25 Kasım 2023

Yeni Bir Yemek Kültürü Gerekli

Toplum24, 25.11.2023

Ahmet ARPAD

Genci yaşlısı, zengini fakiri, kadını erkeği, sokakta, trende, otobüste, tramvayda, metroda bir şeyler yiyip, içiyor. Her yer herkese bir lokanta! Almanya'da kahvaltı, öğle ve akşam yemekleri için evindeki masa yerine sokakları, toplu taşıma araçlarını yeğleyenlerin son yıllarda gittikçe arttığı dikkat çekici. Tramvayda, otobüste otururken arkadaki yolcunun yüksek sesle cep telefonuyla konuşması, yanınızdakinin elindeki karton bardaktan kahvesini içmesi, arkanızdakinin iştahla sosisli veya salamlı sandviçini yemesi artık çok alışılmış! Eğer rahatsız oluyorsanız ya ineceksiniz ya da yerinizden kalkıp kendinize başka bir yer arayacaksınız. Rahatsız olduğunuzu yolcuya söylemek hakkınız yok!

Gittikçe daha çok insanın artık "uluorta" yiyip içmesi tabii başka sorunları da beraberinde getirdi. Kentlerde lokantalar azalırken kıyıntı büfelerinin sayısı arttı. Kapanan bir Alman lokantasının yerine bir başka Alman lokantası açılmıyor. Hangi kente giderseniz gidin yöresel Alman yemeklerinin tadına varmak için çok aranmanız gerekiyor. Kapanan "Hirsch", "Löwe", "Adler"in yerine "La Piazza", "Shangai", "La Ferté", "Topkapı" açılıyor. Ancak yabancı mutfağından spesiyaliteler sunan bu yerler de ne yazık ki işi pek çeviremedikleri için olacak, tutunamıyor, kısa süre sonra kapanıyor. Yerine bir başka yabancı lokanta açıyor.

Ülkede yemek alışkanlıkları nesiller değiştikçe gerilerken Alman mutfağı da özelliğini yitiriyor. İnsanlar gündüzleri sağdan soldan aldığı abur cuburla ayaküstü karın doyuruyor. Akşam eve giderken de köşedeki süpermarketten temin ettiği "dondurulmuş hazır yemeği" fırında çabucak ısıtıp televizyon karşısında yiyor. Bilgisayar ve cep telefonlarının gittikçe hızlandırdığı günlük yaşam, geleceğe güvenin yitirilmesi, zar zor bulduğu mesleği yitirip işsiz kalma korkusu, genç nesil insanının yaşamını değiştiriyor. On sekiz yaş üzerinde 22 milyon insanın tek başına yaşadığı ülkede günlük yaşamda yemeğin artık pek önemi kalmadı. Günde üç öğün yemek için alışverişe gitmeye, mutfağa girip pişirmeye, masa başına oturup yemeye ve bulaşık yıkamaya her gün en az iki saat ayırmak, hızlı yaşamak zorundakiler için artık olanak dışı!

Nestlè şirketi birkaç yıl önce bir araştırma yapmıştı. Almanya'da insanların gıdalanması üzerine yapılan bu bilimsel araştırmanın açıklanan sonuçları ürkütücüydü. Her yaş grubundan toplam on bin kişiyle görüşülmüş. 14-29 yaş arasındakiler çoğunlukla fast-food'la besleniyor. Araştırmaya katılanların yüzde otuzu sadece hafta sonunda ocağın başına geçip yemek pişirdiğini açıklamış. Çoğunluk için önemli olan lokantaya gittiğinde ucuz ve büyük porsiyonlarla karnını doyurabilmesi. Nestlè'nin araştırmacılarına göre yemek pişirirken kullanılan malzemelerin sağlıklı olup olmadığı, hele gençler için, pek o kadar önemli değil. Yanlış gıdalanan toplumun yüzde 50'si çok şişman, 7-12 yaş arasındaki çocukların yüzde 20'si hastalık derecesinde fazla kilolu.

