Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) üyesi çevirmen-yazar Burhan Arpad, "Meslekte İz Bırakanlar" toplantılarının 6'ıncısında TGC Burhan Felek Konferans Salonu'nda anıldı
İSTANBUL – Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin düzenlediği "Meslekte İz Bırakanlar" toplantıları devam ediyor. TGC üyelerinden, gazeteci-çevirmen-yazar Burhan Arpad, "Meslekte İz Bırakanlar" toplantılarının altıncısında anıldı.
İstanbul tutkunuydu
Toplantının açılış konuşmasını TGC Başkanı Turgay Olcayto yaptı. Başkan Olcayto, "Çevirmen, gazeteci- yazar, İstanbul tutkunu Burhan Arpad'ı anmaktan mutluluk duyuyoruz. Kendisiyle tanışmıştım. Bana çok sevdiğim 'Tütün' isimli kitabını imzalamıştı. O kitabı kütüphanemin 'en başucu kitapları' olarak ayırdığım yerde tutuyorum" diye konuştu.
Örnek bir gazeteciydi
Toplantıya konuşmacı olarak katılan TGC Önceki Başkanı, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Orhan Erinç, Bizim Gazete yazarı-şair, eleştirmen Eray Canberk, gazeteci-yazar Adnan Özyalçıner, Burhan Arpad'ı çeşitli yönleriyle anlattı. Gazeteci-yazar Adnan Özyalçıner, şunları söyledi: "Burhan Arpad, benim tanıdığım bir ağabeyiydi. Babıali'ne geldiğimde tanıdım Burhan Arpad'ı… Çok çalışkan, örnek bir gazeteciydi. Burhan Arpad gazetecilik yaşamında, öyküleriyle romanında ve bütün öteki yazılarında ortaya koyduğu politik, siyasal görüşlerini, geleceğe olan güvenini özyaşamında da sürdürmüştür. Sendikal mücadele içinde meslektaşları Hasan Yılmaer, Erol Dallı ile birlikte "Batıda Toplu Sözleşme ve Basın Sendikaları" adlı bir kitap hazırlamıştır."
Edebiyata önemli katkı
Gazeteci Özyalçınar, Arpad'ın edebiyata katkılarını ise şu sözlerle anlattı: "Burhan Arpad'ı yoğun gazetecilik çalışmalarının yanı sıra asıl edebiyatımıza öykü, roman, gezi yazıları, tiyatro eleştirileri, anı, bir de Alman edebiyatı ile Avusturya edebiyatından aktardığı çeviri kitaplarıyla yaptığı katkıları anmalıyız. Burhan Arpad, bütünüyle gerçekçi bir yazardır. Yazdığı her yazıda toplumsal ilişkilerle çelişkiler bütün çıplaklığıyla yer almıştır. Özellikle romanıyla öykülerinde bu tutum baskın bir özellik gösterir. Öykücü olarak Burhan Arpad, 1940 kuşağının toplumcu gerçekçi yazarları arasında yer alır. Dönemin savaş karşıtı şairleriyle yazarlarından biri de odur. Zaten bu tavır 1940 kuşağının temel görüşüdür. Arpad, kendi romanıyla öykülerinde toplumcu gerçekçi tavrını sürdürmekle kalmamış Alman edebiyatından yaptığı Erich Maria Remarque ile Anna Seghers'in romanlarının çevirileriyle toplumcu gerçekçi görüşü destekleyerek edebiyatımıza da toplumcu gerçekçi anlayışa da önemli bir katkıda bulunmuştur."
Kent insanı Burhan Arpad
"Burhan Arpad bir kent insanıydı" diyen gazeteci Özyalçıner, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bir İstanbulsever, bir İstanbul yurttaşıydı. Bu bakımdan Burhan Arpad'ı bir İstanbul yazarı saymak gerekir. İlk öykü kitabı 1940'da yayınlanan "Şehir 9 Tablo" dur. Adından anlaşılacağı gibi kentin içinden dokuz öykü dokuz ayrı görünüm, dokuz sıradan insanın/insanların yaşamları yer alırken kentin bütünü betimlenir, bir anlamda resmedilir. Bu tür bir anlatımla onun, tiyatro sahnelerini andıran tablolar biçiminde olayı ortaya koyması hemen bütün öyküleri için geçerlidir. Toplumcu gerçekçi içerikli, yenilikçi bir biçimi olan öykülerinin yer aldığı bu ilk kitabını dönemdaşı şair Hulusi Dosdoğru ile birlikte romancı Halit Ziya Uşaklıgil'e gönderir. Usta yazar Halit Ziya'dan aldıkları mektup, bu genç yazarları yüreklendiricidir. 19. ölüm yılında andığımız Burhan Arpad'ın örnek bir insan, örnek bir gazeteci, örnek bir yazar-edebiyatçı olarak etkisini sürdürdüğüne/sürdüreceğine inanıyorum/inanıyoruz. Genç gazeteci, yazar, edebiyatçıların da bu inancımızı paylaşacaklarına güveniyoruz."
