24 Şubat 2013

Adolf'un yazı masası, Eva'nın kol saati...

Cumhuriyet 24.02.2013 
STUTTGART
AHMET ARPAD


İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden bugüne 68 yıl geçmesine karşın Hitler ve yandaşları bir türlü gündemden inmiyor. 30 Ocak Hitler'in başa geçişinin 80. yılıydı. Almanya 1933 seçimiyle bir Führer'e kavuşmuştu. İlk işi ideolojisine karşı çıkabilecekleri -ki bunlar aydınlardı- toplama kamplarına attırmak olur. Ardından sinagoglar yakılır, edebiyatçılar, bilim adamları ülkeyi terk etmeye zorlanır; savaş karşıtı kitaplar, profesör ve öğrencilerin alkışlarıyla ateşlere atılır. Olup bitenlere toplumun büyük kısmı suspus kalır. Yahudi mallarına el konur, kaçamayan 6 milyon Yahudi'nin sonu gaz odaları olur. Hitler ve şürekâsı Avusturya'ya el koyar, Polonya'ya saldırır. Avrupa'da 40 milyon insanın ölümüne neden olan insanlık tarihinin en büyük savaşı niçin Almanya'dan çıkmıştı? Hitler ve Nasyonal Sosyalistler niçin bu ülkede kısa sürede kabul görmüştü? Alman halkı 1933 ile 1945 arasında yapılanlara niçin ses çıkarmamıştı? Naziler Alman toplumun başına gökten zembille inmemiş, hiçbir şey aniden olmamıştı. Ülke o günlere yirmi, otuz yılda adım adım gelmişti. Alıştıra alıştıra. 1920'lerin başında kapağı Münih'e atan Hitler hazıra konmuştu! Çünkü o dönemde Almanya'da birilerine bir "Hitler" gerekliydi. Bizim bu ülkede yaşadıklarımız 1933'ten 80 yıl sonra birilerinin Nazileri hâlâ unutamadığının açık kanıtı!

Ancak kimileri var ki, sadece o "önder"in peşinden gitmeye devam etmiyor, Nazi kalıtlarını elde etmek için büyük paralar da yatırıyor. Bu gibileri Silahlanma Bakanı Albert Speer'in Nürnberg Mahkemesi'nde yargılanırken aldığı iki sayfalık notlara 10 bin doları rahatça verebiliyor. Auschwitz Kampı'nda ölümcül deneyler yapan Josef Mengele'nin günlüklerine 300 bin doları gözünü kırpmadan ödeyen de var! Hitler'in Propaganda Bakanı Goebbels'in yazdığı sayısız mektubun, kartpostalın, şiirin piyasa değeri bilinmiyor. Nazi "babaları"ndan günümüze kalan ilginç eşyalara özellikle ABD piyasasında rastlanıyor! Son yıllarda Rus zenginlerinin de bu pazara girdiği söyleniyor! 1938'de Almanya müttefik güçlerle Münih Sözleşmesi'ni imzalarken kullanılan yazı takımları, Hitler'in Berchtesgaden Tepeleri'ndeki "kartal yuvası" karargâhında duran yazı masası, salonunda asılı olduğu bilinen ve Dachau Toplama Kampı komutanlığının hediyesi, "Göl üzerinde uçan ördekler" tablosu müze depolarında... Savaş bitiminde Bavyera'ya giren ve bu "kartal yuvası"na el koyan Amerikan askerlerinin birçok eşyayı ülkesine götürdüğü bilinmekte. Goebbels'in Avusturya'ya kaçırmak için son anda binin üzerinde antika eşyayla doldurmuş olduğu ve Berchtesgaden istasyonunda harekete hazır bekleyen iki yük trenini Amerikalıların ele geçirdiği bilinir. Trenlerdeki eşyaların değeri o günlerde 600 milyon Rayh markı olarak hesaplanmıştı. Bir süre önce Der Spiegel dergisinin yazdığına göre müttefikler savaşın hemen ardından, Nazilerin yeraltı ve yerüstü depolarında beş milyona yakın sanat eserini ortaya çıkarmıştı. Hitler tümünü de savaştan sonra, "memleketim" dediği Linz'de inşa edeceği Führer Müzesi'ne götürecekti! Müttefikler, bu eserlerden bir kısmını üç yıl boyunca yapılan araştırmalar sonunda ortaya çıkarılan sahiplerine geri vermiş, geri kalanını da Bavyera eyalet hükümetine teslim etmiştir.

Günümüz Almanyasının ünlü müzelerinde Nazilerin 1933 ile 1945 yılları arasında el koymuş olduğu sayısız Yahudi malı ve işgal etmiş oldukları ülkelerden kaçırdığı değerli eşyalarla paha biçilmez sanat eserleri sergilenmiyor, hâlâ depolarda bekletiliyor. Savaş sonunda ele geçen sanat eserlerinin çoğu o yıllarda Münih'e götürülmüştü. Kentin ünlü Pinakothek Müzesi'ndeki çok ilginç kişisel eşyaların arasında Hitler'in dostu Eva Braun'a doğum günü hediyesi gümüş kol saati, Hermann Göring'in platin kravat iğnesi, altın kol düğmeleri, altın şampanya kadehleri de var. Bavyera eyaletinin tablo koleksiyonunda Nazilerden kalmış 4 bin 400 tablo ve 770 heykel neredeyse 70 yıldır sahiplerine geri verilmeyi bekliyor! Göring'in koleksiyonundan kalma bir taban halısı bugün başbakanlığı süslüyor. Aynı koleksiyondan bir duvar halısı Bonn-Petersberg'deki devlet konukevinde asılı. Nasyonal sosyalist antika hırsızı Hans Posse'nin deposunda ele geçirilmiş olan tarihi bir yazı masası da cumhurbaşkanının Berlin'deki çalışma ofisinde kullanılıyor! Birileri hesaplamış, Almanya'nın çeşitli müze depolarında bekleyen eserlerin kime ait olduğunu ortaya çıkarmak için yapılacak çalışmalar bugünkü hızla sürdürülürse en son eser 2585 yılında sahibinin mirasçısına teslim edilebilirmiş!

www.ahmet-arpad.de

1 Şubat 2013

Alman Dili ve Edebiyatından Türkçeye Yapılan Çeviriler

Die Gaste, SAYI: 25 / Ocak-Şubat 2013
Ahmet ARPAD

Almanca konuşulan ülkelerde üç milyondan fazla insanımız yaşamasına karşın Alman Dili-Edebiyatı'nın eserleri kanımca Türkiye'de az okur buluyor. Bana sorarsanız, bunun nedenlerinden biri de geçtiğimiz çağın ikinci yarısında Almanya'nın Böll ve Grass dışında çok başarılı bir edebiyatçı çıkarmamış olmasıdır. Son otuz yılda Türk toplumunun içinden ise Almanya'ya kıyasla başarılı daha çok edebiyatçı çıktı. Günümüzde Türkiye'de hâlâ Erich Maria Remarque, Anna Seghers, Stefan Zweig, Alfred Döblin, Hans Fallada ve Joseph Roth'un 80-90 yıl önce yazdıklarının büyük ilgi çekmesi bunun en önemli kanıtıdır. Şunun da üzerinde durmak isterim, sözünü ettiğim bu yazarların tümü de insancıl, toplumcu ve savaş karşıtı idi! Benim seçtiğim, yayınevlerine önerdiğim ve severek Türkçe'ye kazandırdığım bu yazarların birçok eserinin ülkemizde sayısız yeni baskı yapmış olmasının nedeni Türk okurunun toplumcu ve insancıl konulara duyduğu büyük ilgidir.

Sözünü ettiğim bu yazarları ve eserlerini bana sevdiren, ilkokulun ardından Almanca öğrenmemi destekleyen babam Burhan Arpad'ın da 1940 yılından başlayarak Türkçe'ye kazandırdığı yazarların ortak bir özelliği vardı: Tümü de insancıl, antifaşist, antimilitarist ve barışseverdi... Sanırım Burhan Arpad çevirilerinin yıllardır aralıksız yayımlanmasının en baş nedeni budur. Yaptığı çeviriler, özellikle sayısız Stefan Zweig ve Erich Maria Remarque eseri 20. yüzyıl Alman dili edebiyatının Türkiye'de tanınmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Çünkü ondan önce Almanca'dan çok az edebiyat eseri Türkçe'ye kazandırılmıştı. Ben de kırk yıldan fazla Alman dili edebiyatıyla içiçeyim. Bugüne kadar yaptığım her çeviri beni heyecanlandırmıştır. En önemlisi eserini Türkçe'ye kazandıracağınız yazarı sevmenizdir. Babamın da desteği ile başladığım çeviri uğraşımı 1967'den bu yana sürdürüyorum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı'nda öğrenim yaptığım yıllarda Wolfgang Borchter'in ünlü eseri "Kapıların Dışında"yı okumuştum. Çok ilgimi çeken bu insancıl eserin kısa bir bölümünü Türkçe'ye kazandırınca çeviri işine yatkın olduğumu görmüştüm. Hemen ardından büyük bir yayınevinden Heinrich Böll'ün "Ansichten eines Clowns" adlı romanını çevirmem önerisi gelince kabullenmiştim.
 
Türkiye'de Başarılı Edebiyatçılar Yetişirken Naziler Kitapları Ateşe Atıyordu
  
Türk edebiyatçıları ve okurları Cumhuriyet dönemiyle Batı edebiyatından etkilenmiştir. O yıllarda Almanya'da az önce sözünü ettiğim toplumsal eleştiri yapan yazarların kitapları ateşe atılırken Atatürk toplumu Halide Edip Adıvar'ı, Refik Halid Karay'ı, Sabahattin Ali'yi, Reşat Nuri Gülte- kin'i, Orhan Kemal'i, Orhan Veli Kanık'ı, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı, Cahit Sıtkı Tarancı'yı, Nurullah Ataç'ı, Sait Faik Abasıyanık'ı çıkarmıştır. Anadolu aydınlanmasını yaşayan insanlarımız Alman edebiyatının iki ünlüsüne, Stefan Zweig ve Erich Maria Remar- que'a ilgi duymaya başlamıştı. Nazilerden kaçmak zorunda kalan bu iki yazarı Türk okuru 1940'lı yıllardan başlayarak Burhan Arpad aracılığıyla tanımıştır. Bu arada şunu da anımsatmakta yarar vardır, o yılların ünlü Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel (şair Can Yücel'in babası) sadece köy enstitülerinin kurulmasını gerçekleştirmemiş, bakanlık olarak dünya edebiyatının sayısız ünlü eserinin Türkçeye kazandırılmasını da sağlamıştır.

