26 Haziran 2022

Sevilmez mi Mozart?

Cumhuriyet, 26 Haziran 2022

Salzburg'da 1842'den bu yana tarihi sarayla katedral arasında duruyor. Burası kentin tam göbeği. Güzel biri değildi Mozart. Gözleri hafif patlak, çifte gerdanlı, cildi çiçek bozuğu, sürekli bir yerden bir yere huzursuzca koşuşturan, kimi zaman hoppa, kimi zaman duygulu yaşam sürdüren, yaşadığı süreçte çevresinin pek anlamadığı içine kapanık biriydi.

35 yıl, 10 ay ve 9 gün süren kısa yaşamının ardından kavramıştı insanlar Mozart'ın yarattığı müziğin dünyayı değiştirecek güçte olduğunu. Yaşamının üçte birini yollarda geçirmişti, kentten kente, konserden konsere gidip durmuştu.

2006'da 250. doğum gününü kutlarken değişik ülkelerden turistler, dünyaca ünlüler akın etmişti Salzach Nehri ile kayalık tepeler arasına kurulu güzel kent Salzburg'a. Fazıl Say da Mozarteum'da Mozart sevenlerin karşısına çıkmıştı. O günlerde heykeltıraş Markus Lüppertz'e ısmarlanan üç metre büyüklüğündeki modern Mozart heykeli skandala neden olmuştu. Salzburg'luların hoşuna gitmemişti. Yanınızdan geçene: "Mozart heykeline nereden gidilir" diye sorduğunuzda öfkeli bir yanıt alırdınız: "Görmenize hiç gerek yok!" Bir yıl sonra durduğu yerden kaldırdıklarında çoğu Salzburg'lu derin bir nefes alıp rahatlamıştı...

Çikolata Mozart

Sizi Salzburg'a getiren Euro City ekspres treninin adı Mozart, Salzburg havaalanına da Wolfgang Amadeus Mozart diyorlar. Tabii kentte bir Amadeus Oteli de eksik değil. Bu oteli yeğleyenler çoğunlukla Amerikalılarla Asyalılar. O hep karşınızda! Bira kadehlerinde, "Mozart-for-Men" tıraş losyonlarında, tişörtlerde, poşetlerde, çantalarda, yuvarlak çikolatalarda, pastalarda, kemanı andıran özel yapım sosislerde, sayısız şarapta, birada, sert içkide, yemek tabaklarında... O her yerde size gülümsüyor! Bütün dükkânlar, lokantalar, barlar, kafelerde o karşılıyor sizi! Salzburg'ta operalar, konser ve sergi salonları, tiyatrolar, kiliseler, alanlar, galeriler Mozart'la hep içli-dışlı...

250. doğum günü kutlanırken kentin sokak ve alanlarını kocaman topları andıran, rengârenk yuvarlaklar doldurmuştu. 1890 yılında Salzburg'lu pastacı Paul Fürst'ün buluşu olan top çikolatalar günümüzde elli ülkeye satılıyor. Badem ezmesi ve pralinle doldurulmuş çikolatalar yumuşak nugat kreması da içeriyor. Bugün Salzburg'la Viyana'yı ziyaret eden turistler üzerinde Mozart'ın resmi olan küçük kemanları, şemsiyeleri, golf sopalarını, kül tablolarını, şapkaları, tişörtleri kahve fincanlarını, küllükleri almadan ülkelerine dönmüyorlar.

"Mozart çok şey anlatır"

Salzburg'a gelip de karşı kıyıya geçmemek, Kapuzinerberg'in yamaçlarına tırmanmamak olur mu? 18. yüzyılın en ünlü Salzburg'lusu Mozart, 20. yüzyılın ünlüsü de tabii ki Stefan Zweig'tı! Kapuzinerberg'in yamacındaki villasında eşi Friderike ile geçirdiği yıllardı Zweig'ı edebiyatta doruğa tırmandıran. En güzel eserlerini, kente ve Salzach'a yukarıdan bakan o iki katlı, ağaçlar arasına gizlenmiş villasında yazmıştı.

