Aydınlık Avrupa, 8 Haziran 2025
Stuttgart – Ahmet Arpad
16 milyonluk dev kent İstanbul'da 3.555 cami var. İkincilik 5,8 milyon nüfuslu Ankara'da değil. 2,5 milyonluk Konya 3.255 camiyle başkentin (3.199 cami) önünde! Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 3 Ocak 2024 tarihli açıklamasına göre Türkiye'deki toplam cami sayısı 89.817...
***
"Bize Kuran dersi veren okul müdürümüz Niyazi Bey tüm sınıfı İstanbul Operet Heyeti'nin temsillerine götürürdü... Sultan Reşat'ın baş müezzini İsmail Hakkı Bey de bu operetin çalgılar topluluğunu yönetirdi..." 1910 doğumlu babam Burhan Arpad'ın bu sözlerini arada sırada anımsıyorum. Günümüzde din adına konuşan sorumlu ve yetkili kişilerin neler yaptığını gördükçe de: "Demek ki 100 yıl önceki din adamları aydın görüşlü insanlarmış," diye düşünmeden edemiyorum. Ve de hüzünleniyorum.
Adında 'demokrat' kelimesi olan parti 14 Mayıs 1950 günü ülkemizde yönetimi ele almıştı. Menderes hükümetinin yaptığı ilk iş Türkçe okunan ezanın Arapça okunmasına karar vermek olmuştu. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra da, 16 Haziran 1950 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen bir yasayla Arapça ezan okumaya izin verilmişti. Bu yasa, Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesini değiştirerek ezanın Arapça olarak okunmasını yasaklayan hükmü kaldırmıştı.
O günleri yaşamış olan insanlar: "Her şey ezanın tekrar Arapça okunmasıyla başlamıştı," derdi. Günümüzde tarikatların hortlamasının, gericilere ödünler verilmesinin, "Şeriat isteriz!" bağrışmalarının ilk tohumlarının 16 Haziran 1950 tarihli kararla atılmış olduğu söylenir. Cumhuriyet tarihinde geriye baktığımızda, Atatürk devrimlerinden ve laiklikten uzaklaşmanın ilk adımlarının gerçekten bundan tam 75 yıl önce, 14 Mayıs 1950 tarihinde iktidara gelen Demokrat Parti'yle atıldığını görürüz.
"Tanrı Uludur!"
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nde İslam dinine inanan bireyler dünya işleri dışında olup bitenleri de anlasın istemişti. İlk adım olarak da ezan Türkçeleştirilmişti. Türkçe ezanı Süleymaniye Camisi baş imamı, tenor sesli Hafız Kemal'den dinlemiş olan Atatürk coşkuyla vermişti bu kararı. 1932 yılında, 30 Ocak'ı 31 Ocak'a bağlayan gecede (Kadir Gecesi'nde) minarelerden "Tanrı uludur" seslenişi yükselmişti! "Tanrı uludur, Tanrı uludur. Şüphesiz bilirim, bildiririm Tanrı'dan başka yoktur tapacak..."
Arapça "Allahu Ekber" yerine Türkçe "Tanrı Uludur"un minarelerden yükselmesi, ne yazık ki sadece on sekiz yıl gerçekleşmişti. Türkiye'de yığınların kafası işlesin istemeyenler "Allahu ekber"e sarılmıştı. Muhalefetteki Atatürk partisi CHP de sesini çıkaramamıştı. Demokrat Parti yönetimi belki bir on yıl sürmüştü, ancak bu süreç Atatürk'ün attığı tohumların hızla yok edilmesine yetip artmıştı. Türkiye'de 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen ilk askeri darbenin ardından çoğu aydın ilk başta sevinmişti. O günlerde "düşünce özgürlüğü gelişecek, geriye gidiş duracak" diye umutlanan bir avuç yazar, 1960 Temmuz'unda Türk Dil Kurumu kurultayına getirdikleri bir öneri ile "Ezan yine Türkçe okunsun!" demiş ve tabii düş kırıklığına uğramıştı.
27 Mayıs çabucak unutulmuştu. Ardı ardına daha çok camiler açılmış, Arapça ezan daha iyi duyulsun diye tüm minarelere güçlü hoparlörler takılmış, imam-hatipler mantar gibi bitmiş, tarikatlar palazlanmış, dinci ile politikacı kucak kucağa oturmuş, takkeli, takunyalı iktidara koşmuştu. "Aydın" kisvesi altında kimi yazar-çizer takımla numaracı cumhuriyetçi de bilinçli-bilinçsiz emperyalistle şeriatçının oyununa destek vermişti.
"86 yıllık hasret sona erdi..."
