24 Nisan 2022

Himmler ve Hitler

Toplum Gazetesi /Almanya, 24 Nisan 2022

Heinrich Himmler 1900 yılında Münih'te doğar. Babası bir lise öğretmenidir. Kent burjuvazisine mensup, hali vakti yerinde Katolik bir ana babanın oğlu iyi yetişir, hümanist bir eğitim alır. Ufak-tefektir, çekingendir, pek arkadaşı yoktur. Birinci Dünya Savaşı'nda asker olup cepheye gitmek ister, fakat yaşı elvermediği için gidemez, düş kırıklığına uğrar. Katolik ve tutucu bu genç, 1922'de kendini birden nasyonal sosyalistlerin arasında bulur. 1923'de Hitler'in Münih'teki başarılı olmayan darbe girişiminde yer alır, bu darbeden kısa süre sonra partide hızlı adımlarla ilerler. 1925'te Nazilerin güvenlik örgütü SS'e katılır, üç yıl sonra da, devlet terörü estiren örgütün başına getirilir. Heinrich Himmler'in örgüte aldığı erkeklerin büyük bir çoğunluğu işsiz, yaşamla arası pek iyi olmayan, her türlü emri yerine getirmeye hazır insanlardır. 1930'lu yıllara girildiğinde nasyonal sosyalistler topluma ağırlıklarını koymaya başlarlar.

5 Mart 1933'de aldığı %44 oyla başbakanlık koltuğuna oturan Hitler 23 Mart'ta sosyalistler hariç diğer partilerin oyu ile çıkardığı yetki yasasıyla yasama, yürütme ve yargılamayı tek elde toplayarak Nazi diktatörlüğünü perçinler. Hemen ardından ideolojisini eleştiren herkesi sorgusuz sualsiz tutuklatmaya başlar. Sosyalistleri, aydınları, düşünürleri, sendikacıları, yazarları. Nazi karşıtı birçok kişi Himmler'in emriyle yok edilir. Sorumluluğundaki SS bünyesindeki Dirlewanger ve Kaminksi tugaylarının savaş sırasında en büyük soykırım suçu işlediği söylenir. Bu nedenle başta Yahudiler olmak üzere Aryan ırkından olmayan tüm azınlıkların soykırımından Hitler kadar Nazi Almanyası'nın ikinci adamı Himmler de sorumludur. Führer soykırımın planlayıcısı, Himmler de uygulayıcısıdır! Hitler'e olan yakınlığı korkuyla dalkavukluk arasında bir bağımlılıktır. 1943'de yılında İçişleri Bakanı görevini de üstlenen Himmler'in emrindeki SS örgütü, o günlerde iki milyon üyeye ulaşır.

Hitler'in intiharı

20 Nisan'da doğan Adolf Hitler 30 Nisan'da ölür. 1942 ile 1945 arasında, Hitler'in sekreterliğini yapmış olan Traudl Junge Führer'in son dakikalarını ilerde şöyle anlatır: "İlk Rus tankları Berlin kapılarına dayanmıştı. Top ateşlerini, gizlenmiş olduğumuz başbakanlığın bütün odalarından duyuyorduk. Hitler ve Eva kendileri için ayrılmış sığınaktaydı. İki gün önce evlenmişlerdi. Çok önemli evrakları yakmıştık. Himmler ile Goering Berlin'den kaçmıştı..." Hitler Eva'ya siyanür verir, kendi de şakağına kurşun sıkar. Daha önce verdiği talimata uygun olarak cesetleri sığınaktan çıkarılır, bahçede açılan bir çukura bırakılır ve üzerlerine benzin dökülerek yakılır.