Az sonra yine aşağıda Linzer Sokağı'ndasınız. Gabler birahanesinin penceresinde besteci Ferruccio Busoni'nin şu sözlerini okursunuz: "Mozart çok şey anlatır, fakat hiçbiri fazla değildir!" Avrupa prensleriyle zengin soylularının saray ve villalarına küçük resitaller ve piyano dersleri için sürekli davet edilen Mozart Viyana klasiğinin baş kahramanıydı! Vaftiz adı Joannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus Mozart olan besteci ilerde mektuplarını Wolfgang Amadé veya Wolfgang Amadeo diye imzalardı, Amadeus'u kullandığı görülmez. "Türk Marşı" (Rondo alla Turca) ile ünlü opera "Saraydan Kız Kaçırma"nın da bestecisi olan Mozart, 1791'de arkasında 626 besteyle 35 yaşında dünyamızdan ayrılırken şu sözleri mırıldanmıştı: "Ölümün tadı dudaklarımda... Bu dünyadan olmayan bir şey hissediyorum."

Salzburg'un Mönchberg tepesi eteğindeki St. Peter Mezarlığı'nı da mutlaka görmek gerekir. Sayısız sanatçı ve bilim adamının yanı sıra Mozart'ın kız kardeşi Nanerl, Haydn'ın küçük kardeşi Michael, Salzburg Katedrali'nin mimarı Solari'ni de bu çok romantik ve tarihi mezarlıkta. Salzburg sürekli Mozart'la yatıp Mozart'la kalkıyor. Kentli onu çok seviyor, çünkü o yarattıklarıyla insanları birbirine bağlıyor. Sevilmez mi Mozart?

Mavi Atlılar

Toplum Gazetesi/Almanya, 26 Haziran 2022

Carl Orff müziği pencerelerden dışarı taşıyor. Evin önünden geçerken merakla durup insanın ruhunu dolduran melodiye kulak kabartıyor, sonra yine ağır ağır tepeye doğru yolumuza devam ediyoruz.

Uzun yokuşun sonunda Meryemana Katedrali tüm görkemiyle göğe yükseliyor. Kocaman kapıyı açıp içeri adım atıyoruz. Burada da müzik. Orgdan Mozart melodileri duyuluyor, kubbelerde Mozart'tan bir arya yankılanıyor. Katedralde düğün var. Az sonra org susuyor, soprano aryasını bitiriyor. Beyazlar içindeki yaşlı papaz duasına başlıyor. Düğüne gelmişler ayağa kalkıp hep bir ağızdan ona eşlik ediyor. Melekler, tanrılar, çıplak kadınlar uçuşuyor, şaha kalkmış atlar yükseliyor gökyüzünün sonsuzluğuna. Yüksek pencerelerden giren güneş ışınları barok ve rokoko dev yapıyı aydınlatıyor, kubbelerdeki, duvarlardaki melekleri, çıplak kadınları, aşağıdaki insanlara tepeden bakan İsa'yı...

Az sonra yine Carl Orff Müzesi'nin önünden geçerek göle doğru iniyoruz. Carmina Burana'nın yaratıcısı, büyük besteci daha 17 yaşında bir opera ve pek çok şarkı yaratmıştı. Çocukluğunda sık sık geldiği şirin Ammer gölü kıyısındaki Diessen'e 1955 yılında yerleşmişti. Evinin pencerelerinden gölün karşı kıyısında, Andechs yamaçlarındaki dev manastır görünüyor. Göl bugün rüzgârlı, dalgalı da. Yelkenliler, motorlar, gezi gemileri yine de gidip geliyor, martılar uçuşuyor, kazlar, ördekler ise kıyıya çıkmış, ağaç altlarına sığınmış.

Kandinsky ve Münter

Yolumuz buradan güneye, Alp eteklerine uzanıyor. Berrak havada dorukları hafif beyaz dağlar ne kadar da yakın. Tarihi evleri ve sokakları ile ünlü Weilheim'da bir yemek molası verip Staffel gölü kıyısındaki Murnau'ya ulaşıyoruz. Dışavurumcu sanatçılar Wassily Kandinsky ve Gabriele Münter 1908'de Murnau'da bir ev satın alıp doğasına hayran oldukları yöreye yerleşirler. Kısa süre sonra Marianne von Werefkin, Aleksey Javlenski, Franz Marc, August Macke de onlara katılır ve 1911'de "Mavi Atlı" grubunun temeli atılır. Murnau'da günümüzde Kandinsky ile Münter'in ve başka Alman dışavurumculuğunun ünlü ressamlarının eserleri sergileniyor. Yıllarını burada geçirmiş, Macar-Avusturyalı yazar Ödön von Horváth da Saray Müzesi'nde sürekli bir sergiyle anılıyor. Ünlü yazar 1924'ten, Hitler Almanyası'ndan kaçtığı 1935 yılına kadar yaşadığı Murnau'da değerli eserler vermişti. Naziler ünlü romanı "Allahsız Gençlik" (Türkçesi: Burhan Arpad) 1938'de yasaklamıştı.

