27 Kasım 2011

Koşu şampiyonu eşek Anton

Cumhuriyet 27.11.2011
STUTTGART
AHMET ARPAD
 
Geçenlerde Stuttgart yakınlarındaki Köngen köyünün çevresinde, havanın da güzel olmasından yararlanarak bir uzun yürüyüş yapalım dedik. Köy hafif yamaca kurulmuş. Amacımız yeşiller ve korular arasından geçerek vadiye inmek, Neckar akarsuyunun kıyısında bir yerde mola vermek. Şu sıralar yöre lokantaları kaz, ördek ve değişik av hayvanları sunuyor. Yanında da tabii piyasaya yeni sürülen leziz 2011 yöre şarapları. Yolumuz bir ara büyük bir at çiftliğinin yanından geçiyor. O gün, güzel ve güneşli havadan onlar da yararlansın diye olacak çiftliğin tüm atları dışarı çıkarılmış. Hepsi keyifle koşuşturup duruyor. Ayrı bir bölümde bazı biniciler antreman yapıyor. At terbiyesi yarışmalarına katılacak atlar engelli parkurlarda çalışıyor. Bu kadar çok güzel ve değerli atı bir arada her zaman görmek pek mümkün olamayacağı için durup seyrediyoruz. Nasıl olsa pek acelemiz yok. Birden atların arasında kahverengi, daha doğrusu boz rengi ile bir eşek dikkatimizi çekiyor. O da atlarla bir arada koşuşturup duruyor. Bir sağa gidiyor, bir sola. Atlara eşlik ediyor, peşlerinden ayrılmıyor. Sanki onlardan biri. Gözlerimizi bu keyifli eşekten ayıramıyoruz, ardı ardına birkaç fotoğrafını çekiyoruz. "Gördüğüm gibi Anton hoşunuza gitti." Bu sözler, biz fark etmeden yanımıza gelmiş olan yaşlıca bir adamın. Gülümsüyoruz, ilk kez böyle bir eşeğe rastladığımızı söylüyoruz. Sonra biz sormadan o Anton'un macerasını anlatıyor. Yaşamı boyunca mesleği gereği çok yolculuklar yapmış olan adam, Anton'a bundan beş yıl önce Nürnberg yöresindeki bir köylünün ahırında rastlamış. Köylü eşeğini işe koşuyormuş. "İlk gördüğüm anda uysal bakışlarıyla beni kendisine âşık etmişti" diye anlatıyor yanımıza gelmiş olan adam. "Sonra oralardan her geçişimde Anton'a uğradım. Günün birinde ben ona, o da bana alışmıştı. Yapacak bir şey yoktu, Anton'u buraya getirecektim." Adam sonunda onu köylüden az bir para karşılığı alır. Birkaç gün sonra evinin kapısında bir eşek durduğunu gören karısının şaşkınlıktan dili tutulur! "Benim yakındaki at çiftliğinde üç de atım vardı. Anton onlarla bir arada yaşamaya başladı..." Kısa süre sonra onda bir yetenek keşfedilir. Anton inatçı bir eşek değildir, o koşmasını çok sevmektedir. Atlarla sürekli koşuşturur, gittikçe hızlanır. Tırısı öğrenir, dörtnala koşmayı da!
Ve sahibi günün birinde Anton'la Nürnberg yakınlarında her yıl düzenlenen geleneksel Hersbruck "eşek yarışları"na katılmaya karar verir. Bu yarışlarda eşekler 400 metrelik parkurda önden koşan refakatçının peşinde beş tur atarlar. Önden giden yorulduğu için her turdan sonra değişirken, eşek koşmaya devam eder. Anton katıldığı bu ilk yarışta büyük farkla birinci olur. "Daha sonraki yıllarda buraya daha yakın Hösslinswart yarışlarına katıldık" diye sahibi anlatmasına devam ediyor. "Anton son yıllarda bütün eşek yarışlarını kazandı. Bu yıl ara verdik, başkaları da kazansın diye!" Kimi eşek yarış sırasında saatte 50 kilometre hıza ulaşır, kiminin ise bir iki turdan sonra eşek inadı tutar, bir adım bile atmaz! Boz Anton atlar arasında koşuşturmasını sürdürüyor. "Az sonra büyük ahıra çekilip dinlenecekler" diyor yanımızdaki sahibi. "Bu öğleden sonra dinlentisinde atlar uyuklarken Anton'u korur gibi çevresinde bir halka oluşturuyorlar!"
www.ahmet-arpad.de

