26 Mart 2023

Televizyon ve özgürlük!

Toplum Gazetesi/Almanya, 26 Mart 2023

Ahmet ARPAD

Her üç Almandan biri ekran bağımlısı. Boş saatlerini televizyon karşısında geçiriyor. Haftalık programları ezbere biliyor! Bağımlı olduğu dizinin yayın saati geldi mi evinde yaşam duruyor! Futbol maçı veya polisiye onun için akşam yemeğinden önemli. Uykudan da! Sabaha karşı birde, ikide yorgun, bitkin, dayak yemiş gibi yatağa girenler var. Bu insanlar bütün gününü büroda bilgisayar karşısında geçiriyor. Farkında olmadan gözleri bozuluyor, sırtına, beline, kollarına ağrılar giriyor, düşünemiyor, bilgisayar ne derse onu yapıyor! Yanında oturan iş arkadaşıyla doğru dürüst iki lâf bile edemiyor, eve dönerken sürekli elindeki smartphona bakıyor. Kapıdan içeri girer girmez televizyon onu bekliyor... Yemek diziyle veya maçla yeniyor. Evde kitap, gazete okunmuyor. Zavallı TV-bağımlısı kendini vur-kırlı polisiye filmlerinden veya uyku getirici, bıktırıcı açık oturumlardan kurtaramıyor!

Evet, bu anlattıklarım Almanya'dan, buradan, Türkiye'den değil. Geçenlerde, bir akşam yemekten önceydi, gazetenin televizyon sayfasına bir göz attım. Bakalım kanallar o akşam bizlere ne sunuyordu? Gördüklerimle gözlerime inanamadım, şaşırdım, öfkelendim. Almanya'nın en çok izlenen altı TV kanalı o akşam saat 20 ile 24 arasında tam 11 (on bir) polisiye, macera, vur-kır filmi yayınlayacaktı! Polisiyeden canı sıkılan isterse – insanı gülmekten çok öfkelendiren – komik şovlara da zaplayabilirdi!

Goethe'nin, Schiller'in, Beethoven'in ülkesinde günümüz insanı televizyona 'esir'. Birileri farkında olmadan onun beynini yıkıyor, onu bağımlı yapıyor, kimi çıkarlar uğruna onu ekrana alıştırıyor, uyuşturuyor. Bağımlı televizyon izleyicisi hiçbir şeyden habersiz, çoğunluğa hükmeden azınlığın (!) peşinde, onun dümen suyunda gidiyor.

Meraklı izleyici öğretici belgeselleri, operaları, klasik konserleri samanlıkta iğne arar gibi arıyor! Geçmişte haftada bir kez yayınlanan ünlü 'Tatort' polisiye dizisini neredeyse artık her akşam izlemek mümkün. Evinizde 2-3 televizyonunuz varsa aynı anda yerel kanalları da açın, orada da kesinlikle eski bir polisiye tekrar karşınıza çıkacaktır.

Çocuk Yaşta Bağımlı


İnsanlar sadece akşamları mı ekran karşısında oturuyor? Öğleden sonraları da evlerde tüm kanallar, özellikle kadınları ekran başına bağlayan, onları ev işinden alıkoyan saçma-sapan polisiye ve aşk dizileriyle dolu. Halle'li etnolog Thomas Hauschild: "Çoğu insan stres atmak için heyecan dolu filmleri ve polisiyeleri izliyor, katil yakalanınca da rahatlayıp uykuya çekiliyor...", diyor. Etnolog ne derece haklı bilemem! Günümüz toplumunda sekiz yaşındaki bir çocuk kitap okuyacağına heyecanı, ana babasının hediyesi olan akıllı telefonda arıyor, ertesi gün de arkadaşlarına dedektif rolü oynuyor! İlkokulda akıllı telefon bağımlısı olan çocuk büluğ çağına geldiğinde içinde büyüyeceği dünyanın gerçeklerini ne derece tanıyor?

