26 Aralık 2021

Burnu Kafdağı'nda Bir Megolaman

Toplum Gazetesi, Almanya, 26 Aralık 2021

AHMET ARPAD

Yolum yine Münih'e düştü. Uzun bir aradan sonra bu güzel kente gelişimin nedeni hem ziyaret, hem ticaret! Önce dostlarla bir Bavyera lokantasında öğle yemeği, ardından bir fotoğraf sergisi ön görüşmeleri. Tren istasyonunun ana kapısından büyük alana çıkıp 19 numaralı tramvayla merkeze inmek niyetim, fakat alan bir inşaat alanı! Duraklar yıkılmış, tramvaylar yan caddeden kalkıyor. Giriş, çıkış yan kapılardan. Az ötedeki koskocaman bir tabelada Münih'in 2028 yılında yepyeni bir tren istasyonuna sahip olacağı yazıyor. Dev bir fotoğraf geleceğin dev istasyonunu gösteriyor! Benzeri Almanya'da yok. Resmi verilere göre şimdi her gün yaklaşık 400 bin insan Münih tren istasyonunu kullanıyor. Geleceğin istasyonu günde yarım milyon yolcuya hizmet verecekmiş.

Aynı yere bundan 80 yıl önce de yeni bir tren istasyonu yapmak istemişlerdi. Hitler emir vermişti, dev bir yapı olmalıydı! Emri alan Stuttgartlı mimar Paul Bonatz'dı. On iki yıllık yönetimi sırasında hep daha büyüğün peşinden koşan "Führer"'in düşlerinden biri de, yüzbinleri ve kendinden sonrakileri etkileyecek dev mimarlık eserleri yaratmaktı! Paul Bonatz 1920'li yıllarda Stuttgart'a güzel bir tren istasyonu armağan etmişti. Yürekli bir mimardı, Hitler'in kafasından geçen aşırı büyüklükte istasyon binasına karşı çıkmasını bilmiş, ancak bu nedenle de 1943 yılında ülkesini terke zorlanmıştı. Bonatz savaş ve savaş sonrası yıllarını Ankara ve İstanbul'da geçirmişti. Ankara'daki Şevki Balmumcu'nun Sergievi binasını 1947-1948 yıllarında Opera binasına dönüştürür. Anıtkabir jürisinin başkanlığını yapar, ülkemizde birçok öğrenci yetişirir ve 1954'de yine Stuttgart'a döner.

Hitler'in Dev Yapılar Merakı

Adolf Hitler dev yapılara meraklıydı. Çoğu savaşta ve savaş sonrasında yıkılsa da günümüzde Münih'te, Berlin'de, Nürnberg'de, Regensburg'ta onun düşsel yapılarına hâlâ tanık oluyoruz. Hitler kendini herkesten üstün gören, sürekli haklı olduğuna inanan, hep ön plana çıkmak isteyen, burnu hep "Kafdağı"nda bir megalomandı! Savaş sonrasında onun kişiliği üzerine kafa yoran sayısız psikiyatri uzmanı doktor Hitler'in iki ruhlu bir insan olduğu üzerinde birleşmiştir. Davranışları çoğu kez esrarengizdi. Günümüzde hâlâ Münih'in merkezini "süsleyen" Hitler projesi dev yapıları görmek isteyenler üç dilde düzenlenen yarım günlük turlara katılıyor.

Hitler'in ülkeyi Münih'ten yönettiği yıllarda kaldığı görkemli yapı bugün Müzik ve Tiyatro Yüksekokulu'nu barındırıyor. Az ötesindeki NSDAP idare binasında şimdi Sanat Tarihi Enstitüsü var. Odeon Alanı'ndaki Nazilerin çoğunlukla askeri törenlerde kullandığı sütunlar, dev heykeller, aslan figürleriyle süslü Feldherren yapısının önünde turist grupları fotoğraf çektiriyor. Kentin ünlü Prinzregenten Caddesi'nde 1930 yıllarının Devlet Ekonomi Bakanlığı binasında bugün de Bavyera Ekonomi Bakanlığı var. Prinzregenten Alanı'ndaki emniyet müdürlüğü bir zamanlar Hitler'in apartmanıymış. Caddenin dev İngiliz Parkı'na açılan yanında Hitler'in emriyle inşa edilmiş olan neoklasik yapı o gün olduğu gibi günümüzde de ünlü bir Sanat Müzesi.