‘Birileri' onlarca yıl verdikleri savaşı sonunda kazanmıştı. Bu kişiler o günden sonra onlarca yıl uğraştılar, inat ettiler, yıllardır süren düşlerini gerçekleştirdiler. Taksim alanına, Cumhuriyet anıtının hemen karşısındaki tarihi sit alanına bir camii kondurdular. Bununla da yetinmediler, aradan birkaç yıl geçmeden Boğaziçi'nin en güzel tepelerinden birinde de 290 milyon dolara malolan (Bk. Wikipedia), çevresine pek yakışmayan, 57 bin metrekare alana yayılan, 63 bin (!) kişilik, çoğu namaz saatinde bomboş kalan bir yapı yükselttiler. Çamlıca'daki cami dünyanın en büyük camileri arasında! Bu makale öncesi yaptığım araştırma sırasında NTV'de şu bilgilere rastladım: "Çamlıca Caminin 72 metre yükseklikteki ana kubbesi İstanbul'da yaşayan 72 milleti, 34 metre çapındaki kubbesi de İstanbul'u simgeliyor. Kubbenin iç yüzeyine, 16 Türk devletine ithafen Allah'ın isimlerinden 16'sı, Haşr Suresi'nin son iki ayetinden istifade edilerek yazıldı. İmanın şartını temsilen 6 minareli inşa edilen Büyük Çamlıca Camii'nin üç şerefeli 4 minaresi Malazgirt Zaferi'ne ithafen 107,1 metre, iki şerefeli 2 minaresi ise 90 metre yüksekliğinde yapıldı. Camide aynı anda 8 cenazenin namazı kılınabilecek. 3 bin 500 araçlık kapalı otoparkı bünyesinde barındırıyor. Büyük Çamlıca Camii'ne yüzde yüz antibakteriyel özelliğe sahip, 17 bin metrekare büyüklüğünde özel dokuma halı serildi. Cami, 5 metre genişliğinde, 6,5 metre yüksekliğinde ve altı ton ağırlığındaki ana kapısıyla, dünyadaki en büyük ibadethane kapılarından birine sahip. Caminin minberi 21 metre yüksekliğinde ve gerek görüldüğünde asansörle çıkılabilecek."
İslam dünyasının ünlü mimarı Sinan'ın olağanüstü yapıtı olan Edirne Selimiye Camii ise 24 bin metrekare alana yayılıyor, içinde aynı anda 6 bin kişi namaz kılabiliyor! 2000'de UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine dahil edilen Selimiye Camii ve külliyesi 2011'de Dünya Mirası olarak tescil edildi.
Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'u fethettiğinde Ayasofya'yı (Azize Sofya Kilisesi) ismini değiştirmeden fethin sembolü olarak camiye dönüştürmüştü. Atatürk'ün 1934'de müze yaptığı, 5. yüzyılın en büyük kilisesi, Doğu Ortodoks ve Roma Katolik etkilerinin sentezi Ayasofya'yı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle 24 Temmuz 2020'de yine camiye dönüştürdüler! Diyanet o günlerde şu açıklamayı yapmıştı: "86 yıllık hasret sona erdi." Dinci basın da: "Yeniden dirilişin sembolü Ayasofya!" diye başlık atmıştı. İlginçtir günümüzde Almanya, Hollanda ve Belçika'da da Diyanet'e bağlı, adı nedense ‘Ayasofya' olan yaklaşık 30 cami var!
Tüm Halkevleri kapatıldı
Demokrat Parti'nin iktidara geldiği günlerde Türk toplumu başka bir büyük değişimi daha yaşamıştı! Kurulmalarının amacı Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve devrimleri doğrultusunda, halkın sosyal ve kültürel alanda gelişimine katkıda bulunmak olan ve bu nedenle 1932 yılında tüm Türkiye'de açılmış olan 478 Halkevi 8 Ağustos 1951 tarihinde kabul edilen ve 11 Ağustos 1951 tarihinde de Resmî Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5830 sayılı yasayla Türkiye genelinde kapatılmış, malları da hazineye devredilmişti. O günleri iyi anımsıyorum, çünkü Taksim'deki halkevinde piyano dersi alıyordum. Günün birinde babam: "Artık piyano dersine gidemeyeceksin," demiş ve nedenini küçük Ahmet'e anlatmaya çalışmıştı! Tepeden inme bir kararla halkevlerinin kapısına zincir vurulurken Cumhuriyet'in kuruluşunun ardından kapatılmış olan İmam Hatip Okulları da iki ay sonra, 17 Ekim 1951'de yeniden açılmıştı. İmam Hatipler Derneği Genel Başkanı Abdullah Ceylan'ın 2024'de yaptığı açıklamaya göre günümüzde Türkiye'de yaklaşık 4 bin 500 imam hatip okulu var. BirGün Gazetesi de 09 Kasım 2017 tarihli sayısında şu haberi vermişti: "Ülkenin dört bir tarafını imam hatiplerle donatan AKP hükümeti, bu okulları şimdi de yurt dışına yayıyor. Dünyanın 22 ülkesinde 42 imam hatip lisesi açılırken ABD ve Avustralya'da da yeni imam hatiplerin açılması gündemde."
Günümüz Türkiye'sinde ürkütücü başka bir konu da tarikat ve cemaatler. Cumhuriyetin ilanı ve tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla yer altına inen ve etki alanı kısıtlanan tarikat ve cemaatler 1950'den sonra Demokrat Parti'yle birlikte yeniden yerüstüne çıkmış ve zaman içinde de etkinliklerini arttırmışlardır. Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esergül Balcı ve ekibinin hazırladığı rapora göre, bugün Türkiye'de 30 tarikatın 400'den fazla kolu bulunuyor. https://www.politikyol.com/tarikat-piyasalari
Ezanın Türkçesinden, "Tanrı Uludur"un açık ve aydınlık seslenişinden kimler korkar? Yaşamın her alanında şeriat hükümlerinin uygulanmasını isteyen şeriatçılardan başka...!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder