İspanya iç savaşına ve Nazilere karşı
çıkmış, sosyal gerçekçi akımın öncüsü olmuş bir edebiyatçılar kuşağından
gelir Burhan Arpad. Bireysel içedönük bunalımları işleyen genç kuşaklar
arasında o çevreyi arayan Arpad 1940 kuşağından ayakta kalabilmeği başarabilmiş
bir kaç edebiyatçıdan biridir. Siyasal baskının bu kuşak üzerindeki yoğunluğu,
dağılışlarının ilk aşaması olur. Topluluk bölününce, kendi kabuğuna çekilen
bireylerden bazıları yön değiştirir. Yeni eğilimlere katılmakla güçlerini
bu yolda sürdürebileceklerini sanırlar. Edebiyat alanına, gerçekdışı anlayışlarla
donatılarak itilen kişiler kendi aralarında gruplaşarak kuşaklar arası
birleşmeyi keserler. Yön değiştirenler sotada kalır, olumlu yolda yürümekte
direnenler toplu bir güç olmak niteliğini yitirirler ve böylece sosyal
gerçekçi akımı sürdüren kuşaktan ses gelmez olur.
1940 kuşağı öylesine parçalanır ki,
tek kalan yazarlardan hiç biri edebiyatın üzerine çöken karanlığa başkaldıramaz.
Burhan Arpad’ın da öykücülüğünü ve yazarlığını sürdürmesi ”Hak belleği
yolda tek başına gideceksin” ilkesi uyarınca olmuştur. Arpad daha 1940’larda
sevilen ve beğenilen öykücülerimizden biridir. İlk kitabı olan ”Şehir –
9 Tablo” çok övülmüştü. Onun hep izlediği gerçekçi yolun, edebiyatımızın
iki büyük ustası Sabahattin Ali ile Sait Faik Abasıyanık arasındaki yörünge
üzerine oturduğu açıktır. Arpad yazılarında da bu yolu izler ve toplumsal
olayların en karmaşık biçimlerinin büyük kentte toplandığını her zaman
aynı dikkatle göz önünde tutar.
İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’ya
yayıldığı, psikozunun da savaş dışında kalan ülkemizi sardığı dönemde Burhan
Arpad dar gelirli küçük bir memurdu. ”Bilmem kaç lira, kaç kuruş”un hesabını
yapa yapa aylar, yıllar geçirdi. Fakat bir süre sonra özel girişimi dar
gelirliliğe yeğ tuttu. ABC Kitabevi işine katıldı. O günden sonra da yaşını
hep kalemiyle sağladı.
Arpad’ın yazarlığı iş edinmesi, onu
öyküden başka türlerle de ilgilenmeye zorladı. Tiyatro eleştirileri, çeviriler
ve başka çalışmalar çoğu zamanını dolduruyordu. Savaş psikozunun kent üzerindeki
ağırlığı da günden güne yoğunlaşıyor, yoksulluk ve salgınlar kenti kasıp
kavuruyordu. Öte yandan vurguncu, istifçi, karaborsacı ve hacı ağalarla
benzenmiş bir çıkarlar zümresi, yoksullaşan halkın gözü önünde har vurup,
harman savuruyor, mihvercilerin zaferi için beş vakit dua ediyordu.
Sosyal gerçekçilik akımının öncüsü
bir genç yazarlar topluluğu, resim, şiir, öykü ve yazılarıyla bu Nazilerden
yana vurguncuları ele aldıkça yönetici çevrelerin hışmına uğramakta, resimleri,
şiirleri, kitapları ve dergileri toplatılarak sürülmekte, ya da hapislere
atılmaktaydı. Devlet mekanizmasının A’dan Z’ye bozuk olduğunu açıklayan
başbakan Refik Saydam’ın ölümünden sonra evinde istiflenmiş pek çok erzak
ve top top İngiliz kumaşı bulundu.
