25 Eylül 2022

Halkının şairi Pablo Neruda

Toplum Gazetesi/ALMANYA 25 Eylül 2022

AHMET ARPAD

"Şiir her zaman barışın bir parçası olmuştur. Şair barıştan doğar. Şiiri hiç kimse öldüremez. O, kedi gibi yedi canlıdır..."

Bu sözlerin sahibi Pablo Neruda 12 Temmuz 1904'de Şili'de doğdu. Yaşamını 23 Eylül 1973'de yine Şili'de noktaladı. Pinochet cuntasının dostu Salvador Allende'yi öldürmesinden 12 gün sonra. Bir tren makinistinin oğlu Neruda yaşamının uzun yıllarını Birmanya, Çin, Siyam, Japonya ve Hindistan'da ülkesinin diplomatı olarak geçirdi.

İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçileri destekledi. Pablo Neruda Şili edebiyatında "Mundovosismo" (Yeni Evrencilik) akımının öncüsüdür. Ülkesine döndükten sonra yıllarca milletvekilliği yaptı. 1971'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı.

İlk şiirleri 1921'de yayımlandı. İlk kitabı "Sabahın Alaca Karanlığı" da 1923'de basıldı.

En son eseri 1973'de, ölümünden üç gün öncesine kadar yazdığı "Yaşadığımı İtiraf Ediyorum" adlı anılar kitabıdır. (Çeviri: Ahmet Arpad, 9 baskı). Şili halkının çok sevdiği, bağrına bastığı bu edebiyat insanı ülkesinin en uzak köşelerine kadar gitmiş, on binlerin, yüzbinlerin karşısında, ağlayan madenciler önünde şiirlerini okumuştur.

"Şiirlerimi milletimin insanlarına kucak kucak dağıttım" der Neruda. Eserlerinin bir çoğu Türkçe'ye de çevrilen şair, dil üzerine şunları söyler: ''Vücudumuzla dil arasında bir yakınlık kurmadan ömür boyu yaşanamaz... Dili, giysinin kolları, yamaları, terlemeleri, kan ve ter lekeleriyle kullanmanın üstesinden ancak bir şair gelebilir..."

Pablo Neruda, çağımızda şiirin verimlilik sınırlarını, savaşlar, ayaklanmalar ve büyük toplum değişmeleri arasında aştığına inanır. "Sıradan insanın şiirle tartışıp anlaşması kimi kez kırıcı, kimi kez kırgınca olmuştur", der. Neruda kendini, mesleğini yıllar yılı, bıkıp usanmaz bir sevgiyle yapan el sanatçısına benzetir. "Biz şairler milletlerimize ve onların mutluluk savaşına sımsıkı bağlıyızdır... Mutlu olmak hakkımız."

Dostlarından İlya Ehrenburg bir yazısında ondan şöyle söz etmişti: "Pablo tanıdığım az sayıda mutlu insandan biridir." Neruda, gerçekçi olmayan şairin günün birinde öleceğine inanır, fakat yalnız gerçekçi olanın da çok yaşamayacağını belirtir.

Kendini eylemci şair olarak görür. "Günümüz şairi din adamı gibidir, ışığın yerini göstermek zorundadır" diyen Neruda sanatla her anlamda yaratıcılığa inanır.

Şili halkının onlarca yıl çektiği eziyet ve baskı onun birçok şiirine konu olmuştur. Özellikle ülkenin verimli güherçile vadilerinde, kömür ocaklarında ve bakır madenlerinde en acımasız işlere katlanan insanlar Neruda'nın okurları idi. "Halkım çok aldatıldı", der ünlü şair. "O nedenle ben vatanıma ellerim, kulaklarım ve ayaklarımla dokunmadan yaşayamam."

1970'de Şili cumhurbaşkanlığına aday gösterildi, ancak kısa bir süre sonra bu adaylıktan çekildi. Yakın dostu Salvador Allende'yi destekledi. Çok gerekli toplumsal reformları yapsın, ülkenin milli zenginliklerini yabancıların pençesinden kurtarsın diye.