Tiyatroya kaynak eser
TGC Önceki Başkanı Orhan Erinç, şunları söyledi: "Burhan Bey ile Cumhuriyet Gazetesi'nde aşağı yukarı 10 yıl kadar çalıştım. Yaşıtlarının ve bizden kıdemlilerin söylediğine göre; çok içten, ince yürekli, saygılı ve atılgan bir kişiliği vardı. Burhan Bey, ben doğduğum yıl gazeteciliğe başlamış. '10 parmağında 10 marifet var' diye tanımlanan ustalarımızdan biriydi. Sadece gazetecilikle yetinmedi, özellikle Almanca'dan çevirileri, edebiyata kazandırdı. En önemli özelliklerinden biri Dârülbedayi şimdiki adıyla İstanbul Şehir Tiyatrolarının kuruluşundan itibaren görev alan yöneticileri, sahne alan sanatçıları; anılarıyla kaleme alarak tiyatro tarihimiz açısından çok önemli bir kaynağı da bırakmış olmasıdır. Sanatçıların, orta oyuncuların Anadolu turnelerinde yaşadıklarını yazdığı kitaplarla belgelemiş, bu gün de şehir tiyatroları hakkında araştırma yapmak isteyen gençlere çok önemli bir kaynak yaratmıştır. Burhan Bey, sadece tiyatro ile değil; sinemayla da çok yakından ilgiliydi. Aynı zamanda sinema eleştirmeni idi. Bir dönemin Türk rejisörlerin de sıraya girip ödül aldığı Berlin Film Festivali'nde 1961 – 1964'te jüri üyeliği yapan ve kendini dünyaya da kabul ettiren bir ustamız olduğunu söyleyebilirim. Burhan Arpad, bir İstanbul tutkunuydu. Cumhuriyet Gazetesi'nde salı günleri ikinci sayfada 'Hesaplaşma' başlığı altında İstanbul'un eksikliklerini, yozlaşmakta oluşunu, mimar yolsuzluklarını anlatan, çözüm öneren yazılar yazardı. Öykücülük alanında çok başarılıydı. Burhan Bey, bizim de yetişme bahtiyarlığına eriştiğimiz, kimi davranışlarını, yaklaşımını özellikle 'gazeteciliğin kötüye kullanılmaması' konusunda örnek aldığımız ustalarımızdan biriydi."
Arpad'ın eserlerine yeniden kavuşacağız"
Önceki Başkan Erinç, Arpad'ın eserlerine okuyucuların tekrar kavuşacağının müjdesini ise şöyle verdi: "Burhan Arpad'ın oğlu Ahmet Arpad, Almanya'da yaşıyor ve Burhan Bey'in kitaplarının yeni baskılarının yapılması konusunda çalışıyor" dedi.
Hakkında yazılanlar
TGC önceki Başkanı Orhan Erinç, konuşmasında Burhan Arpad için söylenenleri de şöyle aktardı:
Çelik Gülersoy: "Burhan Arpad eski haksız ve içten dıştan çürümüş devlet çatısının çöktüğünü, yeni ve onurlu bir devletin kurulmasını yaşamış bir tanık, bir sosyalisttir. Çok partili dönemde çıkar ortaklıklarında birbirleriyle çok iyi anlaşanlardan uzaklaşmasını bildi…Çok partili dönemde çıkar ortaklıklarında birbirleriyle çok iyi anlaşanlardan uzaklaşmasını bildi.. Arsa spekülatörleri-politikacılar-lumpen proletarya üçlüsünün kente ve insanımıza verdiği onulmaz zarar netlikle gördü, çekincesiz açıkça yazdı."
Mücap Ofluoğlu: "Burhan Arpad, kendi kendini yetiştirmiş gerçek bir aydındır. 1936 yılında Vakit Gazetesi'nde başlayan basın emekçiliğinde, tiyatro yazılarında ve eleştirilerinde, toplumcu ve gerçekçi öykülerinde hep doğru bildiği yolda ödün vermeden yürümüş bir hümanizm savaşçısıdır…"
Tahir Alansu: "Burhan Arpad, konularını yaşamöyküsel türde ele alarak edebiyatımızda başkalarının pek beceremediği bir işi başarmıştır."
