31 Mayıs 2016

Kitaplar ateşe atılırken..

AVRUPA KÜLTÜR, Mayıs 2016

Ahmet Arpad

10 Mayıs 1933 Alman tarihine geçen karanlık, utandırıcı günlerden biridir. O akşam başlayıp 'Kitap Yakma' girişimi hemen tüm ülkeye sıçradı. Üç hafta içinde Almanya'da yüz binlerce kitap yok edildi.

Berlin Opera alanında alevler havaya yükseliyor. Büyük ateşin çevresine toplanmış insanlar keyifli. Aralarında öğrencileri ile gelmiş sayısız üniversite profesörü de var. Kucaklar dolusu, çantalar içinde, sırt torbalarında, bisiklet sepetlerinde, hatta el arabalarına doldurulmuş yığınla kitap taşıyorlar ateşin yakıldığı alana. Az öteye tezgâh kurmuş seyyar satıcılar kızartılmış sosisler, bira, şekerleme, çikolata satıyor. Ellerinde büyük meşaleler üniformalı kızlar insanların arasında dolaşıp duruyor. Az sonra kamyonlar ateşin yanına yaklaşıyor. Kapaklar açılıyor. Kahverengi gömlekli üniversite gençleri kamyonlardan aldıkları binlerce kitabı ateşe fırlatıyor. Kara suratlı üniformalılar, tasmalarından zor tuttukları kurt köpekleri, olup biteni dikkatle izliyor. "Yüzlerce insan budalaca, hayvani bir çılgınlıkla haykırmaya başladı," diye yazar ilerde Arnold Zweig anılarında.

19 Mayıs 1933 Alman tarihine geçen karanlık, utandırıcı günlerden biridir. Hitler seçimlerde salt çoğunluğu elde edememişti. Ancak sol partiler arasında işbirliği sağlanamaması, bu arada Hindenburg ve tilki politikacı von Papen'in ağır endüstri kralları ile gizli anlaşması, uydurma Reichstag yangını Hitler'i yine de başbakanlık koltuğuna oturtmuştu. Hırsı sınır tanımayan Führer'in ilk işlerinden biri özgürlükçü sola ve düşünürlere karşı saldırıya girişmek olmuştu. Yüz binlerce emekçinin yanı sıra düşünürler, sanatçılar, bilim adamları tutuklandı. Kimileri sınır ötesine kapağı attı, savaş bitene dek yaşamını zorunlu sürgünde geçirdi.

"Bugün kitap yakanlar, yarın insan yakar"
10 Mayıs akşamı başlayan 'Kitap Yakma' girişimi hemen tüm ülkeye sıçradı. Üç hafta içinde Almanya'da yüz binlerce kitap yok edildi. Berlin Opera Alanı'ndan Münih Kral Alanı'na dek. Kitapların yakıldığı kentlerin tümünde üniversite vardı. Kitaplar yanarken sadece Nazi subayları nutuklar atmıyordu. Profesörler de heyecanla "Giderek artan Marksist girişimler, yıkım getiren Yahudi ruhu Almanya'yı tehdit etmekte," diye binlerce insana sesleniyordu.

Heine, Marx, Freud, Seghers, Brecht, Zuckmayer, Zxeig, Mann ve Remarque'ın havaya uçuşan eserleri alevlerde yok olurken askeri orkestralar marşlar çalıyor, insanlar hayvanlar örneği uluyordu. Naziler, "Alman düşün dünyasının çöpü," dedikleri bu yazarların sadece Berlin'de 20 bin kitabını ateşe attı. Hitler'in düşünceye baskısı 10 Mayıs 1933 gecesi kitapların yakılması ile doruk noktasına ulaşmıştır. Nazi gençlik örgütlerinin 'Kitap Yakma' uygulamasının halka anlatılan gerekçesi, Alman kültürünü yabancı kirlenmelerden arındırmaktı. Kahverengi gömlekler tüm ülkede kütüphaneleri, yayınevlerini bastılar, kitapları kamyonlara doldurup alanlara götürdüler.