"İnsanlarımızla Yeterince İlgileniyor muyuz?"

Bundan 14 yıl önceydi, 11 Mart 2009'da Stuttgart yakınlarındaki şirin Winnenden kasabasında "JawsPredator1" takma adını kullanan, okuldan geldikten sonra günün geride kalan saatlerini odasında tek başına geçiren 14 yaşındaki Tim K. şiddet içerikli bilgisayar oyunları oynayarak zaman öldürüyordu. İçine kapanıktı, kimseyle görüşmüyordu. Tüm dünyası "Far Cry 2", "Counterstrike" ve "Tactical Ops" gibi oyunlardı. Tim iki kişilikliydi! Ve günün birinde babasının dolapta duran tüfeğini aldı, on üçü okulunda, diğerleri sokakta, tam on beş insanı kurşuna dizdi ve en son kurşunu da kendi beynine sıktı...

Bu dehşet verici olayın ardından zamanın Almanya Cumhurbaşkanı Horst Köhler şöyle sormuştu: "İnsanlarımızla yeterince ilgileniyor muyuz?" Büyük balığın küçük balığı yuttuğu, çoğu ortak değerin artık yitirildiği günümüz toplumunda insanlar bencilleşiyor, içlerine kapanıyor, kabuklarına çekiliyor. Birey, yalnızlık ve bencillikle daha çocukluğunda tanışıyor. Televizyon kanallarındaki diziler, polisiyeler, macera filmleri, açık oturumlar, şovlar göz boyamaktan, bizleri gerçekdışı bir düşler dünyasına götürüp orada yalnız bırakmaktan başka bir şey yapmıyor.

"Aşırı televizyon, smartphon, İnternet bağımlısı birey robotlaşmıştır, özgür düşünce özgürlüğünü yitirmiştir", demek bir hata mı? Araştırma verilerine göre günümüzde Almanya'da 60 milyon akıllı telefon varmış ve bu rakkam 2023 yılında 70 milyona fırlayacakmış! Bağımlılık pandemi sürecinde iyice arttı, çünkü son üç yılda yaşam daha çok dört duvar arasında geçti. Anneler, babalar, çocuklar işe, okula gitmeyip evden çalıştılar, sokağa pek çıkmadılar, dükkânların, lokantaların, sinema ve tiyatroların kapılarına kilit vuruldu. Çoğu aile tatile gidemedi. Oldukça bol boş zaman internetle, televizyonla, akıllı telefonla, bilgisaray oyunlarıyla sağlıksız geçti.

Yapay Zekâ, Nükleer Bomba

Mart 2018'de Tesla'nın kurucusu Elon Musk şu uyarıyı yapmıştı: "Yapay zekâ nükleer bombalardan çok daha tehlikeli! Neredeyse herkesin bildiğinden çok daha fazlasını yapabilir ve gelişme hızı katlanarak artıyor. Potansiyel risklere nasıl hazırlanacağımızı ve bunlardan nasıl kaçınacağımızı öğrenemezsek, yapay zekâ uygarlığımızın tarihindeki en kötü olay olabilir." Şu sözler de fizikçi Stephen Hawking'in: "Yapay zekânın hızlı gelişimi sıkı ve etik olarak kontrol edilmedikçe felaket yaşanabilir."

19 Mart 2023

Meraklı, gözüpek, hoşgürülü

Toplum Gazetesi, 19 Mart 2023

Ahmet ARPAD

Ünlü yazar Erich Maria Remaque'ın 1929 yılında yazmış olduğu baş yapıtı “Batı Cephesi'nde Yeni Bir Şey Yok”tan beyaz perdeye uyarlanan epik savaş karşıtı film, 12 Mart akşamı düzenlenen 95. Oscar Ödül Töreni'nde dört ödülle onurlandırıldı. 1956 yılında Burhan Arpad tarafından Türkçeye kazandırılan bu romanın 1930 yılındaki ilk beyaz perde uyarlaması da (Yapımcısı Alman Carl Laemmle) iki Oscar ödülü almıştı.

Cin Gibi Bir Delikanlı

Carl Laemmle (1867-1939) Laupheim'daki babaevini terk ettiğinde on yedi yaşındaydı. Ufak tefek, bakışları cin gibi delikanlı yürekliydi. Tek amacı okyanus ötesine gitmek, orada başarıya ulaşmaktı. Genç Carl doğup büyüdüğü kasabayı terk ederken tek başına değildi. 1884 yılında Hamburg'da “Neckar” göçmenler gemisine binerken arkadaşı Leopold Hirschgeld de onunla beraberdi. İki delikanlının ortak arkadaşları İsidor Nathan Landauer de bir yıl önce Amerika'ya ayak basmıştı. Laupheim'lı 'üçlüyü' bir yıl sonra Samuel Moritz Einstein takip etmişti. Dördü de yeni kıtadaki ilk yıllarını bulaşık yıkamakla, ayak işlerine koşmakla geçirmişlerdi!

Stuttgart'a bir saat uzaktaki Laupheim o yıllarda Hristiyanlarla Yahudilerin 1730'dan bu yana huzur içinde ortak yaşam sürdürdüğü bir kasabaydı. Yahudiler iş sektöründe ve politikadaki girişimleriyle Laupheim'ın toplum yaşamında hep önemli rol oynamıştı.

Endüstrileşmenin ilk adımlarının atıldığı 20. yüzyıl başında yeni dünyada şanslarını arayan yüz binlerden dördü olan Laupeim'lı, hırslı ve çalışkan delikanlılar ceplerinde beş kuruşsuz yerleştikleri Amerika'da değişik dallarda başarıya ulaşmasını başarmıştır.

Bir süre New York'ta her işi yapan Laemmle'nin ikinci durağı Şikago'dur. Ancak orada da çok kalmaz, Alman göçmenlerin çoğunlukta olduğu Oshkosh'a geçer ve bir tekstil fabrikasında iş bulur. Hırslı genç adam yenilikçi girişimleriyle birkaç yıl içinde fabrikanın müdürlüğüne yükselmeyi başarır. Carl Laemmle Amerika'da nasıl modern bir iş adamı olunacağını ve başarıda doruğa çıkabilmek için reklamın önemli olduğunu çabuk kavrar.

Aradan çok geçmeden de o güne dek kazandığı tüm servetini Şikago'da bir sinemaya yatırır, 1906'da bir film dağıtım şirketi kurar. 1908 yılına gelindiğinde bu şirket Amerika'nın en büyüğü olur. Carl Laemmle o yıllarda 50 sinema salonuna da sahiptir.

Ufak tefek, kurnaz, cin gibi Laemmle 1910'da kurduğu Independent Motion Picture'la film yapımcılığında en büyük adımı atar. 1912 yılında bazı küçük filmcileri de şirketine katar, böylece Universal Motion Picture Manufacturing Company (bugünkü Universal Studios) ortaya çıkar!

Meraklı, gözüpek, hoşgörülü


Carl Laemmle Amerikalıların 'bulaşıkçılıktan milyonerliğe' düşünü gerçekleştirmiştir. Dev Universal Studios'un kuruluşu aynı zamanda Hollywood'un da başlangıcıdır. 'Dracula', 'Phantom the opera', 'The Mummy', 'Frankenstein' ve 'Tom Amca'nın Kulübesi' klasikleri onun başarısıdır. 1930 yılında iki Oscar ödülü alan “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” filmi o günlerde Almanya'da güç kazanmakta olan Nazileri öfkelendirir. Remarque'ın romanı ateşlerde yanarken Laupheimlı (“Küstah Yahudi sinemacı”) Laemmle'nin filmi Almanya'da yasaklanır.

