Öykülem Edebiyat Dergisi, Şubat 2017
Robert van Gelder’in Stefan Zweig’la Amerika’da yaşadığı aylarda yapmış olduğu bu röportaj New York Times’ın 28 Temmuz 1940 tarihli sayısında yayınlanmıştı. Ünlü yazar yaşamının son durağı olan Brezilya’ya yerleşmeden kısa süre önce o günlerde Avrupa’daki sanatçıların içinde bulunduğu zor koşullardan ve edebiyatı yakın gelecekte bekleyen olumsuz gelişmeler üzerine görüşlerinden söz ediyor.
"Sanatçının dünyasına saldırdılar, onu yaraladılar." Stefan Zweig sol elini yumruk yapıp göğsüne birkaç kez vuruyor. "Konularımız artık bize uzak kaldı. Değişiyor onlar. Bir erkekle bir kadın tanışıyor. Birbirlerini seviyorlar. Aralarında aşk yaşıyorlar... Böyle şeylerle artık ilgilenen yok. Belki yine bir gün gelecek, bu gibi konulardan söz edebileceğiz. Fakat şimdi mümkün değil, anlamı yok... Son aylarda yaşananlar yakın gelecekte Avrupa edebiyatına onulmaz zararlar verecek. Her türlü yaratıcı çalışmanın en önemli temeli iç huzurudur. Ancak günümüz Avrupası’nda hiçbir sanatçı huzur içinde çalışamıyor. İnsanlığın bir deprem yaşadığı günümüzde edebiyatçılar nasıl iç huzurunu bulsun? Avrupa’da birçok edebiyatçı kendine göre ‘savaş görevi’ yapıyor. Vatanlarını terk etmek zorunda bırakılanlardan bazıları başka ülkelere sığındı, bazıları ise huzursuz, ülkeden ülkeye gidiyor. Evlerinde, masalarından kalkmadan çalışmalarını sürdürmek şansında olanlar da var. Ancak günümüzün kargaşa dolu yaşamından onlar da kendilerini kurtaramıyor. Dünyamız alevler içindeyken biz edebiyatçıların her şeyle bağlantımızı kesip kendimizi geri çekmesi artık mümkün değil. İrwin Edman’ın da söylediği gibi fildişinden güzel kulemiz bombalardan zarar görmeye başladı. Elimizde değil, hep yeni haberler bekliyoruz. Gazete sayfalarını karıştırıyoruz, her saat başı radyomuzu açıyoruz. Yakın akrabalarımızı ve dostlarımızı merak ediyoruz. Biri kaçış yolunda, öteki işgal edilmiş bir ülkede evsiz barksız, bir başkası enterne kampında, özgürlüğünü bekliyor. Sığınacak dost bir ülke arayanlar konsoloslukların kapılarını aşındırıyor, yalvarıp yakarıyor. Kendini sığınacak bir limana atmış olana yalvarı dolu mektup ve telgraflar yağıyor. Bugünlerde bizler yüzlerce başka yaşam da yaşıyoruz."
Stefan Zweig, yabancı topraklarda özgür yaşamı engelleyen değişik nedenlerden, çalışmayı sürdürebilmek için gereken bilgilere ulaşamamaktan da söz ediyor:
"Tam yirmi yıldır üzerinde çalıştığım bir yapıtı artık bitirmeyi düşündüğüm aşamada bu amacımdam vazgeçmek zorunda kaldım. Büyük usta Balzac’la ilgili bu yapıtı sona erdirememin nedeni, Chantilly Kütüphanesi’nin kapılarını kapatmış olmasıdır. Bana gereken Balzac arşivi onlarda, fakat savaş boyunca bilinmeyen bir yere götürüp saklamışlar. Başka bir sorunum da, sansür nedeniyle kütüphanemdeki yüzlerce, binlerce notumu beraberimde götürmeme izin verilmedikleridir. Benim bu yaşadıklarımı günümüzde sayısız ülkede binlerce sanatçı ve bilim adamı da yaşıyor, daha yıllarca da yaşayacak. Böyle anlarda yitirilen iç huzuru, kusursuz bir çalışmayı, başarılı bir yapıtın ortaya çıkmasını engelliyor. Bütün bunlardan yaşam ve düşün dünyamız onlarca yıl olumsuz etkilenmeyecek mi? "Yürek Çöküntüsü" romanımı bitirdikten sonra yeni bir romana başlamak için hazırlıklar yapmıştım. Ancak savaşın başlamasıyla böyle yapıtları kaleme almayı şimdi çok anlamsız buluyorum. Şu günlerde bende roman kahramanlarının kişisel psikolojik sorunlarıyla ve yazgılarıyla ilgilenmek cesareti yok. Günümüz sorunlarının dışına çıkan her türlü konu kanımca yersiz."
Stefan Zweig, tanıdığı bir çok edebiyatçının aynı sorunları yaşadığını, Paul Valery, Roger Martin du Gard, Georges Duhamel ve Jules Romains gibi tanışlarının kendilerini günlük olağan çalışmalarına vermekte zorluk çektiklerini söylüyor.
"İçinde bulunduğumuz şu zor yıllarda edebiyat çalışmalarına her zamanki gibi devam ettiğini söyleyecek yazara ben şüpheyle bakarım. Yaşadığı kent kuşatılmış olmasına karşın rahatça çalışmalarını sürdüren matematikçi Arşimet gibileri bugün yok. Edebiyatçı ve sanatçılar yaşadığımız çağda kendilerini çevrelerinde olup bitenlerden soyutlayamaz, onlar hemcinslerinin yazgıları ve acılarıyla ilgilenmek zorundadır."