Büyük ateşe atılanlar Alman dili kültür ve edebiyatlarını yüzyıllar boyu onurlandırmış edebiyatçılar, düşünür ve sanatçıların eserleriydi. "Bugün kitapların yakıldığı yerde, ilerde insanlar da yakılır," diyen evrensel ve insancıl Alman şairi Heinrich Heine ne yazık ki haklı çıktı. Sınır ötesine kaçamayanlar kampların dikenli telleri arkasında yaşama gücünü yitirdiler. Gaz odaları ve fırınlar sonları oldu. Antifaşist ve antimilitarist çağdaş Alman yazarlarının en ünlüsü Erich Maria Remarque "Hayat Kıvılcımı" adlı eserinde o günleri konu eder. 10 Mayıs 1933'de yakılan ateş 1945'e dek sönmedi, toplama kamplarının fırınlarında, bombalanan onlarca kentte yandı durdu.

Kültür cinayetine onay veren aydınlar
Kitap yakma, Hitler ve peşinden gidenlerin Alman düşün dünyasında planladığı kıyımın sadece bir parçasıydı. Bu uygulama 10 Mayıs'tan önce başlatılmıştı. Üniversiteler, müzeler, kütüphaneler, tiyatrolar ve orkestralarda yapılan "temizlik" için 7 Nisan 1933'te memur yönetmeliğinde değişikliğe gidilmişti. Komünistler, sosyalistler ve özellikle de Yahudiler devlet hizmetinden çıkarılacaktı. 10 Mayıs'tan haftalar önce Alman düşün dünyasına 'zarar veren kişiler'in listeleri hazırlanmıştı. Hermann Göring "Bürokrasinin hiçbir maddesi benim uygulamalarımı engelleyemez," diyordu. "Amacım haklıyı aramak değil. Benim tek görevim kötüyü ortadan kaldırmak, kökünü kazımak. Bunun savaşını yaparken de herhalde polisin kurallarından yararlanacak değilim."

Alman aydınlarının bir bölümü olup bitene sesini çıkaramadı. Ancak çoğu düşünür, profesör, aydın, insanlık tarihinde benzeri olmayan bu kültür cinayetine onay verdi. Basın da karşı çıkmadı, hatta birçok köşe yazarı girişimleri onayladı. "Kentlerimizde göğe yükselen alevler, Almanya'nın yeniden uyanışının bir simgesidir," diye yazanlar oldu. Alman ruhuna bile bile ihanet edildi. Aradan iki yıl geçtikten sonra Hitler yönetimi bir 'yasaklar listesi' yayımladı. Bu listeye göre Naziler tam 524 yazarın 'zararlı' dedikleri toplam 3601 eserinin Almanya'da yayımlanmasını ve okunmasını yasaklıyordu.

Yönetenlerin korkulu düşü kitap
Kitap, diktatörlerin, baskı yönetimlerinin korkulu düşüdür, örümcekli kafalar için karabasanların en korkuncudur. Çünkü kitap, bütün işkencelerden, zindanlardan, her türlü silahtan daha güçlüdür. İnsanlık tarihinde kitaptan nefret eden, kitabı yasaklayan, yakan çarpık politika önderleri hep görülmüştür. Ancak kalıcılığını ve etkinliğini her zaman korumuştur kitap. O, sağlıklı düşünceyi toplumlara ulaştırmayı, onlara doğru yolu göstermeyi hep başarmıştır.
10 Mayıs 1933 kitap kıyımı ve ardından gelen korkunç insan kıyımı hiç unutulmamalıdır. Düşünce özgürlüğüne baskı, uygulandığı ülkenin sınırlarını kolayca aşar, başka toplumlara da sıçrar. Bireye baskı yapan, onu düşüncesinden dolayı zindana atan çıkar çevreleri her zaman ve her ülkede vardır.