Hitler'in soykımcısı

Bu arada savaşın son haftalarında Almanya'nın zaferinden kuşku duymaya başlayan, Nazi rejiminin hayatta kalmasını sağlamak için İngiltere ve Amerika ile barış görüşmeleri gerektiğini açık açık söyleyen yardımcısı Heinrich Himmler, savaşı yitireceğini fark eden Hitler tarafından partiden atılmış, yalnız kalmıştı. Müttefiklerin 8 Mayıs 1945'de ülkeyi işgal etmesiyle sahte kimliğe büründü, adını başçavuş Heinrich Hitzinger olarak değiştirdi ve yaşamı boyunca hiç kesmediği bıyığını tıraş etti, gözlüğünü çıkardı, sol gözüne bant taktı ve doğum yeri olan Bavyera'ya dönebilmek için yola koyuldu. Ancak 21 Mayıs 1945 günü, üstü başı yırtık, Lüneburg yakınlarında İngilizlere yakalandı. İki gün sonra da Heinrich Himmler olduğu anlaşılınca, daha önceden dişinin arasında yerleştirmiş olduğu siyanür kapsülünü ısırarak yaşamına son verdi. İngilizler Himmler'i Lüneburg yakınlarında defnettiler. Bugün mezarının yeri bilinmiyor. Araştırmacı Peter Longerich 1040 sayfalık 'Heinrich Himmler Biyografisi' adlı dev yapıtında onu şöyle anlatıyor: "Doğa kanunu olacağına varmalı ve en uygun olanlar yaşamalıdır, diyen Heinrich Himmler üç kişilikli bir insandı. O bir ideolog, hırslı bir politikacı ve tehlikeli bir oportünistti." Hitler'in soykımcısı Himmler!

17 Nisan 2022

Savaşı Umursamayanlar

Toplum Gazetesi /Almanya,17 Nisan 2022

ABD'li düşünce kuruluşu Atlantic Council'in kısa süre önce yaptığı bir açıklamaya göre, Rus oligarkların yurt dışında sakladığı "kara servet" yaklaşık 1 trilyon dolar! Onlar çoğunlukla kamu varlıklarını ele geçirip olağanüstü bir servetin üzerinde oturanlar. Türk Dil Kurumu oligarşiyi şöyle tanımlıyor: "Siyasal gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığı yönetim". Wall Street Journal'da (WSJ) yayınlanan analize göre sadece Putin'in yakınındaki oligarklar değil, ülkede kariyer sahibi 'üst düzey' teknoloji çalışanlarına kadar pek çok Rus kendileri için henüz herhangi bir yaptırımın olmadığı Türkiye'ye yöneliyor. Türkiye bilindiği gibi son haftalarda Rus zenginlerin yatları, jetleri ve paraları için hızla 'bir cennet' olmaya başladı!

Bir ABD üst düzey yetkilisi geçen hafta şöyle konuştu: "ABD Dışişleri Bakanlığı siyasi işler müsteşarı Victoria Nuland 4 Nisan'da Türk yetkililerle Ankara'da bir araya geldi. Kendisinin de söylediği gibi, Türkiye'nin dikkatli olması ve Rus oligarkların kirli parası için havuz olmasına izin vermemesi çok önemli."

Dünyada ne olursa olsun lüks yaşamlarından vazgeçmeyenleri ünlü yazar Stefan Zweig "Besuch bei den Milliarden" (1932) adlı denemesinde anlatıyor:

"Bir zamanlar bütün dünya yaşam umurlarında olmayanlarındı; mutlu kuşlar örneği karaların ve denizlerin üzerinden geçerler, güneşin ısıttığı, güzellerin ışıldadığı yerlere konarlardı. İtalya'nın masmavi kıyılarına, kuzeyin kayalık fiyortlarına, Tiroller'in ovalarına ve Güney Fransa'nın şatolarına... Aralarındaki kardeşçe yakınlık sonsuzdu, dünyanın dört rüzgârıyla uçar, sınırları aşarlardı. Sürekli susamış dudaklarıyla her yerde hareketli yaşamın o berrak ve tatlımsı köpüğünü içerlerdi. Nerede yoktu ki bu umursamazlar?  Gürültülü, kocaman kentlerin caddelerinde rahat ve şık otomobilleriyle gezinir, Alplerin karlı doruklarından hızla kayar, çok uzak diyarlara gitmiş fatihler örneği büyük gemilerin güvertelerinden uçsuz bucaksız denizleri seyreder, akşamları Sri Lanka kentlerinin sokaklarında uçar gibi çekçeklerle dolaşırlardı. Zenginliğin altından dalgası toplumların ve dillerin üzerinden aşar, bütün dünyaya taşırdı umursamazların o büyük topluluğunu, hiç işe yaramayan, fakat güzel, yaşamın kelebeklerini...

