21 Aralık 2020

Özgür düşüncenin kaynağı

Toplum Gazetesi, 21 Aralık 2020 

Ahmet ARPAD

Avrupalı kahvenin ne olduğunu bizden öğrendi! Avrupalı, Türklerin getirip Viyana'nın kapısına bıraktığı kahveyi bir süre sonra güzel kahvehanelerde, daha doğrusu kıraathanelerde, içmeye başladı. Gelenler bir yandan pastalarını yediler, kahvelerini yudumladılar, bir yandan da gazete, dergi ve kitaplarını okudular, politikadan, günlük yaşamdan ve edebiyattan söz ettiler.Bu yüzyıllar boyu böyle sürdü gitti. Eski monarşinin merkezleri Budapeşte, Prag ve Viyana'da kıraathaneler hep yaşadı, hep ayakta kaldı. Keyfine düşkün insanlar, yazarlar, sanatçılar, işadamları sabah kahvaltılarını, öğle yemeklerini, piyano müziği eşliğinde akşamüstü çaylarını burada aldılar. Yüksek tavanlı geniş salonların rahat koltuklarına kurulup iş görüşmeleri yaptılar, kitap okudular, mektup yazdılar. Yan salonlarda bilardo oynadılar.

Budapeşte'de Gerbaud, Café Centrale, Café Müvész, Book Café, Café New York, Viyana'da Café Mozart, Dehmel, Café Landtmann, Schwarzenberg, Central ne ise, Prag'da da Arco, Louvre, Slavia odur. Moldau kenti Prag'a yaptığınız bir gezintide komünizmden kurtulduktan sonra yeniden açılan kıraathanelerin düşünce ve edebiyat dünyasını ne kadar etkilemiş olduğunu hissedersiniz. Arco'nun melankolik loşluğunda hâlâ 1910'lu, 1920'li yılları yaşarsınız. Gözleriniz Franz Kafka'yı, Max Brod'u, Egon Kisch'i, Franz Werfel'i arar. Yüzlerce yıl filozofların, akademisyenlerin, ünlü sanatçıların ve hali vakti yerinde hanımların uğradığı Viyana kahvehanelerinin sürekli müşterileri arasında Arthur Schnitzler, Stefan Zweig, Franz Werfel, Peter Altenberg de vardı.

Özgür düşüncenin kaynağı

Eski İstanbul'da Tanzimat döneminde açılan kıraathaneler (okuma yerleri) yüzyıla yakın bir süre kent aydınları için kaçınılmaz bir buluşma yeriydi. Edebiyatçılar, düşünürler, gazeteciler, yayıncılar ve onlara yakın olmak isteyen gençler günün belli saatlerini Beyoğlu'nun, Tepebaşı'nın ve Babıâli'nin kıraathanelerinde geçirirdi. Tepebaşı'na damgasını vuran Kanun-u Esasi Kıraathanesi ile özellikle 1930'lu, 1940'lı yıllarda İstanbul'un tüm yazar ve kitapçılarının her gün bir araya geldiği, Ankara Caddesi'ndeki Meserret Kıraathanesi geçen yüzyılın sonlarına kadar ayakta kalmayı başarmışlardı. Buralarda buluşan aydın kişiler, gazeteciler, yayıncılar, günlük gazeteleri ve edebiyat dergilerini okur, birbirleriyle sohbet eder, tartışır, düşünce değiş tokuşu yaparlardı. Çağdaş bilginin üretildiği, düşüncenin geliştiği, düşünürün yetiştiği kıraathanelerin sosyokültürel işlevi kaçınılmazdı. Şimdi hiçbiri kalmadı. Anadolu'nun İstanbul'u 'işgal etmeye başladığı' ellili yıllardan sonra, insanların iskambil oynayıp vakit öldürdüğü, bağıra çağıra futbol maçı seyrettiği küçük mahalle kahvelerinin sayısı artarken kıraathane kültürü giderek yok edildi! Onlar aydınlar için özgür düşüncenin kaynağı idi!

Kahvehaneler ve kültür

Viyana kahvehane geleneğinin dünyanın başka hiçbir ülkesinde eşi benzeri yoktur. Hofburg'un milletvekilleri, Opera'nın, Burg Tiyatrosu'nun dünyaca ünlü sanatçıları randevularını yakındaki kahvehanede verir. Buralarda bir araya gelen insanlar arasında fark gözetilmez. Tek başına biri, düşüncelere dalmış, önündeki acı kahvesini yavaş yavaş yudumlarken, diğeri dostlarıyla sohbet eder, tartışır, bir başkası oturur bir şeyler yazar, yine bir başkası karşısındakiyle iskambil oynar veya bir köşede duran sayısız günlük gazeteyi karıştırır. Akşama doğru gelenler piyanistin çaldığı Viyana melodilerini içine çeker.