Hemen hemen her akşam, herhangi bir televizyon kanalında ünlü bir aşçı yanına aldığı bir ünlüyle "yemek pişiriyor"! Güle konuşa, çok keyifle güzel görünümlü bir şeyler pişiriyorlar. Fakat program bittikten sonra ne pişirmiş oldukları ve ne de tarifi, izleyicinin pek aklında kalmıyor. O sadece bu şovla televizyon karşısında güzel zaman geçirmiş oluyor. Yeni evlenen veya daha büyük bir eve taşınan çiftler mutfak dekorasyonuna çok önem veriyor. Kısa süre sonra içinde pek yemek pişirilmeyen şık ve gösterişli mutfaklara ailelerin yaptığı ortalama harcama 10 bin Avro! Araştırmayı yapanlar: "Gıdalanma toplumun aynasıdır" diyor. "Alman toplumuna yeni bir yemek kültürü gerekli".

19 Kasım 2023

Balkon konuşması

Cumhuriyet, 19 Kasım 2023

Ahmet Arpad

Hitler, 15 Mart 1938 günü Viyana Hofburg Sarayı'nın balkonundan Kahramanlar Alanı'nda kendisini dinleyen 250 bin Viyanalıya çok sözler verir. "Alman ulusunun önderi ve şansölyesi olarak doğduğum ülkenin Alman Reich'ına katıldığını bugün tarih önünde ilan ediyorum!"

Partisinin ülkeye yeni bir düzen getireceğini, işsizliğe kesinlikle çıkar yol bulacağı sözünü verir. İnsanlar onun içi boş sözlerine inanır. Hitler doğduğu ülkeyi dirençsiz teslim alır çünkü çoğunluk onun arkasındadır. Çaresizlik içindeki toplumun peşinden gideceği başka lider yoktur. Hitler, sudan sebeplerle sol görüşlü karşıtlarını ve aydınları tutuklatıp kamplara attırır.

TEPKİSİZLİKLE DESTEK

Bilim insanları ve yazarlar yurtdışına kaçar. Bunlardan 130'u 1933'ten sonra ailesiyle birlikte Atatürk Türkiyesi'ne sığınır. 11 Mart 1938 tarihinde, Avusturya'ya el koyduktan dört gün sonra o ünlü balkon konuşmasını yapan "Führer" artık iyice güçlenmiştir.

Kısa süre sonra Yahudilere yapılan eziyetler artar. Bundan 85 yıl önce, 9 Kasım 1938 gecesi Almanya ve Avusturya için "Kristal Gece"dir. Binlerce işyeri yağmalanır, 270 sinagog yakılır, Yahudiler öldürülür. Tam bir cinnet geçiren Hitler ve şürekâsı gerçek yüzünü çok çabuk göstermiştir! Akıllı bir propagandayla misyonlarını çok mükemmel sahneleyen Naziler, geleceğinden ümit kesmiş kültürsüz yığınların kolayca kandırılıp elde edildiğini çok güzel başarmıştır! Almanya'da ve Avusturya'da insanların çoğunluğu bütün olumsuz gelişmelere karşın ağızlarını açmamakla, kulaklarını tıkamakla ve gözlerini kapatmakla Hitler'e destek vermiştir! Ve halkın bu ilgisizliği onun gibi bir despotun son bin yılın en dehşetli katliamını işlemesine yol açmıştır! İşte o süreçte ve ardından gelen gelişmelerde Viyana'daki ünlü "balkon konuşması" çok önemli bir rol oynamıştır!

ŞARLO'NUN ALAYI

Kahramanlar Alanı'nda, Avrupa'yı Türklerden kurtarmış olan Prens Eugen'in dev heykelinin yanı başında durmuş Hitler'in o konuşmasını yaptığı balkona uzun uzun bakarken birden aklıma Şarlo'nun "Büyük Diktatör" filmi geliyor. Geçen yüzyılın en büyük sinema artisti ve rejisörü Chaplin, 1940'ta çevirdiği bu ilk sesli filminde Nazi Almanyası ve Hitler ile çok güzel alay eder. Onun diktatörlüğü ve faşistliğini alay konusu ederken izleyiciyi düşündürür ve hüzünlendirir de. "Büyük Diktatör" sayısız unutulmaz başarılı sahne ile doludur. Üzerine dünya haritası çizilmiş büyük bir balonla dans edişi ve alandaki binlere anlaşılmaz bir dilde yaptığı "balkon konuşması" çoktan sinema tarihine geçmiş ünlü sahnelerdir! Balkondaki Hinkel (Şarlo) kimi zaman çok öfkelidir, kimi zaman çok yumuşaktır. Charlie Chaplin bu sürekli değişimle Hitler'in nasıl dengesiz birisi olduğunu göstermek ister. Hele ağzından çıkanların tek kelimesi bile anlaşılmayan "Führer"e yığının coşkuyla haykırışı bu deha insanın hınzırca bir buluşudur!