Stuttgart trenine daha iki saat var. Hava oldukça serin, fakat güneşli, gökyüzü mavi-beyaz. Biraz tur atmalı, çok uzaklardan, dorukları karlı Bavyera Alpleri'nden gelen tertemiz havayı ciğerlerime çekmeli... Tarihi belediye binasının önündeki geleneksel Noel pazarı bu yıl da kurulamadı. İnsanlar Münih'in sokak ve caddelerini dolduramadı! Viktualien pazar alanında oturmuş, biralarını yudumlayan, şık loden şapkalarına keçi sakalı takılı Münihliler, merakla dolaşan, sürekli fotoğraf çeken Asyalı turistler bugün yok! Adaşımın küçük dükkânı da kapalı, tezgâhlarını dolduran ikiyüze yakın peynir arasından birkaçını seçmeyeceğim, onunla ve canayakın eşiyle biraz sohbet edemeyeceğim. Münih her zamanki gibi güzel, fakat hüzünlü...

18 Aralık 2021

Gerçekler ve seçkinler

Toplum Gazetesi, Almanya, 18 Aralık 2021

Ahmet Arpad

Çoktandır bekliyordum, sonunda geçenlerde gerçekleşti. İki ev ötedeki komşum, yıllardır her Cumartesi lüks otomobilini garajından çıkarıp kaldırıma park ediyor ve bir saate yakın suyla, sabunla bir güzel yıkıyordu. Geçen hafta eve döndüğümde villasının önünde bir polis otomobili durduğunu gördüm. Yaşlı ve zengin adam polislerle tartışıyordu. Kapıyı açıp bahçeye girdim, durdum ve kulak kabarttım. Genç memurlar komşuma yaptığının yasa dışı olduğunu söylüyordu. Çünkü hem yayalara engel oluyordu, hem de şampuanlı pis suları kanalizasyona akıtıyordu. Polisler para cezasından söz edince yaşlı adam sesini yükseltti. Daha çok dinlemeyip içeri girdim. Kendini haklı görmekte inat ediyordu! Bakalım zengin komşum lüks otomobilini bundan sonra nerede yıkayacak?

Alman dilinde bir özdeyiş vardır: "Parası olan güçlüdür, güçlü olan haklıdır!" Bir süre önce benzeri başka bir olaya tanık olmuştum. Karşıdan karşıya geçmek üzere çizgili yaya geçidine doğru yürüyordum. Aynı anda spor giysili genç bir kız koşarak geçide geldi ve hiç durmadan caddeye atladı. Onu son anda fark eden küçük otomobil frene bastı. Hemen arkasındaki gösterişli SUV (Spor Amaçlı Taşıt) zar zor durdu, tamponlar neredeyse birbirine değdi. Zengin aracının (!) kapısı açıldı, iri-yarı bir adam aşağı indi, hızla öndeki otomobile gitti ve el kol hareketleriyle bağırıp çağırdı. Söylediğine göre küçük aracın sahibi haksızdı! Bana kalırsa haksız olan, koşarak, hiç beklemeden, sağına soluna bakmadan çizgili yaya geçidine atlayan kızla, dev aracını öndekine çok yakın süren SUV'inin şöförüydü. Küçük otomobilin penceresi açıldı, ufak tefek bir adam bir şeyler mırıldandı, iri yarı, şık giyimli SUV sahibi ise avukat olduğunu söyleyip: "Siz görürsünüz" diye bağırdı ve dev aracına bindiği gibi hızla olay yerinden uzaklaştı...

Güçlünün kendini hep haklı sanmasını, aylar önce gazetelere yansıyan bir başka olay da kanıtlamıştı. Stuttgart'ın güzel Schloss alanındaki her yanı camdan kübik bina Sanat Müzesi. En üst katında masaları hep dolu bir lokanta var. Gazetede yazdığına göre, eyaletin ünlü bir bakanı bir akşam yanında misafirleriyle içeri giriyor. Rezervasyonu yok. En önde manzaralı bir masa istiyor. Lokanta dolu. Şef garson arkalarda masa vermek zorunda kalıyor. Bakan bağırıp çağırarak lokantadan ayrılıyor.

Toplumsal gerçekleri kavrayamayan seçkinler!