Meraklı, maceracı, araştırmacı, ileri görüşlü, hoşgörülü, güçten ve sorumluluk yüklenmekten kaçınmayan biri olması Almanyalı bu Yahudi'nin başarıya ulaşmasının baş nedenleriydi. Zenginliğini başkalarıyla paylaşmayı da severdi. Birinci Dünya Savaşı'nda fakirleşen Laupheim'ın insanlarına çok destek vermişti. 1930'lu yılların başında Almanya'da nasyonal sosyalistlerin güçlenmeye başlaması üzerine ülkedeki tanışlarının dikkatini onları bekleyen büyük tehlikeye çeker, 1933'den sonra da Laupheim'lı üç yüz Yahudi'nin Amerika'ya kaçmasını doğrudan destekler.

Gözüpek ve başarılı Carl Laemmle'nin yaşamı ilginç bir filme konu olabilir!

12 Mart 2023

Şans oyunlarına milyarlar akıyor

Cumhuriyet, 12 Mart 2023

Baden-Baden
Ahmet Arpad


Kimler gelmemiş Karaormanlar'ın bu şirin, şifalı suları ve tarihi kumarhanesi ile ünlü küçük kentine!

Rusların Baden-Baden sevgisi Çar Aleksander'ın 1793'te bu yöreli Luise ile evlenmesiyle başlamış ve aralıksız sürmüş. Yeşillerin ortasında köşkler, villalar satın almışlar. Almanlar şifalı banyolardan çıkmazken onlar kumarhaneden, lokantalardan, şaraphanelerden çıkmamışlar. Bugün de değişen pek bir şey yok. Hatta Gorbaçov'dan bu yana Rusların Baden-Baden “istilası” artmış. Yeni zenginler sadece Karlsbad ve Viyana'nın, St. Moritz ve Davos'un, Nice ve Cannes'ın villalarıyla otellerini kapatmamışlar. Baden-Baden'in yamaçlarını dolduran çoğu tarihi villa da son yıllarda giderek daha çok el değiştirmekte, Almanlardan Ruslara geçmekte. Birkaç yıl önce Gürcistan'da görevinden geri çekilmek zorunda bırakılan Şevardnadze bile doksanlı yılların başında BadenBaden'de bir villa alıvermiş kendine!

PARASI OLANLAR İÇİN

Karaormanlar'ın bu şirin kenti, parası olanlar için yaşamaya değer bir yöre. Büyük bahçeler içinde villalar, yamaçlarda çamlar altında tarihi evler. Sahipleri buralı değil. Onlar Hamburglu, Düsseldorflu, Moskovalı, Riyadlı... Ortasından Oos Irmağı'nın geçtiği, tarihi ağaçlı kocaman parkların kente yayıldığı Baden-Baden moneymaker'ların buluşma yeri. 1858 yılında açılmış olan hipodromu, tarihi kumarhanesi ve eski Roma'yı anımsatan kaplıcaları ile... Zengini, orta hallisi, fakiri, akşamları büyük parkın yanı başındaki kumarhanenin kırmızı salonlarını dolduruyor. Baden-Baden'de 1748'den bu yana kumar oynanıyor. Fransız Edouard Bénezet 1848'de bugünkü kumarhane salonlarını devralıp Parisli mimarlara restore ettiriyor. On yıl sonra hipodromun işletmesini de üstleniyor.

