26 Şubat 2023

Sevinç, Hüzün ve Özlem

Toplum Gazetesi Almanya, 26 Şubat 2023

Ahmet ARPAD

Bir şaraphaneden sokağın taşlarına vuran ışıkta iki kara kedi oturuyor. İçeri girmek için fırsat kolluyorlar. Hava soğuk. Birden kırbaç sesleri, eski evlerin duvarlarında yankılar. Kediler kaçışıyor, karanlıkta kayboluyorlar. Şaraphaneden insanlar sokağa dökülüyor. Rengârenk giysili kadınlar, erkekler. Kahkahalar atıyorlar. Bağrışıyorlar. Ellerindeki uzun deri kırbaçları havada şaklatan gençler sokağa giriyor. Çığlıklar atarak. Şarap kadehleri elden ele dolaşıyor. Çakırkeyf insanlar coşkulu. Yaşlı bir kadın toprak sürahide daha çok şarap getiriyor. Hep birlikte içiyorlar. Kırbaç şaklatanlar sokağın karanlığında uzaklaşıyor. Dar sokaklar karanlık. Bomboş. Cumbalı evlerin küçük pencerelerinde tek tük ışık. Perdeler ardında insanlar uyanıyor. Birkaç sokak ötede başka bir şaraphanenin önü de kalabalık.

İçeriden müzik sesi duyuluyor, neşeli insanların şarkıları. Kırbaçlıların geldiğini görenler el sallıyor, bağrışıyor. İçeride ayakta duracak yer yok. İnsanların yüzleri boyalı. Beyaz, kırmızı, turuncu. Giysileri de renkli. Müzisyenler masalara çıkmış. Genci yaşlısı insanlar hopluyor zıplıyor, şarap sürahileri elden ele dolaşıyor. Bunalan kendini dışarı atıyor.

Kentin ıssız sokaklarında yürümek güzel. Sabah olmak üzere. Ötelerden yine müzik sesleri. Gittikçe yaklaşıyor. Ve kadınlı erkekli büyük bir orkestra köşeyi dönüyor. Rengârenk giysili bu insanlar da coşku dolu. Az sonra güneşin ilk ışınlarıyla bütün kent ayaklanacak! Stuttgart‘ın bir saat güneyindeki Rottweil‘ın tarihi sokaklarında kırbaç ve müzik sesleri...

Yolun iki yanı insan dolu, dizi dizi. Evlerin pencereleri de. Salkım saçak... Herkes bekleşiyor. Tarihi taş kulenin kocaman saati sekize geliyor. Heyecan doruk noktasında. İnsanlar konuşmuyor. Sadece küçük çocuklar heyecanla sağa sola koşuşuyor. Birden çan sesleri tüm kenti dolduruyor. Güneş yükselmeye başlamış. Rottweil aydınlanıyor. Taş kulenin altındaki büyük kemerin kara kapıları ağır ağır açılıyor. Trompetler, borazanlar ve davulların çaldığı Faşing marşı duyuluyor. Gergin bekleşen insanlar artık kendilerini tutamıyor. Hep birden bağrışıyorlar, haykırıyorlar, zıplıyorlar... Kimileri yola fırlıyor, dans ediyor. Kemerin loşluğunda ortaçağ süvarileri görünüyor. Arkalarında rengârenk giysileri ile müzisyenler, uzun kırbaçlarını havada şaklatanlar...

Maskelerin ardında kimler gizli?

Sonra da maskeli, renkli uzun giysili insanlar Kara Kapı'da görünüyor, hoplaya zıplaya. Gülen, ağlayan, şaşkın, öfkeli, kötü bakışlı maskeler tahtadan oyma. Değişik. Giysiler gibi. Somurtkan, dişlerini gösterip sırıtan, ağızlarını kocaman açan korkutucu suratlar erkek maskeleri. Gülen, yumuşak hatlı olanlar kadın maskeleri. Afacan, yaramaz, kimi yılışık maskelerin ardında çocuklar...

Giysiler gibi maskeler de çok eski, tarihi. Yenilerini yapan ustalar artık ender Karaormanlar'da. Çıngırak ve zil sesleri müziğe karışıyor. Ürkütücü maskeliler yürüyüşü bırakıp yol kenarında duran insanlara koşuyor, onları ellerindeki uzun sopalarla dürtüklüyor, kulaklarına bir şeyler mırıldanıp acayip kahkahalar atıyorlar. Sonra hoplayarak, zıplayarak yine uzaklaşıyorlar. Tuhaf yaratıklar bunlar. Komik ve hüzünlü, çekingen ve korkutucu maskelerin ardında kimler gizli? İnsanlar onlara gülüyor ve onlardan çekiniyor...

