29 Nisan 2019

'Goetheanum' uzay gemisini andırıyor

CUMHURİYET, 29 Nisan 2019

Trenden iner inmez karşıki tepede betondan, şekilsiz gri dev bir yapı hemen dikkati çekiyor. Oraya gitmek isteyenler istasyonun önünde bekleyen otobüse biniyorlar. Yolcular nedense hep birbirlerine benziyor. Giyimleri gibi yüzleri de renksiz. Gülümseyen yok. Sırtları dimdik, başları hafif kalkık öyle oturuyorlar. Yol tepeye doğru yükseldikçe yeşiller arasında ikişer katlı villalar dikkati çekiyor. Çoğu tek renkli, şekilsiz, asimetrik, evlerin köşeleri yok. Yukarıdan vadiye bakan o dev yapıyı andırıyorlar. Tepenin doruğunda insanları ezecekmiş gibi yükselen yapıya "Goetheanum" diyorlar. Yakından baktığınızda başka bir gezegenden gelmiş, az sonra havalanacak uzay gemisini andırıyor. İnsanlar Goetheanum'a çıkan dar yolda karınca dizisi örneği yürüyor. Dev yapı yanına sokuldukça daha bir tuhaflaşıyor. Pencereler, kapılar köşesiz, çekilsiz. Koridorlar ve merdivenler loş. Her şey hüzün ve iç sıkıntısı veriyor. Az önce benimle otobüsten inenler içeri giriyor, salonun büyük kapısı arkalarından kapanıyor. Ben dışarda kalıyorum. Rudolf Steiner'e inananlar şimdi antropozofik toplumun İsviçre Dornach'taki merkez binasında kendi dünyalarında.

Yeni bir insan tipi yaratılıyor

Bundan tam 100 yıl önce, Mayıs 1919'da Stuttgart'taki Waldorf Astoria sigara fabrikasının sahibi Emil Molt kentin Uhland tepesinde yeşiller içindeki bir villayı satın alır ve buraya ilk Waldorf okulunu kurar. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından yeni bir insan tipinin yaratılması gerektiğine inanan Molt için toplumda eğitim anlayışının değişmesi zorunludur. Stuttgart'ta bir okulları daha var. O da bir tepeye kurulu, diğeri gibi ağaçlar arasında büyük bir yapı. Bizim eve 5 dakika ötede!

Antropozofi ekolünün kurucusu, Hırvatistan doğumlu Avusturyalı Rudolf Steiner'in desteğini alan Molt'un amacı, Stuttgart Waldorf okulunda sadece fabrikasında çalışanların çocuklarının eğitim görmesi, onların örnek insan olarak topluma kazandırılmasıydı! Steiner hayranı "sigara fabrikatörü", antroposof düşünceler doğrultusunda oluşacak iradenin, duygu, düşünce bütünlüğünü sağladığına, çocukların bilincini geliştirdiğine ve onların benliğini özgürleştirdiğine inanmaktaydı.

Bu okullarda öğretmenler not vermiyor, dokuzuncu sınıfa kadar yıl sonunda karne yok, sınıfta kalma da. Gerekçesi: "Bu gibi şeyler öğrencileri strese sokuyor!” Ders planları ezoterizmin etkisinde, öğrencilere dikiş, sepet örme, marangozluk, bahçecilik de öğretiliyor. İlkokulu bitirip Waldorf okulunu seçen, fakat bir, iki yıl sonra bu eğitimden hoşlanmayıp devlet okuluna geçen öğrenci zorluk çekiyor, yeni okulunda çoğu kez başarılı olamıyor.
Gençlerin totaliter eğitimi

Günümüz Almanyasında çoğunlukla zengin çocuklarının devam ettiği yaklaşık 250 Waldorf okulu var! Ancak son yıllarda Steiner öğretisi ve Waldorf okulları karşıtı televizyon ve kitap yayınları dikkati çekmeye başladı. 1930'lu yıllarda Naziler Waldorf ideolojisiyle nasyonal sosyalist ülkünün birbirlerine çok yakın olduğuna, antroposofiyle ırkçı dünya görüşü arasında arasında benzerlikler bulunduğuna inanmıştı. İşte bu süreçte Rudolf Heß'in sağ kolu kabul edilen Ernst Schulte-Strathaus aracılığı ile Eğitim Bakanlığı'nın Almanya'daki Waldorf hareketine değişik ayrıcalıklar tanımasını başarmışlardı. Nasyonal sosyalist rejimin üstdüzey yönetici kadrosu, aryen genç insanların totaliter eğitimine ağırlık verildiği dönemde ülkülerinin Waldorf hareketinin hedefleriyle örtüştüğünü de farketmişlerdi.

Kendilerini antroposofi akımına adamış insanlar toplumda büyük bir dayanışma içindedir. "Rudolf Steiner'in Gölgesi" adlı kitabın yazarı İrene Wagner: "Bu akımın insanları toplumda çok başarılı iş adamlarıdır, politikada, ekonomide, tarım sanayinde, sağlık hizmetlerinde ve eğitimde çok etkili oluyorlar", diyor. "Arkalarında büyük kapital var, onlar da Steiner gibi antroposofiyi bir hareket olarak görüyor..." Araştırmacı yazar Michael Grandt "Kara Kitap" adlı eserinde Steiner'i bir okkültist olarak tanımlıyor... Amerikan tarih bilimcisi yazar Peter Staudenmaier de 'Alman Ruhu Dönüm Noktasında' adlı kitabında açıklıyor: "Hitler'in danışma heyetindeki Bartsch'la Dreidax dönemin en önemli iki antrofosofuydu, onların aracılığıyla ekolün dünya görüşünü nasyonal sosyalist Almanya'nın hizmetine sunmuşlardı." Araştırmacı gazeteci Andreas Lichte'ye göre de Waldof hareketi o günlerde şu ilkeden yola çıkmıştı: "Steiner ülküsüne bağlı okullar Alman toplumuna uygun insanlar yetiştirecekir... Antroposof Doktorlar Birliği de 1930'lu yıllarda ülkede yeni bir 'Alman hekimliği' yaratmak isteyen nasyonal sosyalist Çalışma Grubu'nun ana dayanağını oluşturuyordu."

Akşamüstü tren istasyonunda otobüsden indiğinizde kendinizi yine alıştığınız dünyada hissediyorsunuz. Tepede duran "Goetheanum" bambaşka bir gezegenden gelmiş, yolcularını almış, kalkmaya hazırlanan bir uzay gemisini andırıyor! 


mail@ahmet-arpad.de

14 Nisan 2019

Kendini herkesten üstün görürdü!

Cumhuriyet, 14 Nisan 2019


Yolum yine Münih'e düştü. Bir ay aradan sonra bu güzel kente tekrar gelişimin nedeni hem ziyaret, hem ticaret! Önce dostlarla bir Bavyera lokantasında öğle yemeği, ardından bir fotoğraf sergisi ön görüşmeleri. Tren istasyonunun ana kapısından büyük alana çıkıp 19 numaralı tramvayla merkeze inmek niyetim. Fakat alan bir inşaat alanı! Duraklar yıkılmış, tramvaylar yan caddeden kalkıyor. Bir tabelada istasyon ana kapısının 6 Mayıs'tan sonra tamamen kapatılacağı yazıyor. Giriş, çıkış yan kapılardan olacakmış. Az ötedeki koskocaman bir tabelada Münih'in beş yıl sonra yepyeni bir tren istasyonuna sahip olacağı yazıyor. Dev fotoğraf geleceğin dev istasyonunu gösteriyor! Benzeri Almanya'da yok. Resmi verilere göre, şimdi her gün yaklaşık 400 bin insan Münih tren istasyonunu kullanıyor. Geleceğin istasyonu günde yarım milyon yolcuya hizmet verecekmiş.