"Büyük Yol Arkadaşım Allende"

Pablo Neruda anılarında şöyle yazar: "Büyük yol arkadaşım Allende, Şili'nin önemli zenginlik kaynağı olan bakırı millileştirdiği için katledildi. O, Şili askerlerinin makinalı tüfeklerinden çıkan kurşunlarla katledildi. Şili bir kez daha ihanete uğramıştı. Öldürülmesinin nedenini üç gün gizlediler. O ölümsüz ölünün peşinden sadece dul eşinin yürümesine izin verdiler..."

11 Eylül sabahı sonun başlangıcı oldu. Neruda, Allende'nin en son konuşmasını radyodan dinledi. Eşi Matilde'ye sarılmıştı. Pinochet'in askerleri cumhurbaşkanlığı sarayına tanklarla hücum ediyordu. Neruda'ların evini de askerler çevirmişti.

Telefonları kesilmiş, dostları kaçmıştı. Kaçamayanlar ise tutuklanmıştı. Neruda üç yıldır rahatsızdı. Doktorları kansere yakalandığını sadece eşine açıklamıştı. Allende'nin ölüm haberinden birkaç gün sonra ağırlaşan şair hastaneye kaldırıldı.

Hastalığı ilerlemişti, ancak ihtilal sonrası hastanede bakım iyi değildi. 20 Eylül'de Meksika devlet başkanı Echeverria'dan, Neruda'yı özel uçağı ile Şili'den aldıracağı haberi geldi. Hastalığı ilerlemekte olan şair ülkesinden ayrılmak istemedi. Onun dostu Şili halkıydı. Cunta ihtilali ve Allende'nin ölümü Neruda'yı çok sarsmıştı.

23 Eylül 1973 gecesi uykusunun içinde ölüme kayıverdi. Cenazesinin peşinden, çoğu işçi, onbinler yürüdü. Gerilmiş yüzlerde öfke ve acı okunuyordu. İnsanlar: "Pablo Neruda yaşıyor!" diye haykırıyordu.

Neruda'nın anıları "Yaşadığımı İtiraf Ediyorum" serüvenler dolu bir yaşam kitabıdır. Kimi zaman ısırıcı, kimi zaman şiir dolu. Bir haber verme, bir hesaplaşma, lirik bir atılım, dostlara sesleniş, geçmişe ve yarınlara bir ant içmedir onun anıları.

"Ben belki kendi hayatımı değil de başkalarının hayatını yaşadım", der Neruda. "Anılarım hayaletlerle dolu bir galeri, hayatım bütün hayatlardan oluşmuş bir hayat...

Bir şair hayatı."

19 Eylül 2022

"Ülkemiz daha da nefes alınmaz olacak"

EK Dergi, Pazartesi, 19 Eylül 2022

Ahmet Arpad

6 Kasım 1880 tarihinde Klagenfurt'ta dünyaya gelen Robert Musil 20. Yüzyıl Avusturya edebiyatının en önemli romancı, hikâyeci ve deneme yazarlarındandır.

Dünya politikası 1933 yılında Nazilerin işbaşına gelmesiyle karışır, on binlerce sol görüşlü insan kamplara sürülür. Aradan daha birkaç ay geçmeden sayısız yazar gibi Musil'in de yapıtları ateşlere atılır. Fakat Robert Musil her şeye karşı direnir, Viyana'da kalır. "Bitkiler gibi insanlar da köksüz uzun süre yaşayamaz" diyen Zweig onlarca yıl sevmiş olduğu dünyanın kesinlikle bir daha geri gelmeyeceğine artık inanmaktadır. Ünlü yazar Alfred Döblin: "Özgür düşünceye engel olamazsınız, o kuş gibidir, her yere uçar" sözleriyle Zweig ve dostlarına destek olmak ister. Ancak Hitler ve yandaşlarının aydınlara soluk aldırmayan girişimleri sonucu gittikçe daha çok yazar ülkelerini terk etmeye başlar.

