17 Aralık 2006

Stefan Zweig, insancıl yazar

Cumhuriyet 17.12.2006
AHMET ARPAD
SALZBURG

Tanrılar, melekler, beyaz bulutlar... Piyanoda Chopin müziği, Barcarolle... Duvarlar bembeyaz, yüksek mi yüksek. Küf rengi perdeler ipek, tavandan aşağı, uzun mu uzun. Piyanonun tuşlarına dokunan parmaklar ince, narin. Chopin'in melodileri ruhu dolduran, tanrılar insanlara tepeden bakan... "İnsancıldı, dostluk eli uzatırdı herkese, karşılık beklemeden. Gösterişi sevmezdi, insanları sevmek yaşam koşuluydu Stefan Zweig için... Toplumları birbirine yaklaştırmak bir misyondu onun gözünde..." Kocaman, ağır mı ağır, pırıl pırıl, kristal avizeler asılı duruyor havada. Yükselen loş ışık aydınlatıyor melekleri, tanrıları, çıplak kadınları. "Kültürlerin birleştiği bir Avrupa... Hümanizm, güzel sanatlar, edebiyat, bir araya gelen sanatçılar, müzisyenler, edebiyatçılar... Avrupa insanlarını kültür aracılığı ile birleştiren, güçlendiren o insanlar..." Stefan Zweig'ın düşleri.
 
Yüce katedralin çanları çalıyor, karanlıkta yayılıyor tarihi alanlarda, yankılanıyor tepelerde, kayalıklarda, iniyor Salzach kıyısındaki şirin kentin üzerine. Tahta kapılar kara, kanatları geniş. Duvarlarda adam boyu şömineler. Kocaman, yüksek pencerelerden dev salona giriyor çan sesleri... Avrupalı bir Avusturyalı. Avrupalı bir modern dünya vatandaşı. İki dünya savaşı yaşamış, politikacılara karşı eserleriyle düşün savaşı vermiş, kitapları yakılmış gerçek bir aydın! Kültür aracılığı ile daha iyi bir dünyayı yaratacağına inanmış tam bir düşünür. "İnsancıldı, savaş karşıtıydı. Her şeye bu açıdan bakardı. İnsan ve yazar olarak özgürlüğüne düşkündü. Zweig'ın 70-80 yıl önceki düşü gerçekleşecek mi, kültür Avrupası bir araya gelecek mi? Hayır..." Mozart müziği, Adagio H-Moll, piyanonun tuşlarında kayan parmaklar. Melekler, tanrılar, çıplak kadınlar uçuşuyor, şaha kalkmış atlar yükseliyor gökyüzünün sonsuzluğuna. Salzburg'da, piskoposların yüzlerce yıl yaşamış olduğu, sarayı andıran dev yapının tarihi salonlarında Rönesans, barok ve kasisizm bir arada. Avrupa'nın çeşitli kentlerinden gelmiş yüzlerce insan Stefan Zweig'ı anıyor 125. doğum gününde. Konuşmacılar yirminci yüzyılın bu namuslu, insancıl ve iyi yürekli aydın yazarını anlatıyor. Duygulu ve hüzünlü. Stefan Zweig'a göre ancak kültür birliğinin gerçekleşmesiyle Avrupa insanları ortak bir kimliğe kavuşabilirdi. Bu uğurda savaşım verdi ömrü boyunca. Eserlerinde hep doğruya inanır, savaşlardan nefret eder Zweig. Lirik anlatımı ve yalın diliyle okuru kendine bağlar. Hayat hikâyesi olan "Dünün Dünyası" (Türkçesi: Burhan Arpad ) eserinin son satırları, geride kalanlar ve yarınları yaşayacaklar için umut ışığıdır: "Her gölge sonunda yine de ışığın çocuğudur. Ancak aydınlıkla karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi, hayatı gerçekten yaşamış sayılır."
 
Katedral alanından ırmağa uzanan loş ve dar sokakların arnavutkaldırımı taşlarında ayak sesleri... Kürk mantolarına, lodenlerine bürünmüş insanlar evlerine, otellerine dönüyor. Mozart'ın, Zweig'ın, Bernhard' ın, Handke 'nin kentinde gece olmuş. Aydınlık vitrinler rengârenk, pırıl pırıl, ışıl ışıl.
 
www.ahmet-arpad.de

8 Aralık 2006

Çarpık Yapılaşma ve Deprem

Cumhuriyet 08.12.2006
Ahmet ARPAD
 
Bundan birkaç yıl önce Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan deprem riski raporunda, İstanbul'da meydana gelebilecek büyük bir depremde 55 bin kişinin hayatını yitireceği açıklanıyordu. Yine o günlerde Dünya Bankası, sunulacak kapsamlı bir deprem projesine 500 milyon dolar vermeye hazır olduğunu belirtiyordu.
 