Sevinçle hüzün bir arada

Önümüzde duran, olup biteni sessizce seyreden yaşlı adamın yüzü kireç rengi. Yanındaki yaşlı eşi de hüzünlü gibi, neredeyse gözlerinden yaşlar akacak. Tek sevinen, ellerinden tuttukları küçük kız. Başını uzatıp geçenlere bakıyor. Bıraksalar fırlayıp maskelilerin arasına karışacak. Rottweil‘ın tarihi ana caddesinde duygular doruk noktasında.

"Çılgınlık Günleri"nde kent insanlarının içinden neler geçtiğini anlamak pek kolay değil. Sevinç ve hüzün, özlem ve sonsuzluk duyguları bir arada... Yörede yaşayan çoğu insan bütün bunların Hıristiyanlık öncesinden, çok Tanrılı dönemlerden kalma örfler olduğuna inanıyor. Kentin tarihi Kara Kapısı'ndan geçip kendini dar sokaklara bırakan bambaşka bir insan oluveriyor! Sanki bütün vücudu bir an için titriyor. Eski Faşing marşları duyuluyor. Büyük bir orkestra görünüyor. Üzerlerinde ortaçağ giysileri. Rottweil'da Faşing sokak eğlencesi. İnsanlar kışı kovalıyor, ilkyazı karşılıyor. Bu bazen gürültülü, bazen anlaşılmaz bir sevinç...

Güney Almanya'da bir Faşing daha geride kaldı.

19 Şubat 2023

"Kimi kötülüğe engel olabilirsiniz"

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 19 Şubat 2023

Hitler Almanya'dan gelip anavatanı Avusturya'ya el koymasının hemen ardından 15 Mart 1938 günü Viyana'nın Kahramanlar Alanı'nda bağıra çağıra yaptığı konuşmada onu coşkuyla dinleyen yüz binlerin arasında 14 yaşında ürkek bir erkek çocuğu da vardı. Adı Johannes Mario Simmel idi…

Aradan tam elli yıl sonra yine Viyana. Ürkek çocuk çoktan ünlenmiş, yazar olmuş, tüm dünya tanıyor onu, yazdıkları otuz dile çevrilmiş 70 milyona yakın basmış. Romanlarının yanı sıra 1958'de yazmış olduğu "Okul Arkadaşı" adlı tiyatro oyunu Sydney'den Stockholm'a birçok büyük kentte sahnelenmesine, iki kez filme çekilmesine karşın Avusturya'da hiçbir tiyatro onu programına almaya cesaret edememiş. Ta ki sosyal demokrat Franz Vranitzky ülkenin başbakanı olana kadar! "Okul Arkadaşı" Nazilerle alay eden, onlarla işbirliği yapmış Avusturyalıları sert bir dille eleştiren bir tiyatro oyunu. Viyana'daki prömiyerine geldiğimizde haykıran dazlakların arasından geçip tiyatro binasına girebilmiştik. İki saat sonra perde kapanırken ülke başbakanı Simmel'i ayakta alkışlıyordu.

Yazdıklarıyla tüm yaşamı boyunca ırkçılıkla, faşizmle savaşmış olan ünlü yazar, söz Nazilerden açıldı mı her defasında hemen heyecanlanırdı. "Savaş bittiğinde biz gençler gelecekten çok ümitliydik", derdi. "Nazi vebasından kurtulduğumuz inancını taşıyorduk, ne de güzel planlarımız vardı!" Gazeteciliğe atılmıştı, görevi gereği ülkeden ülkeye gidiyor, savaş sonrasının insanlarını ve politikacılarını tanıyordu. En geç 1960'lı yıllara girildiğinde değişen pek bir şey olmadığını fark etmişti. Her şey eski hamam, eski tastı! "Hitler'i seçmiş olanlar 60 milyon insanın öldüğü savaşa karşın 'ben sadece görevimi yaptım' demekle sorumluluktan kurtulacağını sanıyordu… 1945 öncesinin yardakçıları yine aramızdaydı, onlar sadece giysilerini değiştirmişti…"