Burhan Arpad, bu dönemde edebiyatta
sosyal gerçekçiler arasında yerini almıştı. ”Dolayısıyla” adlı kitabında
topladığı öyküleri bu yıllarda yazmıştır. ”Sinema salonlarından gazete
ve duvar ilanlarına kadar bir büyük kenti” anlatan öykülerinin başlıca
niteliği, birbiriyle hiç bağdaşmayan karşıtlıkların kent yaşamına ne ölçüde
egemen olduğunu yansıtmaktadır. O yılların önemli tanıklarından biri olan
Oktay Akbal ilerde Vatan gazetesinde şunları yazmıştır:
”Arpad’ın insanları küçük serüvenler,
küçük düşler besler. Geçinmek ve yaşamak başlıca kaygılarıdır. Fakat bunu
nice zorluklar, nice çarpışmalarla sağlayabiliyorlar... Büyük kentte hayat
pahalılığı devinin ezdiği küçük kişiler... Arpad’ın tekniği bu öykülerin
yazıldıkları yıllara göre ilerdeydi...”
Burhan Arpad o dönemde belge toplayan
bir araştırmacı, bir sosyolog, ya da bir röportajcı gibi çalışmıştır. ”Cinayeti
Yazıyor”, ”Burun ve Eller”, ”İlanlardaki Şehir” ilk bakışta insanı yanılgıya
düşüren bir izlenime götürür. Edebiyattan arıtılmış kuru bir saptama sanılabilir
bu öyküler. Oysa anlatımın hareketliliği, canlılığı yanında güçlü bir içermeyi
de kapsarlar. Öyküleri okuduktan sonra belleğimizde bir röportajın verilerini
aşan bir şeyler kalır. Bu kalanlar, öykünün ilk anda anlaşılmaya, fakat
zamanla algılanan sosyal içeriğidir.
Arpad’ın öyküde denediği bu teknik
çaba, yeni bir atılım olarak belirir ve onu Sabahattin Ali ile Sait Faik
Abasıyanık gibi iki büyük ustanın arası bir alana oturtur. Fakat yine de
zaman zaman öykülerinde duyarlılık yoğunlaşıverir. Ve yazar kendini bundan
kurtaramaz. Kurtarması da gerekmez.
Burhan Arpad’ın öyküleri burada anımsatmaya
çalıştığım iki kitapla bitmiyor. ”Şehir-9 Tablo” ile ”Dolayısıyla”nın ardından
yayınlanan ”Taşı Toprağı Altın”da daha yakın bir dönemin öykülerini toplar.
Bu arada yazarın değişik türler üzerine yaptığı çalışmalardan belki de
en olumlu sonucu vereni, biyografik bir öyküdür: ”Komik Naşit Naşit Beyin
Hikayesi”.
Çok beğenilen bu kitap üzerine Tahir
Alangu Vatan gazetesinde şunları yazar: ”Konuyu yaşamöyküsel türde ele
alan Burhan Arpad’ın, başkalarının pek beceremeyeceği bir işi başardığını
söylemeliyim...” Sosyal gerçekçi akımın öncü yazarlarından Samim Kocagöz
de Yeditepe dergisinde Arpad’ın bu eseri üzerine şunları yazar: ”Bu yolda
çalışması hem bir boşluğu doldurmakta, hem de öykücü kişiliğinden gelen
yeteneğini büsbütün ortaya koymaktadır,” diyerek Arpad’ın biyografik öykücülüğünü
övmekte, onun bu türde çalışmalarının devamını istemekte idi. Her şeye
karşın biyografik öykü türünde ”Komik Naşit Beyin Hikayesi” tek eser olarak
kalmıştır.
Yine de Burhan Arpad’ın bu türe yakın
çalışmaları da olmadı değil. ”Perde Arkası”, ”Oyun-6 Tablo”, ”Operet-8
Tablo” kitaplarında da hep kuliste geçenlerin öyküleştirilmiş anıları yer
almaktadır. Tulûat, operet ve öncü tiyatronun bir arada yaşadığı sanat
ortamının kendine özgü yaşamını Arpad çok canlı tablolar halinde anlatır.
Bu arada kişilere değinen ve anlatımlarında röportaj-öykü denebilecek bir
anlatım şekline yönelir.
Burhan Arpad bir yandan öykücülüğünü
bu tür çalışmalarla gerçekleştirirken, öte yandan gezi edebiyatı türünde
de yoğun bir çalışma sonucu özlü eserler vermiştir. ”Tuna’dan Kuzeye Avrupa”,
”Uçuş Günlüğü”, ”Gezi Günlüğü”,”Avusturya Günlüğü”... Bu arada gazetecilik,
sinemayla yakın ilgiler, seyrek de olsa küçük öyküler, makaleler ve çeviriler.
