TUNA Sanat ve Kültür Dergisi Ocak 2022
AHMET ARPAD
Joseph Roth 1894'te, o yıllarda Doğu Galiçya'nın en büyük Yahudi yerleşimi kabul edilen Brody'de dünyaya geldi. 1913 yılına kadar yaşadığı kenti, başyapıtı Radetkzy Marşı'nda (1932) konu etti. Lise öğreniminin ardından başkent Lemberg'de üniversitesinin felsefe bölümüne kaydoldu, ancak bir yıl sonra 1914'te Viyana'ya yerleşti. Burada Alman edebiyatı öğrenimine başladı. 1916 yılında gönüllü olarak cepheye giden Joseph Roth, Birinci Dünya Savaşı'nın ardından düşlerinin vatanı olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun çöküşünü yaşadı. O andan sonra da kendini bir "Haymatlos" olarak kabul etti. Avusturya edebiyatında Joseph Roth için "kahvehane edebiyatçısı" denir. Viyana kahvehaneleri 20. yüzyılın başında yetenekli birçok gencin kültüre, edebiyata ve sanat yaşamına ilk adımlarını attıkları yerler olmuştu. Bütün günlerini Viyana'nın kahvehanelerinde geçirenler arasında Klimt, Schiele, Kokoschka, Trakl, Canetti, Broch, Schnitzler, Hofmannstahl, Altenberg, Musil, Zweig, Lehár, Stauss, Werfel ve Trotzki gibi ünlü kişiler çıkmıştır. Roth bu kahvehane alışkanlığını Berlin'e yerleştiği yıllarda da sürdürmüştü.
Joseph Roth yoksulluk içinde geçen gençlik yıllarının ardından yüksek öğrenimi için Viyana'ya gelirken beraberinde çok değerli bir şey getirmişti: Alman diline olan sonsuz tutkusunu! Kısa sürede profesörlerinin dikkatini çeken bu başarılı öğrenciye burs verilmiş ve öğreniminin ardından da üniversitede doçent olarak görev yapabileceği söylenmişti. O günlerde Roth her şeyin yoluna girdiğine inanmıştı, ancak güvenli bir yaşama kavuştuğunu sandığı günlerde Birinci Dünya Savaşı başlamış, gelişmeler bütün ümitlerini yıkıvermişti.
ROTH'UN ELİ AÇIKTI
Yepyeni bir yaşam kurmak isteyen Joseph Roth'un yerleştiği Berlin'de şansı yaver gitmişti, kısa süre sonra onun keskin bakışlı mükemmel bir yazar olduğunu sezen büyük gazeteler Roth'a ilgi duymaya başlamıştı. Anlatımı göz kamaştırıcıydı, kişilere her zaman insanca yaklaşır, içlerine girerdi. Roth'un o yıllarda kazancı yerindeydi, fakat eli açıktı. Kolay gelen parayı bol keseden harcadı; küçük bavulu elinde, göçebe gibi kentten kente gitti, küçük otellerde konakladı. Genç Joseph Roth 1920'li yılların sonuna kadar tam bir bohem yaşamı sürdürdü. 1933 yılında yerleştiği Paris'te de otel odalarında "özgür" bir yaşamı yeğledi. Eline geçen para geldiği gibi gidiyordu. "Gelecek hafta nasıl yaşayacağımı bilemiyorum…" Aylarca üzerinde aynı giysiyle dolaşıyordu. "Kendime iyi bir kefen alıp bir kenara kaldırsam fena olmayacak", diye sık sık düşündüğü olmuştu. Verimli olduğu yaklaşık 20 yılda 16 romanla 19 öykünün altına imzasını atmasına karşın eli açık bir insan olması, durumu kendinden kötü olanlara destek vermesi yaşamını olumsuz etkilemişti… Nazi felaketinin ortasında, her şeye karşın verimli ve onurlu bir yaşam sürdürmeyi kafasına koymuştu. Sağlam karakterli, onurlu, dürüst ve güvenilir biriydi. "Dostluğun sınırı yoktur, o koşulsuzdur" diye düşünen Roth, nefret nedir bilmezdi. O günlerde eski monarşinin özlemini çekmesinin nedeni belki de toplum düzeninin parçalanması, kimsenin geleceğinden emin olamamasıydı.
Joseph Roth gibi kendisi de yaşamının son yıllarını sürgünde geçirmiş olan Stefan Zweig ileride yakın dostu üzerine şöyle konuşmuştu: "Joseph Roth Alman edebiyat tarihinin silip atamayacağı ender insanlardan biriydi. O, üstün bir yaratıcılık için gereken sayısız öğeye sahipti." Roth büyük coşkular yaşayan, her şeyde sınırlarını zorlayan bir insandı. Dine olan inancı sonsuzdu, kişiyi yok edebilecek içsel gerilimlere sahipti. Şu sözler de Zweig‘ındır: "Roth'un ruhunda bir başka insan daha vardı. O, akıllı, çok uyanık, yerine göre eleştiriyi seven yanıyla dürüst ve yumuşak olmasını başaran bilge bir Yahudi'ydi de. Ve onun bir üçüncü yanı, davranışlarıyla kibar ve saygılı, kendine güvenilen ve cana yakın, sanatsever ve müzikten anlayan bir Avusturyalı oluşuydu. İşte bu olağanüstü, benzeri olmayan birleşim kişiliğinin ve yarattığı yapıtların eşsizliğinin nedenidir."
"TEK BAŞIMAYIM VE PERİŞANIM"
1930'lu yılların başında Roth: "38 yaşındayım, fakat kendimi hasta bir yaşlı gibi hissediyorum" demişti. "Tek başımayım ve perişanım. Adım doruklarda bir yerde, varlığımsa çukurda." Kısa süre sonra Naziler büyük adımlarla ilerlemeye başlayınca: "Kâğıtlar ve kitaplar arasında geçen 12 yılın sonunda ben artık kuyruğu titreyen bir varlığım…" diye yazmıştı, ümidini henüz yitirmemiş olan Stefan Zweig'a. "Dikkat edin. Siz çok zeki bir insansınız, ancak içinizdeki insan sevgisi kötülükleri görmenizi engelliyor… Almanya bizim için artık öldü, düşlerimiz geçmişte kaldı. Anlayın artık bu gerçeği." Zweig'ın olup biteni anlaması için aradan birkaç yıl daha geçmesi gerekmişti; Ekim 1937'de Roth'a yolladığı mektubunda şöyle demişti: "Çürümeye başlayan Avrupa'dan yükselen kötü kokular hepimizin burnunu yakmaya başladı…" Kara mizahı iyi başaran Joseph Roth ise, Zweig'a şu yanıtı verdi: "Sonumun yaklaştığını size yazalı çok oldu; fakat sonum bir türlü gelmek bilmiyor." Avrupa'nın yaşadığı kültür çöküntüsünde, vatansız özgür insana ağıt yakıyordu!
Heinrich Böll'ün: "Alman düzyazısının yaratıcı koruyucusu" dediği Roth, iki savaş arası dönemi konu alan Hotel Savoy ve Eyyub yapıtlarında varoluşçu bir anlatımla okurun karşısına çıkar. Özellikle Eyyub bir romandan çok bir destandır, çok duru ve kusursuz bir şiirsel yapıttır, dine ve Tanrı'ya olan inancının yaratıcılığının en önemli unsuru olduğunu gösterir. Joseph Roth'un ünlü bir başka değerli yapıtı olan Radetzky Marşı‘nda imparatorluğun yüzlerce yıllık soylu kültürünün artık gücünü yitirmekte olduğunu anlatır. Geçmişe olan özlemi hissedilen bu yapıtıyla Kayzer Avusturyası'na olan sevgisini kanıtlar. Radetzky Marşı'nda köklü geçmişi olan ve yavaş yavaş sönen bir ailenin yazgısını ele alır. Bu yapıtın devamı İmparatorlar Mezarlığı'dır. Başarılarının doruğu olan bu üç yapıtıyla Joseph Roth, gerçek bir edebiyatçı, döneminin en başarılı izleyicisi olduğunu kanıtlamıştır.
