5 Haziran 2025

Thomas Mann

CUMHURİYET KİTAP Eki, 5 Haziran 2025

Ahmet Arpad

20. yüzyıl Alman edebiyatının en ünlü yazarlarından olan Thomas Mann en başarılı yapıtlarını ‘sürgünde‘ olduğu yıllarda kaleme almıştır.


Thomas Mann, 6 Haziran 1875'te Lübeck'de doğdu. Bundan tam 150 yıl önce! Babasının 1877'den 1891'e kadar mâliye senatörü olarak görev yaptığı bu kentte refah içinde büyüdü. Onun ölümünün ardından annesi ve kardeşleriyle Münih'e taşındı. Bir yangın sigorta şirketinde meslek eğitimine başladı, ancak masa başı çalışma ona göre değildi. 1894 yılında kaleme aldığı "Gefallen" ilk romanı oldu. Onu büyük üne kavuşturan yapıtı "Buddenbrook Ailesi" 1901 yılında yayınlandı. Onu "Tonio Kröger", "Tristan", "Venedik'te Ölüm" gibi değişik öyküler izledi. İkinci büyük yapıtı olan "Büyülü Dağ"ı 1924 yılında kaleme aldı. 

1929 yılının Mann'ın yaşamında çok önemli bir yeri vardır. Çünkü artık iyice ünlenmiş olan yazar o yıl Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü. 1933 yılında Nazi'lerin yönetimi ele geçirmesiyle İsviçre'ye sığındı. Kısa süre sonra da, 1912'de bu ülkeye yerleşmiş olan Hermann Hesse ile tanıştı. Değişik kişiliklerde olmalarına karşın aralarında yakın bir dostluk oluştu. O günlerde Stefan Zweig'la da dostluk kurdu. 25 Şubat 1933'de Zweig'a yolladığı mektubunda: "Almanya inanılmaz bir duruma düştü; ilerde çok insan o günleri yaşadığı için utanç duyacak!" diye yazar Mann. Stefan Zweig'ın 18 Nisan 1933 tarihli yanıt mektubundaki görüşleri şöyledir: "Söylenenlere karşı çıkmak artık mümkün değil, çünkü yalan kanatlarını öylesine açmış ki gerçekler dışlanıyor, yalanın aktığı lağımlardan yükselen pis kokuları insanlar güzel kokular gibi içlerine çekiyor..." Thomas Mann, 24 Nisan 1933 günü Zweig'a şu yanıtı verir: "Siz de acılar çekiyorsunuz. İnanamıyorum. Günümüzde böyle şeyleri yaşamak zorunda bırakılmamız insanın nefret duygularını doruğuna çıkarıyor."

Buddenbrook Ailesi

Dünya edebiyatında Alman romanını temsil eden yazarların başında gelen Thomas Mann kendi ailesinin üç kuşak boyunca yaşam öyküsünü anlattığı "Buddenbrook Ailesi" romanını (Almanca aslından çeviren: Burhan Arpad, Altın Kitaplar, 1969, iki cilt) yazdığı yıllarda Nietzsche, Schopenhauer, Goethe ve Tolstoy‘la ilgileniyordu. Thomas Mann, kendisini bir anda dünya çapında üne kavuşturan bu yapıtını 1900 yılında tamamladığında yirmi beş yaşındaydı. Roman bir yıl sonra yayımlandı. Mann 1929 yılında bu eseriyle Nobel ödülünü aldı.

Buddenbrook'lar Baltık Denizi kıyısındaki Lübeck kentinde buğday ticareti ile uğraşan köklü bir ailedir. Yüz yıllık bir geçmişleri vardır. Zengindirler. Toplumdaki konumlarıyla gurur duyarlar. Thomas Mann ilk büyük romanında bu ailenin dört kuşak boyunca yükselişini ve çöküşünü çok gerçekçi bir anlatımla okura sunar. "Buddenbrook Ailesi"nde yaşananlar 1835 ile 1877 yılları arasını kapsamaktadır. Yapıt Johann Buddenbrook ile başlar ve Hanno Buddenbrook ile sona erer. "100 Büyük Roman" adlı incelemenin yazarı Abraham H. Lass kitabında "Buddenbrook Ailesi"nden şöyle söz eder: "Thomas Mann'ın bu yapıtı dış koşulların herhangi bir baskısı altında değil psikolojik kuvvetlerin etkisi altında gerileyen ve parçalanan bir ailenin öyküsüdür. Her nesilde, daha kuvvetli bir şekilde ortaya çıkan, ailenin değişik fertlerinin enerjisini ve kendilerine olan güvenlerini körelten anti-burjuva ruhu bunda önemli bir rol oynuyor." Abraham H. Lass'a göre diğer nedenler arasında ailenin bazı fertlerinin disiplinli yaşamdan kopmaları da vardır.  