Şarlo'nun ömrünün son 25 yılını geçirmiş olduğu Leman Gölü kıyısındaki Vevey'in yamaçlarındaki tarihi villası 2016'dan bu yana eşsiz bir müze. Yolu oralara düşenin görmesi zorunlu.

Ağaç Olmadan İnsan Yaşayamaz...

Toplum24, 19 Kasım 2023

Ahmet ARPAD

Bundan 13 yıl önce. Tarih 30 Eylül 2010. Stuttgart tren istasyonunu yerin altına alma çalışmaları nedeniyle kent merkezindeki 25 tarihi ağacın kesilmesini engellemek isteyen kadınlı erkekli, genç, yaşlı binlerce kişiye gaz ve tazyikli su sıkan, onları sert coplarla döven polis, altısı ağır olmak üzere dört yüz kişinin yaralanmasına neden olmuştu. Bu olay beş ay sonraki seçimlerde eyalet başbakanının başını yemiş, açılan ve uzun süren davalar sonucu kent emniyet müdürüyle beş polis değişik cezalara çarptırılmış, ağır yaralılara da yüksek tazminatlar ödenmişti!

600 bin nüfuslu Stuttgart'ın yüzde yirmisi yeşil alanla kaplı. Kent göbeğindeki parkın altı kilometrekarelik parkının yolları ve çayırları her mevsim insan dolu. Bu sıcaklarda rahat bir nefes almak isteyenler kent merkezine 10 dakika ötedeki Killesberg tepesinin çimenlerini, açık yüzme havuzunu veya az ötede başlayan ormanın serin yollarını yeğliyorlar. Kısa süre önce orada ibret verici bir şey yaşandı! Stuttgart Belediyesi'nin Bahçeler Müdürlüğü elemanları ellerinde resmi izin olmadan Killesberg'de villara yakın bir yamaçtaki yedi ağacı 'hastalıklı' deyip birkaç saat içinde kesiverdi. Çevrede oturanlar ayağa kalktı, olay gazetelere yansıdı, belediye özür diledi, sorumluları da ihtar etti. Şimdi yedi ağacın kesildiği yere ondört yeni ağaç dikildi...!

Bütün Avrupa'da olduğu gibi Stuttgart'ın yakınlardan başlayan Karaormanlar'da da yağmursuzluktan ve hava kirliliğinden ağaçlar ölüyor. Otomobil egzozlarının değiştirilmesi, yeni benzin türlerinin denenmesi, fabrika bacalarına özel filtreler takılması pek işe yaramıyor. Karaormanlar'da yapılan yürüyüşlerde ağaçların yaşam savaşını yakından görmek mümkün. Ağaçlara zarar veren kükürt dioksidi, azot oksidi, yeraltı sularındaki nitratlar ve sebze-meyvenin ekildiği topraklardaki çeşitli asitler kanser hastalığının da baş nedenlerinden biri. Amerikalı bilim yazarı Peter Brennan, 'The Ends of the World' adlı kitabında açıkladığına göre insanoğlu karbondioksit sorununu çözemezse dünyamız bu yüzyılın sonunda 4.5-5 derece ısınacak.