Akşama doğru ovaya sis iniyor. Gölün suları durgun, kıyılarında yüksek otlar, sazlıklar. Geniş çayırlar yamaçlara uzanıyor, Alplerin eteğinde küçük köyler, çiftlikler, korular, az ötede başka göller. Bizim yolumuz Starnberg'e, göl kıyısındaki şirin Seeshaupt'a. Batmaya hazırlanan güneş odanın kocaman pencerelerinden içeri giriyor. Balkondaki rahat koltuklara kurulup aşağıdaki iskeleye yanaşan son gemiyi seyrediyoruz. Anılarda o gün yaşadıklarımız...

19 Haziran 2022

"Bizler gençliğimizi yitirdik"

Toplum Gazetesi, Almanya, 19 Haziran 2022

Yaşlı kadın başı önünde, bastonu elinde, Bad Tölz'e uzanan yolda yürüyor. Otobüsü kaçırmıştı. Bir sonraki 45 dakika sonra gelecekti, beklemeye hiç de niyetli değildi. Kafasında bin bir düşünce. Anılarında geçmişi yaşıyor. Yüzü dert ve hüzün dolu. Ötelerde Bad Tölz. İsar nehri kıyısında tarihi yapılar. Yol az sonra yokuş aşağı inmeye başlıyor, sağa doğru bir viraj yapıyor. Karşıda kocaman bir yapı. Yaşlı kadın duruyor, gözlerini kapatıyor. Anılarında geçmiş...

... SS-Junker Okulu'nun kapısında nişanlısını bekliyor. Genç adam az sonra hafta sonu iznine çıkacak. Birlikte Bad Tölz'e inecekler, gezip tozacaklar, yemek yiyecekler. Nişanlısı yirmi yaşında. Uzun boylu, geniş omuzlu. Sarışın ve mavi gözlü. Görür görmez aşık olmuştu ona. Geçen yazdı. Çalıştığı çiftlikteki kızlarla bir pazar günü Bad Tölz'e dansa inmişlerdi. Büyük bahçede izne çıkmış genç askeri öğrenciler de vardı. Biri ötekinden yakışıklıydı. Sonra anlatmıştı diğer kızlar, SS-Junker Okulu'na güzel olmayan gençler alınmıyordu. Hepsi de sarışın, mavi gözlü ve çakı gibi olmalıydı. Berlin'den gelmişti bir yıl önce Bavyera'nın doğası eşsiz bu yöresine. Dağlar, tepeler,çayırlar... Çiftlikte çalışmaya yollamışlardı dört yıllığına. Almanya'nın tüm yörelerinden gelmiş genç ve güzel kızlar çevredeki köylülerin yanında tarlalarda, bahçelerde, ahırlarda canı gönülden çalışıyordu. Ülkelerinin kalkınması hepsinin ülküsüydü... Annesi üniversite öğretim görevlisi, profesör babası uçak mühendisi idi. Führer'e ve onun Almanya'yı güçlendireceğine olan inançları sonsuzdu. Nişanlısına aşık olduğunda on yedi yaşındaydı. Genç adam son haftalarda sık sık evlenmekten söz edip duruyordu. "Senden güzelini nereden bulacağım", diye iltifatlar yapıyordu. Nişanlısının büyük çiftlik sahibi ana babası da: "Sizler birbirine yakışan çok güzel insanlarsınız", diyordu. "Mutlaka evlenmeli, ülkemize güzel çocuklar armağan etmelisiniz!".

Yaşlı kadın gözlerini açtı. Anılarından bugüne döndü. Sonra yavaş yavaş yoluna devam etti. Tren istasyonunun önünden geçip kilise alanına saptı. Yakında, Tegernsee gölü kıyısında, şirin Bad Wiessee'de bir yaşlılar yurdunda kalıyordu. Otuz altı yaşında ölen kocasının ardından iki kızını tek başına büyütmüş, onları evlendirmiş, torun sahibi olmuş, kendisi ise bir daha hiç evlenmemişti...  