Mimar Bonatz karşı çıktı
Aynı yere bundan 75 yıl önce de yeni bir tren istasyonu yapmak istemişlerdi. Hitler emir vermişti, dev bir yapı olmalıydı! Emri alan Stuttgartlı mimar Paul Bonatz'dı. On iki yıllık yönetimi sırasında hep daha büyüğün peşinden koşan "Führer"in düşlerinden biri de, yüz binleri ve kendinden sonrakileri etkileyecek dev mimarlık eserleri yaratmaktı! Paul Bonatz 1920'lerde Stuttgart'a güzel bir tren istasyonu armağan etmişti. Yürekli bir mimardı, Hitler'in kafasından geçen aşırı büyüklükte istasyon binasına karşı çıkmasını bilmiş, ancak bu nedenle de 1943 yılında ülkesini terke zorlanmıştı. Bonatz savaş ve savaş sonrası yıllarını Ankara ve İstanbul'da geçirir. Ankara'daki Şevki Balmumcu'nun Sergievi binasını 1947-48 yıllarında opera binasına dönüştürür. Anıtkabir jürisinin başkanlığını yapar, ülkemizde birçok öğrenci yetişirir ve 1954'te yine Stuttgart'a döner.

Adolf Hitler dev yapılara meraklıydı. Çoğu savaşta ve savaş sonrasında yıkılsa da günümüzde Münih'te, Berlin'de, Nürnberg'de, Regensburg'ta onun düşsel yapılarına hâlâ tanık oluyoruz. Hitler kendini herkesten üstün gören, sürekli haklı olduğuna inanan, hep ön plana çıkmak isteyen, burnu hep "Kaf dağında" bir megalomandı. Savaş sonrasında onun kişiliği üzerine kafa yoran sayısız psikiyatr Hitler'in iki ruhlu bir insan olduğu üzerinde birleşmiştir. Günümüzde hâlâ Münih'in merkezini "süsleyen" Hitler projesi dev yapıları görmek isteyenler üç dilde düzenlenen yarım günlük turlara katılıyor.

Hitler'in ülkeyi Münih'ten yönettiği yıllarda kaldığı görkemli yapı bugün Müzik ve Tiyatro Yüksekokulu'nu barındırıyor. Az ötesindeki NSDAP idare binasını şimdi Sanat Tarihi Enstitüsü kullanıyor. Odeon Alanı'ndaki Nazilerin çoğunlukla askeri törenlerde kullandığı sütunlar, dev heykeller, aslan figürleriyle süslü Feldherren yapısının önünde turist grupları fotoğraf çektiriyor. Kentin Prinzregenten Caddesi'nde 1930'ların Devlet Ekonomi Bakanlığı binasında bugün de Bavyera Ekonomi Bakanlığı var. Prinzregenten Alanı'ndaki emniyet müdürlüğü bir zamanlar Hitler'in apartmanıymış. Caddenin dev İngiliz Parkı'na açılan yanında Hitler'in emriyle inşa edilmiş olan neoklasik yapı o gün olduğu gibi günümüzde de ünlü bir Sanat Müzesi.

Stuttgart trenine daha iki saat var, hava serin, fakat güneşli, gökyüzü mavi-beyaz. Kent merkezinde şöyle bir dolaşmalı. Viktualien pazar alanında oturmuş, biralarını yudumlayan, kısa deri pantalonlu, şık loden şapkalarına keçi sakalı takılı Münihlileri, merakla dolaşan, sürekli fotoğraf çeken Asyalı turistleri seyretmeli, dönüş yoluna çıkmadan da adaşımın küçük dükkânına uğrayıp tezgâhlarını dolduran iki yüze yakın peynir arasından birkaçını seçmeli, onunla biraz sohbet etmeli...

mail@ahmet-arpad.de

12 Nisan 2019

Alman basını ve Türkiye!