Suları şifalı, dükkânları pahalı mı pahalı, kumarhanesi sabaha kadar açık Baden-Baden'de akan paranın kaynağını soran yok. Kırmızı salonlarda yeşil çuha kaplı rulet masalarının çevresinde toplanmış insanlar, cüzdanı şişkin efendilerle, üzeri mücevherden geçilmeyen hanımlar kurulmuş koltuklara. Çoğu buranın müdavimi. Hep aynı masada oturuyor, hep aynı sisteme göre oynuyorlar. Kazansalar da kaybetseler de kılları kıpırdamıyor. Buz gibi suratlarındaki ifade hiç değişmiyor. Sadece arada sırada yanlarına gelen krupiyeye bir şeyler fısıldıyorlar. Arkalarında ayakta duranlar, masadan masaya gezenler “ikinci sınıf oyuncular”! Onlar şanslarını aynı anda birkaç rulette arayanlar. Genelde ceplerindeki paranın nereden ve nasıl geldiğini bilmeyen genç insanlar, Rus yeni zenginleri. Büyük oynuyorlar. Geçen yıl Baden-Baden'de 300 bin insan kumar oynamış. Bunlardan 70 bini yabancı pasaportlu. Milyarlar yatırılıyor Almanya'da şans oyunlarına.

BAĞIMLILIK YARATIYOR

İnsanlar fakirleştikçe kumar oynayanların sayısı artıyor. Son verilere göre 180 bin insan kumar bağımlısı, 70 bin de poker hastası. Almanlar kumar oyunlarına her yıl 46 milyar Avro yatırıyor. Loto, toto, kazı-kazan, milli piyango, at yarışları, rulet masaları, bakara... Genci yaşlısı, zengini fakiri bu bağımlılıktan vazgeçemiyor. Almanya'da 80 kumarhane kapılarını açıyor onlara her akşam. İnternette çevrimiçi kumarhaneler de var. Yıllık kazançları 200 milyon Avro...

Perestroyka'dan sonra BadenBaden'e yerleşen Rusların sayısı bir ara iki binin üzerine çıkmıştı. Putin'in Ukrayna saldırısının ardından şirin kentten ayrılanlar oldu, Rus turistlerinin de ayağı kesildi. Baden-Baden'de bu olumsuz gelişmelerden en çok etkilenen lüks oteller, lüks butikler, lüks lokantalar ve tarihi kumarhane oldu.

mail@ahmet-arpad.de

Operetler Viyanalı'nın yaşam sevinci

Toplum Gazetesi, Almanya, 12 Mart 2023

Ahmet Arpad

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 1. Dünya Savaşı'ndan yenilgiyle çıkmıştı. İmparatorluk yok olup gitmişti. Viyana'nın dar sokakları artık karanlık, evleri yıkık kırıktı. Ceplerindeki paranın değer yitirdiği insanlar karınlarını zor doyursa da birkaç lambanın aydınlattığı buz gibi salonlarda oynanan opera ve operetlere akın etmekten vazgeçmiyordu.
Viyanalı aradan daha bir yıl geçmeden ayağa kalkmasını başarmıştı. Viyanalı ünlü yazar Stefan Zweig ilerde anılarında o günlerden şöyle söz etmişti: "Özgürlüklerini arayan insanlarımızın sanata olan olağanüstü bağımlılığı ve tutkusu Viyana'yı bir kez daha kurtarmıştı... Özgürlüğün olmadığı yerde kültür ve sanat gelişemez."

Bir Mucize Daha

Orkestralar ve sanatçılar başarının doruğuna erişmişti. Ve sonra bir mucize daha gerçekleşmişti. Dört, beş yıl içinde her şey yine eskisi gibiydi. Yıkık binalar yepyeni ayakta, bahçeler, parklar rengârenkti. Viyana birden canlanmış, kent eskisinden daha güzel olmuş, her alanda etkinlikler hızla artmıştı. Avusturya aynı alınyazısını 2. Dünya Savaşı'nın da ardından yaşamıştı.

Özellikle 12 Mart 1945 günü bine yakın Amerikan ve İngiliz uçağının bir buçuk saatlik aralıksız bombardımanı sonucu Viyana yerle bir olmuştu. Hemen hemen hiçbir şey ayakta kalmamıştı. Ancak 1950'li yıllarda başlatılan ve inatla sürdürülen yeniden inşaat ve restorasyon çalışmaları sonucu günümüz Viyanası bugün Paris ve Roma'yı çoktan geride bıraktı.