Johannes Mario Simmel ile 1973-2008 arası süren yakın dostluğumuz bir yazar-çevirmen tanışlığından öteye idi. Kimi yerde bir ağabey-kardeş, kimi yerde bir baba-oğul ilişkisiydi. Viyana, Münih, Stuttgart, Monte Carlo, Zug'daki buluşmalar, sohbetler, uzun telefon konuşmaları, yazışmalar havadan sudan değildi. İçerikleri politika, sanat, edebiyat olan heyecanlı düşünce alışverişlerini vefatından birkaç ay öncesine kadar sürdürmüştük. 12 Eylül ihtilalinin ardından Türkiye'de gazetecilerin ve solcu düşünürlerin hapislere atılması, düşünce ve basın özgürlüğünün kısıtlanması üzerine Simmel, yapıtlarının ülkemizde yayımlanmasına izin vermekten vazgeçmişti. Ve bu kararı ta 2007 yılına kadar sürmüştü. Türkiye o günden bugüne düşünce özgürlüğünde pek olumlu adımlar atmamış olmasına, Türkiye'deki iktidarı beğenmemesine karşın, "Eserlerinizi tanımayan yeni neslin aydınlatıcı düşüncelerinize çok gereksimi var!" sözleriyle onu 'inadı'ndan vazgeçirmeyi sonunda başarmıştım! Türkiye'de Simmel'ler yeniden basılmıştı…

Vefatından birkaç ay önceki son telefon sohbetlerinden birinde keyfi yerinde değildi. Her zamankinden daha karamsar konuşmuştu: "Yazar olarak bu dünyayı değiştiremezsiniz, fakat kimi kötülüğe engel olabilirsiniz. Günde 40 bin çocuğun öldüğü günümüz dünyasında insanların başarılı olduğu tek şey küresel kapitalizm!" Simmel'in savaş sonrası düşleri kısa sürede yıkılmış, ayaklar altında parçalanmıştı. Onlar koskoca bir kütleydi. "Ben yine de bu düşler kütlesini omuzlayıp dağa çıkardım. O ise her defasında yine aşağı yuvarlandı. Ve ben hep yeniden denedim".

Son yıllarda geriye dönüp baktıkça kendini Don Kişot'a benzettiği anların gittikçe arttığını söylerdi. Böyle bir insanı 35 yıl boyunca tanımış olduğum, en ünlü yapıtlarıı Türkçeye çevirdiğim için kendimi mutlu hissediyorum. Şu görüşü ne güzel: "Üzerinde yaşadığımız dünyada bir insan başka bir insanı mutlu yapabilseydi bütün dünya mutlu olurdu."

1 Ocak 2008'de yitirdiğimiz Johannes Mario Simmel yaşam görüşlerimi olumlu etkilemiştir.

12 Şubat 2023

Yaşam Görevi, İnsan Aydınlatmaktı...

Toplum Gazetesi/Almanya, 12 Şubat 2023

Ahmet Arpad

Bertolt Brecht 10 Şubat 1898 günü doğmuştu. Bundan tam 125 yıl önce! Geçen yüzyıl Alman epik tiyatrosunun en önemli ismi kabul edilen Brecht zamanın ruhuna karşı eserleriyle küçük insanı her dönemde, her ülkede hep kendine bağlamasını bilmiştir. Şu sözü ilginçtir: "Başkalarını aydınlatmak dünyanın en eski ‘meslekleri'nden biridir. O beni avucunun içine aldı!"

İnsanlığın 20. yüzyılda yaşadığı iki dünya savaşı Bertolt Brecht‘in yaşamını çok etkilemiştir. Bunu sadece tiyatro eserlerinde değil, şiirlerinde, mektuplarında, öykülerinde ve anekdotlarında da görmek mümkündür. Bertolt Brecht sorunlar içindeki topluma seslenirken çok inandığı akılcılığı hiç elden bırakmaz. Nazi Almanyası'nda Hitler ve çevresinin Almanya'yı ele geçirmeye başladığını sezen yazar 1933 yılında ülkesini terk eder. O yıla kadar Berlin'de büyük tiyatro adamı Max Reinhardt'ın yanında oyun yazarı olarak ünlenmeye başlamıştı. Almanya'yı terk etmesinin ardından yıllarını Avusturya, Fransa, İsviçre, Danimarka, İsveç ve Finlandiya'da geçirir. Savaş yıllarında, 1941'de Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşmeye karar verir. 1947'ye kadar bu ülkede kalan Bertolt Brecht en önemli yapıtlarını ‘sürgün'de gerçekleştirir. Savaş bitiminde İsviçre üzerinden 1948'de tekrar Almanya'ya döner. İki yıl sonra da tiyatro oyuncusu ve yöneticisi eşi Helene Weigel'le Berlin'de ünlü "Berliner Ensemble"yi kurar. Bu yıllarda Bertolt Brecht dünyaca ününe kavuşur.