Melih Cevdet Anday: "Burhan Arpad'ı öykülerinde kesin yargıdan, büyük sözlerden kaçınması yazdıklarının daha keyifle okunmasını sağlıyor…"
Uğur Mumcu: "Öykü, çeviri ve yazıları ile elli yıldır Babıâli yokuşunu durmadan tırmanır Burhan Arpad…"
Yüksel Pazarkaya: "Burhan Arpad, 20. yüzyılda ülkemizde en güzel izi bırakmış aydın ve yazarlarımızdan biri olarak edebiyatımızda ve edebiyat tarihinde yerini alacaktır.
Almanca öğrenme tutkusu
Eray Canberk, Arpad ile ilgili şunları anlattı: "İşe adliye muhabiri olarak başladı. Adliye muhabirliği, insanları olduğu gibi, her yönüyle tanımasına yol açar. Burhan Arpad, bundan çok yararlanmıştır. 'Adliye muhabiri olmasaydım bu kadar şeyi göremeyecektim' demiştir. Bir de benim dikkatimi en çok çeken konu Arpad'ın Almanca öğrenme tutkusu. Hikayelerinde görünen emek, işçi sınıfı, sigara fabrikasında çalışmasından kaynaklanıyor. Burhan Arpad, genç yaşta babasını vefat edince hayatını kazanmak için sigara fabrikasında muhasebe yardımcısı olarak işe başlamış. Bu arada Almanca bir film görüyor ve o filmde Almancayı çok beğeniyor. Öğrenmeye karar veriyor. Öğlen paydoslarında yürüyerek Tünele gidiyor, Almanca öğretmeninden ders alıyor, iş başı düdükleri çalmadan da fabrikadan içeri girmiş oluyor. Buna karşılık da aldığı ücreti, Almanca öğretmenine veriyor."
Biyografi dersi verilmeli
Canberk, biyografinin de önemine dikkat çekerek liselerde edebiyatın dışında biyografi dersinin verilmesinin gençlere çok önemli katkılar sağlayacağını anlattı. Yazar Canberk, "Bir yazarı anlamanın en güzel yolu elbette yazarın eserlerini okumaktır. Benim yıllardan beri üzerinde durduğum bir konu var. Liselere biyografi dersi konulmalı. Çocuklara edebiyat dışında biyografi okutulmalı. Eğer tarih, özellikle yakın tarihi öğretmek istiyorsak bu çok önemli. Bunun en güzel örneği Burhan Arpad'ın kitaplarıdır. Arpad, Türk okurunun bilmediği, tanımadığı yazarları bize çevirerek kazandırmıştır" dedi.
Münevver Çakırtaş
Bizim Gazete, 28.12.2013
Cumhuriyet, 28.12.2013
28 Aralık 2013
22 Aralık 2013
'Özgür düşünce kuş gibidir..!'
Cumhuriyet 22.12.2013
SALZBURGAHMET ARPAD
Noel öncesi Salzburg ışıl ışıl, rengârenk. Dar sokaklar, alanlar ve tarihi yapıların altındaki geçitler insan dolu. Stefan Zweig üzerine çalışmaları ve kitaplarıyla ünlenmiş Gert Kerschbaumer ve değerli bir arşivi barındıran Salzburg Stefan Zweig Centre'in müdürü Dr. Klemens Renoldner'le Café Tomaselli'ye gidiyoruz. Salzach kıyısındaki şirin kent, Noel'e bir kaç hafta kala en canlı, en hareketli günlerini yaşıyor. Eski tanış Kerschbaumer son yıllarda "Uçan Salzburglu" ve "Stefan Zweig-Friderike Zweig Mektuplaşmaları, 1912-1942" eserleriyle adını duyurdu. Özellikle uzun bir uğraşı sonucu yayınladığı kalın "Mektuplaşmalar" kitabı titiz bir özverinin ürünü. Zweig doğumun 132. yılında Salzburg'da Stefan Zweig Centre'in düzenlediği çeşitli etkinliklerle anıldı. Bu etkinliklerin birinde, Salzburg Devlet Tiyatrosu yönetim kurulu üyesi ve rejisör Peter Arp, yazarın ünlü eseri "Yıldızın Parladığı Anlar" (Almancadan çeviren: Burhan Arpad) kitabından 'Güney Kutbu İçin Mücadele' minyatürünü okudu. Ünlü yazarın doğum günü olan 28 kasımda sayısız davetli Salzburg kütüphanesinin salonunu doldurmuştu. Bundan 72 yıl önce aynı gün Zweig yaşamındaki en son doğum gününü sığınmış olduğu Brezilya'da, Petropolis'te kutlar. Yanında kendisine çok yakın bir kaç tanışı vardır. 60 yaşına bastığı o gün çok kötümserdir, çünkü geleceğe olan ümidini artık yitirmiştir. Ertesi sabah, 29 Kasım 1941 tarihinde, ilk eşi Friderike'ye yolladığı mektup: "Üzücü gün çok şükür geride kaldı," sözleriyle başlar.