Stefan Zweig için Viyana'daki gençliğinde saatlerce oturduğu, dostları ile söyleştiği bu mekanlar bir 'okul' olmuştu. „O günlerde gazeteler bizler için pahalıydı, herkes alıp okuyamıyordu", der Zweig. "Polisten çekinen gençler de vardı." Hitler'in 1938'de Avusturya'ya girmesiyle kahvehane kültürü ve edebiyatı geçici olarak sona ermişti. Savaşın ardından tekrar canlandı, çünkü Viyanalı böyle istiyordu! Kısa süre önce Viyana'da güzel bir girişimin altına imza atıldı. Kent merkezinde Korona nedenyle çalışmayan tarihi kahvehanelerden üçü, Café Museum (1899), Café Frauenhuber (1824) ve The Legends, okulları kapalı olduğu için evde oturan öğrencilere rahat ders çalışabilmeleri için kapılarını açtılar. "Bir zamanlar okuldan kaçan öğrenci kapağı kahvehaneye atmaz mıydı?" diyor Café Frauenhuber'in sahibi Wolfgang Binder.

16 Aralık 2020

Büyüklerin düşler dünyası...

Toplum Gazetesi, 16 Aralık 2020

Bir yılan örneği kıvrılıyor uzun tren. Vagonları kıpkırmızı. Şatoların ve üzüm bağlarının arasından süzülüyor, dağların içindeki tünellere girip çıkıyor, nehir kıyılarından geçiyor, köprüleri aşıyor. Romantik tarihi kentler geride kalıyor. Son istasyona varıyor. Duruyor. Hiç kimse inmiyor. Çünkü bu trenin yolcuları cansız! Plastikten onlar. Burası bambaşka bir dünya, içinden minyatür trenlerin geçtiği büyüklerin "düşler dünyası"...

Evler, saraylar, şatolar, kiliseler, hayvan sürüleri, otomobiller, kamyonlar, tramvaylar, ellerinde bavulları istasyonlarda bekleşen yolcular... Karlı yamaçlara tırmanan teleferikler, doruklardan aşağı süzülen kayakçılar... Aralarından geçen yolcu trenleri, yük trenleri, her ülkeden upuzun trenler. Buharlısı, elektriklisi, dizeli sayısız lokomotif, boy boy, renk renk yüzlerce vagon, bin metrenin üzerinde ray ve düzinelerle tren dizisi...

İçeriye sırayla alıyorlar. Salonun dolu olmaması gerekiyor, maskeli ziyaretçiler arasında mesafe var. Gezinenler orta yaşın üzerinde babalarla küçük oğulları. İçerde hemen hemen hiç kadın yok. Almanların oyuncak trenlere merakı sonsuz. Hele şu Noel öncesi bu merak dorukta.

Evinin bir odasını trenlerine ayıramayan çatı arasına ya da bodruma el koyuyor. Küçük lokomotiflerin, uzun vagon dizilerinin, ormanların, dağlarla tepelerin oluşturduğu "düşler dünyası"nda yaşayanlar çocuklar değil yetişkinler, yaşını başını almış insanlar. Küçük memurundan banka müdürüne, lise öğretmeninden başhekime, mühendisten yargıca her meslekten insan minyatür trenlerle kendi dünyasını kuruyor. Çocukluğunda salonda halının üzerine kurduğu birkaç metre ray, bir lokomotif ve iki-üç vagonla o dünyaya bir giren büyüdükçe bu hevesi uğruna hiçbir giderden kaçınmıyor. Alman minyatür tren meraklıları her yıl milyonlarca Avro'yu bu uğurda çekinmeden harcıyor.

Babalarla Oğulların Oyuncağı


Avrupa'nın en büyük ve en eski oyuncak trenler yapımcısı Maerklin, Stuttgart'a yarım saat uzaktaki Göppingen'de. 1859'da kurulan, ilk yıllarda oyuncaklarla buharlı minyatür makineler yapan fabrikanın müzesini her ay on binler ziyaret ediyor. Haftalardır kapalıydı, sadece satış dükkânı açıktı. Noel öncesi kısa bir süre için müzeyi de belli sayıda meraklıya açtılar. Bundan 10 yıl kadar önce kriz geçiren son zamanda Maerklin kendini toparladı, yıllık cirosunu 110 milyon Avro'ya çıkardı. Piyasaya yeniden girerken iki yüze yakın yeni modelle tam bir sürpriz yapmıştı. Tüm lokomotiflerde artık en modern dijital teknik uygulanıyor.

Maerklin'in 1935'te sadece 300 adet imal etmiş olduğu ünlü İsviçre lokomotifi "Timsah" günümüzde açık arttırmalarda bir otomobil fiyatına alıcı buluyor. Yıllar önce Maerklin müzesinden bir gece yarısı çok değerli lokomotiflerle oyuncaklar çalınmıştı. Kuruluş 200 bin Avro ödül koyunca hırsızlar bir Doğu Avrupa ülkesinde yakayı ele vermiş, milyonlar değerindeki 'trenler' de yine müzeye geri dönmüştü.

Babalarla oğullarının 19. yüzyıldan bu yana severek birlikte oynadığı tek oyuncak minyatür trenler! Ve bu hep böyle kalacağa da benziyor. Küçüğü de, büyüğü de, tüm 'çocuklar' boş zamanlarını buharlı ve elektrikli lokomotiflerin çektiği trenlerin dünyasında geçiriyor...