"Hep Zayıfların Yanındayım"

1920'li yıllarda: "Büyük ve ünlü şiirler kanımca insanlık için birer belgedir", diyen Brecht bu görüşüyle şiire ne kadar çok değer verdiğini, onun etkisini ne kadar çok önemsediğini belirtmek istemiştir. Tiyatro yazarlığı ve rejisörlüğün yanı sıra şiire de ağırlık vermesinin nedeni budur. Brecht'in şiirleri onun anlık duygularını veya L'art-pour-l'art şairlerinin duygularını yansıtmaz. O sokağı anlatır, mahalle meyhanelerinde konuşulanları ve kabare konularını şiirlerine alır.

Kimi edebiyat tarihçisi Brecht'in François Villon, Arthur Rimbaud ve Frank Wedekind'den etkilendiğine inanır. O şiirlerini edebiyat çevrelerinin okuma akşamlarında sunmasını sevmezdi. Gitarı eşliğinde şiirlerini, koşuklarını ve şarkılarını küçük kent lokanta ve meyhanelerinde küçük insanlara sunmasını yeğlerdi. Brecht burjuva karşıtıydı.

İlerde o günlerden şöyle söz etmiştir: "Ben varlıklı bir ailede büyüdüm. Çocukluğum boyunca çevremde hep hizmetçiler vardı. Okula giderken bir yakalık takmak zorundaydım. Öğretmenlerimden emirler almaya alıştırılmıştım, ancak büyüyüp biraz özgürleşince içinde yaşadığım sınıf hoşuma gitmemeye başlamıştı. Ne emirler işitmek istiyordum ne de başkalarının bana hizmet etmesini. İşte o günden sonra sınıfımı terk ettim ve hep zayıfların yanında yer aldım..."

Brecht zeki, etkileyici, yerine göre de tartışmaktan kaçınmayan biriydi, yarattıkları ölümünden 67 yıl sonra da severek okunuyor. 48 tiyatro eseri, 2300 şiir ve 200 öyküyle peşinde, uzun yıllar yitirilmeyecek izler bırakmıştır. 20. yüzyıl Alman tiyatrosunun en önemli ve etkileyici tiyatro adamı ve lirik şairi Bertolt Brecht'in daha okul yıllarında yazılı çalışmalarında Goethe'den alıntılar yaptığı bilinir.

Şiirlerden bir seçkinin toplandığı "Açların Ekmeği"nin yazarı Brecht'in şu görüşü dikkat çekicidir: "Büyük ve ünlü şiirler kanımca insanlık için birer belgedir.", O bu sözleriyle şiire ne kadar çok değer verdiğini, onun etkisini ne kadar çok önemsediğini belirtmek istemiştir. Tiyatro yazarlığı ve rejisörlüğün yanı sıra şairliğe ve şiire de ağırlık vermesinin nedeni budur.

Brecht'in şiirleri onun anlık duygularını veya L'art-pour-l'art şairlerinin duygularını yansıtmaz. O sokağı anlatır, ara sokak meyhanelerinde konuşulanları ve kabare konularını şiirlerine alır. Kimi edebiyat tarihçilerine göre Brecht François Villon, Arthur Rimbaud ve Frank Wedekind'den etkilenmiştir. O şiirlerini kalburüstü edebiyat çevrelerinin düzenlediği akşamlarda okumayı sevmezdi. Brecht burjuva karşıtıydı, şiirlerini ve şarkılarını gitarı eşliğinde küçük kent lokantalarında ve meyhanelerinde küçük insanlara sunmasını yeğlerdi. Günümüzde şiirleri hâlâ okunuyor, yapıtları dünyanın değişik ülkelerinde sahneleniyor, üniversitelerde ders programında yer alıyor.

"Sen dünyayı değiştireceksin", der Brecht. O, sömürüsüz, dürüst bir dünya için savaş verirken elindeki tek silah sanattı! O, derin bir toplumsal kaygıya sahip bir öncünün bilinciyle yazdı şiirlerini ve diğer yapıtlarını. Şiirlerinde amaçladığı görüşünü en az sözcükle anlatmanın ustasıydı. Yerine göre tutarlı ve inatçı, inandığından kolay dönmeyen, kafasına koyduğunu gerçekleştiren başına buyruk bu insan 20. yüzyıl edebiyatına damgasını vurmuştur.

