28 Mart 2021

Schiller'in kafatası kimde?

Toplum Gazetesi, 28 Mart 2021

Tarihi mezarlık Stuttgart'ın göbeğinde. Kocaman çınarların dalları yeşermeye başlamış. Buz gibi soğuklar geride kaldı, yaz saatinin başlamasıyla havalar ılındı. Isındı. Stuttgart'ın tarihi Fangelsbach mezarlığı bu sabah bir park! Mezar taşları arasında birkaç yaşlı geziniyor, çocuk arabalı anne ve babalar da dikkati çekiyor...

Bu mezarlığa en çok gömü 19. yüzyılda yapılmış, Stuttgart'ın ünlüleri ve varlıklıları Fangelsbach'da ebedi istirahatlerine çekilmiş; çoğu mezar taşında meslekleri yazıyor: Başrahip, taş oymacısı, fabrikatör, sahne sanatçısı, doktor, antropolog, dekan, şair, çan dökümcüsü, yayıncı, gazeteci, ressam, arkeolog, opera sanatçısı, mimar... Az ötedeki Markus Kilisesi'nin yanından uzanan yolun sonunda bakımlı bir mezar dikkati çekiyor. Büyükçe taşında yazdığına göre Goethe ile birlikte Alman edebiyatında klasik dönemin en önemli temsilcisi sayılan Friedrich Schiller'in oğlu Ludwig, torunu Friedrich ve onun eşi Mathilde burada yatıyor.

2009 yılında bu mezar açılmış, kemikler çıkarılmış, DNA analizinin ardından küçük bir törenle tekrar gömülmüştü. 1805 yılında Weimar'da ölen ve önce toplu bir mezara konan Schiller'in kemikleri, anlatılanlara göre, 1826 yılında prensler kabristanına taşınır, fakat kısa süre sonra Weimar'da yatanın Schiller olmadığı iddiaları yükselmeye başlar, tâ ki 1959 yılında Gerassimov adlı bir Rus doktor kabristandaki kafatasıyla kemiklerin Schiller'e ait olduğuna karar verene kadar…

Ancak 2005'de ünlü edebiyatçının 200. ölüm yılında Alman televizyonu MDR aracılığı ile yeni ve çok kapsamlı bir araştırma başlatılır. Bu girişimler kapsamında Freiburg Üniversitesi Stuttgart'taki aile mezarında yatan oğlu ile torununun kemiklerini inceler ve Weimar'daki kafatasının, Alman edebiyatının bu ünlü yazarına ait olmadığı kesinlikle saptanır. 2009 yılında Stuttgart-Marbach doğumlu Schiller'in 250. doğum yıldönümü törenleri nedeniyle konuşan Antropolog Ursula Wittwer: "On dokuzuncu yüzyılda ünlü kişilerin kafatasları meslektaşlarımın çok ilgisini çekerdi", demişti. Schiller'in kafatasının da o yıllarda çalınmış olduğu tahmin ediliyor!

"Friedrich Schiller bir popstar"

Aynı yıllarda büyük bir bakımdan geçen, Alman edebiyatının çok zengin hazinesini barındıran eşsiz Stuttgart - Marbach'daki Schiller Milli Müzesi'nin yeniden açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Horst Köhler: "Marbach doğumlu Friedrich Schiller bir popstar idi!" demişti. Aydınlanma çağının en önemli bu düşünürünün idealizmi, bireyin ruhuna ve özgürlüğüne öncelik tanır. Heyecanlıdır, ateşlidir, amaçlarına ulaşmak için hep isteklidir. Okul yıllarından başlayarak kendini hep baskı altında hisseder, Dük Karl Eugen döneminde yaşam onun için dayanılmaz olunca, 1782'de Stuttgart'ı terk eder ve Weimar'a yerleşir. Goethe ile yakın dostluğu işte o yıllarda başlar. Wilhelm Meister romanını yazması için onu zorlar. Goethe de Schiller'i "Wallenstein" eserini yazması için yüreklendirir, hatta Weimar'da sahneye konduğunda oyunun rejisörlüğünü üstlenir.

Schiller "Haydutlar"ın ilk baskısını kendi cebinden öder, borç parayla da bir edebiyat dergisi çıkarır. Ölümüne yakın son sözleri: "Artık her şeyi daha sade, daha berrak görüyorum..." olur. Schiller'in ardından "Varlığımın yarısını yitirdim", diyen Goethe için sahip olduğu en değerli hazine, aralarındaki yazışmalardır. Bir süre sonra bütün mektupları yayınlatır.

