23 Ağustos 2020

Dipsiz uçurumun kenarında

CUMHURİYET, 23 Ağustos 2020

STUTTGART - AHMET ARPAD


"Sofra"nın bugün kapılarını açmasına daha bir saat var. Önünde uzun bir kuyruk oluşmuş. Kuyruktakiler çoğunlukla yaşlılarla sığınmacılar. Ellerinde torbalar hem bekleşiyorlar hem de birbirleriyle çene çalıyorlar. Giyimlerinden pek varlıklı olmadıkları anlaşılıyor.

Günümüz Almanyası'nda 83 milyonun yaklaşık yüzde 20'si fakir. Resmi verilere göre, 300 bin fakir çocuğu her sabah evden kahvaltısız çıkıyor. Açıklamalar bir milyon insanın evsiz barksız olduğunu söylüyor.

Bunların büyük bir kısmı 1-2 odalı sosyal konutlara başını sokuyor. 2018 verilerine göre 41 bin insan ise sürekli sokakta yatıp kalkıyor. Toplumların yaşadığı her krizde ilk elenenler dipsiz uçurumun kenarındakiler, en güçsüzler. Fakirleşen insan zamanla özgürlüğünü yitirebiliyor, kişiliğini de.

O artık kendi kendinden sorumlu olamıyor. Büyük marketler akşam kapanırken satamadıkları ve ertesi gün de satamayacakları için atılması gereken gıda malzemelerini "Sofra"lara hibe ediyor.

Tazeliğini çok az yitirmiş, görünümü pek çekici olmayan, bu nedenle de paralının almak istemediği sebze ve meyvelerin yanı sıra süt, tereyağ, ekmek, peynir ertesi sabah, bu dükkânlarda çok düşük fiyattan geçim güçlüğü içinde olanın elindeki torbaya giriyor. Sosyal yardım ve işsizlik parası alanlar, sosyal yardım dairesinin verdiği kartları göstererek "Sofra"lardan alış veriş yapma hakkına sahip.

"Sofra"larda satılan her şey marketteki fiyatının yaklaşık yüzde 80 altında. Bugün altı muz 30 Cent, bir yeşil salata 10 Cent, bir kilo ekmek 50 Cent... "Sofra"ların şoförleri çevredeki anlaşmalı marketlerden kapanış saatinden sonra "atılacak" gıda malzemelerini alıp depoya getiriyor. O gün ne satılacağına sabah dükkân açıldığında karar veriliyor. Müşteri de çoğunlukla umduğunu değil bulduğunu alıyor.

Tezgâhlarda mal kalmayınca arka depodan sandıklar geliyor, boşaltılıyor. Buraya emek verenlerin tümü de görevlerini karşılıksız yapıyor. Çoğunlukla kadın-erkek emekliler "Sofra"larda çalışıyor. Bazı günler, biraz Almanca öğrenmiş sığınmacılar da onlara yardıma geliyor.

YOKSULLUK HIZLA ARTIYOR
İlk "Sofra" 1993'te Berlin'de kurulmuş. Stuttgart şubesini de 1995 yılında Leonhard Kilisesi başpapazı Martin Fritz açmış. Kentte düşük gelirlilerin yaşadığı dört semtte "Sofra"lar var. Hepsi de tramvay, otobüs ve metro duraklarına yakın, çünkü müşterileri alışverişe otomobille gelemiyor. Bugün Almanya'da 984 "Sofra" sayısız kuruluştan ve yardımseverlerden gelen bağışlarla ayakta durabiliyor.

Çoğunluğu emekli 1.7 milyon insan günbegün ucuz gıda alabilmek için "Sofra"ların önünde kuyrukta bekliyor! Bu kuruluşlar 2019 yılında 265 bin ton gıda malzemesini, neredeyse bedava, yoksullara satmış. Kimi dükkân sebze, meyve dışında başkalarının hibe ettiği ikinci el giysi de satıyor.

Korona başladığından bu yana sadece işsizlik tırmanmadı, "Sofra" dükkânlarından aldıklarıyla karınlarını doyuran yoksulların da sayısı yüzde 20 arttı. Yaz, kış gününü sokaklarda geçiren, dilenen, geceleri de kendine bir köprüaltı bulan yoksullar, "Sofra"dan her gün iki kez alışveriş yapma hakkına sahip... "Sofra"lar ayakta kalabildikleri sürece günümüz Almanyası'nda - korona nedeniyle iyice sarsılmış - yetersiz sosyal sisteme önemli bir destek veriyor.

www.ahmet-arpad.de

15 Ağustos 2020

Ahmet Arpad: Çevirmen olmadığı zaman kültürler birbirini tanıyamaz

Artı49, 15 Ağustos 2020

Çağdaş Alman edebiyatının en önemli yapıt ve yazarlarını Türkçeye aktaran Ahmet Arpad'a göre, çevirinin olmadığı bir dünyada kültürler arası bir ilişkinin kurulması da mümkün değil. Arpad'a göre, bu zor işin temelinde "ısrar" var.