... Nişandan bir kaç ay sonra okulu bitiren kocasını hemen Berlin'e yolladılar. Kayınbabası artık çok mutluydu. "Bu vatana değerli bir evlat yetiştirmişim ben," diye konuşup duruyordu. Altı ay sonra Berlin'den yazdı kocası: "Ben artık bir SS subayı oldum, hepiniz gurur duyun benimle!" Genç kadın sevinsin mi, üzülsün müydü?

Kilisenin hemen yanındaki Gasthof Zantl'ın kapısından içeri girdi. Cam kenarında bir masada oturuyordu Else. Kocasının kız kardeşi hâlâ Bad Tölz'de yaşamaktaydı. Seksen dört yaşında güzelliğini yitirmemiş, dinç görünümlü bir kadındı. Masaya sokulan yengesini gurur dolu, sert bakışlarla süzdü. Birlikte yemek yiyecekler, ölüm gününde kocasını anacaklar, şerefine kadeh kaldıracaklardı...

... Genç adamın ilk görevi doğu cephesinde oldu. Aylarca haber alamadı ondan. Kaynanası arada sırada: "Sanırım Polonya'da", derken gülümsüyordu. "O ve arkadaşları en önde çarpışıyor, vatanımız için". Çalıştığı çiftlikte diğer kızlar ona hem acıyor, hem de kocası SS subayı olduğu için onunla gurur duyuyordu. Ancak çiftçinin büyük oğlu son zamanlarda ona bir tuhaf bakıyordu. Sonunda günün birinde yanına sokuldu ve: "Kocanın ne yaptığından haberin var mı senin?" diye sordu. "O görevi gereği insan öldürüyor. Kimseye acımıyor senin kocan." Şaşırdı, dili tutuldu. "SS'ler ölüme gider, onlar asker değil, savaşçıdır. Gözleri ölümden başka bir şey görmez!" Adam bir şeyler daha söyledi, fakat onun kulakları duymuyordu. "Hitler'in kara tarikatı... Nasyonal-sosyalist ırk düşüncesine inanan ölüm robotları..."

"Yaşasaydı şimdi 96 yaşında olacaktı", dedi. Görümcesi bir tuhaf baktı suratına. "Onun gibi cepheden cepheye yollanan birinin daha önce ölmediğine şükredelim", diye mırıldandı…

… Polonya'dan dönüşünde evlendiler. Eşi sekiz ay sonra cepheden geldiğinde kadın hamileydi. Genç adam bu kez çok yorgun, suskun ve keyifsizdi. Yıllar sonra yaptıklarından pişmanlık duyduğunu anlattı: "Bizler gençliğimizi yitirdik..." Savaşın son yıllarına doğru partiye üye olmadı diye Naziler babasını da bir kenara ittiler. Adamcağız zamanla içine kapandı, zayıflayıp eridi. 1944'ün kasımında tank birliği ile Finlandiya'ya yollanan kocası kısa süre sonra karnından ağır yaralı geri geldi, fakat biraz iyileşir iyileşmez bu kez de İtalya'da buldu kendini. Savaşın son haftalarında orada esir düştü. Almanya artık doğudan ve batıdan sarılıyordu. Ruslar'ın Berlin'e girmesine saatlar kala genç kadının babasıyla annesi kıyısında yaşadıkları Müggelsee gölüne açıldılar, kendileri sulara bırakarak intihar ettiler. Bir hafta sonra da kocasının Bad Tölz'deki anne ve babası samanlıkta asılı bulundu. Onlar da Bavyera'ya giren Amerikalılara teslim olmak istememişti. Kocasına gelince, o savaş sonrası yıllarını sürekli hastanelerde geçirdi. Finlandiya cephesinde yediği Rus kurşunundan zedelenen bağırsakları bir türlü iyileşmek bilmiyordu. Ağrıları giderek arttınca morfin vermeye başladılar. Günün birinde hastanedeki odasında ölü bulundu. Otuz altı yaşındaydı. Yaşamına kendi eliyle son vermişti...

