21 Ağustos 2005

Anılarda 'Osman Bey'...

Cumhuriyet 21.08.2005
AHMET ARPAD
STUTTGART

Dört yıl kadar önceydi, bir İstanbul-Stuttgart uçuşunda beraberdik. Yine Truva'dan dönüyordu, heyecanlıydı her zamanki gibi. Uçakta yan yana oturmuş, sadece kazılardan değil, havadan sudan da sohbet etmiştik. Kendisi gibi cana yakın eşi de y anındaydı. Uçaktan indikten sonra benimle pasaport kuyruğuna girmiş, sabırla beklemişti sırasının gelmesini. Çarşaflı, sıkmabaşlı, sakallı yolcular ise ''AB ülkesi vatandaşları'' girişinden çabucak çekip gidiyorlardı. Alman pasaportlu Manfred Korfmann Türk pasaportlularla aynı kuyrukta beklemişti. Alçakgönüllüydü, duyguluydu, sabırlıydı. Onun bu özellikleri ve insanımıza olan yakınlığı, Truva kazılarında yanında çalıştırdığı köylülerin daha ilk günden ona ''Osman Bey'' demesinin nedeniydi. Stuttgart'ta Edzard Reuter ve Manfred Rommel ile Türk-Alman Forumu'nu kurarken bizlere en büyük desteği veren, ilerde de danışma kurulu üyesi olarak her türlü yardımda bulunan yine o idi. 1988'de büyük bir özveri ile başlattığı Truva kazıları projesinin başarıya ulaşmasında, dünya çapında yankılar uyandırmasında yine büyük bir dostu, gençliğini Hitler'den kaçarak ülkemizde geçirmiş olan Reuter'in katkılarını da burada belirtmek gerek. O yıllarda Edzard Reuter'in yönettiği endüstri devi Mercedes Benz'in sürekli sponsorluğu olmasaydı bugün Truva hâlâ toprağın altındaydı. On üç yıllık kazıların ardından Korfmann'ın 2001 yılında Almanya'da düzenlediği ve ilkini Stuttgart'ta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer' in açtığı üç büyük Truva sergisini tam 750 bin kişi gezmişti. Bu küçük, fakat çok önemli Küçük Asya kentinin sanıldığı gibi bir Yunan kolonisi değil, bir Hitit-Anadolu yerleşimi olduğunu kanıtlamıştı Korfmann. Yunanlıları kızdırdı. Truva'yı ömürlerinde tek kez görmüş, onun son yıllarda yeniden gezme önerisini ret etmiş kimi Alman ''uzman'' tarihçi ile başı derde girdi. Haklıydı, fakat yine de çok üzüldü. Çocuğunu elinden almak istemişti birileri. Sohbetlerimizi hep Türkçe yapardık, Truva'yı gezerken de, Stuttgart'ta ortak dostlarla beraber yemek yerken de. Geçen yıl Türk vatandaşı olmuştu sessiz sedasız. Berlin makamları Alman vatandaşlığını elinden almaya cesaret edememişti. 63 yaşında ayrıldı aramızdan. Daha çok verimli olacaktı. Uluslararası bir müzenin Truva'da açılması için çok uğraştı. Tüm eserlerin günün birinde yine kaçırıldığı topraklara geri dönüp, o müzede sergilenmesini düşlüyordu. Ülkemiz Manfred Osman Korfmann'a çok şey borçlu...
 
www.ahmet-arpad.de

11 Ağustos 2005

Ekran Bağımlısı İnsanımız

Cumhuriyet 11.08.2005
Ahmet ARPAD
 
Ekran. Sabah akşam ekran. Nereye gidersen git, ne yaparsan yap, hep o karşında. Onsuz artık hiçbir şey olmuyor. Yaşamına girmiş, ondan kurtuluş yok. Esirsin ona, bağımlısın, yaşayamıyorsun onsuz.
 
Sabah evden çıkıp, yola koyuluyorsun. İşine gideceksin. Biniyorsun vapura, deniz otobüsüne, metroya. Karşında ekran. Reklamlarla açıyorsun günü. Birileri sana bir şeyler anlatıyor sürekli. Satmak istiyor, tüketime zorluyor seni. Sabahın köründe daha uyukluyorsun, akşam işten sonra bitkinsin, umurlarında değil ekranda şaklabanlık yapanların. Yanında, karşında oturanlar, istemeseler de şöyle bir bakmadan edemiyorlar. Yan gözle ekranı süzüyorlar.
 
Daha metroya inerken, yürüyen merdivenlerde tepende kocaman bir ekran. Reklamlar. Aşağıda metroyu beklerken başlar yukarda. Tavandan da bir alet sallanıyor. Az sonra gelen metroya biniyorsun. Aman tanrım! Vagonlar ekran dolu. Peşini bırakmıyorlar senin. Metroyu işleten dinci kardeşlerin sağ olsun her vagona 5-6 ekran takmışlar, satın almayı, para harcamayı, tüketmeyi unutmayasın diye. Reklam izlememek elinde değil. Başını nereye çevirsen bir ekran. En iyisi kapat gözlerini, tıka kulaklarını...
 