6 Kasım 2011

İzleyiciyi coşturan Viyana operetleri

Cumhuriyet 06.11.2011
VİYANA
AHMET ARPAD
 
Yaşamasını çok seven güzel Viyanalı Gabriele, kont Balduin Zedlau ile evlidir. Ancak kontun yaşama bakışı değişiktir, Viyana kanı taşımadığı için de davranışları Viyanalı değildir, daha çok bir küçük burjuvadır! Daha evliliğin ilk yıllarında kocasıyla pek anlaşamayan Gabriele, ortak yaşadıkları kocaman villayı ve Viyana'yı terk eder, baba evine döner. Kont için bu bir şanstır! Kısa sürede kendisine genç bir sevgili bulur. Güzel Cagliari bir dansözdür, babası da Prater'de atlı karınca çalıştırır. Yeni sevgilisi hemen kontun villasına yerleşir. Ancak aklında çapkınlıktan başka bir şey olmayan Balduin bu arada uşağı Josef'in dostu, villanın hizmetçisi şakrak Pepi'ye de göz diker. Kısa süre sonra kont Balduin'in üstü Greiz eyaleti prensi Ypsheim-Gindelbach'ın, ardından da kocasını özlemiş Gabriele'nin aniden kente gelmesiyle "Viyana Kanı"nda işler tam sarpa sarar.
 
Neşeli ve alaylı şarkılar, çok hareketli danslar, yanılgılar, taşlamalar, raslantılar ve ezgilerle dolu Viyana operetleri birer vodvil sayılır, öyle bir an gelir ki konu içinden çıkılmayacak kadar karışır. Fakat sonunda her şey yine yoluna girer, herkes sevdiğine kavuşur. "Viyana Kanı"nın son perdesinde sevgililer birbirlerine haber vermeden gizlice Hietzing'deki bahçeli gazinoya giderler. Kameriyelerinde şampanyalarını içer, havyarlarını yerken işler içinden çıkılmaz olur. Çok hareketli danslar ve büyük koronun coşkulu şarkılarıyla Voksoper'de yeniden sahnelenen "Viyana Kanı" bu son bölümüyle doruğa ulaşıyor! Perde kapanırken sahnedekiler de, seyirciler de coşkulu, mutlu! Şarkıların yanı sıra konuşmaların da Viyana lehçesiyle yapılması operete tam bir neşe katıyor. Özellikle faytoncu ile güzel Cagliari'nin babası, Praterli atlıkarınca sahibi Kagler'in diyalogları kimi seyirciyi yerlere yatırıyor. Johann Strauss'un son perde için seçtiği bahçeli gazino, özel yaşamında da ailesiyle sık sık gittiği Hietzing'deki ünlü Dommayer gazinosunu anımsatır. Orta halli ve düşük gelirli Viyanalılar Prater'de eğlenirken zengin ve asiller Dommayer'in büyük bahçeli ve lüks salonlu, danslı, müzikli gazinosunu yeğlerdi...
 
Günümüz Viyana'sı birçok kentlinin müdavimi olduğu şık kafelerle dolu. Ancak içlerinde mutlaka uğranılması gereken biri var! O da, kapılarını 1950 yılında açmış, diğerleri kadar lüks ve şık olmayan, Dortheer sokağındaki Café Hawelka. Burası çok sevilen bir edebiyatçılar, ressamlar ve gençler kahvehanesi. Yıllar boyu Ernst Fuchs, ressam Hundertwasser, aktör Qualtinger, Oskar Werner, Elias Canetti, Andy Warhol, Henry ve Arthur Miller karı-koca Hawelka'ların sürekli müşterisi olmuş. Şu sıralar tarihi masalarını daha çok aydın gençler dolduruyor. Sahibi Leopold Hawelka nisan ayında 100 yaşına bastı. Her gün, birkaç saatliğine de olsa hâlâ geliyor, köşesine oturuyor. Oğlu ve torunları koşuştururken o biraz kestiriyor, biraz da yanına sokulan hayranlarıyla sohbet ediyor, onlarla fotoğraf çektiriyor.
 
Az sonra yaşlıca, iyi giyimli bir bayan gelip: "Babacığım!" diye ona sarılıyor. Sonra bana doğru dönüp: "Kızıyım" diyor. Konuşkan biri. Sohbete dalıyoruz. Annesinin ölümünden sonra kardeşleriyle arası açıldığı için kahvehaneyle pek ilgisinin kalmadığını anlatıyor. "Bütün işim babamın bakımı" diyor. Bu arada yanımıza orta yaşlı iki şık bayan sokuluyor. Hawelka'ya gülümsüyorlar: "Haydi, parka gezmeye gidiyoruz" diyorlar. Yaşlı adam homurdanıyor: "Burada oturacağım!" Kızı, gelenlerin Polonyalı bakıcılar olduğunu söylüyor. "Onların bana çok yardımı oluyor. Hem biliyor musunuz, bayanlar Katolik, babama çok iyi davranıyorlar..." Birlikte fotoğraf çektiriyoruz. Torunlardan biri, üç-dört yıl önce Hawelka'nın oğlu ve torunlarıyla çekilmiş bir afişini hediye ediyor. "Görüyor musunuz" diyor kızı, "bu fotoğraf çekilirken beni aralarına almamışlardı!" Somurtarak kahve ocağına doğru şöyle bir bakıyor. "Kadının pek önemi yoktur onlar için!"
 
www.ahmet-arpad.de