Ağaç olmadan insan yaşayamaz

Asya'nın en büyük ormanlarını barındıran Endonezya zengin ülkelerin çikolata, krem, çamaşır tozu gibi gereksinimlerini karşılayabilmek için gereken palm yağını kazanmak amacıyla ülkesinde her yıl 620 bin hektar ormanı yok ediyor. Dünyamızdaki tropik ormanların üçte ikisini bünyesinde barındıran Brezilya da Amazonlar bölgesinde yıllardır 'tarıma yer açıyoruz' diyerek her yıl yaklaşık 8 bin kilometrekare ormana kıyıyor! Fakat Endonezya ve Brezilya ormanları dünyamızın 'yeşil ciğeri'...

Ağaç olmadan insan yaşayamaz, çünkü ağaç insanın neden olduğu hava kirliliğinin yüzde 50'sini temizler. Bir hektar ladin ormanı yılda 32 ton, bir hektar kayın ormanı yılda 68 ton, bir hektar çam ormanı da 30-40 ton karbondioksit yüklü havayı emiyor. Sadece bir kayın ağacı saatte 1,5 kilogram oksijen üretiyor. Ağaç yaşlandıkça insanlara yararı artıyor. Örneğin 100 yaşındaki, 35 metre yüksekliğindeki bir kayın yılda 2,5 ton karbondioksit filtre edebiliyor. Bu nedenle endüstri ülkelerinin büyük kentlerinde yeşil alanlar çok önemlidir. Avrupa'nın en büyük parklarına sahip, çevresi ormanlarla kaplı Viyana'da kişi başına 25 metrekare yeşil alan düşerken, her gün 4 milyon aracın yollarını aşındırdığı dev kent İstanbul'da bu alan bir metrekarenin altında. Sağlıklı bir yaşam için ise en az on metrekare gerekiyor!

Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) güncel açıklaması tüyler ürpertici: Avrupa'nın büyük kentlerinde yaşayan insanların yüzde doksanı ciğerlerine zehirli hava çekiyor! WHO'ya göre 2016 yılında tam 7 milyon insanın (600 bini çocuk) erken ölümünün nedeni hava kirliği. Sadece Brezilya'nın tropik ormanları her yıl dünya insanlarının neden olduğu 8 milyar ton karbondiyoksidin 2 milyar tonunu 'depoluyor', bizi zehirlenip ölmekten kurtarıyor! 'European Study of Cohorts for Air Pollution Effects'in (ESCAPE) bir araştırması da ciğer kanseriyle kalp yetmezliğinin ana nedeninin hava kirliliği olduğunu kanıtlıyor. İsviçre'nin Bern Üniversitesi birkaç yıl önce uyarmıştı: „Küresel ısınma emsalsiz boyutta, son 2000 yılın en hızlı seviyesinde. Dünya Meteroloji Örgütü'nün (WMO) en son açıklamasına göre de 2022 yılında yaşanan iklim sorunları sonucu sadece Afrika'da yaklaşık 5 bin insan yaşamını yitirmiş. Bunlardan yüzde 48'inin ölüm nedeni kuraklık, yüzde 43'ünün de sel felaketleri olmuş.

Önce ağaçlar ölüyor! Sonra da insanlar mı?

12 Kasım 2023

Şampanyalar, Havyarlar, Istakozlar

Toplum24, 12 Kasım 2023

Bulgari, Tiffany, Heuer, Chopard... İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. Vitrinler kolye, küpe, yüzük, kol saati dolu. Her şey pahalı mı pahalı. Altın, platin, gümüş. Pırıl pırıl, ışıl ışıl camekânlar gözleri kamaştırıyor. Birkaç müşteri var, onlar da pek Alman'a benzemiyorlar. Kadınlar alışveriş yapıyor, adamlar sohbet ediyor.Paralı Doğu Avrupalılar olmalı. Bin beş yüz değişik parfümün satıldığı şık Beauty Department'e hiç uğrayan yok. Bir kat yukarıda Gucci, Dior, Chanel. Burada da müşteriden çok personel var. Güzel kızlar elleri önlerinde gülümseyip bekleşiyorlar. Her taraf şık, ışıl ışıl, modern, bakımlı. Satılanlar güzel ve çekici. Gereksinimi olmasa bile bir şeyler almak istiyor insan. Tabii cebinde parası varsa!