Yaşlı kadın nefes almak istiyordu. Masadan kalktı. Görümcesini şöyle bir selamlayıp dışarı çıktı. Nehire doğru yürüdü. Az sonra İsar üzerindeki köprüde durdu, gözlerini kapattı. Köpüre köpüre akan azgın suları görmedi…

12 Haziran 2022

Şarlo'nun düşler dünyasında

Toplum Gazetesi, 12 Haziran 2022

AHMET ARPAD

20. yüzyılın belki de en ünlü sinema sanatçısının, Charlie Chaplin'in Cenevre gölünün kıyısında, Vevey'in yamaçlarındaki Corsier-sur-Vevey'de 1953–1977 yılları arasında, Amerikalı Nobel Edebiyat Ödülü (1936) sahibi ünlü yazar Eugene O'Neill'in kızı Oona ve sekiz çocuğuyla yaşadığı, sayısız asırlık ağaçla kaplı 15 hektar olağanüstü park, 1840 yapımı neoklasik dev malikâne Manoir du Ban ve yanında inşa edilen müze 16 Nisan 2016 yılında, sanatçının 127. doğum gününde halka açılmıştı. Chaplin's World projesinin gerçekleştirilmesi 6 yıl sürmüş ve sonunda 60 milyon İsviçre Frangına çıkmıştı. İki katlı villaya az ötede gerçekleştirilen 1350 metrekare büyüklüğündeki 'film stüdyosu'nda ziyaretçiler Şarlo'nun dünyasında geziniyor! On beş odalı tarihi villada her şey onun 1977'de 'ayrılırken' bıraktığı gibi duruyor. Altın çerçeveli aynalar, sayısız aile fotoğrafı, binlerce belge, 19. yüzyıldan kalma paha biçilmez mobilyalar, tavana kadar yükselen dolaplar, ağır kumaştan perdeler, büyük pencerelerden görünen olağanüstü bir doğa ve ötelerde göl. Bugün villanın oda ve salonlarını süsleyen mobilyalardan çoğu Chaplin'in ölümünün ardından Avrupa ve Amerika'da müzayedelerde satılmış. Projeye başlamadan önce araştırılmış ve satın alınıp tekrar villadaki eski yerlerine yerleştirilmiş. Her şey o kadar doğal ki, sanki Chaplin ailesi villayı hiç terk etmemiş! Bir an için kapı açılacak, 'Şarlo' görünecek ve ünlü gülümsemesiyle size 'Hoşgeldiniz!' diyecek.

Şarlo'nun düşler dünyasında

Şarlo'nun düşler dünyası dev bir Hollywood stüdyosu. Burada Altına Hücum'un, Modern Zamanlar'ın, Sirk'in içindesiniz. Monsieur Verdoux, Easy Street, Şarlo'nun iri yarı polisle yaptığı koşuşturma stüdyonun perdelerinde. Yumurcak, Serseri, Büyük Diktatör hemen yanıbaşınızda. Müzenin yapımcıları Chaplin'le aynı dönemin ünlülerini de anıyor. Buster Keaton, Laurel ve Hardy size gülümsüyor. Çok yakın dostlarının balmumu heykelleri karşınıza çıkıyor. Godard, Bloom, Loren, Churchill, Fellini gezenlere eşlik ediyor. İngiliz Charlie Chaplin üne 21 yaşında Amerika'da kavuşmuştu. Melon şapkalı, ince bastonlu, kocaman ayakkabılı, bol pantolonlu, ördek yürüyüşlü 'Şarlo' tipi hemen tutunmuştu. 1918 sonrası çevirdiği komedi filmlerinde, toplumun ittiği, fakir, fakat iyi yürekli küçük insanı canlandırmıştı. 1920'lerde yarattığı 'Yumurcak' ve 'Altına Hücum' filmleriyle Chaplin artık doruktaydı. 'Modern Zamanlar'la bir başyapıt yaratmış, 'Büyük Diktatör'de Hitler'le çok güzel alay etmişti. Kendine göre toplumcu görüşleri olan Chaplin yaşamı boyunca politikacılarla bir araya gelmekten kaçınmıştı, çünkü o 'küçük adam'dan yanaydı!