Büroda bütün günün bilgisayar karşısında geçiyor. Sabahtan akşama sırtın ağrıyor, zamanla, sen farkında olmadan gözlerin bozuluyor. Eve dönüş yolunda yine sabahki işkence. Yanında oturan dostunla, iş arkadaşınla doğru dürüst iki laf edemiyorsun. Bir gazete ya da bir kitap okuyup günün yorgunluğunu atamıyorsun.
 
Bakkala, manava, kasaba bir uğruyorsun, tam bürodan çıkarken acele 'cep'ten arayan hanımın siparişleri için. Her yerde televizyon açık. Esnaf, bir gözü ekrandaki dizide, yarışmada, maçta, aldığın malı tartıyor, para üstü uzatıyor. Artık berberde bile karşındaki aynanın yanı başında ekran var.
 
Dört koltuğa, dört ekran, dört ayrı program. Saçını kesen, seninle sohbet eden berberin bir gözüyle, bir kulağı ekranda, ötekiler sende. Ekrana mı, yoksa aynaya mı bakacaksın, bir türlü karar veremiyorsun. Berber ikide bir kafanı düzeltiyor.
 
Yemek masasında hanımın dizisi. Herkes suspus. Az sonra sofrayı toplarken eşinle birkaç kelime konuşabiliyor, o gün ne olmuş bitmiş öğreniyorsun. Ve artık sıra sende. Geçiyorsun ekranın karşısına. Ya spor ya da siyaset var. ''Hocalar'' konuşuyorlar da konuşuyorlar, bol eee'li cümlelerle. Saatlerce kafa ütülüyorlar, can sıkıyorlar, bir türlü kalkıp gitmiyorlar. İşgal etmişler ekranı.
 
Gece yarısını az geçe yatağa yollanırken bitkinsin. Dayak yemiş gibisin. Sen bir ekran esirisin, farkında olmadan beyni yıkanan. Birileri seni ve herkesi bağımlı yapıyor, çıkarları uğruna alıştırıyor, uyuşturuyor. Sen ve ötekiler çoğunluğa hükmeden o azınlığın peşinde, dümen suyunda gidiyorsunuz.
 
Özgür düşünme yeteneğini çoktan yitirmiş, robotlaşmış, kişisel çıkarlarını toplumun çıkarlarına yeğleyen bireylersiniz...

7 Ağustos 2005

Kafka, mezarlıklar ve golem

Cumhuriyet 07.08.2005
AHMET ARPAD
PRAG

Saat 12'ye 5 var. Eski belediye binasının tarihi kulesinin dibine toplanmış insanlar. Başlar havada. Az sonra küçük kapılar açılacak, figürler dışarı çıkacak, çanlar çalacak. Fotoğraf makineleri ayarlanmış, bekleşiyor Amerikalılar, Japonlar ve ötekiler... Kulenin karşısındaki lokanta, bar ve kafelerin masaları da tıka basa dolu. Birden A rnavutkaldırımı yolda nal sesleri. Kara bir fayton görünüyor. Üstü açık. Atlar kara, melon şapkalı faytoncu da. Sadece yolcuları beyazlar içinde. Gelinle damat, ellerinde çiçekler, iki de küçük kız. Kalabalık yol açıyor. Kulenin tam dibinde duruyoratlar. Yakışıklı damat güzel gelinin inmesine yardımcı oluyor. Aynı anda çanlar başlıyor çalmaya. İnsanlar heyecanlanıyor. Bir kıpırdama. Kulenin açılan kapılarından ölüml ü azizler çıkıyor peş peşe. Yüzlerce fotoğraf makinesi aynı anda birkaç bin fotoğraf çekiyor. Damatla gelin de dijital kameralarda hafızaya alınıyor. Faytoncuelinde kocaman bir kafes , yanlarına yaklaşıyor. Yeni evliler kafesin kapısını açıyor. Üç beyaz güvercin havalanıyor. Yükseliyorlar bir arada. Sivri kulelerdenbirine tüneyip aşağıda olup biteni seyrediyorlar. Bu işi daha önce pek sık yapmışlar gibi. Belki az sonra evlerine dönecekler. Yarın başka bir çifti mutlu etmek için yine buraya getirilecekler! Çanlar susuyor. Binlerce insan ağır ağır dalıyor kentin sokaklarına. Büyük alana doğru yürüyoruz. Burası da kalabalık. Sıra sıra faytonlar, üstü açık tarihi otomobiller gezdirecek müşteri bekliyor. Kocaman binalar, boy boy yüksek sivri kuleler. İnsan nereye, ne zaman bakacağını şaşırıyor. Birkaç adım sonra Paris C addesi ' ndeyiz. Geniş bir bulvar, ağaçlıklı. Prag insana Budapeşte ile Viyana'yı çok anımsatıyor. Ne de olsa üçünün de geçmişi aynı monarşi. Kocaman, tarihi, süslü, yüzyıllık yapılar. Hepsi elden geçmiş, bakımlı. Altlarında mağazalar Paris'i aratmayan. Çoğunun sahibinin Amerikalı Yahudi olduğu söyleniyor. Demirperdenin kalkmasının ardından 30bin Yahudi Prag'a dönmüş, Hitler' den kaçanların torunları. Az sonra sokaklar daralıyor. Franz Kafka' nın dünyasına giriyoruz. Güney Bohemya'dan gelip Prag'ın Yahudi mahallesine yerleşen Hermann Kafka' nın oğlu Franz tüm yaşamını bu Moldau kentinde geçirir. Hukuk öğreniminin ardından bir sigorta şirketinde çalışır. Babası bu arada Kinski Palas'ta kocaman bir kumaşçı dükkânı açmıştır. Yahudilerin gettosu Josefov'un sokakları Kafka'nın dünyasıdır. Praglı yazarlar Yaroslav Haşek ve Yahudi Egon Erwin Kisch dostlarıdır. Max Brod' la da Cafe Louvre'da sık sık buluşur, sohbet eder, tartışır. Fakat Kafka hep bu çevrenin içinde kalamaz, zincirleri kırar, dışına da çıkar. Prag'ın başka semtlerinde, sokaklarında da yaşar. Bu arada birkaç yılını Prag Kalesi'nin gölgesinde uzanan ''Simyacılar Sokağı'' 22 numarada geçirir. Ortaçağdan kalma ''cüce'' evlerin damına dokunuyorsunuz elinizi uzattınız mı... Sonra yine taşınır, bir başka yere, nehre yakın havasız ve rutubetli iki odalı bir yere. Bu arada hastalığı ilerler. Kafka belki de yaşamında ilk kez terk eder Prag'ı uzun süre için. Viyana yakınlarındaki Kierling'e tedaviye yollanır. 1924 yılında, 41 yaşında orada ölür. Prag'ın Zelivskeho Mahallesi'ndeki Yeni Yahudi Mezarlığı'nda yatıyor... Birkaç adım sonra eski gettonun tam ortasındayız. Sokaklar dar, karmakarışık, düzensiz. Bir Franz Kafka heykeli. Kara. Dibinde, çiçekleri çoktan solmuş bir çelenk. Az ötede eski, yeni sinagoglar, iki saatli belediye binası, altı yüz yıllık bir mezarlık. 1439-1787 arasında buraya on binler gömülmüş. Mezarlık enine büyüyemediği için ölüler üst üste. Şu sıra on iki bin taş sayılıyor. Tam bir karmaşa var dünyanın bu en eski Yahudi mezarlığında. Moldau Nehri'nin çamurundan bir golem yarattığı iddia edilen haham Löw de burada yatıyor. Yarattıktan sonra çıldırdığı için yine yok etmek zorunda kaldığı golemin parçalarının eski-yeni sinagogun temellerine karıştırılmış olduğu anlatılıyor. Karel Capek' in ''R.U.R.'', Gustav Meyrink' in ''Golem'' ve Harry Mulisch' in ''Süreç'' romanlarına konu olmuş Praglı haham Löw'ün bu yapay insanı. Tarihi mezarlığın İkinci Dünya Savaşı yıllarında yok edilmemiş olmasını Hitler ile Nazilerin Prag sorumlusu Heydrich'e borçluyuz! Savaşı kazandıktan sonra yok olmuş bir ırkı gelecek nesillere göstermek için kuracağı müzenin Prag'da olmasına karar vermiş Hitler. Führer'in bu amaçla toplattığı on binlerce Yahudi eşyasının bir bölümü şimdi Prag Yahudi Müzesi'nde sergileniyor. Gettodan çıkıp nehre doğru hızlı adımlarla yürüyoruz. Az sonra Karl köprüsünün girişindeyiz. Kalabalık mı kalabalık burası. Turistten geçilmiyor. Beyaz denizci üniformaları giymiş zenciler gelene geçene el ilanları dağıtıyor. Moldau Nehri'nde bu akşam yapılacak yemekli-müzikli geziye müşteri topluyorlar. Akşam oluyor Prag'da. Güneş batmaya hazırlanıyor. Karşı tepede yükselen Aziz Veit Katedrali'nin sivri kuleleri arasında kıpkırmızı. Köprüde satıcılar, ressamlar, müzisyenler, caz müziği ile dans eden turistler...
 
www.ahmet-arpad.de