Peki bugün nerede o büyük topluluk? Kötü duruma düşmemek, tehlikeden kaçmak için yaşadıkları ülkeleri terk ettiler. Çünkü onlar yalnız olmak istiyordu, tek başlarına ve bir arada. Umursamazlar sadece umursamazlarla bir arada yaşamayı arzuluyordu. Ve hep birlikte kaçtılar. Yukarılara, dünyanın en güzel kış köşesine, İsviçre'de Engadin'e, St. Moritz'e... Parçalanmışlar oralarda yine bir araya geldi, çünkü orada fakirlik ve hastalık yoktu. Eğlenceleri de pek kısıtlanmıyordu, hiçbir şey tehdit edici değildi. Lüksün kalesi otellerin kapıları onlara açıktı... Tabii bir zamanlar dünyanın üzerinde uçuşan birkaç yüz binden sadece birkaç yüzü kendine bir yuva buldu. Burada insanlar gülüyor ve eğleniyor. Savaşı düşünen yok. "Non vi si pensa, quanto sangue costa." Ah, ne kadar da akıllı şu umursamazlar! Nasıl da biliyorlar güzelin güzelini, en iyinin en iyisini bulup ortaya çıkarmasını! En son koruyucu kaleleri olan St. Moritz güneşli kış günlerinde ne de güzel ve gizem dolu ışıldıyor! Hiçbir kötülük ve tehdit, her türlü kabalık buraya adım bile atamaz. Burada kış parıltı, güneş aydınlık, ışık da coşku ve berrak... Burada her şeyin üzerinde, kendi dünyalarında duruyorlar, bütün dertlerden çok uzak. Avrupa'nın bütün ülkelerine kandan bir bataklık gibi yayılmış o sonsuz hüznün nefesi buraların berrak havasına ulaşamıyor. Burada onların, umursamayanların, yaşamı tehlikede değil. No vi si pensa...

Fakat bana biraz komik gelmiyor da değil. Her şey bir maskaralığı andırıyor, yetişkinler çocuklar gibi oynuyor.Herkes çok neşeli, çok şık da giyinmişler, pahalı giysiler seçmişler, hepsi de rengârenk, insanın gözleri yanıyor onlara bakarken, bir panayır yerini andırıyor burası, bir maskeli baloyu anımsatıyor. Çok gürültülü, çok neşeli, çok küstah. Hiç kimse Avrupa'nın başka yörelerinde olup biten dehşeti düşünmek bile istemiyor. Bu insanlar pırlantalarıyla ve mühürlerindeki soyluluk simgeleriyle gurur duyuyor, neşeyle gülüyor; onlar hiçbir şeyi umursamıyor, onlar çok gururlu... Tangolu akşamüstü çayları, Soirées dansantes, maskeli balolar, tenis maçları... Burada ne isterlerse var. İtalya'dan ve Fransız Rivyerası'ndan getirilmiş çiçekleri satan dükkanlar, pastaneler ve parfümeriler..! Rüzgârların dünyanın dört bir köşesine savurmuş olduğu o büyük 'kardeşler topluluğu'nun buraya toplanmış yedi canlı üyeleri yaşamlarında alıştıkları hiçbir şeyden kaçınmıyor. Oturuyorlar hep bir arada akşamüstü toplantılarında, flört edip neşeyle gülüyorlar, Tango melodileriyle dans ediyorlar.

Ah, savaş nerede? Nerede alt üst olmuş dünya? Vals, çaydan sonra hafif bir vals... Ve gülüşmeler, birbirini süzmeler. Vatanları yok hiçbir şeyi umursamayanların, gelmişler bir yerlerden buralara. Onların cephelerde ölen babaları, kardeşleri, eşleri yok. Dudaklarının hafif gülümsemesinden belli, onlar her şeyin dışındalar, sadece günü gün etmek çabasındalar…Bir vals başlar başlamaz omuzlarını şöyle bir kaldırıyorlar, hoşlarına gitmeyen bir şey oldu mu, canları sıkıldı mı, hafifçe gülümseyerek onu unutmak istiyorlar. Burada dertli yok! Kahkahalar ve müzik. Non vi si pensa... İnsan bir an için dostlarını düşünüyor, şu sıra bir yerlerde karlarda yatan, ölümü bekleyenleri, bürolarına kapanmış, dosyalar dolusu kağıtlarla uğraşanları da. Avrupa kentlerinin hüzünlü varoşlarını, oralarda yaşan yaşlı kadınları ve üzgün çocukları da... Bizler için, kahkahalar atarak, üzerlerinde komik giysiler karlı yamaçlardan aşağı kayan bu insanlar adına utanmaktan başka çare yok… Ve yürek, o bütün dünyanın sevincini, mutluluğunu özlüyor, sadece kendi mutlu olursa utanıyor. Umursamazlıktan nefret ediyor, fakat hüzünlü olmaktan da. Çünkü biliyor hüzünlenmenin kimseye bir yararı olmadığını. Coşkulu insanların arasında tek başına kalıyor ve onların neşesini özlüyor. Pırıl pırıl bu doğanın ve soğuk yüreklerin ortasında kendini çok yalnız hissediyor...

Oturuyorlar fraklı beylerle dekolteli hanımlar tavanları yüksek balo salonunda. Pırlantalar göz kamaştırıyor, bakışlar süzgün, masada savaş ülkeleri insanlarının düşlerinde göremeyeceği yiyecekler. Her yerde kibarlık, şıklık ve flört. Onlar bir oyun oynarken Avrupa yıkıntılar içinde…"

(Çeviri: Ahmet Arpad)

10 Nisan 2022

Zürih'te Max Frisch'le

Toplum Gazetesi Almanya, 10 Nisan 2022

Ahmet Arpad

Zürih kentini yukarıdan seyretmek istiyorsanız İstasyon Caddesi'nden sola sapıp dar sokaklardan ağır ağır yürüyerek Lindenhof tepesine çıkmak en iyisi. Ağaçlar altındaki küçük park Zürih'te, kelimenin tam anlamıyla bir "vaha". Tarihi yapılar, büyük katedral, kentin ortasından geçen Limnat nehri buradan ayaklarınızın altında. Ötelerde Zürih'i ve gölü çevreleyen tepeler. Kışın ufukta karlı dağlar, lodos estiğinde mavimsi bir renge bürünen, kente iyice yaklaşan Alpler. Lindenhof her mevsimde güzel, huzur verici, romantik.

Savaş sonrası Alman dili edebiyatının en önemli yazarlarından sayılan Max Frisch, eserlerinde daha çok bireyin ve toplumun kimlik sorunlarını ele alır, ülkesi İsviçre'yi sorgulamaktan da geri kalmaz. Frisch yaşamının uzun yıllarını doğduğu kent olan Zürih'te geçirir, eserlerini orada yaratır. Göl kıyısındaki bu güzel kentin café ve lokantaları, onun çalışma ve tartışma mekânlarıdır. Max Frisch'in izinde yapılacak bir gezintiye göl kıyısındaki Bellevue alanından başlamak doğru olur.

Frisch – Dürrenmatt Çekişmesi

1978'de bir akşam dostu Friedrich Dürrenmatt ile yine Kronenhalle lokantasında buluşur. Dürrenmatt ona en son eseri "Okuma Kitabı"nı "eski dost ve omuzdaşım Max'a..." cümlesiyle imzalayıp verir. Frisch yazılana şöyle bir göz atar ve hiç sesini çıkarmadan lokantayı terk eder, fakat gece yarısına doğru geri döner ve elindeki kitabı hâlâ masasında oturmakta olan Dürrenmatt'ın önüne: "Bu utanılacak bir cümle, avukatımla konuştum, 'omuzdaş' bir hakaret!" sözleriyle fırlatır ve çıkar gider.

Kronenhalle günümüzde yine ünlüdür. Duvarlarını süsleyen değerli Picasso'ların ve Chagall'ların asılı olduğu lokanta, göl ile kent tiyatrosu arasındaki konumu nedeniyle her zaman dolu, masalarında çoğu kez varlıklılara ve diğer ünlülere rastlanıyor. 1862'de açtığı kapılarını hiç kapatmamış olan Kronenhalle, ciğer köftesinden yapılan leziz çorbasıyla da ünlüdür.

Max Frisch'in sık sık uğradığı Zürih lokantalarından biri de Bodega Espanola. Saatlerini geçirip kimi eserlerini kaleme aldığı, günlük gazeteleri karıştırdığı, yan masada oturanlarla politik tartışmalara girdiği Bodega 1874'te açılmış. İspanyol mutfağından özgü ağız tadı örnekleri ve şaraplar sunan lokanta da, Kronenhalle gibi sanki hiç yenilenmemiş, geçmişini günümüze dek öyle korumuş.