Marx'ın Görüş ve Öğretileri

Bertolt Brecht 1920'li yılların sonundan başlayarak her geçen gün kendini daha çok Marx'ın görüş ve öğretilerinin içinde bulur. Almanya'da nasyonal sosyalistlerin ayak seslerinin gittikçe daha çok duyulmaya başlanması Brecht'i hızla Marx'ın öğretisine çeker. 27 Şubat 1933 Reichstag (Alman Parlamentosu) yangının hemen ertesi günü ülkesini terk eden Brecht yaşamının on beş yılını Danimarka, İsviçre, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde geçirir. Kitapları yakılır, Alman vatandaşlığından çıkarılır. Bu yıllar onun yaşamına ve kişiliğine değişikliler getirir. O günlerde yazdığı tüm şiirlerde, makalelerde ve mektuplarda güçlü, dirençli Brecht vardır. Yaşam görevi olan ‘aydınlatıcılığı' hiç elden bırakmaz!

Brecht Weimar Cumhuriyeti yıllarında sadece yapıtlarıyla ön planına çıkmamıştı, gazete ve dergilerde yayınlanan yazılarıyla da toplumun dikkatini gittikçe daha çok üzerine çekmeyi başarmıştı. Onların yanı sıra kısa öyküleri aynı dönemin Rilke, Döblin ve Musil gibi edebiyatçılarını aşan bir modernizme sahipti. 1930'lu yılların başlamasıyla başka düşünenlerin tutuklanmaya başladığı süreçte toplumu bölmeye başlamış olan materyalizme Brecht makale ve kısa öykülerinde kesinlikle karşı çıkar.

Savaş sonrasında yaşamını yeni kurulmuş olan Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nde sürdürür, fakat ülkeyi yöneten Sosyalist Birlik Partisi'ne üye olmaz. Üst düzey yöneticiler de onu ilk yıllarda dışlar. Kurduğu "Berlin Tiyatro Topluluğu"nun sahnelediği oyunlar Doğu Almanya'da kimi eleştiriler alırken turneye gittiği yabancı ülkelerde başarıdan başarıya koşar!

Brecht'in yapıtlarındaki insanlar ‘dünya ruhu'nun kuklalarıdır! Faşizmle savaşta etkili olacak tek silah onun gözünde Marksizmdir! İnsanın değişken bir yapıya sahip oluşuna Brecht hayrandı. Kendisi de bu yapıda birisiydi. Böyle olmasaydı kısa yaşamında 48 tiyatro eserinin altına imzasını atabilir miydi?

Değişkenliği kadınlarla ilişkilerinde de görülür. Helene Weigel'le evliliğinin (1929 – 1956) yanı sıra Elisabeth Hauptmann, Ruth Berlau ve Margarete Steffin'le olan ilişkileri de ünlüdür! Brecht uyanık, hep tetikte olan birisiydi, yaşam dolu bir kişiliği vardı. Çalışırken çevresindekilerinden yapabileceklerinden fazlasını isterdi. Yerine göre tartışmaktan kaçınmazdı, ancak o karşısındakine sevecen olmasını da bilen bir insandı.

Brecht salt bir tiyatro adamı değildi, o estetik kuramcısı, ahlakçı ve bir savaşçıydı da. Kendisine eylem alanı seçtiği sanatı ve sanatın gücünü bir bütün olarak kavramış, kuramın yalnızca bir tiyatro kuramı olmadığını, tüm sanat dallarını kapsadığını göstermişti; sinema, opera, şiir, roman, öykü, inceleme gibi alanlardaki üretimi tiyatro ile birlikte sürdürmüştür.

14 Ağustos 1956'da Doğu Berlin'de gözlerini bu dünyaya kapattığında 58 yaşındaydı. Ölümünden kısa süre önce yanına çağırdığı papaz ve yazar Karl Kleinschmidt'e şunları söyler: "Arkamdan yazın, Brecht rahatsız edici biriydi! Bu, ölümümden sonra da değişmeyecek!" Sosyalist-devrimci tiyatro adamı haklı çıktı. Geçen yüzyıl Alman tiyatro ve şiirinin en önemli ismi kabul edilen, günümüzde de severek okunan Bertolt Brecht peşinde, uzun yıllar yitirilmeyecek izler bırakmıştır.

5 Şubat 2023

Gizemli sokaklarda gezintiler

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 5 Şubat 2023

Viyana'da akşamlarınızı operada, tiyatroda, operette, müzikalde geçirirsiniz. Sonra ara sokaklardaki şaraphanelerden birine uğrayıp güzel şarabınızı yudumlarsınız. Gündüzleri ise sonsuz parklarda, Osmanlı kuşatma yıllarından kalma daracık sokaklarda başıboş dolaşırsınız.