17 Eylül 1952 tarihinde, son filmi "Sahne Işıkları" filminin galasına katılmak için birkaç günlüğüne Londra'ya giden Charlie Chaplin'e dönüşte Amerikan makamları yaşamını geçirdiği ülkeye girmesine izin vermez. Federal Soruşturma Bürosu'nun (FBI) gerekçesi "ünlü sanatçının son yıllarda ülkenin huzurunu kaçırıcı girişimlerde bulunmuş olmasıdır." Kendini hep bir dünya vatandaşı kabul etmiş olan Chaplin eleştiriciydi, liberaldi, II. Dünya Savaşı yıllarında savaş karşıtı olmuştu. Amerika'da daha 1930'lu, 1940'lı yıllarda yönetenleri hafif alaylı sorgulayanlara bile kolayca "Marksist ve Komünist" damgası vuruluyordu. Onun gibi dünyaca ünlü bir sanatçıdan "rejime ve Amerikan anayasasına sadık" olması bekleniyordu! Bu nedenle FBİ İngiliz vatandaşı Charlie Chaplin'in oturma iznini iptal ederek yaşamın en önemli dönemini geçirmiş olduğu Amerika Birleşik Devletleri'ne girmesini engeller. Ünlü sanatçı tarafsız ülke İsviçre'ye yerleşmeye karar verir, yeni yaşamı için de Cenevre gölü kıyısındaki Corsier-sur-Vevey'i seçer ve ailesine bir ev aramaya başlar. Aradan çok geçmeden heyecanla yanına gelen şoförü Manoir du Ban'ın satışa çıkarılmış olduğunu anlatır. Chaplin hemen şoförüyle villaya gider. 14 hektar büyüklüğündeki parkın içinde yükselen 1839 yapımı iki katlı villa ertesi gün onundur! Bu olağanüstü konutunda onu kimler ziyaret etmez! Winston Churchil, Marlon Brando, Bob Dylan, Peter Ustinov, Gandi, Çan Kay-şek, Hanns Eisler, Bertolt Brecht, Albert Einstein, Sophia Loren, Petula Clark misafiri olur. Sonraki yıllarda Michael Jackson da aile dostudur; her gelişinde helikopteri büyük parkın ortasına iner... Chaplin ailesi Manoir du Ban'ı 2000 yılında terk eder. On yıl sonra başlatılan müzeye dönüştürme çabaları kolay geçmez, tam altı yıl sürer.

Anılarla dolu bir villa

Göl ve dağlar manzaralı villa anılarla dolu bir yer. Çocuklarının anılarında anlattığına göre babaları yaşlılığında da hiç değişmemişti. Onun dili, mimikleri ve vücut hareketleriydi. 'Gülümsemeden geçen bir gün yitirilmiş bir gündür' sözünü çocukları ve torunları hiç unutmamıştı. Chaplin, sadece 'Şarlo' tipiyle insanları büyülemesini başaran bir 'sihirbaz' değildi. O aynı zamanda üstün yetenekli bir rejisör, müzisyen ve iş adamıydı da. Manoir du Ban'in parkı andıran büyük bahçesinde durup ötelerde uzanan barış dolu eşsiz doğaya bakan Şarlo'nun şu sözlerini anımsamadan edemiyor: "Buradaki dünya bana huzur veriyor, ufkumu genişletiyor ve ruhumu dinçleştiriyor." Evet, her yerde huzur ve barış! İnsancıl, barışsever ve öncü sanatçı 'Şarlo' işte bu cennette yaşamıştı.

Ünlü Formula pilotu Michael Schumacher ve ailesi de 1996'da Cenevre gölü kıyısındaki Vufflens-le-Château'a yerleşmişti. 2008'den bu yana da Lozan'ın batısındaki Gland'da, göle sıfır, 66 milyon franka inşa ettirdikleri, 750 metrekarelik, 24 odalı villadalar. Audrey Hepburn de Lozan'a yakın Tolochenaz'da, 16 dönümlük parkın ortasındaki villasında yaşamının son 30 yılını geçirmişti. Mezarı villasına yakın.

5 Haziran 2022

Mucizeler Yaratan Meryem

Toplum Gazetesi, 5 Haziran 2022

Küçük çocuk annesinin kucağında, başını omzuna dayamış, elleriyle kulaklarını tıkamış. Yüzü buruşuk, neredeyse ağlayacak. Çan sesleriyle güvercinler uçuşuyor. Kadınlı erkekli koro siyahlar giyinmiş, ilahiler okuyor. Sesleri giderek yükseliyor. Küçük çocuk annesinin kulağına bir şeyler fısıldıyor. Kadının suratı ekşiyor. Koro susuyor, dualar başlıyor. Yüksekçe bir sahnede duran başrahip ve yardımcıları yumuşak, hafif ağlamaklı, hüzünlü İsa'dan, Meryem'den söz ediyor...