Çeviri, bir dili başka bir dile, bir kültürü diğer bir kültüre yakınlaştırıyor. Fakat hep özenli ve tüm bir ömre yayılacak kadar ısrarlı bir sorumluluk da gerektiriyor. Çevirmenin çevireceği dilin özelliklerini bilip bunları okuyucuya doğru bir şekilde aktarması, aslında yaptığı işin gerektirdiği temel bir sorumluluk.

Kendisiyle söyleştiğimiz Ahmet Arpad, Almanca konuşulan coğrafyanın belli başlı yazarlarını Türkçeye aktaran çevirmenlerin en ısrarlılarından biridir. 1968 yılından beri Almanya'da yaşayan ve yaratıcı çalışmalarını burada gerçekleştiren Arpad, sorularımızı yanıtlarken geçici bir döküm çıkardı.

Devamı: https://www.arti49.com/ahmet-arpad-cevirmen-olmadigi-zaman-kulturler-birbirini-taniyamaz-2345959h.htm

12 Ağustos 2020

Hermann Hesse ve Münih

EKDergi, 12 Ağustos 2020

Genç Hesse yüzyılın başında yerleşmiş olduğu Konstanz gölü kıyılarından sık sık Münih'e kaçarmış! O günlerde doğmuş olan çok yaşlı tanışın aklında ilerki yıllarda annesinden dinlemiş olduğu bazı şeyler kalmış.

Ahmet Arpad


Yaşamında çok yol yürümüştü! Yüz yaşına bir kaç adım kalmıştı. Karaormanlar kasabası şirin Calw'a tepeden bakan, pencerelerinden yeşil yamaçların göründüğü iki katlı villasının salonunda oturmuş çaylarımızı içerken konumuz her ziyaretimde olduğu gibi yine akrabası Hermann Hesse‘ydi. Calw doğumlu Hesse'nin annesi, yaşlı mı yaşlı kadının dedesi Friedrich Gundert'in kız kardeşi oluyordu! Stuttgart'ın yarım saat ötesindeki Bad Liebenzell kaplıcalarına çoğu gidişimde, tüm ömrünü yakındaki Calw'de geçirmiş olan yaşlı tanışa uğramadan, bir çayını içmeden, havadan sudan sohbet etmeden, sonsuz Hesse anılarını dinlemeden olmuyordu. Bir gün de konumuz dönüp dolaşmış, genç Hesse'nin Münih maceralarına gelmişti. Daha doğrusu sözü açan ben olmuştum. Çünkü birkaç yıl önce bir Münih ziyaretim sırasında Edebiyat Evi'ndeki "Hermann Hesse ve Münih" adlı sergiyi izlemiştim.

Münih'te bohem yaşamı
Genç Hesse yüzyılın başında yerleşmiş olduğu Konstanz gölü kıyılarından sık sık Münih'e kaçarmış! O günlerde doğmuş olan çok yaşlı tanışın aklında ilerki yıllarda annesinden dinlemiş olduğu bazı şeyler kalmış. Hesse, kendinden dokuz yaş büyük eşi Mia ile oturduğu Gaienhofen'deki bahçeli villayı aklına estiğinde terk edip kimi zaman sadece bir kaç günlüğüne, kimi zaman ise bir kaç haftalığına Münih'e kaçar, bu ilginç kentte bohem yaşamın tadını çıkarırmış! 1904-1913 yılları arasında edebiyatçılar çevresinde geçirdiği hoş sohbet Münih "gün ve geceleri" Hermann Hesse'nin yaşamında önemli izler bırakmıştır. "Burada hoppa bir yaşam var... Ben Münih'i çağlaya çağlaya yaşıyorum", diyen genç yazar kısa sürede Ludwig Thoma'nın çevresine girer. Thomas Mann'la Münih'te tanışırlar. Az sonra Almanya'nın en önemli mizah dergisi "Simplicissimus"un kadrosuna alınır. Aradan birkaç yıl geçmeden de Thoma'yla birlikte liberal solcu "Maerz" adlı haftalık dergiyi çıkarmaya başlar. Hesse: "Ben Münih'le içli dışlı bir yaşam sürmüştüm", der 1918 yılında kaleme aldığı gençlik anılarında. "Konstanz gölünün yanlızlığına sırtımı dönmek istediğimde Münih benim için kaçabileceğim tek kentti. Dostlarla meyhanelerde geçirdiğim uzun akşamların, canayakın hanımların ötesinde edebiyatçılar ve sanatçılar çevresi beni gittikçe daha sık Münih'e çekmeye başlamıştı." Çevresindeki tanışlar genç edebiyatçıya özlediği değeri verirler. Münih yaşamı onun politize olmaya başladığı yıllardır.