Keyfine ve rahatına düşkün Viyanalı saatlerini Demel, Gerstner, Sacher, Central, Landtmann, Mozart'ın salonlarında geçirir. Yazarlar, sanatçılar, aydınlar, işadamları sabah kahvaltılarını, öğle yemeklerini, akşamüstü çaylarını oralarda alır. Çoğu Avusturyalı yazarın romanına konu olan tarihi kahvehanelerin rahat koltuklarında iş görüşmeleri, sanat tartışmaları yapılır, kitap okunur, mektup yazılır. Arthur Schnitzler, Franz Werfel, Sigmund Freud günlerinin önemli bölümünü kahvelerde yaşamıştır. Orta Avrupa kültürünün yetiştirdiği edebiyatçıların en ünlülerinden Stefan Zweig da bir Viyana çocuğudur. Gençliğinde her gün saatler geçirdiği, dostları ile söyleştiği kent kahvehaneleri onun için de bir "okul" olmuştu.

Operası, tiyatrosu, operetleri, müzikalleri ile Viyana kültür soluyor. İnsanları günbegün kültür ile iç içe yaşıyor. Bu Tuna kentinin sokaklarını arşınlayan, mağazaların, yapıların, taşların, heykellerin, loş dar geçitlerin, parkların kültür soluduğunu seziyor. Günün geç saatlerinde Tuna kanalından operaya yapacağı gezinti onu bambaşka bir dünyaya götürüyor. Akşamın loşluğunda tarih ve gizem dolu dar sokakların taşlarında kendi ayak sesini duyuyor. Kapı içleri karanlık. Sokak lambalarının güçsüz ışığında yanından geçen tek-tük insanla irkiliyor. Kapatıyor gözlerini bir an için, dönüyor savaş sonrasının Viyana'sına...

"Üçüncü Adam"

... Ara sokaklar dar ve ıssız, kaldırımlar boş. Dükkân kepenkleri çoktan inmiş. Kadın bir baston sesiyle irkiliyor. Başını çevirip arkasına bakıyor. Yaşlı bir adam. Bir elinde köpeğinin tasması, öteki elinde bastonu. Kendisi gibi zor yürüyen şişman köpeği peşinde akşamın bu saatinde gezintiye çıkmış olmalı, diye düşünüyor. Katedrale açılan dar sokaklarda her şey nedense ürpertici. Kadın ellerini cebine sokup hızla yoluna devam ediyor. ‘En iyisi bir an önce eve dönmeli‘, diye düşünüyor... Opera’ya sapan köşede karaborsacılar, kaçakçılar, kalpazanlar duruyor. Palto yakaları kalkık, eller cepte, kasketler çarpık, ağızlarda sigara. Yağmur çiseliyor. Birden "Üçüncü Adam" hızla köşeyi dönüyor. Şapkasını yüzüne indirmiş. Koşar adım "Café Mozart"a giriyor. Canavar düdükleri. Polis otomobilleri çevreyi sarıyor. Baskın var...

... Kahvehanelerden, lokantalardan, şaraphanelerden sıcak bir ışık sızıyor. Masalarda konuşan, gülen, şarabını yudumlayan, gazetesini okuyan insanlar. Kaertner Caddesi'ne yaklaştıkça sokaklar renkleniyor. Binalar bakımlı, vitrinler pahalı. Buralar ıssız ve loş değil. Az ötede opera ışıl ışıl. Hotel Sacher'in kapısında dizi dizi siyah otomobiller. Loden paltolu beyler, kürk mantolu hanımefendiler yanınızdan hızlı hızlı geçiyor. Az ötede, operanın yan karşısında tarihi Hotel Bristol. Siz girin Hotel Sacher'den içeri, ısmarlayın kendinize ünlü çikolatalı pastadan bir porsiyon. Az ötedeki masaya çöreklenmiş dört erkeğin gürültüsünü önemseyip sakın keyfinizi kaçırmayın. Konuştukları dile bakılırsa Doğu Avrupalı işadamları olacaklar. Tabii Slovakya sınırının az ötesindeki Bratislava'da her türlü işi çevirip Perestroyka sonrası Viyana ormanlarındaki, Grinzing ve Kahlenberg'deki ucuza kapattıkları tarihi villalar, köşkler ve saraycıklarda yaşayan Rus zenginleri de olabilir...