Alman toplumunda son yıllarda dikkati çeken bir gelişme yaşanıyor: Dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olan Almanya'da devletin kasasına giren vergiler rekor düzeydeyken fakirle zengin arasındaki makas gittikçe açılıyor. Orta sınıf kayboluyor, kendini seçkin sanan yeni zenginler artıyor. Onlar Koronavirüs sürecinde borsa oyunlarıyla servetlerine servet katmaya devam ediyor. Toplumsal sorunların sürekli arttığı, günlük yaşamın zorlaştığı ülkede gittikçe daha çok insan artık yalnız, fakir, ümitsiz.

Almanlar kendilerinin ve ülkenin geleceğinden korkuyor. Milli gelirin %50‘sine nüfusun %10‘nun sahip olduğu bilinen bir acı gerçek. Resmi verilere göre Almanya'da 6 milyon çocuk ve genç fakir ailelerde yaşıyor. Bu sayı son on yılda ikiye katlanmış! Ekonomisi güçlü Almanya "aile ve eğitim fakiri" listesinde birinci sırada. Darmstadt Üniversitesi'nden sosyoloji profesörü Michael Hartmann "Burnu Büyükler" adlı en kitabında Almanya'da ekonomide, politikada ve üst düzey yönetimde yanlarına kimseyi sokturmayan yaklaşık 4 bin ‘seçkin' olduğundan söz ediyor!

"Bu kişiler bir yandan ülke toplum yaşamında etkili olurken, diğer yandan da insanlardan uzaklaşıyor, içlerine kapanıyor", diyor Prof. Hartmann. "Kendileri gibi olmayanlarla kesinlikle görüşmüyorlar." Onlar aldıkları kararların ve gerçekleştirdiklerinin kuruluşları, şirketleri ve partileri için doğru olduğuna yüzde yüz inanıyorlar.

Kökenleri, yetişmeleri ve eğitimleri ‘elit' olan bu insanlar toplumsal gerçekleri her zaman kavrayamıyor, çoğunluğun yaşamından gittikçe uzaklaşıyor! Kendi evrenlerinde yaşayan bu seçkinlere (!) günümüz Avrupa'sında sayıları hızla artan sağcı popülist partilerde de rastlanıyor...

12 Aralık 2021

"İşe yaradığımızı hissetmeliyiz"

Toplum Gazetesi, Almanya, 12 Aralık 2021

AHMET ARPAD

Kadın yaşını başını almış. Yıllardır aynı yerde duruyor, Stuttgart Schloss Alanı'nın altındaki metro geçitinde gazete satıyor. Koltuğunun altındaki gazetelerin adı Kaldırım. Sık sık oradan geçtiğim için kimi gün selamlaşıyoruz. Çene çaldığı başkaları da var. Çoğunlukla yaşlı insanlar. Arada sırada Kaldırım'ı alıp göz atıyorum. Kaldırımda yaşayan çok fakirlerin gazetesi. Toplumun dikkatini bu insanların sorunlarına çekmek için yaklaşık 25 yıldır yayınlanan aylık gazete değişik destek, bağış ve ilanla yaşıyor. Bir süre önce gazete alırken yaşlı kadına sormuştum: "Nasıl dayanıyorsunuz saatlarce burada durmaya?" diye. "Mecburum", olmuştu yanıtı. "Devletin verdiği destek yetmiyor. Günde üç beş Avro da gazete satışlarından elime geçiyor." Kaldırım Stuttgart'ın başka köşelerinde de satılıyor. Satanlar yaşlı kadın gibi fakirlik sınırının çok altında yaşayanlar. Gazetedeki haber ve yazılar çoğunlukla onların zor yaşamını ele alıyor. Yaşlı kadın sekiz yıldır burada durduğunu anlatıyor. "Benim yaşımda kolay değil, fakat yine de haftanın dört günü geliyorum. Her gün 6 saat. Stuttgart'ta benim gibi gazete satan yaklaşık yüz kişi var. Önemli olan bir işe yaradığımızı hissetmeliyiz!"