"Ülkemiz daha da nefes alınmaz olacak"

Nazi Almanyası'nın 1938 yılının mart ayında Avusturya'ya el koymasının ardından Viyanalı dostlarına: "Ben bu havayı ciğerlerine çekemiyorum, ülkemiz yakında daha da nefes alınmaz olacak" diyen Robert Musil bu görüşlerinde kısa süre sonra haklı çıkar. Sadece eserleri nedeniyle değil, eşi Martha'nın Yahudi kökenli olması da Musil'in Nazilerin nefretine uğramasının nedenidir. Eşinin o günlerde yakasında gamalı haçla dolaşması hiçbir işe yaramaz. Yapıtlarını basan Bermann-Fischer Yayınevi'ne de aynı günlerde Naziler el koyar. Son yıllarda tüm yapıtlarının yayın hakkını Zürih'li yayıncı Simon Menzel'in sahibi olduğu Humanitas Yayınevi'ne devretmeyi ve 'Niteliksiz Adam'ı İsviçre'de bitirmeyi düşleyen Robert Musil eşiyle eylül 1938'de Tirano, St. Moritz ve Chur üzerinden Zürih'e sığınır.

Viyana'yı terk ederken müsveddelerini yanına almış olduğu 'Niteliksiz Adam'ı İsviçre'de sonuçlandırmayı amaçlamaktadır.  Musil, 20. yüzyılın başında artık çöküş sürecine girmiş olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu anlattığı bu başyapıtında yeni çağa ayak uydurmak isteyen kafası karışık, çelişkiler, bunalımlar ve çalkantılarla dolu bir yaşam sürdürmeye çabalayan toplumu ele alır. Kendine henüz bir yayınevi bulmamış olmasına, Viyana'daki dostları ona: "Bu eser Alman Rayhı'na ait tüm ülkelerde yasaklandı" yazmasına karşın Musil hedefinden dönmemeye çok kararlıdır.

Dayanılmaz baskılar

Aynı günlerde İsviçre'de çok zor koşullar altında çalışan, sağlık sorunlarından kurtulamayan Robert Musil'in kendisine parasal destek veren dostları ve hayranları olmasaydı sığındığı bu ülkede yaşamını sürdürmesi çok güç olacaktı. Arada sırada çağrıldığı okuma ve sohbet akşamlarında yapılan ödemeler Musil ailesini geçindirmeye yeterli değildi. 'Niteliksiz Adam' yapıtında 'büyük edebiyatçı' diye biraz karikatürize ettiği Thomas Mann'ın desteğine sonunda gereksinimi olur. Nobel ödüllü yazar da eli açık davranmaktan kaçınmaz. O günlerde tanıştığı İtalyan yazar İgnazio Silone ("Ekmek ve Şarap") onun olanaklarının dışında bir yaşam sürdürdüğünü fark eder ve Musil'le eşine daha uygun bir yer aramaya başlar. Aralarında geçen bir sohbette, Viyana'dan niçin ayrıldığını soran Silone'ye Musil şu yanıtı verir: "Okurlarım çoğunlukla Yahudilerdi. Son yıllarda hemen hemen hepsi ülkeyi terk etti. Ben niçin geride kalacaktım?" Gün gelir, yakın çevresine yaşamından yakınırken: "Ne yazık ki ben kendimi anlamakta güçlük çekiyorum…" der. Bu özeleştiri Musil'in kimi zaman kendini bir bulmaca olarak gördüğünü kanıtlar. Bazı dönemlerde çok yavaş çalışmasını, yazdıklarını beğenmeyip sık sık değiştirmesini de böyle açıklamak mümkün. 1939 yılının yaz aylarında Robert Musil'in, yaşamlarını bir felaketle bitirmek yerine ona kendi elleriyle son vermelerinin doğru olacağı üzerine eşi Martha'yla anlaştığı söylenir. Ancak o günlerde, Zürih yakınlarındaki Zug'da yaşayan, solcu görüşleriyle ünlenmiş, sanatsever papaz Robert Lejeune'le tanışmaları Musil ve eşine yeni bir yaşama gücü verir. Bir Musil hayranı olan Lejeune ilerde Musil'den şöyle söz etmişti: "Evimizde düzenlediğimiz akşamlarda Musil de bize katıldığında hemen bütün ilgiyi üzerine çekmesini bilirdi, ancak onunla diğer katılımcılar arasında bir mesafe olduğunu da sezmemek mümkün değildi. Sohbetleri kimi zaman çok sıcak olmasına karşın bir samimiyet oluşmazdı. Musil üstün zekaya sahip bir insandı. Aydın geçinen bizler ona her zaman ulaşamazdık. Bakışlarıyla karşısındakinin ruhuna sızardı."
 