Göl kıyısındaki Café Odeon 111 yaşında. Onlarca yıl Zürih'e gelen ünlü mülteciler için ilk adres sayılan Odeon da, Frisch'in sık sık uğradığı "Café"lerden biriydi. Zürih'de Viyana kahvehanesi atmosferini arayan aydınlar için Odeon ideal bir buluşma yeriydi. Lenin, Thomas ve Klaus Mann, Albert Einstein, Franz Léhar, Arturo Toscanini, Erich Maria Remarque, Stefan Zweig, James Joyce sürekli müşterileriydi. Mülteci yazarların eserlerini basan Europa Yayınevi sahibi Emil Oprecht, kitapların ilk sunumunu Cafè Odeon'da yapardı.

Bertolt Brecht'in Etkisinde

4 Nisan 1991'de ölen Max Frisch'in en önemli yapıtlarından biri "Günlükler - 1946-1949"dir. Onu kaleme aldığı Cafè de la Terasse şık Arnuvo salonuyla koruma altına alınmış yuvarlak bir yapıdır. Sütunları, büyük pencereleri ve mobilyaları kahvesini yudumlayana huzur veriyor. Frisch'in izinde yapacağınız gezinti sizi mutlaka az ötedeki, dünyaca ünlü Zürih kent tiyatrosuna da götürecektir. Romanlarının yanı sıra tiyatro oyunlarıyla da ünlenen Max Frisch'in Bertolt Brecht'ten etkilendiği söylenir.

Yaşamının tam kırk dört yılını Zürih tiyatrosuna vermiş olan yazarın toplumsal eleştiri ağırlıklı sahne oyunları da çoğu kez İsviçre'de heyecanlı tartışmalara neden olmuştur. Max Frisch doğduğu ve yaşadığı, "çevresini fabrikaların değil, villaların sardığı hoş bir gölün kıyısındaki" Zürih'i severdi. Kentteki yaşam, Limnat nehri, göl, dağlar ve en çok da caddelerinden geçen mavi tramvaylar hoşuna giderdi.

Çünkü mavi, Frisch'in çok sevdiği renkti, kitaplarını ciltletirken hep maviyi yeğlerdi. Gençliğinde mimarlık eğitimi görmüş olan Max Frisch'in zengin arşivi günümüzde Zürih Teknik Üniversitesi'nde korunmaktadır.

Uzun bu gezintinin ardından, tabii sıcak bir yaz gününde Zürih'teyseniz, kendinizi serin sulara bırakın. Engen'deki göl plajını, ya da 1949'da Max Frisch'in plânlarına uygun inşa edilmiş olan ve günümüzde bir kültür anıtı kabul edilen Letzigraben açık yüzme havuzunu yeğleyebilirsiniz. 1888 yılında kapılarını açan tarihi "Frauenbadi" Limnat nehri kıyısında; buraya o günden bugüne, tam 134 yıldır, sadece kadınların girmesine izin var!


3 Nisan 2022

Hitler yandaşı başbakan!

Toplum Gazetesi, Almanya, 3 Nisan 2022


Susanne Filbinger, bundan 15 yıl önce, 1 Nisan 2007’de ölen babasının tavanarasına kaldırmış olduğu bir sandık içinde 60 defter bulmuştu. Bu defterler merhumun yaşamı boyunca ailesinden saklamış olduğu günlükleriydi. Kardeşleri engellemek istese de Susanne Filbinger onları kitaplaştırmıştı. 1913 Freiburg doğumlu Hans Filbinger lise öğreniminin ardından 1933'de hukuk öğrenimine başlar. Aynı yıl Nasyonal Sosyalist Üniversite Öğrencileri Birliği'ne üye olur. Kısa sürede "Hıristiyan olmayanlara ve Alman toplumuna yabancı güçlere karşı çıkmalıyız" gibi görüşlerle çevresinde ünlenir. 1934'de Hitler'in "Yıldırım Kıtaları"na (SA) katılır. Genç Hans Filbinger hırslıdır. 1937'de Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) üyesi olur. Savaş sürecinde Nazi Almanyası'nda askeri yargıç olarak görev yapar. Çoğunlukla deniz kuvvetlerinde suç işleyenler (!) onun karşısına çıkarılır. Filbinger savaşın son aylarında bile idam kararlarının altında imzası olan bir Nazi yargıcıdır. Yeni kurulan Almanya'da hiç kimse Filbinger'in kılına bile dokunamadı. O avukat olarak yaşamını sürdürdü, Hıristiyan Demokrat Parti'ye (CDU) girdi, kısa süre sonra Freiburg Belediye Meclisi’ne seçildir, parti içinde hızla yükselir.