Ancak ne o yıllarda bir proje hazırlandı ne de Marmara depreminin ardından yedi yıl sonra bugün Dünya Bankası'na sunulacak bir proje var ortada.

Ranta dayalı zenginleşme
 
Her yanı denizlerle çevrili 2500 yıllık metropolün son altmış yılı kentçilik ve toplumbilim açısından sağlıksız bir büyüme gösterir. İstanbul bütün deprem tehlikesine karşın hâlâ bir kaçak yapı cenneti. Çarpık kentleşmenin en 'güzel' örnekleri burada görülür. Menderes 'le başlatılan 'ranta dayalı zenginleşme', toplumu ve ekonomiyi allak-bullak ederek Özal döneminin 'devlet destekli yağma' sında doruk noktasına ulaşmıştır. Yeditepe kentin yüzlerce tepesini ele geçirenler başlarını sokacak bir dam altı ile yetinmediler. Hazine arazileri üzerine kaçak yaptıkları gecekondularına oy karşılığı tapu aldılar. Böylece yasadışı eylemlerine devleti de ortak ettiler. Zamanla gecekondular apartmana çevrilirken, depremler kentinin taşı toprağı, kayan yamaçları betonla kaplandı.
 
Anadolu'nun "İstanbul'a hücum" u, sömürü ve çıkarcılığı da beraberinde getirdi. Elli küsur yıl önce başlatılan bu sağlıksız sınıf tırmanmasının önü hiç alınmadı. Yüzkarası bir şehircilik, kültür mirasını ve doğayı yok eden bir yapılaşma kaçınılmaz oldu.
 
Zamanla 1947'nin Yedikule tipi gecekonduları ortadan silindi. Son on yılın gecekonduları (!) su havzalarına, orman kenarlarına kondurulan villalar, 5-10 holding ağasının Büyükdere Caddesi'nin sağına, soluna diktiği 'plazalar', 'cityler', 'centerler', 'residence'lar'... Gökdelenlerin modern şehircilikte çağdaş bir adım olduğu yalanına biz İstanbullulara inandırmak isteyen para babaları, yetkililer, uzmanlar... Bu kentin birinci derece deprem bölgesinde yer aldığını bilen mimar ve mühendisler... Çarpık yapılaşmaya yine de göz yummaya devam eden kent planlamacıları, 'dinibütün' belediyeciler, 'referansı İslam' politikacılar...
 
1999 depreminin ardından bir sürü uzman ortaya çıkmıştı. Sayısız konferans vermişler, sempozyumlar yapmışlar, konuşmuşlar, tartışmışlardı: "İstanbul ve yakın civarı için sismik tehlike, bölgenin depremselliği, depremlere dayanıklı yapı tasarımı ve inşaatı, depremler sırasında olabilecek hasarların azaltılması için alınması gereken önlemler, depreme hazırlık, kamuoyunu bilgilendirmek, falan-filan, fasa fiso..." Sonra ne oldu? Her zamanki gibi lafla peynir gemileri yürütüldü!
İstanbul'da 325 yılından bu yana büyüklükleri 8 ile 9 arasında değişen tam on üç büyük deprem olmuştur.
 
Yıllar arkada kaldıkça da depremler arası süre kısalmıştır. Yeterli derecede gerçekçi ve güvenli bir çözüm bulabilecek jeoloji, jeofizik, inşaat mühendisleri, mimarlar, kent ve bölge planlama dallarında deprem konusunda uzmanlaşmış yürekli araştırmacıların ortak çalışması o kadar zor mu? Dünya Bankası'na sunacakları kapsamlı bir deprem projesi hazırlamaları mümkün değil mi? Değil. Çünkü kültür toplumlarında benzeri görülmeyen bir sömürü sonucu binlerce yıllık kültür kenti İstanbul'u sadece elli yılda yok edenler, bu gibi çalışmalara izin vermez! İnşaat Mühendileri Odası geçenlerde açıkladı: "İstanbul'daki yapıların yüzde 90'ının yapı kullanma izni yok!" İnşaat sektöründe daha fazla rant, depremlerde daha fazla ölüm demek! Doymak bilmez bir açlıkla "Yağma Hasan'ın böreği" ne hücum edenler, İstanbul'umuzu bir güzel midelerine indirmeye devam ediyor.
Büyük yıkım olur
 
Oysa bu kent ve yakın çevresindeki nüfus yoğunluğu, yapı stoku, fabrika ve sanayi kuruluşlarının sayıları ve onların Türkiye ekonomisindeki payı düşünülürse, ortak bir deprem projesinin önemi ve ivediliği su götürmez bir gerçek. Bilmiyor mu sorumlular, İstanbul'da meydana gelecek 7'den büyük bir depremin Türkiye'nin dengelerini bozabileceğini? Elli bin insanın ölümünün, yüz milyar dolara varacak ekonomik kaybın bir daha altından kalkamaz bu ülke.
 