Stefan Zweig ayağa kalıyor. Odanın içinde bir aşağı bir yukarı yürüyor, heyecanlı konuşmasını sürdürüyor. Zweig’a göre bu savaştan sayısız deneyimlerle çıkacak düşün adamları ve sanatçılar ilerde onları yapıtlarında kullanmak zorundaydılar.
"Günümüzde bir gemiyle seyahat ederken, bir seyahat acentasının veya konsolosluğun kapısında kuyrukta beklerken maceracıların, yollarını şaşırmışların anlattığı yaşam öyküleri, en az Odysseia destanında anlatılanlar kadar ilginçtir. Günümüzde hayır kurumlarının, Society of Friends veya Londra’daki İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın dolaplarında duran, mültecilerin belgelenmiş öyküleri günün birinde tek kelimesini bile değiştirilmeden kitaplaştırıldığında kanımca Jack London veya Maupassant’ın yapıtlarından kat kat daha heyecan verici yüzlerce ciltlik dev bir yapıt ortaya çıkacaktır. Son bir yılda insanların yaşadığı krizler dört yıllık 1. Dünya Savaşı’nda yaşanmamıştı. İnsanlar hiç böylesine bir baskı altına girmemiş, yaşamları hiç bu kadar korku dolu olmamıştı. Sanat günümüzde çözülme aşamasında."
Stefan Zweig önümüzdeki yıllarda Avrupa’da kurgusal ve yaratıcı bir edebiyattan çok belgesel bir edebiyat oluşacağına inandığını söylüyor.
"Bizler şimdiye kadar gerçekleşmemiş bir özgürlük savaşı vermek zorundayız. Çok yakın gelecekte dünyanın hiç yaşamamış olduğu toplumsal değişimlere tanık olacağız. İşte bu nedenle içinde bulunduğumuz dünyada yaşanan her şeyi belgeleme görevi öncelikle biz yazarlarda olmalı. Deneyimlerimize dayanarak kendi yaşamımızı ele almamız bile – ben bunu bir biyografiyle gerçekleştirmeyi tasarlıyorum – şu günlerde roman yazmaktan daha etkili olur. İçinde yaşadığımız süreçte en büyük dahinin de olup bitenleri çok başarıyla anlatacak bir yapıt yaratabileceğine inanmıyorum. Günümüzün en başarılı edebiyatçısı, ustamız kabul ettiğimiz tarihin yanında öğrenci ve uşak olmak zorunda."
Bu günlerde üzerinde çalışabildiği tek yapıtın öz yaşam öyküsü olduğunu belirten Stefan Zweig ona "Üç Yaşam" adını vermeyi düşündüğünü söylüyor ve bunu da şöyle açıklıyor: "Büyükbabamın bir yaşamı oldu, babamın bir yaşamı oldu. Ben de şimdiye dek en az üç yaşam yaşadım. İki büyük savaşa tanıklık ettim, bir devrimi geride bıraktım, devaülasyon yıllarını yaşadım, sığınmacı oldum ve açlık nedir gördüm. Fransız devrimi ve Napolyon savaşlarını, reformasyon sürecini... Bunların hiçbirini günümüzle kıyaslayamayız. Biz yaştaki nesil insanlık tarihinde hiçbir dönemde böylesine ardı ardına ve büyük değişiklikler yaşamamıştır."
Konuyu değiştirip 1920’li, 1930’lu yıllarda dünyada en çok okunan yazar olduğuna değiniyorum. Stefan Zweig, yapıtlarının bugüne dek hemen hemen bütün dillere çevrildiğini, onların ‘evrensel’ olduğunu söylüyor: "Hitler gelince bütün kitaplarımın Almanya’da yayınlanmasını yasaklamıştı. Onlar şimdi İtalya’da da yasak. Bakarsınız haftaya Fransa da yasak getirir! Fince ve Lehçe çevirileri azaldı. Her geçen hafta bir ülkeyi yitiriyorum."
Zweig bunu günümüzde o kadar önemli bulmuyor. Ona göre önemli olan yazdıklarının az da olsa bazı ülkelerde yayınlanmaya devam etmesi. Zweig, Amerika’da insanların özgürlüğün ölümüne hep karşı çıkacağı inancında.
"Özgürlüğün günün birinde ülkenizde de yok olacağını ben aklımın köşesinden bile geçiremiyorum! Çok eminim o, günü geldiğinde Fransa’da da yeniden canlanacak. Amerika’daysa özgürlük hiç yitirilmeyecek, yok olmayacak."
Stefan Zweig şu günlerde ‘ziyaretçi vize’siyle Amerika’da kalıyor. Yakında konferanslar vermek için birkaç haftalığına Güney Amerika’ya gitmeyi amaçlıyor. Sonra da doğru İngiltere’ye dönecek. Orada olup bitenleri kaçırmak istemiyor. Başlamış olduğu öz yaşam öyküsü için de: "Her zamanki gibi amaçladığımın dört katını yazıyorum" demeden edemiyor. "Belki yazarlık yaşamımda ilk kez kendim için yazıyorum. Aklıma gelen her şeyi kağıda döküyorum. Ben, bütün gün yorulmadan çalışan ve yazdıklarıyla hep mutlu olan bir yazarımdır. Bu nedenle her yapıtım bittiğinde çok uzundur. Başkalarının yazdıklarını okurken, eğer konu dağılmaya başlarsa – bu kendi yazdıklarım için de geçerlidir – çok huzursuz olurum. İşte bunun için de baskıdan önce okuyup elden geçirdiğim müsveddelerde çok bölümü mutlaka kırparım. Gereksiz gördüğüm bütün kelimeleri çıkarır, cümleleri elimden geldiğince kısaltırım."
Çeviri: Ahmet Arpad