Yirminci yüzyılın bu namuslu, insancıl ve iyi yürekli aydın yazarı ölümünden şimdiye hiç yitirmedi güncelliğini. 'İnsanların, düşüncelerin, kültürlerin ve ulusların birbirleriyle uzlaşmasına hümanizmin aracılık etmesini yaşamım boyunca hep hedefledim' diyen Stefan Zweig bir huzursuzluğun diğerini takip ettiği günümüzde düşünceleriyle her zamankinden daha çok geçerli. Her şeye hümanizmin penceresinden bakan Stefan Zweig yazar olarak özgürlüğüne düşkündü. Dünyaca ünlü bu aydın hümanistin Hitler rejiminin dayanılmaz baskıları altında ruhsal çöküntüye uğraması çok trajiktir. Nazi faşizminin özgür düşünceyi yok etme girişimleri Zweig'ları ölüme sürüklemişti! Ünlü "Berlin-Aleksander Alanı" romanının yazarı Alfred Döblin'in o yıllarda söylediği: "Özgür düşünceye engel olamazsınız, o kuş gibidir, her yere uçar" sözleri ne yazık ki günümüzde hâlâ geçerli. Stefan Zweig üzerindeki bütün baskılara karşın yazdı durdu, son gününe kadar. Ve yazdıkları bugüne dek hep güncel kaldı. 2013'de kitapları ölümünün ardından 70 yıl geçtiği için bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de artık telifsiz yayınlanabiliyor. Bundan yararlanan irili ufaklı bir çok yayıncı bu yıl peşpeşe Stefan Zweig bastı. Şu sıralar vitrinlerde aynı eserin bir kaç değişik baskısını yanyana görmek mümkün. Hatta öyle ki 20. yüzyıl Alman dili edebiyatının bu en ünlü yazarının dev eserlerinin yazıldığı dil Almanca'dan değil Fransızca çevirisinden çevrilmiş baskılarını (bunu okura açıklamaya hiç gerek görmeden) alelacele piyasaya sürmeye cesaret eden, bir çevirmenin kitaba verdiği özgün adı aynı kitabın başka bir çevirmene ısmarladıkları çevirisinde hiç çekinmeden kullanan ünlü, ünsüz yayıncılar bile var!
Café Tomaselli'den içeri giriyoruz. Salzburg'un bu ünlü kahvehanesi her zamanki gibi dolu. Şöyle bir sağa sola bakınıyoruz. Tek boş masa, hemen solda, pencere yanındaki küçük masa. Yanımızdan geçen yaşlıca garson gülümseyerek: "İyi akşamlar, Beyler," diyor. Peşinden yürüyoruz. Adam boş masanın üzerindeki "rezerve edilmiştir" kartını kaldırıyor. Oturuyoruz. "Salzburg hep dolu bir kent," diye konuşuyor Kerschbaumer. "İnsanın kaçacağı geliyor; bir Festival haftalarında, bir de şu Noel öncesinde..!" Mırıldanıyorum: "Zweig da Festival süresince Salzburg'dan hep kaçardı." Masadaki iki Salzburglu gülümsüyor.
www.ahmet-arpad.de
2 Aralık 2013
"Dönüşüm" ve Prag'da Kafka izleri
Prag'a gelip de kahvelerine, daha doğrusu kıraathanelerine uğramamak olmaz. Komünizmden kurtulduktan sonra yeniden açılan bu mekânların düşünce ve edebiyat dünyasını ne kadar etkilemiş olduğunu bugün de hissediyorsunuz. Kent merkezinden geniş Narodni Caddesi'nde yürüyüp, Moldau kıyısına doğru uzanırken mutlaka Café Louvre'a bir uğramalı. 1902'de kapılarını açan, özellikle iki savaş arasında üst sınıf Praglıların, filozofların, akademisyenlerin, ünlü sanatçıların ve hali-vakti yerinde hanımların da uğradığı Café Louvre günümüzde geçmişi anımsatıyor. Brod-Kafka ikilisinin de sık sık düzenlenen edebiyat toplantılarına katıldığı Louvre 1992'den bu yana yine eski şıklığına dönmüş.