İstanbullu depremi bekliyor, eli böğründe...

3 Aralık 2006

İşsizlik ve yabancı düşmanlığı

Cumhuriyet 03.12.2006
AHMET ARPAD
STUTTGART

Ne zaman geçersem geçeyim Schloss alanından, görüyorum onu. Sabah akşam. Hava ister güneşli, ister yağmurlu olsun, oturuyor kestane ağacının altındaki tahta sırada. İriyarı, omuzları biraz çökmüş. Saçları kısa. Üzerindeki aşınmış deri ceket kara. Yaşı derseniz, kırkın üzerinde. Elli de olabilir. Şarap şişesi yanı başında. Kurt köpeği ayaklarının dibine uzanmış. Gelen geçen arada sırada para atıyor önündeki şapkaya. Uwe eski bir neonazi! Almanya'da yedi milyon insan işsiz güçsüz. Bunlardan dört buçuğu işsizlik parası alıyor. Geri kalan iki buçuğuna da para veriyor devlet baba, ölmeyecek kadar! Uwe onlardan biri. Yedi milyon çalışmayandan belki yüzde onu bir yıl içinde kendine yeni bir iş buluyor. Geri kalanı iş bekliyor, kimi zaman yıllarca. Resmi verilere göre Almanya'da iki buçuk milyon çocuk da fakirlik sınırının altında yaşamakta. Alman UNICEF'i kısa süre önce yaptığı çağrıda hükümetten bu soruna ivedi bir çıkar yol bulmasını istedi: "İyi beslenemeyen fakir aile çocukları sağlıksız büyüyor, okulda zorlanıyor, cep harçlığı alamadığı için belli bir yaştan sonra kötü yola sapıyor, suç işliyor..." Bugünün sorunlu çocukları ilerde bu toplumu oluşturacak insanlar! Artık ülkede yaşamasının zor olduğuna inanmış, geleceği gurbette arayan Almanların sayısı giderek artıyor. En son açıklamalara göre her yıl Almanya'yı 150 bin insan terk ediyor! Bu rekor sayıya doktorlar, mühendisler, akademisyenler, çiftçiler dahil. Çoğu tüm ailesiyle, çoluk çocuk gidiyor gurbet ellere. Amerika'ya, İskandinavya'ya, Avustralya'ya... Almanya'dan sadece işgücü değil, kapital de kaçıyor. "Günümüzde doruk noktasına ulaşan aşırı sağcı ve antisemitist olaylar neredeyse 1933 sonrasını andırmaya başladı" diye konuştu Almanya Yahudileri Merkez Konseyi başkanı Charlotte Knobloch, geçen ay Doğu Almanya'da aşırı sağcıların sokak ortasında Anne Frank 'ın kitabını yakmasının ardından. Federal İçişleri Bakanı yeni açıkladı: 2006'nın ilk sekiz ayında aşırı sağcılar 8 bin suç işlemiş. Geçen yıla oranla yüzde yirmilik bir artış bu! Geleceğe olan ümitlerini giderek yitiren insanların oluşturduğu alt tabaka hızla büyüyor. Bu ortamda aşırı sağcıların, neonazilerin attığı tohumlar çok kolay yetişiyor. Ülkenin doğusunda Mecklenburg ve Saksonya seçimlerinde oy oranlarını artıran Almanya Nasyonalist Partisi'nden (NPD) yine korkmaya başladı politikacılar. 2003'te yasaklamak istemişlerdi bu partiyi, ancak Anayasa Mahkemesi izin vermemişti. Şimdiki hükümet yeniden denemeye kararlı. Ancak 6 binin üzerinde üyesi olan NPD'yi kapatmakla ülkede yabancı düşmanlığının ve neonazilerin önüne geçileceğini sanmak bir yerde politik saflık! Önemli olan 7.5 milyon yabancının yaşadığı Almanya'da toplum bilincini değiştirmek, insanlara iş vererek ülkeyi yaşanılır yapmak... Zor bir çıkar yol! Almanya'nın giderek artan sorunları çok karmaşık. İç içe geçmiş. Tam bir arapsaçı. Birkaç yıl önce Avrupa Komisyonu'nun İnsan Hakları Raporu mide bulandırmıştı. Raporda "Ülkedeki yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve antisemitist düşünce önemli bir sorun olarak kabul edilmelidir" deniliyordu. Nasyonalist Parti'yi sonunda yasaklasalar da, dazlakları içeri tıksalar da bu işin sonu gelmez. Geri planda ipleri ellerinde tutan takım elbiseli, sinekkaydı tıraşlı, kravatlı, Mercedes'li Neonazileri değil sorgulamak, yanlarına bile sokulamazlar. Savaş sonrası Almanya'sında üst düzey görevlere gelmesini becermiş böylelerine ülkede hiç kimse dokunamıyor...
www.ahmet-arpad.de