"EDEBİYAT YAŞAMIMIZ YOK OLACAK"
Tanışlarıyla, edebiyatçı dostlarıyla ve kendisini destekleyenlerle yaptığı mektuplaşmalarda veya kaleme aldığı günlüklerinde Roth'un liberal ve kozmopolit yanıyla, günlük yaşamın perde arkasına bakan toplumsal yanı kendini çok belirgin gösterir. Sonra bir gün gelir, çizmeli faşizmle Avrupa büyük dönüşüm geçirir. Almanya'da on binlerce sol görüşlü insan kamplara sürülür. Bütün aydınlar gibi dürüst ve duygusal bu insan da büyük yasa düşer. Joseph Roth, Nazilerin yönetime el koyduğu 1933 yılında yerleştiği Paris'ten yakın dostu Zweig'a yolladığı bir mektupta şöyle der: "Çok büyük bir felakete sürüklediğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak. Olup bitenler bizleri yeni bir savaşa sürükleyecek. Barbarlar yönetimi ele geçirdi. Artık yaşamın üç paralık bile değeri kalmadı. Yanlış düşlere kapılmayın." Kısa süre sonra kitaplarının yakılması, yavaş yavaş okurlarını yitirmesi, yaşanan kaba güç, Avrupa'da patlama yapan nefret ve yalan hep geleceğe inanmış, insan dostu Joseph Roth'ta derin izler bırakır, sürekli umutsuzluk artık yaşamını belirlemeye başlar. İyi yürekli, nazik ve içine kapanık, o güne dek dostlarını hep desteklemiş, davranışları hep olumlu, iyiliksever bu insan kişiliğindeki ani değişimle kolayca alınganlık gösteren, öfkelenen birisi olur. Yoksullukla geçen Fransa yılları Roth için acımasız bir sürgün yaşamıdır. Askerlik günlerinde başlayan içki bağımlılığı vatanından uzak geçirdiği bu süreçte iyice artar, sağlığı bozulur. Joseph Roth hem toplumun dışında bir yaşam sürdürür hem de kendini her şeyin içinde hisseder. Roth önemli sağlık sorunlarına rağmen yazmayı sürdürür. O, öykü ve romanlarıyla nefes alır. İnsancıldır, toplumcudur. Değişik görüşlere ve inançlara açıktır, yapıcıdır.
Joseph Roth ruhsal sarsıntıların ve görüşlerindeki değişimin ardından mücadeleci gruplar arasında yerini almak için tüm coşkusuyla büyük çaba harcar. O, Avrupa kültürünün ayakta kalabilmesi için bir savaşım verdiğine inanmaktadır. Gençliğinde topluma sürekli uyum sağlama çabalarının gittikçe daha çok dışlanmalarla sonuçlandığını gören yazar, kısa yaşamının son yıllarını yerine göre kavgacı, yerine göre de yazgısına boyun eğen biri olarak geçirmiştir. Aynı günlerde kendisi için: "Öfkeli, sarhoş, fakat akıllı biri" diyen Joseph Roth 1939 yılındaki ölümünden kısa süre önce zamanın Avusturya Başbakanı Schuschnigg'e yolladığı bir mektupta ülke yönetimini halkın yararına son imparatorun büyük oğlu Otto von Habsburg'a devretmesi gerektiğini talep etmiş olması, o günlerde ne kadar şaşkın olduğunun bir kanıtıdır. Joseph Roth son yıllarında sürekli bir koşuşturma içinde, bir ayağı hep çukurda yaşadı. "Gün geçtikçe ben bu dünyayı daha az anlıyorum" dedi. "Alkol yaşamımı kısaltıyor, fakat çabuk ölmemi de engelliyor…" Kaleminin gücüyle ayakta kalma savaşını 45 yaşında yitirdi.