Prag'da, Franz Kafka'nın doğmuş olduğu bu kentte başı boş gezinirken kolayca onlarca yıl geriye dönüp, anılara dalabilirsiniz. Bu güzel Moldau kentinin sokaklarında Kafka'nın Milena'ya olan aşkının peşinden gider ya da var olmanın dayanılmaz hafifliğini tadabilirsiniz.
Prag kocaman, art nouveau, süslü, yüz yıllık yapılarıyla insana Budapeşte ile Viyana'yı çok anımsatıyor. Gezinen nereye, ne zaman bakacağını şaşırıyor. Büyük alanda sıra sıra faytonlar, üstü açık tarihi otomobiller müşteri bekliyor. Az ötede Paris Caddesi… Geniş bir bulvar, ağaçlıklı. Hepsi son yıllarda elden geçmiş, bakımlı yapılar. Altlarındaki şık mağazalar Paris'i aratmıyor. Çoğunun sahibinin Amerikalı Yahudi olduğunu söyleniyor. Demirperdenin kalkmasının ardından otuz bine yakın Yahudi Prag'a dönmüş. Hitler'den kaçanların torunları...
Sonra sokaklar daralıyor. Artık Franz Kafka'nın dünyasındasınız. Güney Bohemya'dan gelip, Prag'a yerleşen Hermann Kafka'nın oğlu Franz yaşamını Yahudilerin gettosu Josefov'da geçirir. Praglı yazarlar Jarovlas Hasek ve Egon Erwin Kisch dostlarıdır. Fakat Kafka hep bu çevrenin içinde kalamaz, Prag'ın başka semtlerinde de yaşar. Bu arada birkaç yılını Prag kalesinin gölgesinde uzanan Simyacılar Sokağı 22 numarada geçirir. Ancak küçük ve dar evdeki yaşama çok fazla dayanamayıp, yine taşınır. Yeni evi Moldau'ya yakındır. Fakat o da dardır, havasız ve rutubetlidir. Kafka'nın hastalığı ilerler; Prag'ı uzun süre için terk eder. 1924 yılında Viyana yakınlarındaki Kierling'de öldüğünde 41 yaşındadır. Prag'ın Zelivskeho mahallesindeki Yeni Yahudi Mezarlığı'nda yatıyor. Moldau kıyısında şimdi güzel bir müzesi var...
Eski gettonun sokakları dar, karmakarışık, düzensiz. Bir Franz Kafka heykeli. Heykeltraş Jaroslav Rona onu yaratırken "Bir Savaşın Tasviri" öyküsünden esinlenmiş. Üç buçuk metre yüksekliğindeki kara heykel içi boş, kafasız bir giysi. Omuzlarında bir insan oturuyor. Heykelin dibinde, ayaklarının önünde çiçekleri çoktan solmuş küçük bir çelenk. Az ötede eski-yeni sinagog, iki saatli tarihi belediye binası, altı yüz yıllık bir mezarlık. 1439-1787 arasında buraya on binler gömülmüş. Mezarlık enine büyüyemediği için ölüler üst üste. Şu sıra on iki bin taş sayılıyor dünyanın bu en eski Yahudi mezarlığında.
Yaşamında çoğu kez dışlanmış olan Franz Kafka uzun öykü diyebileceğimiz "Dönüşüm"de sanki bazı yaşam birikimlerini kaleme almış. Sürekli iç sorunları olan, kendini bir yerde ailesi için ‘kurban' eden Gregor Samsa'yı yaşamı boyunca hiç kimse anlamamıştır, ne annesiyle babası, ne de kızkardeşi. Onlar Gregor'un çalışmakla yaşamını garanti altına aldığına inanırken, oğulları çalışarak getirdiği parayla evdekilere güzel ve mutlu yaşam sağladığı, daha doğrusu kendini onlar için ‘kurban' ettiği inancındadır. Çok şeye katlanan Gregor eleştirisel, karşı çıkan biri değildir; o zırhı kalın, içi yumuşak bir böcek gibidir. Ailesine olan çocukca bağlılığı böceğe dönüştükten sonra da kalır. Bir böcek olarak evinde geçirdiği dönemde de ailesinin ona yaptıklarına karşı çıkamaz.
Burada çok ilginç, daha doğrusu anlaşılmaz olan, kısa süre sonra Gregor dahil bütün ailenin dönüşümü çok olağanmış gibi kabullenmesidir. Uykusundan böcek olarak uyanan Gregor yaşadığı dönüşüme karşın hemen giyinip, işe gitmeye niyetlidir. Onun yaşam sorunu kişiliğidir; aşırı alçakgönüllüdür ve kendine özgüveni yoktur. Gregor bir gün olsun kendini ailesinin kıskacından kurtaramamış, annesiyle babasının mutluluğundan sorumlu olduğuna hep inanmıştır. Geçmişine sırtını dönüp, gönlünce yaşamasını hiç bilmemiştir. Ailesinin eve para getiren oğulları olmadan da yaşayıp, geçinebileceklerini, yıllarca acımasızca sömürülmüş olduğunu Gregor ancak dönüşümünden sonra fark etmiştir. Bir sabah uyandığında aniden böceğe dönüşmüş olmasını bir yerde her şeyden kaçma, hatta bir baş kaldırma olarak kabul etmek gerekir. O artık dayanılmaz, tek düze bir yaşamdan, her şeye boyun eğen bir birey olmaktan ve içine kıstırıldığı sistemin çarkları arasından kurtulmak istemektedir. Ancak aile içindeki yabancılaşmanın böceğe dönüşmesinin ardından da sürdüğünü fark eder. Bu 'yeni' yaşamı da bir çözüm, bir kurtuluş değildir. Ailesi onu yine dışlamaktadır, çünkü başkalaşmış olan oğulları artık işlerine yaramıyordur. Böcek yaşamında da yalnız kaldığının farkına varan Gregor kendisiyle ve dünyasıyla barış içinde, her şeye razı yaşama veda eder...
Franz Kafka'nın, Aralık 2013'de Remzi Kitabevi'nde çıkan "Dönüşüm" adlı eserine Ahmet Arpad'ın yazdığı önsöz
Prag'da, Franz Kafka'nın doğmuş olduğu bu kentte başı boş gezinirken kolayca onlarca yıl geriye dönüp, anılara dalabilirsiniz. Bu güzel Moldau kentinin sokaklarında Kafka'nın Milena'ya olan aşkının peşinden gider ya da var olmanın dayanılmaz hafifliğini tadabilirsiniz.
Prag kocaman, art nouveau, süslü, yüz yıllık yapılarıyla insana Budapeşte ile Viyana'yı çok anımsatıyor. Gezinen nereye, ne zaman bakacağını şaşırıyor. Büyük alanda sıra sıra faytonlar, üstü açık tarihi otomobiller müşteri bekliyor. Az ötede Paris Caddesi… Geniş bir bulvar, ağaçlıklı. Hepsi son yıllarda elden geçmiş, bakımlı yapılar. Altlarındaki şık mağazalar Paris'i aratmıyor. Çoğunun sahibinin Amerikalı Yahudi olduğunu söyleniyor. Demirperdenin kalkmasının ardından otuz bine yakın Yahudi Prag'a dönmüş. Hitler'den kaçanların torunları...
Sonra sokaklar daralıyor. Artık Franz Kafka'nın dünyasındasınız. Güney Bohemya'dan gelip, Prag'a yerleşen Hermann Kafka'nın oğlu Franz yaşamını Yahudilerin gettosu Josefov'da geçirir. Praglı yazarlar Jarovlas Hasek ve Egon Erwin Kisch dostlarıdır. Fakat Kafka hep bu çevrenin içinde kalamaz, Prag'ın başka semtlerinde de yaşar. Bu arada birkaç yılını Prag kalesinin gölgesinde uzanan Simyacılar Sokağı 22 numarada geçirir. Ancak küçük ve dar evdeki yaşama çok fazla dayanamayıp, yine taşınır. Yeni evi Moldau'ya yakındır. Fakat o da dardır, havasız ve rutubetlidir. Kafka'nın hastalığı ilerler; Prag'ı uzun süre için terk eder. 1924 yılında Viyana yakınlarındaki Kierling'de öldüğünde 41 yaşındadır. Prag'ın Zelivskeho mahallesindeki Yeni Yahudi Mezarlığı'nda yatıyor. Moldau kıyısında şimdi güzel bir müzesi var...
Eski gettonun sokakları dar, karmakarışık, düzensiz. Bir Franz Kafka heykeli. Heykeltraş Jaroslav Rona onu yaratırken "Bir Savaşın Tasviri" öyküsünden esinlenmiş. Üç buçuk metre yüksekliğindeki kara heykel içi boş, kafasız bir giysi. Omuzlarında bir insan oturuyor. Heykelin dibinde, ayaklarının önünde çiçekleri çoktan solmuş küçük bir çelenk. Az ötede eski-yeni sinagog, iki saatli tarihi belediye binası, altı yüz yıllık bir mezarlık. 1439-1787 arasında buraya on binler gömülmüş. Mezarlık enine büyüyemediği için ölüler üst üste. Şu sıra on iki bin taş sayılıyor dünyanın bu en eski Yahudi mezarlığında.