İsviçre yılları sırasında yapmış olduğu kimi açıklama, 'Niteliksiz Adam' yazarının ne denli değişik görüşlere sahip bir insan olduğunu kanıtlar: "Bir yıla yakındır İsviçre'de yaşıyorum. Aryen olduğumu sık sık kanıtlamam gerekiyor… İsviçreli, ülkeye zenginlik getirenin dışında hiçbir yabancıya saygı göstermiyor, ona çingene gözüyle bakıyor… Ben toplumdaki tutuculuğu sevmiyorum. Zenginler fakirlerle aynı mezarlıklara gömülmüyor. İsviçreli sosyalizmden nefret ediyor, kentler otomobil sahiplerine uygun inşa ediliyor."

15 Nisan 1942 günü Cenevre'de 'Niteliksiz Adam'ın son bölümü üzerinde çalışırken beyin kanamasından yaşama veda etti. Papaz Robert Leujene'nin ölüsünün başında son konuşmayı yapmasının ardından Musil'in külleri ailesinin isteği üzerine Cenevre yakınlardaki bir ormana serpilir. 'Niteliksiz Adam'la ardında dev bir yapıt bırakan Robert Musil ve her şeye hümanizmin penceresinden bakan Stefan Zweig Avusturya'nın 20. yüzyılda çıkarmış olduğu ve yerleri günümüze dek doldurulamayan iki olağanüstü yazarıdır. Her ikisinin de Hitler diktatörlüğünün dayanılmaz baskıları altında yazar ve düşünür kişiliklerini yitirip ruhsal çöküntüye uğramaları çok trajiktir. Stefan Zweig ve Robert Musil, yazgıları birbirine çok benzeyen iki Avusturyalı! Her ikisini de yaşamlarından bıktıran Naziler olmuştu.

18 Eylül 2022

Berlin'de lüks alışveriş

Cumhuriyet, 18 Eylül 2022

Ahmet Arpad 

Sanki Topkapı Sarayı'nın hazine dairesine girdiniz. Bulgari, Tiffany, Heuer, Chopard... İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. Vitrinler kolye, küpe, yüzük, kol saati dolu. Her şey pahalı mı pahalı. Altın, platin, gümüş. Pırıl pırıl, ışıl ışıl camekânlar gözleri kamaştırıyor. Birkaç müşteri var, onlar da pek Almana benzemiyorlar. Kadınlar alışveriş yapıyor, adamlar sohbet ediyor. Paralı Doğu Avrupalılar olmalı. Bin beş yüz değişik parfümün satıldığı şık Beauty Department'e hiç uğrayan yok. Bir kat yukarıda Gucci, Dior, Chanel. Burada da müşteriden çok personel var. Güzel kızlar elleri önlerinde gülümseyip bekleşiyorlar. Her taraf şık, ışıl ışıl, modern, bakımlı. Satılanlar güzel ve çekici. Gereksinimi olmasa bile bir şeyler almak istiyor insan. Tabii cebinde parası varsa!