Yazarlığı iş edinip de yaşamını kalemine
dayayan kişilerde bir düzey tutturamayış belirir zamanla. ”Yazar kanıksamış”
denir, yorulmuş, ya da tükenmiş denir. Arpad bu genellemenin dışında kalan
çok az imzadan biridir. Altı, yedi yıl sürekli olarak Vatan gazetesinde
köşe yazısı yazmıştır. Gazetecilikte, yazarlıkta en ince işlerden biridir
köşe yazarlığı. Bugüne dek günlük basında pek çok köşe yazarı görülmüştür,
ancak iyi köşe yazarlarımızın sayısı yine de bir elin parmakları sayısını
geçmemiştir. Çünkü onun işi, uzun süreli yorum ve yargılar getirmek değildir.
Köşe yazısının etkileme süresi 24 saati pek geçmez. Bu nedenle köşe yazarı
üstün bir anlatım gücüne sahip olmalıdır. Burhan Arpad yerini dolduran
bir köşe yazarıydı. Hatta bazı eleştirmenlere bakılırsa onun yazarlığında
en ileri aşama bu alanda belirmiştir.
Arpad öykü yazmanın dışında öykücülüğünü
geliştirecek başka edebiyat çabalarından da geri kalmamıştır. Gezi günlüklerinin
ve tiyatro kitaplarının ötesinde çevirmen olarak da öne çıkmaktadır Burhan
Arpad. Onun gerçekten titiz bir çevirmen olarak da oldukça geniş bir ünü
vardır. Nedir onu usta bir çevirmen yapan? Israrlı ve titiz çabası mı?
Bana kalırsa Arpad’ın çevirdiği yazarlarda belli bir nitelik aramasıdır
onu ustalaştıran. Gözünün tutmadığı yazarları çevirmekten hep kaçınmıştır,
yoksulluk bahasına da olsa. Remarque, Zweig, Habeck, Dimov, Segers’i onun
Türkçe’siyle okumak istiyor okurlar...
Burhan Arpad’ın öykücülükten başka
dallardaki çabalarını böylece özetledikten sonra yeninden öykülerine dönelim.
”Taşı Toprağı Altın” adlı kitapta
topladığı öyküler de daha öncekilerden pek ayrıcalı değildir. Yine büyük
kentin yaşamını yansıtan tablolar karşısındayız. ”Bir Boğaz Sabahı”nda
balıkçı Halil’in sessiz sedasız ölümünden, bir tokatla silkinip gerçekleri
kavrayıveren işçi Enver’e kadar bir takım insanlarla başka bir takım insanlar
karşı karşıyadır. Sadece insanlar mı? İnsanların değerleme yargıları köpekleri
bile ikiye ayırmıştı. Yazar, bir mayıs sabahı öldürülen bir sokak köpeğini
güçlü bir duyarlıkla anlatırken bu ayrışımı da belirtiyor:
”Ürkek bakışlı sokak köpeğinin bir
çöp arabasında götürüldüğü günün akşam gazetelerinde korkunç haberler vardı.
Köyleri bombalayan uçaklar, karısını bıçaklayan kocalar, yavrusunu boğazlayan
analar, sevgilisini doğrayan delikanlılarla ilgili sayfalar dolusu haber
ve fotoğraflar. İnsanları ısırmasın diye öldürülmüş bir sokak köpeğinden
ise söz açan tek satır yoktu. Boyunları tasmalı ve zincirle bağlı köpekler,
bahçelerde ve evciklerinde tutsak, fakat mutlu, tuhaf sesler çıkarıyordu...”
Bu öykünün konusu, Ömer Seyfeddin
ile Reşat Nuri’ye yabancı değildir. Ne var ki onlar öyküyü daha bir başka
bitirirler, böyle bir sonuca varmayacak şekilde kurarlar öyküyü. Olayların
kavranmasında beliren bu ayrılık, sosyal gerçekçi akımı benimseyen kuşakla
daha öncekiler arasında en büyük uçurumu oluşturmuştur. Dahası var, eskiler
politik mücadele konularını edebiyatın dışında tutarlardı çoğu zaman. Sakıncalı
bulurlardı politik sorunlara eğilmeği. Bir de politik mücadelenin dışında
durdukları için bu konulara yabancıydılar. Sabahattin Ali’dir siyasal polisin
odasını okurlara ilk gösteren. Bu bir rastlantı değildi. Politik evrimin
gelişmeleri o yılların insanlarının günlük yaşamını etkilemeğe başlamıştı.