Bir Hitler yargıcı

1960'da Eyalet Meclisi’nde milletvekiliydi. Kurt G. Kiesinger kabinesinde içişleri ve milli eğitim bakanlıkları yaptı. 1966'dan 1979'a kadar Baden-Württemberg Eyaleti Başbakanı Hans Filbinger'di! Nazi Almanyası'ndaki geçmişi, Hitler döneminde yandaş bir savcı ve yargıç olması sağcı görüşlü, tutucu çevresinde hiç kimseyi rahatsız etmemiştir. Hatta 1974 ve 1977 yıllarında Almanya'ya yeni bir cumhurbaşkanı aranırken Hans Filbinger'in adı hep adaylar arasında geçti, ancak aynı süreçte ünlü tiyatro yazarı Ralf Hochhut Filbinger'in „bir Hitler yargıcı" olduğunu belgeleriyle ortaya koydu. Ünlü rejisör Claus Peymann rejisör Thomas Bernhard'ın 1979'da yazdığı "Emeklilikten Önce" adlı oyununu Stuttgart'ta sahneledi. Kısa sürede büyüyen tartışmaya eski yargıç önce: „O zaman doğru olan şimdi yanlış olamaz" görüşleriyle karşı çıkmaya uğraştı. Hochhut aleyhine açtığı davayı kaybetti, çünkü bu dava sürecinde eski Nazi yargıcının savaşın son günlerinde de dört idam kararının altında imzası olduğu ortaya çıktı ve Hitler yandaşı Filbinger Baden-Württemberg Eyalet Başbakanlığı’ından istifa etmek zorunda kaldı.

"Kirli Su Dökülmez"

Ancak o görüşlerinden vazgeçmeye hiç niyetli değildi; kısa süre sonra aşırı sağcı, tutucu Weikersheim Araştırmalar Merkezi'ni kurup başına geçti. 1 Nisan 2007 tarihinde vefat ettiğinde, zamanın eyalet başbakanı Oettinger cenaze töreninde yaptığı konuşmada: "O Nazilerin bir kurbanıydı, o nasyonal sosyalist değildi, kendini baskı rejiminin zincirlerinden kurtaramamıştı” sözleriyle Hitler yandaşı eski yargıcı koruyan bir skandala imza attı. O yılların CDU sekreteri olan ve: "Eyalet başbakanımızın Filbinger üzerine söyledikleri çok doğru”, diyen Thomas Strobl, yıllarca Angela Merkel'in beş yardımcısından biri olarak görevine devam etti! Günther Oettinger de skandal konuşmasının ardından Baden-Württemberg Eyalet Başkanlığ'ından istifa etmek zorunda kaldı, fakat bir kedi örneği 'dört ayağının üstüne düştü' Başbakan Merkel onu Brüksel’e yolladı. Oettinger orada on yıl boyunca AB Enerji Yüksek Komiseri olarak görev yaptı! Şu sıralar sadece Wiesbaden'deki özel bir üniversitede öğretim üyesi değil, sayısız endüstri kuruluşunun da 'lobicisi ve danışmanı'!

Savaşın ardından Hans Filbinger örneği birçok eski savcı ve yargıcın yeni kurulan Almanya'da yine görevlere getirildiği bilinen bir gerçek. Özellikle 1960'lı yıllara kadar Federal Almanya Adalet Bakanlığı bünyesinde çalışanların üçte ikisinin, Nazi geçmişi olduğu sonraki yıllarda ortaya çıkmıştı.

Bunun nedenini ülkenin ilk başbakanı Konrad Adenauer şöyle açıklamıştı:
"Temiz suyun olmadığı yerde kirli su dökülemez!"