AVRUPA'NIN EN BÜYÜĞÜ

Günlerden çarşamba, öğle üzeri. Avrupa'nın en büyük satış merkezlerinden Berlin KaDeWe'nin bütün katları bomboş, in cin top oynuyor. Bu yıl 115. yaşına basan 60 bin metrekare alana sahip mağazada 380 bin çeşit eşya satışa sunuluyor. Sabahtan akşamın geç saatlerine kadar iki bin personel, müşteri bekliyor. Katları birbirine altmış dört yürüyen merdiven ile yirmi altı asansör bağlıyor. Korona öncesine kadar günbegün elli bin insanın ziyaret ettiği söylenen KaDeWe geçmişini mumla arıyor. Batı Avrupa'nın bu dev mağazasını dünya savaşları bile sarsamamıştı. Hitler daha 1933 yılında Yahudi aile Tietz'i satışa zorlayıp KaDeWe'ye el koymuş, başına da Aryan birini getirmişti! On yıl sonra bir Amerikan savaş uçağının üzerine düşmesiyle harap olan mağaza 10 Temmuz 1950'de yeniden açıldığında tam 180 bin Berlinli coşkuyla kapılarına saldırmıştı. KaDeWe aynı hücumu, onlarca yıllık düşleri sonunda gerçekleşen Doğu Berlinlilerin Kasım 1989'da duvarın batı tarafına geçmesiyle yaşamıştı.

Berlin'i ziyaret eden her turistin uğradığı söylenen KaDeWe'nin bugün sadece üst iki katı dolu. Rusya'nın, İran'ın havyarları, Fransa'nın şampanyaları, adını bilmediğiniz ülkelerin şarapları, uzakların narenciyeleri, Pasifik adalarının egzotik yiyecekleri otuz şarküterinin vitrinlerini dolduruyor. Kat kat, dizi dizi peynirler, dev jambonlar, yer mantarları, dört yüzün üzerinde ekmek ve sandviç çeşidi... Parisli Lenôtre'nin vitrinlerinde, sabahın altısında uçakla gelmiş, olağanüstü görünümde ve lezzette pastalar, ağızda eriyen inanılmaz çeşitte fondanlar. Bu kat hiçbir krizden etkilenmeyen insanlarla dolu. Cepleri paralı, giyimleri şık mı şık hanımlarla beyler ayaküstü bir şeyler atıştırıyor, şampanya yudumluyor. Istakozlar, istiridyeler, havyarlar, füme balıklar onları bekliyor.

BERLİN AYAĞIMIZIN ALTINDA

Biz ise en üst kattaki self-servis lokantayı yeğliyoruz. Burayı daha çok turistler doldurmuş. Aşçıların gözünüzün önünde hazırladığı değişik yemekler çekici. Adam başı en az 30 Avro'ya karnınızı doyurduğunuza değiyor. Berlin ayağınızın altında.

Unter den Linden Bulvarı'ndaki Café Einstein'da masalar dolu. Berlin'de yaşayan edebiyatçı tanışla Viyana kahvesi yudumlayıp Sacher Torte yerken yayın dünyasının son yıllarda yaşadığı krizden söz ediyoruz. Parlamento az ötede. Sorduğumuz garson kız: "Başbakan Merkel ara sıra uğrardı, yeni başbakan Scholz ise adımını henüz içeri atmadı", diyor.

4 Eylül 2022

Kiliseden uzaklaşanlar

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 4 Eylül 2022

Oturduğumuz eve yakın küçük Protestan kilisesinin adı "Orman Kilisesi", karşısı ormanlık olduğu için bu adı vermişler sanırım. Kilisenin papazı geçen yılın sonunda emekli oldu. Şimdi boş zamanı çok. Birkaç gün önce rastladım. Yanında köpeği ormanda gezmeye gidiyormuş. Ayaküstü sohbet sırasında: "Son yıllarda işler çok artmıştı, emekliliğimin gelmiş olmasına sevindim", diye konuştu. "Hakılsınız", dedim. Gülümsemekle yetindi.