Marbach'taki Alman Edebiyat Arşivi'nde Alman edebiyatının Goethe'den Kafka'ya on binlerce edebiyat belgesi duruyor. Bundan on yıl önce Fischer, Suhrkamp ve Insel Yayınevleri çok değerli arşivlerini Marbach'a vermişlerdi. Hofmannstahl, Rilke, Zweig, Frisch, Enzesberger, Walser gibi 20. yüzyıl Alman dili edebiyatının yıldızlarının elinden geçen müsveddeler ve mektuplar şimdi Marbach'da herkese açık. 2012 yılında Schiller'in 253. doğum günü nedeniyle düzenlenen törende o yılki "Schiller Konuşması”nı yapmakla Orhan Pamuk onurlandırılmıştı!

Ünlü yazarımızın İngilizce yaptığı uzun konuşmasının ana konusu "romanlarda naiflik ve duygusallık” idi. Pamuk konuşmasında Schiller'in 1796'da kaleme almış olduğu "Edebiyatta naiflik ve duygusallık” başlıklı makalesine de değinmiş ve: "Schiller'e göre çağının modern yazarları aşırı duygusaldı”, demişti. "Onun gözünde Dante, Shakespeare, Cervantes, Goethe ve Dürer naif, çocuksu kalmış yazarlardı.

Naif yazarlar doğa ile iç içedir; onlar yerine göre ölçülü ve bilge, yerine göre de acımasızdır. Çoğu kez üzerinde pek fazla düşünmeden, içlerinden geldiği gibi yazarlar, yarattıklarının etik sonuçlarını pek umursamazlar. Yazdıkları üzerine başkalarının ne düşündüğü de onları pek ilgilendirmez... Schiller, Goethe'nin olgunluğunu, bencilliğini, özgüvenini kıskanırdı, onun çok kolay olağanüstü düşünceler yaratabilmesine de hayrandı.”

Hepsi iyi güzel de, Friedrich Schiller'in kafatası nerede, kimde?

mail@ahmet-arpad.de

21 Mart 2021

"Göğün yarısı, kadınların omuzlarındadır" (Mao Zedung)

Ahmet ARPAD, Toplum Gazetesi/ALMANYA, 21 Mart 2021

Dünya kadınları 1921'den bu yana 8 Mart'ta "Kadınlar Günü"nü kutluyor, kısa süre önce 100. Yıl bütün dünyada kutlandı.

Biz: "Yine bir sürü söz verecekler ve verdikleri sözlerin çoğu yine lafta kalacak, çünkü her zamanki gibi yine rafa kaldırılacak", derken Türkiye Cumhuriyeti 19 Mart 2021 günü kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadeleyi hedefleyen, 45 ülkeyle tüm AB ülkeleri tarafından 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzalanmış olan uluslararası bir insan hakları sözleşmesi olan "İstanbul Sözleşmesi"nden apar topar geri çekildiğini açıkladı! Türkiye'nin bu ani kararı Alman medyasında baş haber!

Kadına şiddet Almanya'da da bir sorun

"İnsanın kendi evinde kendini güvende hissetmemesi kabul edilebilir bir durum değil." Bu sözler Federal Aile Bakanı Franziska Giffey'in. Almanya'nın dev süpermarketleri, bakanlığın geçen yılki "Evde güvende değil misiniz?" kampanyasına katılarak ülke çapındaki 26 bin şubesine astıkları afişlerle aile içi şiddete uğrayan kadınları nerede ve nasıl acil yardım alacakları konusunda bilgilendirmişti.

Kadına şiddet ülkenin yıllardır yaşadığı bir sorun. Münih Teknik Üniversitesi'nin kısa süre önce açıkladığı araştırmaya göre, bu sorun korona salgını nedeniyle insanların evlerine kapanması sonucu son altı ayda daha da büyüdü. Aile içi şiddetten sadece kadınlar zarar görmüyor, bu şiddete tanıklık eden çocuklar da doğrudan olumsuz etkileniyor.

Suçluluk ve utanma duyguları yük olarak doğrudan omuzlarına biniyor, günbegün şiddeti yaşayan kimi çocuk öldürülme duygusuyla yaşıyor, içine kapanıyor, daha çocuk yaşta çevresine güvenmeyi unutuyor, duygusuzlaşıyor, saldırganlaşıyor.