NAZİ REJİMİNİN ÖLÜME SÜRÜKLEDİĞİ YAZARLAR
Galiçyalı bir Yahudi ailenin çocuğu Joseph Roth hep oradan oraya gitmiş, kısa yaşamında sürekli bir göçebe olmuş, sürekli vatan hasreti çekmiştir. 1927 yılında kaleme aldığı "Yahudilerin Göçebe Yaşamı" adlı uzun denemesinde Doğu Avrupa Yahudilerinin zorunlu yaşamına değinir. Gençlik yılları Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun çok uluslu toplum yapısında geçmiş olan Joseph Roth, savaşın ardından gelen yıkım sürecinde toplumlar arası kavgayı ve Yahudiler arasındaki çekişmeleri yakından yaşamıştı. Üniversite öğrencisi olarak Lemberg'in ve Viyana'nın sokaklarında gittikçe artan antisemitizme de doğrudan tanık olmuştu. Burada Zweig'ın dostu Roth üzerine söylediklerini anımsamak doğru olacak: "Roth, geleceğe akıllıca bakmayı başaran ileri görüşlü bir edebiyatçı olarak kalmayı başarmıştır. Çevresindeki hataları görmüş, onlara anlayış göstermeyi ve onları affetmeyi bilmiştir. Kendinden yaşlı sanatçılara hep saygılı davranmış, gençlere destek vermiştir. Ona dostluk gösterenle dost olmuş, arkadaşa arkadaşça yakınlaşmıştır. İyi yürekliliğini bir yabancı da hissetmiştir. Roth candanlığını ve zamanını yaşamı boyunca bol keseden harcamıştır!"
O, alışılmışın dışında, sıra dışı bir edebiyatçıdır, başarılı gözlemin ve somut anlatımın ustasıdır, yaşamın geçici olduğunu kabullenir, insanların sorun ve sıkıntılarına anlayışla yaklaşır, onları yapıtlarında dikkatle ve cesaretle ele alır. Anlattıklarıyla insanları yaşam bıkkınlığından uzaklaştırmak, onlara yaşama sevincini taşımak ister.
Stefan Zweig'ın şu sözleri de hüzünlüdür, düşündürücüdür: "Son yıllarında kendi yazgısını umursamamaya başladı, hatta bir an önce gelmesini istediği sonun özlemini çekti. Dostumuz, nefret ettiği, tek başına bu dünyadan yok edemeyeceği kötülüğün sonunda kazanacağını sezdiğinde kendi kendini yok etmeye başladı. Ve bu, çok yavaş ve acılar içinde gerçekleşti. Ağır ağır yanan ve sonunda sönüp kül olan bir ateş örneği saatler, günler, aylar sürdü…" Joseph Roth, vatanından uzakta son ana kadar bir düşün savaşını verirken bir edebiyatçı, bir sanatçı kalmayı başardı.
Bu yazıyı Zweig'ın savaşın ilk yıllarında söylemiş olduğu şu çok düşündürücü sözlerle bitirmek istiyorum: "Zamanla azalsak da sağımızdaki solumuzdaki yakın dostlarımızı yitirsek de, ümitsizliğe kapılmamalı, hüzünlenip kendimizi geri çekmemeliyiz. Bizler bir savaştayız, onun en tehlikeli yerindeyiz, tam ortasındayız. Aramızdan biri ayrıldığında, bizi bırakıp gittiğinde bir an için onu hüzünle anmalı, ona teşekkür etmeli ve hemen bizi koruyan görevimizin başına dönmeliyiz. Eserler yaratmalıyız! Hepimizi hep ayakta tutacak bu dürüst görevi başımız dik yerine getirmeliyiz, bizim de sonumuz gelene kadar!"
Joseph Roth 1939 yılındaki ölümüne dek Paris'te borç içinde zor bir yaşam sürdürdü. Bu süreçte Stefan Zweig'la sık sık mektuplaştığı, yakın dostunun onu parasal olarak desteklediği bilinir. Nazi rejiminin, yazmalarını yasaklayarak ölüme sürüklediği yazarların başında, yaratıcı ruhlu iki dost, Joseph Roth'la Stefan Zweig gelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder