler Schwabing deresinin çimenlerini ele geçirmiş! Daha çok özgürlüğü sevenler ise az ötedeki İsar nehrinin kıyılarını yeğliyor... Günün belli saatlerinde parkın uçsuz bucaksız çimenlerini dört ayaklı sevimli hayvanlar ele geçiriyor! "Ev hapsi"nden birkaç saatliğine olsa da kurtulduğu için sonsuz mutlu, her cinsten, her renkten, her boydan ve her yaştan köpek deliler gibi koşuşturuyor, hoplayıp zıplıyor. Seyreden için eşsiz bir gösteri... En iyi cins, en soylu köpekler ise,  çimenlerdeki "karmakarışık özgürlük" soylu sahiplerinin pek hoşuna gitmiyor olacak buraya uğramıyor.

Bu kent parkında başka özgürlükler de var. Ağaç altlarında, çimenlerde akla gelen her müzik türünü dinlemek mümkün. Tamtamlara darbukalar, trompetlere saksofonlar karışıyor... Yakındaki Münih Üniversitesi'nde yıllar geçiren Güney Amerikalı, Afrikalı öğrencilerin müziği kulağa pek hoş geliyor. Bir başka köşeyi piknik yapanlar ele geçirmiş. Kömür ateşinde yağlı domuz etleri, iri sosisler, şişe geçirilmiş balıklar kızarıyor. Ağaçların gölgesinde bira içenlere kimse karışmıyor. İngiliz parkındaki özgür yaşama parkın yollarında devriye gezen polisler değil karışmak, yaşamın tadını çıkaran kent insanlarına dostça gülümseyip onlara selâm veriyor...

Kleinhesseloher gölünde küçük kayıklar dolaşıyor, kazlar, ördekler, alımlı bembeyaz kuğular sularda süzülüyor. Gölden Aumeister bira bahçesine uzanan bölümde her şey sakinleşiyor. Burada doğa tavşanların, sincapların, arada sırada ortaya çıkan alageyiklerin elinde. İngiliz parkından geçen dereciklerde kunduzlar, porsuklar da özgür yaşayabiliyor. 1789 yılından bu yana beton hiç girememiş bu parka!

Kentin merkezinde şöyle bir gezinmeden Stuttgart'a dönmek olmaz. Münih'in göbeğindeki ünlü Viktualien pazar alanı insan dolu. En iyisi yarım kızarmış tavukla seramik kupada buz gibi bira alıp, uzun tahta masalardan birine oturmak, keyifle yiyip içmek, karşınızdaki Bavyeralı ile sohbet etmek, cumartesi alışverişine çıkmış hanımefendilerle yanlarındaki beyefendileri, suları buz gibi fıskıyeli küçük çeşmenin yanında durmuş, bir yandan çene çalan, bir yandan ulusal içkileri köpüklü biralarını yudumlayanları, merakla dolaşan, sürekli deklanşöre basan her milletten turistleri seyretmek... İçlerinde birkaçı var ki Viktualien pazarında dolaşanlara hiç uymuyor. Dört hanım, tepeden tırnağa örtülü, değil saçlarının tek teli, ayakkabıların burnu bile görünmüyor. Gözlerinde kocaman kocaman kara gözlükler. Bir ellerinde pahalı marka çantalar, bir ellerinde külahta dondurmalar. Durmuş, çevrelerini seyrediyor, arada sırada uzun peçelerini, biraz zor da olsa kaldırıyor, dondurmalarını yalıyorlar... Az ötede ıhlamur ağacının gölgesine sığınmış kısa deri pantalonlu, şık loden şapkalarına keçi sakalı takılı dev gibi Bavyera erkekleri biralarını yudumlamayı bırakmış onlara bakıyor!

Stuttgart trenine gitmeden önce Sevgili Erol Özkan'la buluşuyoruz. Konuşurken daldan dala atlıyoruz. Geçmişten, gelecekten, ortak anılardan, Münih'ten, kentte yaşayan Türklerden söz ediyoruz. Konuşmadığımız tek konu: Türkiye! Almanya'dan "memleketi kurtarmak" bize mi düşmüş?

www.ahmet-arpad.de