Toplumun utancı 

Federal Aile Bakanlığı'nın verilerine göre 2018 yılında 34 bin kadın sığınma evlerine kaçmış. Bunlardan yüzde altmışı çocuklarını da yanına almış. Almanya'da 6 bin kapasiteli 400 sığınma evi var. Bunu, aile içi şiddetin giderek arttığı Türkiye ile karşılaştırdığımızda, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın verilerine göre ülkemizde 3 bin 500 kapasiteli 145 kadın sığınma evi olduğunu görüyoruz!

Aile içi şiddet sonucu Almanya'da geçen yıl 122 kadın yaşamını yitirmiş. Federal Kriminal Dairesi'nin de verileri ürkütücü ve düşündürücü: Aile içi şiddetin mağduru 140 bin kadının 6 bini Türk. Resmi verilere göre, kadına şiddet uygulayan 117 bin erkek tutuklanmış, 7 bini Türk. 2019 yılında yapılan "Almanya'da Kadının Yaşamı, Güvenliği ve Sağlığı" konulu bir ankete göre, Türkiye'den gelin gelen kadınların yüzde 49'unun aile içi şiddet yaşadığı açıklanmıştı. Kadına şiddet çoğunlukla insanlarımızın getto yaşamı sürdürdüğü Berlin, Köln, Mannheim, Hamburg gibi büyük kentlerde görülüyor.

Bunun temel nedenleri işsizlik, yoksullaşma ve uyum çabalarının başarısız kalmış olması! Stuttgart Belediyesi'ne bağlı "FrauenFanal" adlı kuruluş, aile içinde sorunlar yaşayan, evden kaçan kadınlara rehberlik yapıyor, onları bilgilendiriyor, avukatları hukuki danışmanlık hizmeti veriyor. Sadece onlar değil, aile içinde fiziksel ve ruhsal şiddeti yaşayan çocukları da bu kuruluştan destek alıyor. Kadına yönelik şiddet sadece onun yaşam hakkını tehdit etmiyor, aile birliğini de ağır yaralıyor, topluma ciddi anlamda zararlar veriyor.

Ne demiş Mao Zedung: "Göğün yarısı, kadınların omuzlarındadır."

15 Mart 2021

Şarlo'nun "balkon konuşması"

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 15 Mart 2021

AHMET ARPAD

Doğduğu ülke Avusturya'ya el koyup onu Alman topraklarına katmak isteyen Adolf Hitler 15 Mart 1938 günü Viyana Hofburg Sarayı'nın balkonundan Kahramanlar Alanı'nda kendisini dinleyen iki yüz elli bin insana çok söz verir. Partisi ülkeye yeni bir düzen getirecektir, işsizliğe kesinlike çare bulunacaktır! İnsanlar onun içi boş sözlerine inanır. Hitler Avusturya'yı dirençsiz teslim alır, çünkü çoğunluk arkasındadır. Çaresizlik içindeki toplumun peşinden gideceği başka lider yoktur.

O ünlü balkon konuşmasının ardından "Führer" artık iyice güçlenmiştir, çünkü yakın gelecekte atacağı önemli adım için Almanlar'dan sonra, Avusturya insanı da onun peşinden gitmektedir! İstediğini yapabilecek güçtedir. Sol görüşlü karşıtlarını ve aydınları tutuklatıp kamplara attırır. Bilim adamları ve yazarlar yurtdışına kaçar, en son aydınlar başka ülkelere sığınır. Bunların yüz otuzuna ve ailelerine de Atatürk Türkiyesi kucak açar! Aynı süreçte Yahudiler'e yapılan eziyetler artar. 9 Kasım 1938 gecesi Almanya ve Avusturya için "Kristal Gece"dir. Binlerce işyeri yağmalanır, 270 sinagog yakılır, Yahudiler öldürülür. Tam bir cinnet geçiren Hitler ve şürekâsı, gerçek yüzünü çok çabuk göstermiştir!

Akıllı bir propagandayla misyonlarını çok mükemmel sahneleyen Naziler, geleceğinden ümit kesmiş kültürsüz yığınları kolayca kandırıp elde etmeyi başarmıştır! Almanya'da ve Avusturya'da insanların çoğunluğu bütün olumsuz gelişmelere karşın ağızlarını açmamakla, kulaklarını tıkamakla ve gözlerini kapatmakla Hitler'e destek vermiştir! Ve halkın bu ilgisizliği onun gibi bir despotun son bin yılın en dehşetli katliamını yaratmasına yol açmıştır! İşte o süreçte ve ardından gelen gelişmelerde Viyana'daki ünlü "balkon konuşması" çok önemli bir rol oynamıştır!