Yaşamında çoğu kez dışlanmış olan Franz Kafka uzun öykü diyebileceğimiz "Dönüşüm"de sanki bazı yaşam birikimlerini kaleme almış. Sürekli iç sorunları olan, kendini bir yerde ailesi için ‘kurban' eden Gregor Samsa'yı yaşamı boyunca hiç kimse anlamamıştır, ne annesiyle babası, ne de kızkardeşi. Onlar Gregor'un çalışmakla yaşamını garanti altına aldığına inanırken, oğulları çalışarak getirdiği parayla evdekilere güzel ve mutlu yaşam sağladığı, daha doğrusu kendini onlar için ‘kurban' ettiği inancındadır. Çok şeye katlanan Gregor eleştirisel, karşı çıkan biri değildir; o zırhı kalın, içi yumuşak bir böcek gibidir. Ailesine olan çocukca bağlılığı böceğe dönüştükten sonra da kalır. Bir böcek olarak evinde geçirdiği dönemde de ailesinin ona yaptıklarına karşı çıkamaz.
Burada çok ilginç, daha doğrusu anlaşılmaz olan, kısa süre sonra Gregor dahil bütün ailenin dönüşümü çok olağanmış gibi kabullenmesidir. Uykusundan böcek olarak uyanan Gregor yaşadığı dönüşüme karşın hemen giyinip, işe gitmeye niyetlidir. Onun yaşam sorunu kişiliğidir; aşırı alçakgönüllüdür ve kendine özgüveni yoktur. Gregor bir gün olsun kendini ailesinin kıskacından kurtaramamış, annesiyle babasının mutluluğundan sorumlu olduğuna hep inanmıştır. Geçmişine sırtını dönüp, gönlünce yaşamasını hiç bilmemiştir. Ailesinin eve para getiren oğulları olmadan da yaşayıp, geçinebileceklerini, yıllarca acımasızca sömürülmüş olduğunu Gregor ancak dönüşümünden sonra fark etmiştir. Bir sabah uyandığında aniden böceğe dönüşmüş olmasını bir yerde her şeyden kaçma, hatta bir baş kaldırma olarak kabul etmek gerekir. O artık dayanılmaz, tek düze bir yaşamdan, her şeye boyun eğen bir birey olmaktan ve içine kıstırıldığı sistemin çarkları arasından kurtulmak istemektedir. Ancak aile içindeki yabancılaşmanın böceğe dönüşmesinin ardından da sürdüğünü fark eder. Bu 'yeni' yaşamı da bir çözüm, bir kurtuluş değildir. Ailesi onu yine dışlamaktadır, çünkü başkalaşmış olan oğulları artık işlerine yaramıyordur. Böcek yaşamında da yalnız kaldığının farkına varan Gregor kendisiyle ve dünyasıyla barış içinde, her şeye razı yaşama veda eder...
Franz Kafka'nın, Aralık 2013'de Remzi Kitabevi'nde çıkan "Dönüşüm" adlı eserine Ahmet Arpad'ın yazdığı önsöz
1 Aralık 2013
Hitler yandaşı bir yargıç
Cumhuriyet, 1 Aralık 2013
STUTTGARTAHMET ARPAD
Susanne Filbinger babasının 2007 yılında ölümünün ardından tavanarasında bir sandık içinde 60 defter bulur. Bu defterler merhumun yaşamı boyunca ailesinden saklamış olduğu günlükleridir. Kardeşleri engellemek istese de Susanne Filbinger'in kitaplaştırdığı bu günlükler bir kaç ay önce piyasaya çıktı. Baba Hans Filbinger 1913 Freiburg doğumludur. Lisenin ardından 1933'de hukuk öğrenimine başlar. Aynı yıl Nasyonal Sosyalist Üniversite Öğrencileri Birliği'ne üye olur. Kısa sürede "Hıristiyan olmayanlara ve Alman toplumuna yabancı güçlere karşı çıkmalıyız" gibi görüşlerle çevresinde ünlenir. 1934'de Hitler'in "Yıldırım Kıtaları"na (SA) katılır. Genç Hans Filbinger hırslıdır. 1937'de Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) üyesi olur. Savaş sürecinde Nazi Almanyası'nda askeri yargıç olarak görev yapar. Çoğunlukla deniz kuvvetlerinde suç işleyenler (!) onun karşısına çıkarılır. Filbinger savaşın son aylarında bile idam kararları talep bir Nazi savcısıdır. Yeni kurulan Almanya'da hiç kimse Filbinger'in kılına bile dokunamaz. O avukat olarak yaşamını sürdürür, Hıristiyan Demokrat Parti'ye (CDU) girer, kısa süre sonra Freiburg belediye meclisine seçilir, parti içinde hızla yükselir. 