AVRUPA'NIN EN BÜYÜKLERİNDEN

Günlerden çarşamba, öğle üzeri. Avrupa'nın en büyük satış merkezlerinden Berlin KaDeWe'nin bütün katları bomboş, in cin top oynuyor. Dev mağaza 116 yaşında, 60 bin metrekare alana yayılmış. Burada 380 bin çeşit eşya satışa sunuluyor. Sabahtan akşamın geç saatlerine kadar iki bin (!) personel müşteri bekliyor. Katları birbirine altmış dört yürüyen merdivenle yirmi altı asansör bağlıyor. Korona öncesine kadar günbegün elli bin insanın ziyaret ettiği söylenen KaDeWe geçmişini mumla arıyor. Batı Avrupa'nın bu dev mağazasını dünya savaşları bile sarsamamıştı. Hitler daha 1933 yılında Yahudi aile Tietz'i satışa zorlayıp KaDeWe'ye el koymuş, başına da Aryan birini getirmişti!

On yıl sonra bir Amerikan savaş uçağının üzerine düşmesiyle harap olan mağaza 10 Temmuz 1950'de yeniden açıldığında 180 bin Berlinli coşkuyla kapılarına saldırmıştı. KaDeWe aynı hücumu 9 Kasım 1989 günü duvarın yıkılmasıyla yaşamıştı. On binlerce Doğu Berlinli önünde uzun kuyruklar oluşurmuştu.

Berlin'i ziyaret eden her turistin uğradığı söylenen KaDeWe'nin bugün sadece üst iki katı dolu. İran'ın havyarları, Fransa'nın şampanyaları, adını bilmediğiniz ülkelerin şarapları, uzakların narenciyeleri, Pasifik adalarının egzotik yiyecekleri otuz şarküterinin vitrinlerini dolduruyor. Kat kat, dizi dizi peynirler, dev jambonlar, yer mantarları, dört yüzün üzerinde ekmek ve sandviç çeşidi... Parisli Lenôtre'nin vitrinlerinde, sabahın altısında Fransa'dan uçakla gelmiş, olağanüstü görünümde ve lezzette pastalar, ağızda eriyen inanılmaz çeşitte fondanlar. Bu kat hiçbir krizden etkilenmeyen insanlarla dolu. Cepleri paralı, giyimleri şık mı şık hanımlarla beyler ayaküstü bir şeyler atıştırıyor, şampanya yudumluyor.

Istakozlar, istiridyeler, havyarlar, füme balıklar onları bekliyor. Biz ise en üst kattaki self-servis lokantayı yeğliyoruz. Aşçıların gözünüzün önünde hazırladığı değişik yemekler çekici. Adam başı en az 30 Avro'ya karnınızı doyurduğunuza değiyor. Berlin ayağınızın altında.

Az onra Unter den Linden Bulvarı'ndayız. Café Einstein'da masalar dolu. Berlin'de yaşayan edebiyatçı bir tanışla Viyana kahvesi yudumlayıp Sacher Torte yerken yayın dünyasının son yıllarda yaşadığı krizden söz ediyoruz. Parlamento az ötede. Sorduğumuz garson kız: "Başbakan Merkel görevdeyken ara sıra uğrardı, şimdiki başbakan Scholz ise adımını henüz içeri atmadı", diyor.

5 Kasım 2023

1494'te Almanya'ya yerleşen Türk

Cumhuriyet, 5 Kasım 2023

STUTTGART – Ahmet Arpad

Dar, uzun bir cadde. Arnavutkaldırımı döşeli. Eski ortaçağ evleri bir kolyenin incileri gibi dizilmiş iki yanına. İkişer üçer katlı. Tahta, balçık, tuğla, taş karışımı bir işçilik var bu rengârenk yapılarda. Hepsi elden geçmiş, bakımlı. Kırmızı kiremit kaplı damları dik. Sanki bir minyatür kentin oyuncağı andıran evleri! Otel ufacık, dar, odaları küçük, pencereleri minnacık, tavanlar alçak mı alçak. Her yan tahta kaplı, orta yerdeki yüksek yatak kocaman, yastıkları, yorganı kuştüyü. Üçüncü katın penceresinden görünen, dar, uzun cadde küçük kent Besigheim'ın merkezi. Araç trafiğine kapalı. Evlerde pek oturan yok. Bürolar, butikler, lokantalar, küçük barlar, pastaneler, çiçekçiler, kafeler, butik pansiyonlar...