"Art Nouveau'nun dünya şampiyonu" kabul edilen Tuna kentinin sokakları, caddeleri, alanları, bulvarları bu sanat akımının değerli yapılarıyla dolu. Saraycıklar, zengin villaları, opera, tiyatrolar, kiliseler, müzeler, kahvehaneler, çeşmeler, tren istasyonları, oteller ve resmi binalarda Art Nouveau dekoratif süslemeler doruk noktasında.

En Büyük Kayıp

Viyana'ya gelip de ünlü operanın, Burg Tiyatrosu'nun veya Volksoper'in kapısından içeri adım atmamak büyük bir kayıp. Viyana son yıllarda birkaç kez izlediğim "Im Weissen Rössl" opereti de kaçırılmaması gereken eserlerden biri. İki bin şansona, ellinin üzerinde sahne eserine, sayısız film müziğine, romanlara, şiirlere ve makalelere imza atmış olan üstün yetenekli Ralph Benatzky'nin bu yapıtı hem bir operet, hem bir müzikal, hem de bir revü. 1898'den bu yana kapılarını yılın 300 akşamında açan Volksoper'in sanatçıları tıka basa dolu salonu coşturuyor. İzleyiciler sahneden sıçrayan kıvılcımla kısa sürede sanatçılarla bütünleşiyor.

Vodvil Gibi

Viyanalı için opera, operet ve müzik hâlâ günlük politika kadar önemli. Neşeli ve alaylı şarkılar, çok hareketli danslar, yanılgılar, taşlamalar, raslantılar ve ezgilerle dolu Viyana operetleri birer vodvil sayılır, öyle bir an gelir ki konu içinden çıkılmayacak kadar karışır. Fakat sonunda her şey yine yoluna girer, herkes sevdiğine kavuşur. "Im Weissn Rössl" de böyle bir operet.

İzleyiciler, neşe dolu güzel şarkı ve melodilere hafif mırıldanarak, oturdukları yerde iki yana sallanarak katılıyor. Yaşam sevincini sahneden salona taşıyan bu operette büyük bir orkestra hareketli caz melodilerine, tiz sesle söylenen dağ şarkılarına, kanunu andıran bir aletle çalınan romantik Alp ezgilerine dek bütün oyuna başarıyla eşlik ediyor.Göz kamaştıran pırıl pırıl giysileriyle dans eden oyuncular kimi sahnede sizi bir an için 1920'li yılların revülerine götürüyor. Vals ve fokstrot ağırlıklı danslar dinamik ve fantazi dolu.

İlk gecesini 1930 yılında Berlin Büyük Sahnesi'nde 700 oyuncu ve figüranla yaşayan "Im Weissn Rössl"ü kısa süre sonra Naziler "soysuz sanat" gerekçesiyle yasaklamıştı! Viyana'da her sahneye konuşunda kapalı gişe oynayan yapıtta müzisyenler, 2009 yılında bir rastlantı sonucu Belgrad'da bulunan Benatzky'nin orjinal orkestra uygulamasına sadık kalıyor. Viyanalı'nın yaşam sevincine en güzel operetlerde tanık oluyorsunuz.

Perde kapanırken müthiş bir alkış fırtınası kopuyor. İki buçuk saatin ardından salonu terk eden mutlu insanlar yakındaki birahane ve şaraphanelere koşuyor.

5 Mart 2023

Schiller'in Kafatası Nerede?

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 5 Mart 2023

Kocaman çınarların dalları karlar içinde. Hava soğuk mu soğuk. Dar yollar kar kaplı. Tarihi mezar taşları arasında gezinen birkaç yaşlı insan. Stuttgart'ın Fangelsbach mezarlığı bu sabah biraz ürpertici. Kilisenin yanından uzanan yolun sonunda bakımlı bir mezar. Onun da üzeri kar kaplı.