Tolstoy en sevdiği yazarlardan biriydi
"Yirmi yedi yaşındaki genç Hesse'nin kendinden dokuz yaş büyük bir kadınla evlenmesinin nedenleri vardı," diye anlatmıştı çok yaşlı tanış. "Bu nedenlerden en önemlisi, o yıllarda çok sevdiği annesini yitirmiş olmasıydı. Kendini yalnız hissediyordu." Aralarındaki büyük yaş farkına karşın Mia ile ortak yanları çoktu. Her ikisi de müziği seviyor, büyük kent yerine doğanın ortasında bir yaşamı yeğliyordu. Tolstoy en sevdikleri yazardı. Ancak Hesse 1912'de yaptığı uzun Hindistan yolculuğundan değişmiş bir insan olarak döner. Münih'e artık eski kadar sık kaçmaz. Bir yıl sonra da eşi Mia ile Konstanz gölü kıyılarını terk eder. Bu arada birbirlerine yabancı olmaya başlayan çift Bern'e yerleşir.

Yaşlı tanışla konuşurken odanın yüksek pencerelerinden görünen Karaormanların yamaçlarına, batmaya hazırlanan güneşin güçsüz ışınları düşüyordu. Ekim gelmişti doğaya. Meşeler, kayınlar sararmaya hazırlanıyordu. Çok yaşlı kadına veda etmenin zamanı gelmişti. Hava kararmadan Stuttgart'a dönmeliydi. Az sonra kocaman holde el sıkışırken, duvarlardaki Hesse küçük tablolarına her ziyaretimde yaptığım gibi bir göz atmadan edememiştim. Yaşamının son 43 yılını geçirdiği, kadının genç kızlığında sık sık ziyaret ettiği Montaglona'daki villanın pencerelerinden görünen İtalyan İsviçresi doğası... Hesse, annesiyle ona hediye etmiş. "Kusura bakmayın, bu kez size piyano çalamadım", demişti vedalaşırken. Sesinde bir özür vardı. "Az sonra dostlarım uğrayacak, her perşembe birlikte oda müziği yapıyoruz." Pazartesi akşamları da Calw müzik okulunda başka bir orkestranın provasına katılıp keman çalıyordu. Anımsıyorum, 2012'de Hesse'nin ölümünün 50. yılı anma töreninde Calw kilisesindeki konserde piyanonun başına geçmişti..!

Kaynak: https://www.ekdergi.com/hermann-hesse-ve-munih/

9 Ağustos 2020

Özel timin marifetleri!

CUMHURİYET, 9 Ağustos 2020

2002 yılında tanımıştım onu. Hermann Hesse'nin doğumunun 125. ve ölümünün 40. yılında Stuttgart'a yarım saat uzak, şirin Karaormanlar kasabası Calw'daki bir etkinlikte. Hesse'yle anne tarafından akrabaydı.

O da Hesse gibi Calw'da dünyaya gelmişti. Doksanına merdiven dayamıştı. Bir zamanlar Hesse'nin "Gençlik Bunalımları"nı çevirmiş olduğumu duyunca tanışlığımız dostluğa dönmüştü. Calw'e çok yakın Bad Liebenzell kaplıcasına her gidişimde ona uğramadan edemiyordum. Tarihi villasının çam ve kayın ağacı kaplı yamaçlar manzaralı büyük salonunda çay-pasta eşliğinde yaptığımız sohbetler hep çok ilginçti. Yaşlı kadının Hesse anıları inanılmazdı.

Bazı günler sevgili piyanosunun başına geçer Chopin ve Mozart çalardı. Bundan 3 yıl önce yaşama ve Karaormanlar'a veda eden Marie-Luise Bodamer'in villasının duvarlarını küçük Hesse tabloları süslüyordu.

