17 Mayıs 2015

Nepal hep anılarımda

CUMHURIYET, 17.05.2015
STUTTGART
AHMET ARPAD

"Eğer Lukla havaalanı bugün de açılmazsa daha fazla beklemeyin" diye konuştu siyah deri ceketli adam. Nepal'in başkenti Kathmandu'nun havaalanında Hintli pilot Tseng ile pistin kenarında bir aşağı, bir yukarı dolaşıyorduk. Niyetimiz Everest dağı yakınlarında, 3200 metre yükseklikteki Lukla'ya uçmaktı. Dağlar arasına sıkışmış Lukla'dan da yedi günlük bir yürüyüşle Everest ana kampına varacaktık. Namche Bazaar, Thame, Kumjung, Tengpoche, Pangpoche ve Pheriche üzeri yapılan bu trek üç bin ile dört bin metrenin üzerindeki küçük yerleşimler ve büyük manastırlar arasından geçiyordu... Bu okuduklarınız anılarda kaldı. Çok gerilerde. Yine de bugünkü gibi hep canlı.

"Ağabeyimi depremde yitirdim"
Nepal'deki deprem felaketini duyar duymaz telefona sarıldım. Fakat Pokhara'ya ulaşmak olanakdışıydı. Defalarca aradım Chyangba Lama'yı. Cebinden, evinden. Tüm akşam. Hatlar çalışmıyordu. Ertesi gün, iki gün sonra. Aralıksız. Yolladığım e-postalara yanıt gelmedi. Tanışların tanışlarını aradım Pokhara'da, Kathmandu'da. Almanya'dan, İsviçre'den birilerine ulaştım. "Bana rehber Chyangba Lama'yı bulun" diye ricalar ettim. Bir hafta sonra, deprem felaketine o da kurban gitmiş olacak, dedim kendi kendime ve aramaya hüzünle son verdim. Ve tam on gün sonra aniden telefon çaldı. Hattın öteki ucundaydı bir zamanlar rehberliğimizi yapmış olan Chyangba Lama! Sesi kısıktı, zor anlaşılıyordu. "Merak etme, biz yaşıyoruz" dedi ve hat kesildi. Çocukluğunda anne babasıyla Tibet'ten Nepal'e sığınmıştı. Çin'in baskısından kaçmışlardı. Yüce dağlarda trek yapanların yüklerini taşıyordu. Doğru dürüst bir iş bulamamıştı. Okuması yazması yoktu. Tek odalı evinde karısı ve üç çocuğu eline bakıyordu. Chyangba Lama'yı uzun yıllar önce bir Annapurna yürüyüşünde tanımıştım.

Cana yakın, alçak gönüllü
Ben anılarımda Nepal'de gezinirken e-posta geldi. Yazdıkları üzücüydü. Yakın akrabaları Rasuwa'da yaşıyordu. Kathmandu'nun kuzeyinde, Himalaylar'ın eteklerinde. Oradaki babaevi yerle bir olmuştu. Fakat en kötüsü, bir kaç gün önce Langtang'a gitmiş olan ağabeyi ile eniştesi depremde yaşamlarını yitirmişti. Ailenin en yaşlısı, 88 yaşındaki anneleri bahçede olduğu için şimdi yaşamdaydı. Chyangba Lama hem hüzünleniyordu, hem de seviniyordu.

Cana yakın, güler yüzlü, alçak gönüllü bu insan yıllarca önce Annapurna ana kampına yaptığımız uzun yürüyüşte bize eşlik etmişti. Lukla havalanı üç gün boyunca açılmayınca planlarımızı değiştirip batıya, Nepal'in ikinci büyük kenti, Fewa gölü kıyısındaki Pokhara'ya uçmuştuk. Otuz beş dakikalık uçuş süresince gözlerimizi, bir kolyenin bembeyaz incileri örneği yanyana sıralanmış Himalaya doruklarından, 3 bin metre aşağıdaki pirinç ekili yemyeşil basamaklardan ayıramamıştık. İki gün sonra da Chyangba Lama'nın peşinde Pokhara'dan yola çıkmış, yüksek dağ köylerine tırmanmış, karlı yamaçlardan düşen çağlayanların altından geçmiş, kocaman ağaçlarda daldan dala atlayan maymunlara el sallamış, köpüre köpüre akan ırmakların buz gibi sularını okşamıştık. Sonra dorukları gökyüzünün mavisi delen, dünyanın en yüce dağlarıyla gözgöze gelmiştik. Annapurna South (7200 m), Hinnchuli (6400 m), kutsal Machhapuchare (7000 m) karşımıza dikilmişti. Lodge denen tahta dağevlerinde uyku tulumlarında düşlere dalmıştık.