Evleri köprü altları

Almanya'nın zengin kentlerinden sayılan Stuttgart ve çevresinde belediyenin açıklamasına göre 3 bin insan evsiz. Yardım derneklerinin, kiliselerin ve belediyenin gösterdiği odalarda ve yurtlarda kalıyorlar. İçlerinde içki ve uyuşturucu bağımlılarıyla sokak çocukları da var. Fakirler ordusuna son yıllarda gittikçe daha çok yaşlı da katılmaya başladı. Eline geçen emeklilik maaşıyla artık geçinemeyen bu insanlar devletten sosyal yardım alıyor. Sayıları son 15 yılda yüzde 45 artmış. Yetkililer: "Yaşlıların fakirliği yakın gelecekte çığ gibi büyüyecek", diyor. Günümüz Almanyası'nda gittikçe daha çok insan eline geçen düşük sosyal yardım ile fakirlik sınırında, gelecekleri belirsiz bir yaşam sürdürüyor. Bunlardan yedi yüz bini tam dibe vurmuş, evsiz barksız, ailesiz yaşıyor. İçlerinden 48 bini yaşamını sokakta geçiriyor. Kar, buz ve yağmurda ormanlar, parklar, köprü altları, kapı içleri, aralıklar, alt geçitler, metro istasyonları onların barınakları. Bir zamanlar iş güç, ev bark, çoluk çocuk sahibi bu insanlar şimdi yalnız.

Sokakta donarak ölenler

Federal İstatistik Dairesi'nin geçen nisandaki açıklamasına göre 2020/2021 kışında evsizlerden yirmi üçü sokakta donarak ölmüş. Son haftalarda derece geceleri sürekli sıfırın altında. Almanya'nın büyük kentlerinde Kızılhaç'ın minibüsleri saat 22'den sabah 3'e kadar sokak ve caddelerde dolaşıyor, geceyi ‘açık hava'da geçiren evsiz barksızlarla ilgileniyor. İkisi Kızılhaç görevlisi, diğeri gönüllü, üç kişi eski bir battaniyeye sarılmış, çoğu aç ve içkili zavallıyı uyandırıyor, onunla konuşuyor, sağlığını kontrol ediyor, ona sıcak bir çorba veya çay veriyor, gerekiyorsa giyecek bir şeyler de bırakıyor. Bazılarının yanında köpekleri varsa onların da karnını doyuruyor. Her minibüsün belli bir turu var. Üç görevli kentin hangi cadde ve alanında kimin gecelediğini biliyor. Bazı mahallelerde evsiz barksızları tanıyan komşular da bu insanlara göz kulak oluyor. İçlerinde Covid-19'a karşı aşı olmak istemeyenler belediyenin onlara gündüzleri sıcak yemek ve içecek verdiği yurtlara testle girebiliyor. Almanya'nın 1990'lı yıllardan bu yana geçirdiği toplumsal değişim ülkede sorunları arttırdı, insanların yaşamını giderek zorlaştırdı, bireyin geliri azaldı, fakirlik doruğa fırladı. Resmi verilere göre Almanya'da 15,3 milyon insan 'fakir' kabul ediliyor. Tek başına yaşayıp da ayda 920 Avro'nun altında kazanan 'fakirler sınıfı'ndan. İki çocuklu bir ailede bu sınır 1940 Avro'dan başlıyor.

AB'nin güçlü ülkesinde milli gelirin yüzde ellisine nüfusun yüzde onunun sahip olduğu artık bilinen bir acı gerçek. Zenginle fakir arasındaki uçurumun gittikçe derinleştiğini yönetenler de kabullenmeye başladı. Hele Korona'yla bu uçurum daha da derinleşti! Büyük kentlerde istasyonlarda, caddelerde, parklarda çöp kutularında boş şişe arayan yaşlı insanlar gittikçe daha çok dikkati çekiyor. Bakkala götürüp depozitini alarak günde birkaç Avro'ya sahip olmak uğruna yağmurda, karda sokak sokak, cadde cadde dolaşıyorlar.

5 Aralık 2021

Barok sarayın süpürgeleri

Cumhuriyet, 5 Aralık 2021

Ahmet Arpad / Stuttgart

Bundan çok uzun yıllar önce Stuttgart'a yerleştiğimde ilk öğrendiğim ilginç şeylerden biri de kira sözleşmesinde yazan "Merdivenlerin ve kaldırımın temiz tutulmasından kiracı sorumludur" maddesiydi.