Katoliklerin Pantkot yortusu. Mukaddes ekmeğin İsa'nın vücuduyla özümleşmesini kutluyorlar. Altın sarısı bir çadırın altında yaşlı başrahip binlerce insana günün önlemini anlatıyor. Çevre köy ve kasabalardan Altötting'e gelmiş olan yöresel, tarihi, dini giysili gruplar ona kulak kesilmiş. Kısa deri pantolonlu, keçe şapkalı erkekler, rengârenk elbiseleri yere kadar uzanan köylü kadınlar ellerini önlerine kavuşturmuş, başları eğik, boyunları bükük başrahibi dinliyor.

Sonra birden Altötting'in tüm kilise çanları çalıyor. Güvercinler ürkek yükseliyor çatılardan. Annesi oğlunu kucağına alıyor, çocuk annesine sarılıyor. Rahipler dualar mırıldanarak bekleşenlere okunmuş kutsal ekmekten lokmalar dağıtıyor. İlahiler sonsuz. Sonra insanlar şöyle bir kımıldanıyor ve ağır ağır yürümeye başlıyor. En önde başrahip, rahipler, arkalarında yöresel politikacılar, değişik üniformalı, tarihi giysili erkekler, kadınlar ve 'bayramlıkları'nı giymiş halk. Annesi küçük oğlunu yere bırakıyor, elinden tutup evinin yolunda uzaklaşıyor…

Çan sesleri kulakları sağır ediyor

Binlerce insanın oluşturduğu dini alay gittikçe uzuyor, uzuyor; sanki boyu sonsuz bir yılan. Rahipler dualar mırıldanıyor, peşlerinden gelen binler duaları tekrarlıyor, kaldırımlarda bekleşenler alay geçerken haç çıkarıp duaya katılıyor. Dini tören yavaş yavaş sonuna yaklaşıyor. Ak saçlı başrahip yorgun, ayaklarını sürüyor. Sekizgen alanı çevreleyen kiliselerden yükselen çan sesleri kulakları sağır edecek neredeyse. Hiç kimse ağzını açmıyor, herkes suskun. Düşüncelerinde bambaşka bir dünyada insanlar. Uzak yoldan geliyorlar. Kimi onlarca, kimi de yüzlerce kilometre öteden. Günlerce yürümüşler, dağ bayır demeden. Kuzeyden, güneyden, her yönden yola çıkmışlar. İçlerinde, bisikletleriyle Avusturya'dan, İsviçre'den gelmiş olanlar da var. Tümü de Katolik.

Mucizeler yarattığına inandıkları Meryem'e geliyorlar. Papa 2. Jean Paul de Altötting'i ziyaret etmişti. Ağca suikastından altı ay önce, 1980'de. O günden sonra yöre iyice kutsallaşmıştı. Alman Papa 16. Benedikt de11 Eylül 2006'da doğduğu bu yöreye gelmişti.

Meryem'in mucizeleri

Altötting insan kaynıyor. Bazilikanın önündeki alana iğne atsan yere düşmüyor. Büyük kapının önünde duran başrahip o kadar yoldan gelen hacılara teşekkür ediyor. Sonra yumuşak, hafif ağlamaklı, hüzünlü bir sesle İsa'dan, Meryem'den söz ediyor. Törenin bitiminde insanlar kocaman alanı dolaşarak "Lütuf Kilisesi"ne gidiyorlar. Sekizinci yüzyılda kurulduğu söylenen bu küçücük kilise de alan gibi sekizgen. İçindeki Meryem heykeli kutsal. Altöttingli Meryem'in mucizeler yarattığına 15. yüzyıldan bu yana inanılıyor. İçine insanların sığmadığı, girebilmek için kimi gün saatlerce kapısında beklediği küçük kilisenin tüm dış duvarları, dini mesaj içeren tahta tablolarla dolu. İki bine yakın bu tabloyu, Meryem'in mucizelerine inanarak hastalıklarından ve başka dertlerinden kurtulmuş olan insanlar yapmış...Münih ve Salzburg'a bir saat uzaklıktaki Altötting Papa 16. Benedikt'in doğum yeri Marktl'dan sadece on kilometre ötede. Papa küçüklüğünde ana-babasıyla bu yolu yürüyerek çok kez gelmiş Meryem'ine. Altötting ve çevresi koyu Katolik ve tutucu.