"Büyük Diktatör” Balkonda


Bugün Viyana'da Kahramanlar Alanı'nda durup Hitler'in o ünlü konuşmasını yaptığı balkona bakanın bakışları, bir an balkonun önünde duran, Avrupa'yı Türkler'den kurtarmış olan Prens Eugen'in dev heykeline de takılır. Bir Şarlo hayranı olanın aklına hemen ünlü "Büyük Diktatör' filmi gelir, çünkü alaylarla dolu bu dev film balkon konuşmasıyla son bulur! Geçen yüzyılın en büyük sinema artisti ve rejisörü Chaplin 1940 yılında çevirdiği bu ilk sesli filminde, Nazi Almanya'sı ve Hitler'le bir güzel alay eder. Onun diktatörlüğü ve faşistliğini konu ederken, izleyiciyi hem düşündürür, hem de hüzünlendirir. "Büyük Diktatör" sayısız unutulmaz başarılı sahneyle doludur. Üzerine dünya haritası çizilmiş büyük bir balonla dans edişi ve alandaki yüz binlere anlaşılmaz bir dilde yaptığı "balkon konuşması" çoktan sinema tarihine geçmiş ünlü sahnelerdir! Balkondaki Hinkel (Şarlo) kimi zaman çok öfkelidir, kimi zaman çok yumuşaktır. Charlie Chaplin bu sürekli değişimle Hitler'in nasıl dengesiz birisi olduğunu göstermek ister. Hele ağzından çıkanların tek kelimesi bile anlaşılmayan "Führer"e dev yığının coşkuyla haykırışı, bu deha insanın hınzırca bir buluşudur! 



Charlie Chaplin küçük adamdan yanaydı

Şarlo'nun ömrünün son 25 yılını geçirmiş olduğu Leman gölü kıyısındaki Vevey'deki villası ve çevresi 2016'da dev bir müze olarak açılmıştı. Villanın dev bahçesinde gerçekleştirilen 1350 metrekare büyüklüğündeki bir 'film stüdyosu'nda ziyaretçiler, Şarlo'nun dünyasında geziniyor!

Tarihi villada her şey sanki Chaplin 1977'de 'ayrılırken' bıraktığı gibi duruyor. Altın çerçeveli aynalar, sayısız aile fotoğrafı, binlerce belge, 19. yüzyıldan kalma paha biçilmez mobilyalar, tavana kadar yükselen dolaplar, ağır kumaştan perdeler, büyük pencerelerden görünen olağanüstü bir doğa ve aşağıda Leman gölünün sonsuzluğu. Sanki kapı açılacak 'Şarlo' görünecek, size ünlü gülümsemesiyle 'Hoşgeldiniz!' diyecek...

Kendine göre toplumcu görüşleri olan Chaplin, politikacılarla bir araya gelmekten kaçınırdı, çünkü o hep 'küçük adam'dan yanaydı! Leman gölü kıyısındaki şahane villasını ve müzesini gezerken Altına Hücum'un, Modern Zamanlar'ın, Sirk'in içindesiniz, Yumurcak, Serseri, Büyük Diktatör hemen yanıbaşınızda! Villanın balkonundan ötelerde uzanan barış dolu eşsiz doğaya bakarken, Şarlo'nun şu sözlerini anımsıyorsunuz: "Buradaki dünya bana huzur veriyor, ufkumu genişletiyor ve ruhumu dinçleştiriyor.”


10 Mart 2021

Gerçekdışı düşler dünyasında yaşayanlar

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 10 Mart 2021


Bundan tam 12 yıl önceydi, 11 Mart 2009'da Stuttgart yakınlarındaki şirin Winnenden kasabasında "JawsPredator1" takma adını kullanan, okuldan geldikten sonra günün geride kalan saatlerini odasında tek başına geçiren 14 yaşındaki Tim K. şiddet içerikli bilgisayar oyunları oynayarak zaman öldürüyordu. İçine kapanıktı, kimseyle görüşmüyordu. Tüm dünyası "Far Cry 2", "Counterstrike" ve "Tactical Ops" gibi oyunlardı. Tim iki kişilikliydi! Ve günün birinde babasının dolapta duran tüfeğini aldı, on üçü okulunda, diğerleri sokakta, tam on beş insanı kurşuna dizdi ve en son kurşunu da kendi beynine sıktı...Bu dehşet verici olayın ardından Almanya Cumhurbaşkanı Horst Köhler şöyle sormuştu: "İnsanlarımızla yeterince ilgileniyor muyuz?”