1960'da eyalet meclisinde milletvekilidir. Kurt G. Kiesinger kabinesinde içişleri ve milli eğitim bakanlıkları yapar. 1966'dan 1979'a kadar Baden-Württemberg Eyaleti başbakanı Hans Filbinger'dir! Nazi Almanyası'ndaki geçmişi, Hitler döneminde yandaş bir savcı ve yargıç olması sağcı görüşlü ve tutucu çevresinde hiç kimseyi rahatsız etmemektedir. Hatta 1974 ve 1977 yıllarında Almanya'ya yeni bir cumhurbaşkanı aranırken Hans Filbinger'in adı hep adaylar arasında geçer. Ancak aynı süreçte ünlü tiyatro yazarı Ralf Hochhut Filbinger'in „bir Hitler savcısı" olduğunu belgeleriyle ortaya koyar. Ünlü rejisör Thomas Bernhard'ın o aylarda yazdığı "Emeklilkten Önce" adlı oyununu ünlü rejisör Claus Peymann Stuttgart'ta sahneler. Kısa sürede büyüyen tartışmaya eski savcı önce: „O zaman doğru olan şimdi yanlış olamaz" görüşleriyle karşı çıkmaya uğraşır. Hochhut aleyhine açtığı davayı kaybeder. Hatta bu dava sürecinde eski Nazi yargıcının dört idam kararının altında imzası olduğu ortaya çıkar ve Hitler yandaşı Filbinger Baden-Württemberg Eyalet Başkanlığ'ından istifa etmek zorunda kalır. Ancak o görüşlerinden vazgeçmeye hiç niyetli değildir; kısa süre sonra aşırı sağcı, tutucu Weikersheim Araştırmalar Merkezi'ni kurup başına geçer. 2007 yılında Filbinger'in cenaze töreninde yaptığı konuşmada: "O Nazilerin bir kurbanıydı, o nasyonal sosyalist değildi, kendini baskı rejiminin zincirlerinden kurtaramamıştı” sözleriyle Hitler yandaşı eski yargıcı koruyan eyalet başbakanı Oettinger bir skandala imza atar. O günlerde CDU sekreteri olan ve: "Eyalet başbakanımızın Filbinger üzerine söyledikleri çok doğru,” diyen Thomas Strobl şu sıralar Merkel'in beş yardımcısından biri! Oettinger ise skandal konuşmasının ardından görevinden ayrılmak zorunda kalmıştı. 2009'dan bu yana Merkel'in yolladığı Brüksel'de AB Enerji Komiseri olarak görev yapıyor!
Savaşın ardından Hans Filbinger örneği bir çok eski savcı ve yargıcın yeni kurulan Almanya'da yine görevlere getirildiği bilinen bir gerçek. Özellikle 1960'lı yıllara kadar Federal Almanya Adalet bakanlığı bünyesinde çalışanların üçte ikisinin Nazi geçmişi olduğu sonraki yıllarda ortaya çıkmıştı. Bunun nedenini ülkenin ilk başbakanı Konrad Adenauer şöyle açıklamıştı: "Temiz suyun olmadığı yerde kirli su dökülemez!" Nazi geçmişli yargıç ve savcıların çoğunluğu Hitler'in 1933'de başa geçer geçmez kurdurttuğu Özel Yetkili Mahkemeler'de Filbinger gibi uzun yıllar görev yapmış hukukçulardı! Savaş başladığında Almanya'nın hemen hemen her kentinde böyle bir mahkeme vardı. Özel yetkili mahkemelerde görevlendirilen yandaş yargıçlar en ufak suçlara bile yıllarca cezalar verebiliyor, insanları toplama kamplarına atabiliyor, hatta ölüme yollayabiliyordu. Hitler hoşuna gitmeyen karar veren yargıçları nasyonal sosyalist olmamakla suçluyor, açık açık kendi eliyle görevden almakla tehdit ediyordu! "Nazi Almanyası'nda hukuk” konusuyla ilgilenen tarihçilere göre Özel Yetkili Mahkemeler kurulmasının ana nedeni Hitler karşıtlarını kısa sürede elemine etmekti...
www.ahmet-arpad.de
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)