Halkweb Avrupa, 12 Nisan 2019
AHMET ARPAD – STUTTGART 

Evleri, camileri, işyerleri yanarken, insanlarımız öldürülürken Kohl ve Merkel hükümetlerinin yanı sıra özgür Alman basını da "uyum sorunu" ve "yabancı düşmanlığı"nın üzerine hep sözümona gitti. Berlin hükümeti ve ülke basını, Türkiye'de aydınlar, gazeteciler Ergenekon davalarında sürünürken, yıllarca tutuklu kalırken de nedense seslerini çıkarmamıştı!

"Türkiye'nin en son eleştirel gazetelerinden biri olan Cumhuriyet de artık susturuldu." Alman İkinci Kanalı ZDF 13 Mart 2019 akşamı "Türkiye ne kadar özgür?" diye bir film yayınladı. Filmi hazırlayan televizyon gazetecisi Jörg Brase, bir yıllık ZDF İstanbul Stüdyosu yöneticiliği görevinin ardından çalışma izni uzatılmadığı için geçen martta ülkemizi terk etti. Ancak nasıl oldu bilinmez aradan daha birkaç gün geçmeden yeni çalışma iznini verdiler ve Brase İstanbul'a döndü. Gelir gelmez de 13 Mart akşamı, ZDF'in "Auslandsjournal" programı yukarıda adı geçen filmi yayınladı. Programa katılan Aydın Engin'in bilinen eleştirilerinin ardından Jörg Brase "Cumhuriyet gazetesi artık susturuldu" açıklamasını yaptı. İlginçtir, Cumhuriyet'te geçen eylülde yönetim değiştiğinde de, başta Almanya'da olmak üzere batıda birçok gazete söz birliği etmiş gibi şu haberi sayfalarına taşımıştı: "Türkiye'deki tek muhalif gazete Cumhuriyet, Erdoğan destekli karanlık, ekstrem nasyonalist ve ultra Kemalist bir darbe sonucu tasfiye edildi."

Bu kadar çelişki dolu bir haberin altına gazeteciliğe yeni başlayan biri bile imza atmaz! 15 Eylül 2018 tarihli Sabah gazetesi de şunlar yazmıştı: "Cumhuriyet gazetesinde geçtiğimiz hafta kapsamlı bir değişim gerçekleşti. Sol liberaller ile Kemalistler arasında bir süredir devam eden mücadeleyi Kemalist kanat kazandı." Eylül 2018'de başlayan çamur atma Mart 2019'da devam ediyor.

KEMALİZM'E DÜŞMANLIK
"Günümüzde yapılması gereken Kemalist Cumhuriyetin hem din düşmanı, hem de Kürt düşmanı olduğu temasını gündeme getirip işlemektir." Bu düşünce, Kurt Ziemke'nin 1930 tarihli "Die Neue Türkei" kitabında yer alıyor… Aradan 70 yıl geçtikten sonra o günkü Alman Şarkiyat Enstitüsü Müdürü Udo Steinbach'ın "Türkiye'de bir ‘ulus' yoktur. Türkiye, birbirleriyle boğazlaşan etnik ve dinsel kesimlerden oluşmaktadır. Bunun suçlusu da sadece küçük bir kesimin söz sahibi olmak istemesinde yatar" sözleri insanı, "Acaba Kurt Ziemke'nin kafa yapısı yetmiş yıl sonra yeniden canlandırılmak mı isteniyor?" diye düşündürmeden edemiyor.

Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 1998'de kuruluşunun 75'inci yılını kutlamaya hazırlanırken de, Süddeutsche Zeitung'a İstanbul'dan yazan Wolfgang Koyld "Lenin'in ve Tito'nun devletinden sonra, Türkiye Cumhuriyeti de artık ömrünün sonuna geldi" kehanetinde bulunmuştu! 2000'li yılların başındaki bu yeni gelişmeler üzerine, dinci ve Kürtçü hareketlere destek, Kemalizm'e düşmanlık acaba Almanya'nın Türkiye'ye dönük örtülü politikasının özü mü, diye düşünmeye başlamıştık. Başbakan Ecevit o yıllarda çıktığı bir televizyon proramında: "Yabancılar Erbakan'a pek dokunmuyorlar, çoğunlukla beni eleştiriyorlar" diye konuşmuştu.

"EN İYİ UYUM ASİMİLASYONDUR"
Yaklaşık 20 yıl öncesine kadar Türkiye'yle ilgili haberleri Atina'da yaşayan gazete ve televizyon muhabirleri geçerdi! Güneydoğuya ayak basmaktan ürken veya o kadar yolu gözü almayan Atina muhabirleri, sürekli 2 bin kilometre ötedeki Diyarbakır'dan, Hakkari'den haber yollar, eleştirel köşe yazıları kaleme alırdı. Bu muhabirler Ankara ve İstanbul'a da uğramazdı. Aynı günlerde küreselleşmenin beraberinde getirdiği neoliberalizmin peşine takılan Avrupa'nın lokomotifi Almanya'da ilk yabancı düşmanlığı olayları yaşanıyor, uyum sorunlarından söz ediliyordu. 1990'lu yıllarda Alman kökenli Ruslar, Rus Yahudileri, ülkeleri parçalanan Yugoslavlar, haritadan silinen Alman Demokratik Cumhuriyeti vatandaşları, evet yaklaşık 5 milyon insan, kısa sürede Almanya'ya yerleşti! İşte o yıllar ülkede uyum sorunlarının yaşandığı, yabancı düşmanlığının hızla arttığı süreçtir.

2001'de Avrupa Komisyonu, "Almanya‘daki yabancı düşmanlığı, ırkçılık, antisemitist düşünce ve hoşgörmezlik önemli bir sorun olarak kabul edilmelidir" sözleriyle Berlin'in dikkatini çekti. Ancak o günlerdeki sosyal demokrat İçişleri Bakanı Otto Schily'nin "En iyi uyum asimilasyondur" açıklaması bütün ümitleri suya düşürdü.

Bu değişimin altında en çok ezilen –hâlâ da ezilen– 1961'den bu yana Almanya'da yaşayıp çalışan Türkler oldu. Yabancı düşmanlığı bir ahtapotun kolları gibi hızla ülkenin her köşesini sardı. Yabancıları sevmeyenlerin orduya, polise, anayasayı koruma örgütüne, siyasi partilere kadar sızdığı belgelendi. Ancak insanımızın son 20 yılda yaşadığı zorluklarla ne Ankara hükümeti, ne de basınımız ilgilendi. Evleri, camileri, işyerleri yanarken, insanlarımız öldürülürken Kohl ve Merkel hükümetlerinin yanı sıra özgür Alman basını da "uyum sorunu" ve "yabancı düşmanlığı"nın üzerine hep sözümona gitti. Berlin hükümeti ve ülke basını, Türkiye'de aydınlar, gazeteciler Ergenekon davalarında sürünürken, yıllarca tutuklu kalırken de nedense seslerini çıkarmamıştı!

Cumhuriyet Gazetesi'nin Atatürk'ün laik, çağdalaşma devrimlerinin savuncusu olarak yoluna devam etmesi acaba niçin birilerini telaşa düşürdü? AB Sözcüsü Kati Piri, Cumhuriyet yöneticilerini "Aşırı milliyetçi-faşistler" olarak niteledi! Kemalizm'den ve Atatürk'ün batıya dönük devrimlerinden niçin hâlâ korkuyorlar?