Her üç Alman'dan biri ekran bağımlısı. Boş saatlerini televizyon karşısında geçiriyor. Haftalık programları ezbere biliyor! Bağımlı olduğu dizinin yayın saati geldi mi evinde yaşam duruyor! Futbol maçı veya polisiye onun için akşam yemeğinden önemli. Uykudan da! Sabaha karşı birde, ikide yorgun, bitkin, dayak yemiş gibi yatağa girenler var. Bütün gününü bilgisayar karşısında geçirenin farkında olmadan gözleri bozuluyor, sırtına, beline, kollarına ağrılar giriyor, düşünemiyor, bilgisayar ne derse onu yapıyor, sokakta yürürken, araç kulanırken bir gözü elindeki akıllı telefonda. Kapıdan içeri girer girmez televizyon onu bekliyor... Yemek diziyle veya maçla yeniyor. Evde kitap, gazete okunmuyor. Zavallı TV-bağımlısı kendini vur-kırlı polisiye filmlerinden veya uyku getirici, bıktırıcı açık oturumlardan kurtaramıyor!

Evet, bu anlattıklarım Almanya'dan, Türkiye'den değil. Geçenlerde, bir akşam yemekten önceydi, gazetenin televizyon sayfasına bir göz attım. "Bakalım kanallar bizlere bu akşam ne sunuyor?” dedim kendi kendime. Gördüklerimle gözlerime inanamadım, şaşırdım, öfkelendim. Almanya'nın en çok izlenen altı TV kanalı o akşam saat 20 ile 24 arasında tam on bir polisiye, macera, vur-kır filmi yayınlayacaktı! Geceyarısına doğru araya şansınız varsa yarım saatlik bir kültür yayını sıkıştırıyorlar! Polisiyeden canı sıkılan isterse – insanı gülmekten çok öfkelendiren – komik şovlara da zaplayabiliyor!

Çoğunluğa hükmeden azınlık!

Goethe'nin, Schiller'in, Beethoven'in ülkesinde günümüz insanı televizyona 'esir'! Birileri farkında olmadan onun beynini yıkıyor, onu bağımlı yapıyor, kimi çıkarlar uğruna onu ekrana alıştırıyor, uyuşturuyor. Bağımlı televizyon izleyicisi hiçbir şeyden habersiz, çoğunluğa hükmeden azınlığın (!) peşinde, onun dümen suyunda gidiyor.Meraklı izleyici öğretici belgeselleri, operaları, klasik konserleri samanlıkta iğne arar gibi arıyor! Yıllarca önce haftada bir kez yayınlanan ünlü 'Tatort' polisiye dizisini neredeyse artık her akşam değişik kanallarda izlemek mümkün. Evinizde 2-3 televizyonunuz varsa aynı anda yerel kanalları da açın, orada da kesinlikle eski bir polisiye tekrar karşınıza çıkacaktır.

Akıllı telefon sahibi çok akıllı mı?

İnsanlar sadece akşamları mı ekran karşısında oturuyor? Öğleden sonraları da evlerde tüm kanallar, özellikle kadınları ekran başına bağlayan, onları ev işinden alıkoyan saçma-sapan polisiye ve aşk dizileriyle dolu. Halleli Etnolog Thomas Hauschild: "Çoğu insan stres atmak için heyecan dolu filmleri ve polisiyeleri izliyor, katil yakalanınca da rahatlayıp uykuya çekiliyor...”, diyor. Etnolog ne derece haklı bilemem!

Günümüz toplumunda sekiz yaşındaki bir çocuk kitap okuyacağına heyecanı, ana babasının hediyesi olan akıllı telefonda arıyor, ertesi gün de arkadaşlarına dedektif rolü yapıyor! İlkokulda akıllı telefon bağımlısı olan çocuk, büluğ çağına geldiğinde içinde büyüyeceği dünyanın gerçeklerini ne derece tanıyacak? Araştırma verilerine göre günümüzde Almanya'da 60 milyon akıllı telefon varmış ve bu rakkam 2023 yılında 70 milyona fırlayacakmış! Büyük balığın küçük balığı yuttuğu, çoğu ortak değerin artık yitirildiği günümüz Alman toplumunda insanlar bencilleşiyor, içlerine kapanıyor, kabuklarına çekiliyor. Birey, yalnızlık ve bencillikle daha çocukluğunda tanışıyor.