Sabahattin Ali bu konuyu öykü türünde ilk ele alandır. Şiirde ondan daha
önce, politik mücadelenin geleneği kurulmuştu.
Hapishane yaşamının edebiyatımıza
girişi değil, emekçi ve emekçiden yana olanlarla siyasi polis arasında
olup bitenlerdir. Toplumda tabandan gelen tarihsel gelişmeyle, bu gelişmeyi
önlemeye çalışan güçlerin karşılıklı tutum ve davranışlarıdır. Burhan Arpad
da ”Bayram Sabahı” adlı öyküsünde bu konuyu işlemiştir. Çok partili demokrasi
düzenine ilk geçildiği günlerde, emekçilerden yana kurulan bir partiye
katılan bir işçinin sorguya çekilme olayını anlatır bu öyküsünde Arpad:
"Kara suratlı herifin sırıtarak yapıştırdığı
tokadın acısını da, daha sonraki sayısız tokadı da duymadı bile. Sadece
hayatta ilk dayağı burada yediğini düşündü. Hem de evlenip, çoluk çocuğa
karıştıktan sonra. Suçu olmayan kişiye dayak atılabileceğini aklı almıyordu...
Gece ve karanlık, yüz on basamaklı çatı katında, fareli bodrumda kalmıştı.
Karşı tepeleri aşan güneş, Haliç kıyılarına gündüzü, emek karşılığı mutlulukları
ve bol ışıklar getiriyordu... Güçlü tornacı kolları sapsağlamdı. Fakat
iç dünyası her yanından daha da sağlamdı...”
Arpad, ”Taşı Toprağı Altın”daki öykülerinde
sadece bir gözlemci değildir. O aynı zamanda olaylara katılarak onların
nedenlerini açıklamakta, kahramanlarını bu sorunlar üzerinde düşündürmektedir.
Artık Arpad, hareketleri, olayları saptamakta yetinmiyor, bunların insanlar
üzerindeki etkilerini de inceliyor ve çoğu zaman bu algılanmış, bilinçlenmiş
insanları öykülerinde canlandırıyor.
Bu gelişme aşamasında – bunda yazarlığın
çeşitli türlerinde çaba harcamış olmasının payını da söylemeliyim – önce
bir öykü olarak düşündüğünü, fakat sonradan romana çevirdiği ”Alnımdaki
Bıçak Yarası”nda önemli bir sorunu işlemektedir. Örgütlenmiş fuhuş mekanizması
bütün ayrıntılarıyla bu kitabına konu olmuştur.
Burhan Arpad’ın edebiyatımızın ”kızgın
adam”larından biri sayılması, sosyal gerçekçi akımı besleyen 1940 ortamının
şimdilerde var olmayışıdır. Bu ortamı yaratan toplulukların nasıl dağıtıldığını
biliyoruz. Ancak 27 Mayıs’ın ardından bu koşullar değişmiş, sosyal gerçekçi
akımı güçlendirmeye elverişli bir ortam hazırlanmıştı. Bireysel başkaldırı,
ya da romantik devrimcilik doğrultusunda bir başka kıpırdanış genç yazarları
kendi çevresinde toplamıştı. Yeni anayasanın getirdiklerinden bu çevre
yararlanmıştı. Ancak sosyal gerçekçi akımı edebiyat alanına yanaştırmayanlar
basın-yayın araç ve örgütlerine egemen olmuştur. Ve 1940 kuşağından hayatta
kalanlar da teker teker ”kızgın adam” haline gelmiştir...
Burhan Arpad’ın öykücü kişiliği üzerine
bu yazımı kaleme alırken 30 yıllık dostluğun etkisi altında nesnelliğimi
koruyamayacağımı biliyordum. Fakat başka türlü de yazamazdım bu yazıyı.
Bir eleştiri değildir bu yaptığım iş. 30 yıllık dostluğun türlü ortak yaşantılarını,
türlü anılarını bir kenara iteyim, yeterince nesnel olmaya çalışayım...
Şunun şurasında Arpad’ın öykücü kişiliğini belirten bir sunu yazmışım...
Ve bu olanaktan yararlanarak kuşağımızın çilesini açıklamışım, hepsi bu
kadar...
Fahir Onger