Sırası gelen kiracı eline süpürgesini alıp ortak merdivenleri, binanın önündeki kaldırımı tüm hafta boyunca temiz tutmak zorunda. Yaz, kış demeden. Karlı buzlu günlerde sabahın köründe, gerekiyorsa kahvaltıdan önce, yayalar ayakları kayıp düşmeden, kaldırım tertemiz olmalı. Kiracı, eğer oturduğu binanın iç avlusu varsa, orasını da süpürüp temizlemek zorunda. Sözleşmesindeki sorumluluğunu bir süre yerine getirmedi mi ev sahibi onu evden atabiliyor. Çok daireli apartmanlarda bu görevi üstlenen, çoğunlukla yabancıların kurduğu "temizlik şirketleri" var.

Her şey Württemberg Dükü Eberhard Ludwig'in 12 Ocak 1714 tarihli "temizlik" genelgesiyle başlamış! Dükün amacı insanları düzene ve temizliğe alıştırmakmış. Fransa'nın Güney Almanya sınırındaki Elsas ve Lothringen bölgesi 1871 ile 1918 tarihleri arasında Alman topraklarına katılınca temizlik genelgesi yöre halkına da uygulanmak istenmiş, fakat Alman yöneticiler bunu Fransız halka bir türlü kabul ettirememiş!

KİLİSEDE CAZ KONSERİ
Ağaçların ardında, ötelerde, güz güneşinde ışıldayan geniş vadide Tuna Nehri ağır ağır süzülüyor. Tepede, sırtını kara çamların örttüğü yamaca dayamış barok Mochental sarayı yükseliyor. Yüzyıllar boyu yakındaki Zwiefalten Manastırı'nda yaşayan piskoposların dinlenceye gelmiş olduğu saray 1985'ten bu yana güzel bir kilisenin yanı sıra büyük sanat galerisiyle, Almanya'nın tek süpürge müzesini de barındırıyor. Karlsruheli galerici Ewald Karl Schrade ve eşi barok sarayın salonlarını değişik sergilere açıyorlar. 2500 metrekarelik sergi alanında postmodernizminden günümüze, tablolardan heykellere, çok değişik sanat yapıtlarına yer veriyorlar. Saray kilisesi de caz konserlerine ve kitap okuma akşamlarına açık.

Alt katın bütün salonlarını kaplayan süpürge müzesi görülmeye değer. Ewald Karl Schrade, 1970'li yılların sonunda çok ilgisini çeken bir süpürgeyi satın alıp evine götürürken günün birinde müze kuracağını aklının köşesinden bile geçirmemiş. Aradan geçen yıllarda dünyanın dört bir yanından dostları ona süpürge yollamış, kendi satın almış, böylece sayıları yüzleri geçmiş. Sağda süpürge, solda süpürge, duvarlarda süpürge, yerlerde süpürge. Ne de çok çeşidi varmış! Sapları kayın ağacından ve bambudan, hindistancevizi ve hurma ağacı kabuğundan... Süpürge otu yerine tavus kuşu ve deve kuşu tüyleri, kaz kanatları kullanılmış. İçlerinde bazıları var, sapları gümüş kaplama. Onlara âşık olmamak elde değil. Temizlik insanoğluna her çağda gerekli. Firavunlar süpürgeye meraklıymış, Çin İmparatorluğu'nun insanları, Sezar'ın Roma'sı da. Süpürge, yaşamımızda vazgeçemeyeceğimiz dostlarımızdan biri.

Dışarıda bir güz gününün son ışınları. Sapsarı doğa yavaş yavaş bambaşka renklere bürünüyor, kararıyor, uykuya hazırlanıyor. Sarayın büyük avlusunda iki tavus kuşu... Kanatlarını açmışlar, rengârenk kuyruklarını kaldırmışlar. Büyülenmiş gibi öyle duruyorlar...

Satranç, Asillerin Oyunu...