Yazdan kalma bir gün. Havalar hâlâ güzel. Her yana iskemleler atılmış, masalar hazırlanmış, keyifli insanlar beyaz şemsiyelerin altına kurulmuş. Garson kızlar koşuşturuyor. Salata dolu tabaklar, güzelin güzeli pastalar, rengârenk dondurmalar, köpüklü biralar, kadehlerde buz gibi şaraplar... Günlerden cumartesi. Az ötede, evlerden büyükçe, tarihi belediye binası. Önünde dört köşe bir alancık. Ortasında suları fışkıran, ortası havuzlu bir çeşme. Çevresinde oturanlar, çene çalıp, gülenler, güneşin iliklerini ısıttığı mutlu insanlar, yaşlısı genci...

ALIŞVERİŞ SONRASI İTALYAN KAHVESİ

Pazaryeri bu şirin alan cumartesileri. Tezgâhlarını kurmuş yöre köylüleri alacakaranlıkta. Getirmişler pazara tarlaları, bahçeleri o hafta ne vermişse. Salatalar, elmalar, patates ve soğanlar yığın yığın, öbek öbek. Alanın üç bir yanı yine tarihi evlerle kaplı. Tümü de elden geçmiş, bakımlı. Pencereler, kapıları, panjurları tahta oyma, üstün bir işçilik. Üç kattan yükseği yok. Daha ortaçağda dikkat etmişler demek kentlerde düzene... Alanın bir köşesinde yan yana çiçekçi tezgâhları. Rengârenk her şey. İnsanından sebzesine, çiçeğinden tarihi yapısına. Güneş iyice yükseliyor, öğle yaklaşıyor. Otelin önünde kadınlı erkekli şık insanlar söyleşip gülüşüyor. Ellerde şampanya kadehleri, kırmızı beyaz şaraplar, köpüklü fıçı biraları. Bir şey kutluyorlar gibi. Uzun beyaz önlüklü garsonlar gümüş tepsilerde siyah havyarlı, füme balıklı, İsviçre peynirli küçük ekmek dilimleri taşıyor dışarı. Pazaryerinde alışverişi bitirenler İtalyana uğruyor, espresso, capucino içmek, leziz dondurmalardan tatmak, eve gitmeden önce tanışlarla biraz çene çalmak, günün keyfini çıkarmak için...

Alandan kiliseye uzanan yolda çalgıcılar. Trompet, kontrbas, saksofon. Çaldıkları havalar oynak. Başlarında kapkara koca şapkalar. Sakallar uzamış. Şakalaşıyorlar yanlarından geçenlerle, durup dinleyenlerle, yere açtıkları örtücüğe para atanlarla. Doğu Avrupalılar galiba. Sanki bir yerden gözüm ısırıyor. Prag'da, IV. Charles Köprüsü'nde görmüş olmayayım kısa süre önce! Kim bilir? Yol yokuşlaşıyor. Yükseliyor kiliseye doğru. Aşağıda küçük ırmak pırıl pırıl, su dolu. Üzerinde bembeyaz bir gezinti gemisi.

HANS TÜRK

Sonra sağda bir sokak. Daracık, küçük. Adı çok ilginç: "Türk Sokağı"... Ne işi var burada? 1494'te Besigheim'a bir Osmanlı Türkünün yerleştiği biliniyor. İtalya'dan gelmiş olabilir. Hıristiyanlığı kabul ediyor ve kayıtlara adı Hans Türk olarak geçiyor! Az sonra karşımızda, tepemizde, her şeye yukarıdan bakan kilise. Devasa. İnsanın üstüne üstüne geliyor. En büyük o! Ondan yücesi yok. Bastırıyor kasabayı, altında eziyor yemyeşil doğayı, yaşam dolu evleri, mutlu ve özgür yaşamı özleyen bireyleri...

mail@ahmet-arpad.de