Televizyon kanallarındaki diziler, polisiyeler, macera filmleri, açık oturumlar, şovlar göz boyamaktan, bizleri gerçekdışı bir düşler dünyasına götürüp orada yalnız bırakmaktan başka bir şey yapmıyor. "Televizyon, akıllı telefon, internet bağımlısı birey robotlaşmıştır, özgür düşünce özgürlüğünü yitirmiştir”, demek bir hata mı? Bu bağımlılık pandemi sürecinde iyice arttı, çünkü son bir yıldır yaşam daha çok dört duvar arasında geçiyor. Anneler, babalar, çocuklar işe, okula gitmeyip evden çalışıyorlar, sokağa pek çıkmıyorlar, dükkânların, lokantaların, sinema ve tiyatroların kapıları kilitli. Tatile gidemiyorlar, kimi sınırlar kapalı, gideceleri ülkede durum buradakinden berbat! Oldukça bol boş zaman internetle, televizyonla, akıllı telefonla, bilgisaray oyunlarıyla sağlıksız geçiyor. Akıllı telefonu olan kişi aklını pek kullanmıyor, düşünme görevini (!) telefonu üstleniyor.

Ve korona dedikleri salgın kılıf değiştirip bütün dünyada insanlara değişik yönlerden zarar vermeyi sürdürüyor!

2 Mart 2021

Onur dolu bir yaşam düşü

TOPLUM Gazetesi, 2 Mart 2021

AHMET ARPAD

Alman Yahudi cemaatinin ülkede 99 sinagoğu, 13 okulu, 20 yuvası var, Münih, Berlin ve Frankfurt'ta da dört büyük müzesi. Berlin'de Alman hükümetinin ve Berlin belediyesinin desteğinde Yahudiler, Protestanlar ve Fethullah Gülencilerle yaklaşık 50 milyon Avro'ya ortak inşa etmeye başladıkları House of One'da üç dini bir araya getirmeyi amaçlıyor. Frankfurt'ta geçen güzde beş yıllık çabalar sonunda bankacı Rothschild ailesinin 19. yüzyılda yaptırtmış olduğu beş dev villadan birinde büyük bir Yahudi Müzesi açıldı. Main nehri kıyısındaki tarihi villa ile yeni inşa edilen modern ek yapının üç bin metrekarelik salonlarında değişik etkinlikler ve sergiler ön görülüyor. 1800'den günümüze kentteki Yahudi yaşamına ağırlık veren müzenin kütüphanesi 20 bin kitabı barındırıyor. Burada Yahudilerin dini, tarihi ve kültürü üzerine başka yerde bulunmayan yapıtlar var. Müze 12. yüzyıldan günümüze kente damgasını vurmuş Yahudi ailelerin yaşamlarını, geleneklerini ve törelerini anlatıyor. Rothschild ailesinin yanısıra Theodor Adorno, Paul Ehrlich, Erich Fromm, Leopold Sonnemann, Moritz Daniel Oppenheim, Georg Speyer ve Anne Frank Frankfurt'un ünlü aileleri bu müzede. Frankfurt Yahudileri yüzyıllar boyu kentin poltikasına, kültürüne damga vurmuş, vakıfları da kent yaşamında önemli bir rol oynamıştı. 1912 yılında kurulan Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi'nin öğretim kadrosunda sayısız Yahudi bilim adamı 1933'e dek görev yapmıştı.