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 5 Aralık 2021 

Yine yağıyor ahmak ıslatan, hava serin, fakat kimsenin umrunda değil. Ne koşanların, ne de satranç oynayanların. Her pazar olduğu gibi bugün de Stuttgart'ın göbeğindeki büyük parkta gezintimizi yapıyoruz. Kentin orta yerinden başlayıp ta Neckar kıyısına uzanan Schloss parkı gezinenler, koşanlar, çocuk arabası sürenler, tekerlekli paten yapanlar, pedallara basan bisikletlilerle dolu. Şu sıralar evine kapanmak zorunda olan çoğu insan evinden çıktıktan kısa süre sonra kendini kilometrelerce uzanan bu yeşil alanın ortasında buluyor. Yaşlısı genci, binlerce insan nefes alıyor, spor yapıyor, rahatlıyor tarihi ağaçlar altında, upuzun çimenliklerde, bakımlı gezinti yollarında. Küçük göllerde yüzen ördeklere, kazlara, kuğulara yem atıyor, günün stresini burada unutuyor.

Bir saatlik yürüyüşten sonra Neckar kıyısına gelenler canları çekerse ırmağın iki yanındaki geniş patikalarda yollarına devam ediyor. Altında bisikleti, pateni olanlar ta Ludwigsburg'a, Esslingen'e uzanıyor. O kadar yolu gözü almayanlar, hava güzelse, kıyıda bekleyen gemilere binip gezintiye çıkıyor. İsteyen parkın bitimindeki tabiat müzesine giriyor, hayvanat bahçesini geziyor. Susamış, karnı acıkmış olanlar ırmak üzerindeki köprüden karşıya uzanıp Bad Cannstatt'a geçiyor, Hermann Hesse'nin sorunlu lise yıllarında arada bir uğramadan edemediği şaraphanelerini yeğliyor!

Bizler ise küçük bir tur attıktan sonra dönüp tarihi ağaçlar altında satranç oynayanların yanında duruyoruz. Oyuncuların çoğu orta yaş ve üzerinde. Onlar buraya sürekli gelenler, yaz-kış demeden... Her havada oynayan satranç bağımlıları! Yüzlerce yıldır süregelen bir oyun satranç. Gerçek bir strateji; altmış dört karede hareket eden otuz iki taş. Şah, vezir, kaleler, filler, atlar, piyonlar. Zamanında İran'da bir şahın geliştirdiği savaş stratejisi, günümüzde milyonları kendine bağlayan bir oyun olmuş.

Ahmak ıslatan yağmura dönüşüyor. Satranç oynayanlar ve onları seyredenler şemsiyelerini açıyor. Pek konuşan yok. Bir an aralarında fısıldaşıyorlar. Burada değişik diller konuşuluyor. Oynayanlar, oynayanları izleyenler mesafe kuralına uyuyorlar, birbirlerine pek yaklaşmıyorlar!

Kocaman taşlar bir yerden bir yere hareket ediyor. Parkta gezinen köpekli polis bir an durup oynayanları seyrediyor, sonra yine yoluna devam ediyor. Rudi her zamanki yerinde. Üzerinde blucin, kara deri ceket. Saçlarına ak düşmüş, dinç biri. Tanıyorum onu. Yıllardır, hemen hemen her gün burada. Yaş yetmiş beş, fakat yaşından çok daha genç gösteriyor. Hans ondan da yaşlı. 82. Her cumartesi, pazar uzak Leonberg'den kalkıp buralara geliyor. Bugünkü karşıtı ondan oldukça genç. İri yarı, başında kasketi, kollarını kavuşturmuş, ‚ne yapmalıyım‘, diye düşünüyor olacak. Birkaç adım ileri atıyor. Bir elini çenesine götürüyor. İzleyenler arasında tek kadın yok. Kasketli adam birden eğiliyor, dizine kadar yükselen kara atı başka bir kareye koyuyor. Hans atılıyor ve beyaz kalenin yerini değiştiriyor. Kasketli adam öfkeyle söyleniyor. Hans gülümsemekle yetiniyor!

Yağmur birden duruyor. Yolcu yolunda gerek. Otobüse gitmeden az ötedeki büfeye uğramalı. Bir sıcak çay iç ısıtır. Çabuk çabuk yürüyenler, ‚Nordic Walking‘ yapanlar, bisikletliler, yavaş ve hızlı koşanlar yanımızdan geçiyor.

İnsanlar hareket halinde. Çoğu Korona nedeniyle büroya az giden, bütün gün bilgisayar karşısında oturup evden çalışanlar, akşamları da televizyon karşısından zor kalkıp doğru yatağa gidenler! Hafta içinde evinde oturuyor, hafta sonlarında parklar, ormanlar, göl ve ırmak kıyılarında geziniyor, koşuyor. Temiz hava alıyor.