Yabancı bir dilden anadile yapılan çeviriler sayesinde ülkelerarası okurların başka edebiyatlarla buluşması mümkün olmaktadır. Böylece başka toplumları da tanıyabilen okurlar yeni yeni kültür alanlarına adım atarlar. Edebiyat çevirmenlerinin çabalarıyla oluşan kültürlerarası bu köprünün önemi inanılmazdır. Çok farklı millet ve ırktan milyarlarca insan çevirinin aracılığı olmasaydı birbiriyle anlaşamazdı. Çeviridir onlara başka dünyaların, başka toplum kültürlerinin kapılarını açan. Çevirmendir okurun ufkunu genişleten, onun görüş dünyasını sonsuzlaştıran kişi. Bu nedenle geri kal- mış, despotça yönetilen kimi ülkede baştakiler ne edebiyatçıları sever, ne de başka dillerden aydınlatıcı eserleri çevirenleri!

Türkiye ve Avrupa arasındaki bağlar değişik dallarda özellikle son 20 yıldır hızla gelişti. Edebiyat alış-verişinde de bir değişim ve gelişme yaşanmakta. Bu değişim özellikle son 10 yılda kendini hissettiriyor. 2005'te gerçekleştirilen Türkçe Çeviri Projesi (TEDA) kapsamında Türk edebiyatına yurtdışına açılma olanağı çıktı. 2006'da Orhan Pamuk'un Nobel ödülü alması, ardından ülkemizin 2008'de Frankfurt Kitap Fuarı'nda onur konuğu olması bu gelişmeyi hızlandırdı. 1970'li yıllarda Alman okuru sadece Yaşar Kemal'le Nazım Hikmet'i tanırken, şimdi Halide Edip Adıvar, Sabahattin Ali ve Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Ayşe Kulin'e, Aslı Erdoğan'a ve Murathan Mungan'a modern Türk edebiyatının yazarlarını da çok geniş bir yelpazede tanıma olanağını elde etti.
  
Çevirmenlere Geç De Olsa Değer Veriliyor

Son 80 yılda Türk edebiyatının çıkardığı "ünlüler" bugün Alman edebiyat dünyasında tanınıyorsa bunda en büyük rolü TEDA projesinin ötesinde Stuttgart Robert Bosch Vakfı'nın Zürihli yayıncı Unionsverlag'ın "Türkische Bibliothek" projesine verdiği büyük desteği de unutmamak gerekir. Bu proje kapsamında yazarlarımızın 20 eseri 2005-2010 yılları arasında Alman dilinin konuşulduğu ülkelerde okurlarla buluştu. Türkiye ve Almanya arasındaki karşılıklı ilişkilerde, özellikle Almanya'da yaşayan Türk kökenli vatandaşların uyumu sürecinde edebiyatın önemli bir köprü görevi görebileceği insanlarımızın bu ülkeye gelişinin onlarca yıl ardından anlaşılmıştır! Bu nedenle Ernst Reuter Kültürlerarası Diyalog Girişimi çerçevesinde Alman Dışişleri Bakanlığı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Goethe Kültür Enstitüsü, S. Fischer Vakfı ve Robert Bosch Vakfı ortak projeyle Türkçeden Almancaya, Almancadan Türkçeye yapılan başarılı çevirileri 2010 yılından bu yana iki büyük ödülle onurlandırmaktadır.

Yabancı bir dilden yaptığı çeviriyle her defasında zorlu bir süreci aşan, önemli bir görevi yerine getirirken büyük bir sorumluluk üstlenen ve anadiline kazandırdığı edebiyat eseriyle iki ülke arasındaki kültür köprüsünü ayakta tutan çevirmenlerin bazı sorunlarına da mutlaka değinmek gerekir. Almanya'da özel yasalar sayesinde çevirmenler Türkiye'ye kıyasla çok daha iyi korunur ve güvence altına alınır. Türkiye'de edebiyat çevirmenliği bir meslek değildir, emeklerinin karşılığını, çok ünlü değiller ise, yeterince alamazlar, yasal hakları da zayıftır! Bu nedenle yabancı dillerden Türkçeye çeviri yapan, bu görevi onlarca yıl sürdürebilen başarılı çevirmenleri mumla aramak zorundayız. Türkçeden Almancaya edebiyat eserleri çeviren, bazılarını yakından tanıdığım Alman meslekdaşlarım ise Türkiye'dekilerin sorunlarını kesinlikle yaşamıyor...