ORDUDA AŞIRI SAĞCILAR
Calw şu günlerde hiç dillerden düşmüyor. Alman Askeri İstihbarat Teşkilatı'nın (MAD) ocak ayında yaptığı açıklamaya göre, orduda 592 aşırı sağcı şüpheli var. 1996 yılında Calw'de kurulan ve özel eğitilmiş 1400 seçkin askerden oluşan Alman Komanda Özel Kuvvetleri'nin (KSK) içindeki aşırı sağcı gelişmeler kısa süre önce su üstüne çıktı.

Gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında gizli görevlere gönderilen özel time son yıllarda yabancı düşmanı aşırı sağcıların sızdığı, Calw'daki kışlada düzenledikleri Hitler selamlı, Nazi marşlı "etkinlikler"in olağan olduğunu gazete ve televizyonlar baş haber yaptı! İki ay önce Saksonya eyaletinde bir KSK gedikli başçavuşunun arazisinde cephane ve patlayıcı madde ele geçirildi. Temmuz başında Calw'deki KSK depolarında yapılan bir denetimde de 48 bin atımlık mühimmatla 63 kilo patlayıcının kayıp olduğu tespit edildi.

Bundan iki ay önce KSK'de görev yapan bir yüzbaşı, Savunma Bakanı'na yazdığı uzun mektupla özel kuvvet içinde aşırı sağcı eğilimlere göz yumulmasından ve bu kişilerin çalışmalarının gizlenmesinden şikâyet etti. Bu mektubun basına yansımasıyla olaylar iyice büyüdü.

HESSE: HASTA BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ
Federal Meclis'teki muhalefet, Savunma Bakanı Kramp-Karrenbauer'i görevinin üstesinden gelememekle suçluyor. Kurulan çalışma grubu ilk raporunda, "KSK aşırı sağcılar için bereketli toprak" diyor. Kanımca ona, "kahverengi gömleklilerin biyotobu" demek de yanlış olmaz! 2016 yılında eski ordu ve özel tim üyeleri tarafından Stuttgart'ta sağcı görüşlü, değişik yurtdışı bağlantıları olan "Üniter" adında bir grup kurulmuştu.

Kısa süre sonra 2 bin üyesinin çoğunlukla asker ve polisler olduğu ortaya çıkınca Anayasayı Koruma Teşkilatı harekete geçmişti. Şu günlerde de Askeri İstihbarat Teşkilatı Üniter'in bir "Gölge Ordu" olduğu iddialarını araştırıyor, ancak günümüzde Alman ordusunda olup biten bu tür "tuhaflıkların" nedenini 1950'li yıllarda aramak doğru olur.

2. Dünya Savaşı'nın ardından kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti'nde 1951 yılında oluşturulan "sınır koruma birliklerine", Batılı müttefiklerin de onayı ve göz yummasıyla Hitler ordusunda görev yapmış subaylar alınmıştı. Üst düzey görevlere getirilen bu Nazi subaylar tüm birliklerin yüzde 62'sini oluşturmuştu. 1956 yılında kurulan yeni orduda Hitler ülküsü uğruna çarpışmış 600 kadar üst rütbeli subay da görevlendirilmişti. Aralarında 31 general ile 100 albayın da olduğu bu subaylar, şimdiki Alman ordusunun temelini oluşturmuştu.

Federal Almanya Cumhuriyeti'nin Batılı müttefikleri ve dönemin Başbakanı Konrad Adenauer, Nazi subaylarını aklama yoluna gitmişlerdi! Savaş karşıtı Alman dili edebiyatı yazarları arasında çok önemli bir yeri olan Stuttgart-Calw doğumlu Hermann Hesse'ye göre, haksızlık dolu hasta bir dünyada yaşıyoruz: "Sevgi ve kardeşlik duygularının yokluğudur dünyamızı hasta eden." Hesse'nin bu görüşü günümüzde de de geçerli!

mail@ahmet-arpad.de

4 Ağustos 2020

"Hocam, artık buradayız!"