7 Nisan 2019

Karmakarışık bir dükkân

Cumhuriyet, 7 Nisan 2019
AHMET ARPAD / Almanya

Okul defterleri, kalaylı kurşundan sürahiler, TV dergileri, oyuncak bebekler, pirinç şişler, üzerlerinde "Susayan Erkeklere" yazan bira kadehi altlıkları, karışık meyve şarabı, hepsi bir arada. Az ötede sandıklarda bir sürü dergi, çizgi romanlar, elişini seven kadınlara rengârenk kumaş parçaları, iğne-iplikler, şekerlemeler, bonbonlar... Karşı rafta değişik İtalyan likörleri, hemen yanında deste deste tahta mandal, renkli bantlar, kumaştan ve kâğıttan, balonlar, karnaval maskeleri, piknik tabakları. Her şey yan yana, iç içe, alt alta, üst üste. Tam bir karmaşa, insan bir şey ararken yoruluyor. Buraya bir düzen vernek olanak dışı.

16 bin çeşit...
Dükkân sahibi Dieter Lanz. 62 yaşında. "Yanılmıyorsam burada yaklaşık 16 bin çeşit var!" diyor ve nazikçe gülümsüyor. Stuttgart'ın canlı bir mahallesi olan Feuerbach'ın ana caddesindeki dükkânı birkaç yıl önce keşfetmiştim. Geçenlerde dosya kağıdı almaya, Herr Lanz'la biraz çene çalmaya uğradım. Günlerden cumartesi, içerisi oldukça kalabalık. Raflar, dolaplar, çekmeceler, sandıklar, sepetler arasında yürümek mümkün değil. Herkes bir şeyler arıyor. Dışarda, kaldırımda da sayısız ıvır zıvır duruyor, dükkânın girişi dar. Aradığını bulamayan veya buraya ilk kez gelen Herr Lanz'a ne istediğini söylüyor. Bu karmaşanın içinde neyin nerede olduğunu tek bilen o. Hemen kasadan ayrılıp istenen şeyi eliyle koymuş gibi anında alıp getiriyor! Hep güleç yüzlü.

1983'te açmış bu dükkânı; ilk yıllarda yaşlı babası da ona destek olmuş. "Tanıtım yapmaya hiç gerek olmadı", diye anlatıyor. Bu arada benim gibi sık sık uğrayan, başka semtlerden, hatta resmi dairelerden gelen müşterileri var. Tabii yakındaki iki okulun öğrencileri de "devamlılar" arasında! "Bu arada 1980'li, 1990'lı yıllarda gelen öğrencilerin çocuklarının da ayakları buraya alıştı," diye devam ediyor Lanz.

Özgürlük...
Dükkânın konumu o kadar iyi ki! Az ötedeki küçük Kelter Meydanı'nda cumartesi günleri pazar kuruluyor. Oradan da gelen müşterileri var. "Pazara inmişken bana da uğruyorlar," diyor. "Kimi eski tanış alışverişten sonra sadece çene çalmaya geliyor..." Söylediğine göre dükkâna gelenlerin dörte üçü devamlı müşteri. İçlerinde 30 yıldır gelenler var. Benim tanıdığım Herr Lanz eminim yaşamında hiç kızmamış, içi rahat biri. Böyle olmasa 16 bin çeşit malın ortasında hiç telaşlanmadan, bu kadar rahat bir yaşamı nasıl sürdürür, sabahın saat altı buçuğundan akşamın yirmi ikisine kadar "dünyasında" gerilimsiz nasıl yaşardı!

Son 25 yılda ne bir gün hasta olmuş, ne de bir gün tatile çıkmış! "Gelecek yıl sonunda kendimi emekliye ayıracağım!" diyor. "Bütün yıllarımı bir şirkette geçirseydim belki yaşamım da, kazancım da düzenli olurdu, fakat özgürlüğümü yitirirdim!" Susuyor. Dudaklarında yine bir gülümseme. Nazik ve çekingen. Herr Lanz'a veda edip pazara doğru yürüyorum. Buraya gelmişken biraz meyve almalı. Dün canım ayva tatlısı çekmişti..!

mail@ahmet-arpad.de