15 Mayıs 2016

Sabahın köründe stres

TOPLUM Gazetesi, Mayıs 2016
AHMET ARPAD

Otobüsten indim. Hava karanlık. Henüz sabahın körü. Yolculuk Frankfurt'a. Hızlı trenin kalkmasına daha on beş dakika var. Aceleye hiç gerek yok. Merdivenleri inip ana caddenin altında uzanan pasajda yürüyorum. İnsanlar bir koşuşturma içinde. İstasyondan gelip otobüse, tramvaya, metroya gidenler. Tramvaydan trene yetişmeye çalışanlar. Metrodan otobüslere koşanlar. Stuttgart'ın göbeğindeki Klett Pasajı yerin altında üç katlı. En alt katta metro, orta katta yeraltı tramvayı, benim yürüdüğüm katta da polis karakolu, banka şubesi, berber ve kırtasiyeci, giyim ve gıda dükkânları, sayıları hızla artan ekmek-sandviç-kahve satan kayıntı büfeleri var. Sabahın bu saatinde bir yerden bir yere koşuşan insanların çoğu bu büfelere uğramadan edemiyor. Hemen hemen hepsi evden kahvaltı etmeden çıkmış, bir ellerinde kahve, ötekinde sandviç. Trene ya da metroya yetişmeye çalışırken sandviçlerini ısırıp ılık kahvelerinden bir yudum alıyorlar.

Almanya'da stres sabahın köründe başlıyor! Frankfurt üzerinden Hamburg'a giden saat 7.27 hızlı treni tam zamanında kalkıyor. Bütün koltuklar dolu. Yer ayırttığım iyi olmuş. Yola koyuluyoruz. Makinist gaza basıyor! Az sonra tren en yüksek hızına ulaşıyor. Saatte 250 km. Hava aydınlanmış, doğa kayıp geçiyor. Kimsenin dışarıyı seyrettiği yok. İşadamları bilgisayarlarını açmış, cep telefonları da çalışıyor, önlerindeki masalarda kahveler ve yarısı ısırılmış sandviçler... 100 km ötedeki Mannheim’a 36 dakikada varıyoruz! Ve kalkıştan 1 saat 17 dakika sonra da Frankfurt'tayız. İnsanlarda yine bir telaş, bir koşuşturma. Trenden inen iş adamları, bankerler hızla taksi duraklarına yöneliyor. Stuttgart'tan yola koyulup 220 km. sonra Frankfurt tren istasyonuna, oradan da 10 dakika ötedeki Hauptwache‘deki randevuma tam zamanında varmam 1 saat 30 dakika sürüyor...

O gün işimi bitirdikten sonra kenti biraz gezmeye, Städel Müzesi’ndeki Monet sergisini izlemeye karar veriyorum. Ne de olsa dönüş trenine daha 2 saat var. Frankfurt, Orta Avrupa'nın en büyük kenti olmasına karşın insanı pek çeken bir metropol değil. Onlarca kez geldim, ancak bir türlü ısınamadım Frankfurt'a. Giderek çoğalan gökdelenleri insanı altında eziyor. Hava alamıyorsunuz. Sokak ve caddeleri, mağazaları ve yapıları da çekici değil. İstasyonla Hauptwache arasında şöyle bir gezinin, pek Alman'a rastlayamazsınız. Sanki hiç kimse buralı değil. Herkes bir yerden bir yere gitmek için Frankfurt'a uğramış gibi. Uzak ülkelerden gelenler mutlaka Frankfurt Havaalanı'na iniyor ve buradan bir yerlere dağılıyor. Dört yönden gelen demiryolları Frankfurt'ta birleşiyor. İstasyon çevresindeki yapılarda pek oturan yok. Bürolar, bürolar, mağazalar, mağazalar... Ve de sayısız gece kulübü. Hiçbirinin sahibi Alman asıllı değil. Frankfurt en çok suç işlenen kentlerin başında geliyor. Yakayı ele verenlerin çoğunluğu yabancı pasaportlu...