İki haftanın sonunda küçük uçağımız Pokhara'dan havalanırken Chyangba Lama bize uzun uzun el sallamıştı. Kathmandu'daki son haftayı dinlenerek, gezinerek geçirmiştik. Evlerinin tahta işçiliği bir elsanatı harikası Baktapur'a, Hindular için kutsal, kubbesi altın tapınağı ve nehir kıyısındaki ölü yakma yerleri ile ünlü Pashupatina'ya, Tibetli rahiplerin yaşadığı ve korunan Rhesus maymunlarının ziyaretçilerin peşini bırakmadığı Swayambhunath budist tapığının 365 basamağını tırmanmış, Patan'ın loş sokaklarında başıboş gezinmiştik... Doğası eşsiz bu küçük ülkenin insanları da eşsiz. Güleryüzlü, nazik ve alçakgönüllü. Onlar şimdi çok acı çekiyor. Chyangba Lama ve ailesiyle ilişkimiz hiç kopmadı. Elimizden geldiğince destekledik onları. Üç çocuğu da eğitimli, okuma yazma bilmeyen bu insan gurur duyuyor onlarla...

www.ahmet-arpad.de

3 Mayıs 2015

'Yeter ki o adamların eline düşmeyelim'

CUMHURİYET, 03.05.2015
MÜNİH
AHMET ARPAD

 Viyanalı Yahudiler Klein ve Feix'ın 1873'de açmış olduğu lüks otel Metropol'ü, Avusturya'ya 1938'de el koyan Naziler Alman ordularının işgalindeki toprakların en büyük Gestapo merkezine dönüştürmüştü. Savaşın son günlerine kadar Hitler'in adamları düşünceleri işlerine gelmeyen binlerce aydını burada sorgulamış, işkenceden geçirmişti. Mart 1945'de bombalanan Hotel Metropol günümüzde artık sadece anılarda yaşıyor. Şu sıralar da Münih Edebiyat Evi'ndeki Stefan Zweig sergisinde... Salzburg Stefan Zweig Centre müdürü Dr. Klemens Renoldner'in küratörlüğünü yaptığı serginin ana konusu, bu insancıl yazarın son yılları. Savaş boyunca salon ve odalarında faşist terörün estiği lüks otelin büyük bir maketi serginin odak noktası.

Askılarda Gestapo paltoları
Askılarda Gestapo polislerinin, etekleri yerlere kadar uzanan, kahverengi ve kara deri paltoları asılı. Vitrinlerde Zweig'ın çok değerli koleksiyonundan otografiler. Hesse, Hauptmann, Kafka, Mann imzalı... Duvar kenarlarında sandık ve kartonlarda eski fotoğraflar, kartpostallar, vitrinlerde Zweg'ın iki pasaportu, parmak izleri, not defterleri, mektuplar, Dünün Dünyası ile Satranç Hikayesi'nin, üzerinde Zweig'ın düzeltmeler yapmış olduğu, ikinci eşi Lotte'nin de daktiloya çektiği sayfa sayfa müsveddeler... Uzun duvarda, Avrupa'ya bir daha dönmemek üzere bindikleri "Scythia" transatlantiğinin dev fotoğrafı. Başka bir köşede, Brezilya'ya yerleşmeden önce Temmuz 1941'de uğradıkları ve yanında 1,5 ay kaldıkları, ilk eşi Friderike'nin New York yakınlarındaki villasının bahçesinde üvey kızı Suse Höller-Winternitz'in çekmiş olduğu fotoğraf. Zweig biraz düşünceli, gülümsemeye çalışıyor!


'O adamların eline düşmeyelim'
Dışavurumcu ressamlar Macke & Marc'ın dostlukları sadece dört yıl sürmüştü. İkisi de 1914'de severek gittikleri savaşta yaşamlarını yitirmişti. Ancak bu kısa dostluk çok verimli olmuş, sanat yaşamlarında onları doruğa çıkarmıştı. Zweig sergisine gelmeden önce Lenbach Sanat Galerisi'ndeki ortak Macke & Marc sergisini izlemiştik. Çoğunluğu ünlü tablolardan oluşan dev sergide ikiyüze yakın yapıt sanatseverlere sunuluyor. Manzara, natürmot, nü tablolar çok canlı, yaşam dolu. Macke'nin İsviçre'nin Thun gölü kıyısında yarattıkları ışıl ışıl, göz kamaştırıcı. Marc'ın o dönem tablolarında da değişik renkler bir bütün oluşturuyor. Dışavurumcu genç ressamlar kübizm, fütürizm ve fovizmin de etkisinde kalmış. Geçen ay Basel'de izlediğim dev Gauguin sergisi kadar ilgi çekici bir sergi. Ancak Münih'te bir metro tünelinin hemen yanında, iki kat yerin altındaki, 110 metrelik upuzun salonda izleyiciler olağanüstü yapıtlara ne yazık ki pek ısınamıyor. Macke & Marc & Zweig sergilerinin ardından ünlü aşçı Alfons Schubeck'in Orlando'sunda yemekteyiz. Davet eden tanış Zweig'ın üvey kızı Suse Höller-Winternitz'in yakın bir akrabası. Konumuz tabii Avrupa'dan kaçarken: "Yeter ki o adamların eline düşmeyelim" diyen insancıl yazar...


www.ahmet-arpad.de