Büyükçe taşında yazdığına göre en son gömü 1911 yılında yapılmış. Goethe ile birlikte Alman edebiyatında klasik dönemin en önemli temsilcisi sayılan Friedrich Schiller'in (10 Kasım 1759 Stuttgart-Marbach – 9 Mayıs 1805 Weimar) oğlu Ludwig, torunu Friedrich ve onun eşi Mathilde 1857'den günümüze burada yatıyor. 2005 yılında mezarları açılmış, kemikleri çıkarılmış ve DNA analizinin ardından küçük bir törenle tekrar gömülmüştü.

1805 yılında Weimar'da ölen ve önce toplu bir mezara konan Schiller'in kemikleri anlatılanlara göre 1826 yılında prensler kabristanına taşınır. Fakat kısa süre sonra Weimar'da yatanın Schiller olmadığı iddiaları yükselmeye başlar. Ta ki 1959 yılında Gerassimov adlı bir Rus doktor kabristandaki kafatasıyla kemiklerin Schiller'e ait olduğuna karar verene kadar.

Ancak ünlü yazarın 200. ölüm yılında Alman televizyonu MDR aracılığı ile yeni ve çok kapsamlı bir araştırma başlatmıştı. İşte bu girişimler kapsamında Freiburg Üniversitesi Stuttgart'taki aile mezarında yatan oğlu ile torununun kemiklerini incelemiş ve Weimar'daki kafatasının Alman edebiyatının bu ünlü yazarına ait olmadığı kesinlikle saptamıştı.

2009 yılında Stuttgart-Marbach doğumlu Schiller'in 250. doğum yıldönümü törenleri nedeniyle konuşan Antropolog Ursula Wittwer: "On dokuzuncu yüzyılda ünlü kişilerin kafatasları meslektaşlarımın çok ilgisini çekerdi," demişti. Schiller'in kafatasının da o yıllarda çalınmış olduğu tahmin ediliyor! Kimi söylentilere göre 1826 yılında kafatasını Goethe'nin yazı masasında görmüş olanlar da var!

Goethe İle Yakın Dostluk

Aydınlanma çağının en önemli bu düşünürünün idealizmi, bireyin ruhuna ve özgürlüğüne öncelik tanır. Heyecanlıdır, ateşlidir, amaçlarına ulaşmak için hep isteklidir. Okul yıllarından başlayarak kendini hep baskı altında hisseder, dük Karl Eugen döneminde yaşam onun için dayanılmaz olunca 1782'de Stuttgart'ı terk eder ve Weimar'a yerleşir. Goethe ile yakın dostluğu işte o yıllarda başlar. “Wilhelm Meister“ romanını yazması için onu zorlar. Goethe de Schiller'i "Wallenstein" eserini yazması için yüreklendirir, hatta Weimar'da sahneye konduğunda oyunun rejisörlüğünü yapar. Schiller "Haydutlar"ın ilk baskısını kendi cebinden öder, borç parayla da bir edebiyat dergisi çıkarır. Ölümüne yakın son sözleri: "Artık her şeyi daha sade, daha berrak görüyorum..." olur. Schiller'in ardından "Varlığımın yarısını yitirdim", diyen Goethe için sahip olduğu en değerli hazine, aralarındaki yazışmalardır. Bir süre sonra bütün mektupları yayınlatır.

Schiller Milli Kütüphanesi'nin arşivlerindeki Alman edebiyatının Goethe'den Kafka'ya on binlerce belgesine 2000'li yıllarda yenileri de eklendi. Fischer Yayınevi'nin ardından Suhrkamp ve İnsel Yayınevleri de çok değerli arşivlerini kütüphaneye verdiler. Hofmannstahl, Rilke, Kafka, Zweig, Frisch, Enzesberger, Walser gibi 20. yüzyıl Alman dili edebiyatının yıldızlarının elinden geçen müsveddeler ve mektuplar şimdi Marbach'da herkese açık.