Ben sormadan edemedim: "İşler niçin artmıştı?" Bir an yine gülümsedi, fakat sonra yüzü hemen ciddileşti. "Geçen yıl çok kişi mezhep değiştirdi de..." diye mırıldandı ve tasmasını çekiştiren köpeğinin peşinden ormanın güzel yollarında gözden kayboluverdi.

Ne demek istemişti? Merak edip araştırdım. Gerçekten de 2021 yılında Almanya'da her yaştan 360 bin insan Katolik mezhebinden ayrılmış. Geçen yıl Protestan Kilisesi'ne arkasını dönenlerin sayısı da yeni bir doğruğa erişmiş. 300 bin dindar kiliseden istifa etmiş! Bir nedeni, ülkedeki geçim zorluğu ile her yıl ödedikleri kilise vergisi. Diğer önemli neden de, yaklaşık on yıl önce Katolik Kilisesi'nde ortaya çıkan çocuk tacizi olayları... Katolikler dünyanın en büyük dini örgütü. Papa I. Franciscus da dünyamızın en zengin "şirketlerinden" birinin şefi! Vatikan elindeki altın rezervleriyle Birleşik Amerika'dan sonra ikinci sırada geliyor; hisse senedi varlığının da 100 milyar doların üzerinde olduğu söyleniyor.

Katolik Papazlar Zorunlu Bekâr!


Katolik Kilisesi'nde ruhban sınıfı evlenmez. Papazlar bekâr kalmak zorundadır. Değil evlenmek, cinsel temasta bile bulunamazlar. Papaz okullarındaki çocuk tacizlerinin geçmişi yüzlerce yıl geriye gider. Vatikan bu sorunu hep sessizce kendi içinde çözmeyi tercih etmişti. Amerika ve Fransa'da 80'li yıllarda taciz olayları görülmeye başlamıştı. Fakat asıl bomba iki binli yıllara girildiğinde İrlanda'da patlamış, Katolik rahiplerin çocuklara yaptığı cinsel tacizlerin sistematik olarak gizlendiği ortaya çıkmıştı. Sadece bu ülkede 15 bin çocuğun cinsel tacize uğradığı tahmin ediliyor.

Tüm Avrupa'da taciz olaylarının on binlerce olduğu söyleniyor. Bundan önceki Papa 16. Benedikt'in anavatanı Almanya da skandallara sahne olan başka bir Avrupa ülkesi. Yüreklilik gösterip de sadece Almanya'da mahkemeye başvuranların sayısı bu arada yüzlerce, ancak adı tacizlere karışan çoğu rahip ya artık hayatta değil ya da çok yaşlanmış. Vatikan'ın bu büyük skandalı örtbas etmesi artık mümkün olmayınca Papa özür dilemek zorunda kaldı. Peki, gelecekte ne olacak? Katolik Kilisesi'nde artık yeni bir dönem başlayacak mı? Rahiplerin evlenmesini yasaklayan Vatikan bundan vazgeçecek mi? Kiliseler evrenselleşecek mi, Ekümeniklik getirilip Katolikler ile Protestanlar, aynı masaya oturacak mı?

Taciz skandallarında şimdiye kadar daha çok Avrupa ülkelerinin adı geçiyor, fakat Vatikan'ın kolları dünyanın dört bir ucuna yayılmış. Oralarda neler olup bitiyor? Bir bilene sordum. "Kenya'da, Filipinler'de çok yaygın", dedi. Cinsel taciz, toplumsal bir tabu. Çocukları birer mağdur olarak gören ve koruyan bir hukuksal zihniyet de pek yok...