BirGün, 04.08.2020 

SEVİN OKYAY 


Ahmet Cemal'i kaybedeli üç yıl olmuş. Yapı Kredi Yayınları'nda karşımda, sağ çaprazımdaki masada oturan, Talat Sait Halman jürisinde biraz eğilip sol tarafıma bakınca artık ifadesini kitap gibi okuduğum asil sakin yüzünü gördüğüm kardeşim, arkadaşım, meslektaşım...
1 Ağustos'ta meslektaşı, hem de adaşı Ahmet Arpad, bana "Ahmet Cemal ‘gönlünce dinlen' başlığıyla bir mesaj atmış ve ikisinin bazı ortak yanlarını iletmiş:
"İsimlerimiz Ahmet
"İkimiz de Avusturya St. Georg Lisesi mezunuyuz.
"İkimizi de çeviri dünyasına babam Burhan Arpad sokmuştu.
"Ortak yaptığımız çeviriler var
"İkimize de Tarabya Ödülü verildi
"Ve bunlardan öteye biz ikiz sayılırız, çünkü doğum tarihlerimiz aynı: 5 Mart 1942."
Ahmet Cemal'in bizi bırakıp gittiğini, Rainer Maria Rilke'den çevirdiği şu şiir refakatinde öğrenmiştim:
"Ne yaparsın Tanrım, ben ölürsem eğer?
Ben senin testinim (ya kırılırsam?)
İçtiğin içki benim (ya bozulursam?)
Senin giysinim ve uğraşınım,
Anlamını da yitirirsin benimle."
Seni acaba Selim vasıtasıyla mı tanımıştım? Selim İleri senin için, "Çeviri edebiyatımızın en önemli adlarından, bir onur insanıydı," diyor. "Yaşamı boyunca ilkelerine kim bilir neler pahasına bağlı kaldı. Ve benim çok aziz bir dostumdu. Anısı bir hüzün şimdi."
Bir ara çok yorgun ve zayıf görünüyordun, sonra toparlandın. "Hatta son zamanlarda "Ahmet Cemal iyileştiyse bir ziyaretine mi gitsem acaba?" diye düşünmeye başlamıştım" demişim. "İnsanın yaşı yaşına yakın (sen yaşıtımdın), benzer şeylerle ilgilenen, zeki biriyle konuşması, güncel hayatın gereksiz yıpratmalarını telafi edebiliyor. Murathan da (Mungan), "Üç gündür, "Ne zamandır görmüyorum, bir arayıp buluşalım" diye geçiriyordum içimden. Bugün ölüm haberin geldi. Gönlünce dinlen Ahmet Cemal" demiş.
Talat Sait Halman'ın ikinci yıl ödülünü, Anna Seghers'in "Transit" adlı kitabının aynı adlı çevirisiyle, adaşın ve elli yıllık arkadaşın Ahmet Arpad almıştı. Birbirlerini 1960'lı yılların sonunda Ahmet'in babası üstat çevirmen Burhan Arpad'ın Altın Kitaplar'a önerdiği bir çeviri münasebetiyle tanımışlar. Ahmet Cemal sonradan, "Benim çeviri alanındaki ilk gerçek hocam Burhan Arpad olmuştu" diyecekti. Ahmet Arpad ise onun için, "Çevirdiği dilin kültürünü yakından tanırdı. Bu nitelikleri olmasaydı Musil, Broch, Zweig, Remarque, Rilke, Seghers ve Kafka çevirebilir miydi?" diyor.
Hermann Broch‘un çevirisi kırk yıl süren başyapıtı "Vergilius'un Ölümü"nü unutmuyorum elbet. Kitap Almanca'dan başka dile çevrilmez diye bilinirmiş. Hele Türkçe'ye hiç uymayan, giriş sayfasındaki 18 satırlık tek cümle... Sen de "İlk paragrafı çeviremezsem kitabı çevirmem," dedin. Kırk yılda tamamlamıştın.
Kurup yönettiğin YAZKO çeviri dergisini unutamam. Cumhuriyet'teki yazılarını da... Peki, 2014 Haziran'ında kurduğun Ahmet Cemal Kültür Atölyesi unutulur mu? Pek çok yerde ders vermiştin ama bence gönlün asıl, ilk gittiğinde "Türkiye dışında bir üniversite" dediğin Eskişehir Anadolu Üniversitesi'ndeydi.
Ahmet Cemal birkaç kez ölümü üzerine yazmıştı. Mart'ta Cumhuriyet'teki yazısında kalp krizi geçirip ambulans çağırılışını anlatıyor. "Beni sedyeye yerleştirip arabaya taşıyanlar. Daha araba kalkmadan: ‘Lütfen korkmayın hocam, artık buradayız!' diyen sesler.
‘O güne kadar, ‘...artık buradayız!' gibi kısacık bir cümlenin böylesine güçlü bir hayat kaynağı olabileceğini hiç düşünmemiştim!"
Öğrencilerin oradaydı, sevgili Ahmet Cemal! Ama sen de yaşadığımız kadar bizimlesin!