Doğru Avrupa'dan akın

Naziler 1933 yılında Almanya'yı 'ele geçirdiğinde' Frankfurt Yahudi cemaatinin yaklaşık 30 bin üyesi vardı. Kaçanlar kaçabildi, 12 bin Frankfurtlu Yahudi ölüm kamplarında yaşamlarını yitirdi. Savaş yıllarını Frankfurt'ta sadece 160 Yahudi'nin geçirdiği biliniyor. Savaş süresince yaklaşık 10 bin Yahudi Almanya'da saklanması başarıyor, 15 bin Yahudi de gaz odalarından kurtuluyor. Avrupaya barışın dönmesiyle Dörtler'in işgalindeki bölgelerde 51 Yahudi cemaati yine yaşama geçiriliyor. Hitler ordularının terk ettiği, Rusların el koyduğu doğu cephesinden yüz binlerce Yahudi batıya sürülüyor. Bunlardan bir bölümü İsrail'e göç etmeyi düşlerken, Güney Almanya'daki Amerikan kamplarına yerleştirilenler günün birinde Atlantik ötesine ulaşmayı kafasından geçiyor. O yıllarda en büyük yerleşim Frankfurt'un Zeilsheim mahallesinde yaşamaya başlayan 4 bin mülteci Yahudi. Onlar çoğunlukla eğitimsiz, cepleri boş, geleceği şansa kalmış, savaşın ve sürgünün her türlü dehşetini yaşamış insanlar. Bavullarını açmazlar, çünkü Almanya'yı terk edip başka ülkelere gideceklerdir!

29 Mart 1945'de Frankfurt'a el koyan Amerikan güçleri, Theresienstadt toplama kampından geri dönen haham Leopold Neuhaus'u yeni bir Yahudi cemaati kurmakla görevlendirir. Savaşın ardından Polonya'daki kıyımdan kurtulmuşlar zamanla cemaatin çoğunluğunu oluşturur. Bu insanlar o yıllarda karneyle dağıtılan gıda malzemelerinin karaborsa ticaretini yaparak ayakta kalmaya çalışır. Doğu Avrupalı Yahudiler 1950'li yıllardan başlayarak cemaate ağırlıklarını koyar. Yeni Almanya'nın o günlerde yaşadığı ekonomik mucizeden onlar da paylarını alır. Emlak dünyasının krallarından Michael Baum'un: "Yahudilersiz bugünkü Frankfurt olmazdı!” sözleri pek yalan değil! O yılların başarılı Yahudi iş adamlarıdır kenti ve ekonomisini ayakta tutan. 1956'da Macaristan ayaklanmasından, 1968'de Prag İlkbaharı'ndan kaçan Yahudilerin de çoğu Frankfurt'a yerleşir. Hitler öncesinde olduğu gibi bugün de kentin kültürüne, ekonomisine, toplumuna vurdukları damga görülmez değil. Daha 20. yüzyılın başlarında kurdukları araştırma enstitülerinin yanısıra fabrikalara, eğitime, sağlığa, sanata, bilime, ticarete, yayıncılığa yaptıkları yatırımlarla kenti doruğa çıkarmış olan Yahudilerin Frankfurt'un bugün de Avrupa'da sözü geçen bir büyükkent olmasındaki rolleri gözardı edilemez.

Onur dolu bir yaşam düşü

Resmi verilere göre, doğusuyla birleşen Batı Almanya, Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından 1991 ile 2004 arasında toplam 219.604 Yahudi göçmene kapılarını açmış. Bu veriler Almanya'daki Yahudi cemaatinin 1989'den sonra üçe katlanmış olduğunu da belgeliyor! Ülkeye yerleşen 'doğulu' Yahudiler cemaate yeni kimlik ve yeni benlik getirmiştir! Günümüzde çoğulcu bir yaşamları var. Aşırı dindarlar, tutucular ve ılımlılar Yahudi cemaatini oluşturuyor. 8 Mayıs 1945'de nasyonal sosyalizmden kurtulmuş Yeni Almanya'da Nazi ideallerinden arınmış, onur dolu adil bir yaşam sürdüreceklerini düşleyen Yahudi toplumu son yıllarda eski günlerin geri dönmeye başladığını seziyor. Federal İçişleri Bakanlığı'nın geçen mayısta yaptığı açıklamaya göre 2019 yılında antisemit saldırılar %13'lük bir artışla iki bini geçmiş.

Avrupa Merkez Bankası, Almanya'nın en büyük havaalanı, Almanya'nın en büyük bankalarının merkezleri ve dünyanın en büyük Kitap Fuarı Frankfurt'ta. Main nehrinin kıyısında, kültürle para bir arada hüküm sürüyor. Eski ve yeni Yahudi müzeleri II. Dünya Savaşı'nın bitiminden 76 yıl sonra sergiledikleri yapıtlar ve belgelerle bu büyük Avrupa kentinin ve Almanya'nın yaşamını yüzlerce yıl etkilemiş olan Yahudi toplumunu ve yazgısını yeni nesillere tanıtmayı amaçlıyor.