Yazar, gazeteci ve komünist tarihçi İsaac Deutscher de Thomas Mann'ı şöyle değerlendirmiştir: "O, ‘Venedik'te Ölüm'den ‘Buddenbrook Ailesi'ne kadar uzanan çizgide bağlı olduğu sosyal sınıfın görkemini ve zavallılığını, çöküntü ve yıkılışını 'ağırbaşlı bir dinginlik ve uçarı olmayan bir şenlikle' anlatıyor. Yarı sevgi, yarı nefret ve giderek artan bir umutsuzluk yapıtın temelini oluşturuyor."

Gazetecilik, edebiyat ve müzik gibi alanlarda verilen saygın Pulitzer Ödülü'nü kazanmış olan Willem Rose Benét de (yazar Stephen Vincent Benét'in ağabeyi) 1948'de ilk kez yayınladığı ve 20. yüzyıl dünya edebiyatı üzerine mükemmel bir kaynak kabul edilen "The Reader's Encyclopedia"da ünlü yazardan şöyle söz eder: "Thomas Mann daha küçük yaşlarda iki dünya arasında olduğunu ve kendisinin de bu dünyalar arasında bölündüğünün farkına varmıştı. Birincisi burjuva ailesi ve o ailenin ruhsal dünyası, diğeri de gizemli, kendi sanatçı değerlerinin manevi dünyasıydı."

1909'da yayımlanan "Majesteleri Kral" yazarın ikinci romanıdır. Konusu I. Dünya Savaşı'ndan önce iflasın eşiğinde küçük bir Alman devleti olan hayali Grimmburg'da geçiyor. Sanayinin kaderine bırakıldığı, tarımın gelişmediği, madenlerin işletilmediği, demiryollarının zararda olduğu Grimmburg Grandükü'nün tek oğlu veliaht Prens Albrecht hastalıklı bir yapıya sahiptir ve yeterince yaşayamayacağından endişe edilmektedir. Yapıt Kayser Wilhelm Almanyası'ndan (1890-1918) izler taşıyor denebilir. "Majesteleri Kral"da okurun ilerde "Büyülü Dağ"da karşılaşacağı düşünsel eğilimler sezilmekte. Dünya Savaşı öncesinde saray yaşamını, soylular sınıfının modern dünyadaki yerini sorguluyor. Bireysel özgürlük ile görev bilinci, gelenek ile modernize arasındaki zıtlıkları masalımsı bir dille anlatıyor. 

Derin duyarlılığının en yalın örneği

Thomas Mann'ın yazarlık yaşamında "Venedik'te Ölüm"ün (1911) özel bir yeri vardır. 1929'da Nobel Edebiyat Ödülü'ne değer görülen Mann, I. Dünya Savaşı'nın öncesinde yayımlanan bu uzun öyküsünde bir sanatçının trajik çıkmazını işler. Dinlenmek için Venedik'e giden ünlü yazar Aschenbach, genç Polonyalı Tadzio'nun Yunan tanrılarını andıran olağanüstü güzelliği karşısında büyülenir. Sanatçının varoluşunu aşk ve ölüm simgeleriyle harmanlayan "Venedik'te Ölüm", Mann'ın derin duyarlılığının en yalın örneğidir. Bu ölümsüz yapıtı Luchino Visconti sinemaya da uyarlanmıştır.

"Efendi ile Köpeği", Thomas Mann'ın 1919 yılında yayımlanan ve otobiyografik öğeler içeren anlatısıdır. Mann ailesiyle yaşamış av köpeği kırması Bauschan ve sahibi ekseninde temelleniyor. "Efendi ile Köpeği" köpekler ve efendileri üzerine yazılmış bir belgedir! Beş bölümden oluşuyor. 1919 yılının Kasım ayında piyasaya çıkmadan bir yıl önce özel baskı yapmış ve numaralanmış olan 120 adedin geliri o günlerde büyük geçim sorunları yaşayan yoksul yazarlara dağıtılmıştı. Thomas Mann, sadece büyük bir romancı olmadığını, aynı zamanda küçük metin türlerini de deneyip başaran bir yazar olduğunu bu yapıtıyla kanıtlıyor. Öykü, köpeğin insanın yaşam alanının bu denli içinde olmasına karşın ona hâlâ ne kadar yabancı olduğunu anlatıyor. 

1924 yılında yayınlanan ve daha o günlerde sayısız baskı yapan "Büyülü Dağ" adlı yapıtı Hamburglu genç gemi mühendisi Hans Castorp'un yaşamını anlatır. Hans, bir İsviçre sanatoryumunda ziyaretine gittiği kuzeninin hasta olduğu saptanınca orada kalması gerektiğini anlar. Sanatoryumda geçen yıllarda doktorlar ve hastalar dünyasını, Batı felsefesinin iki kutbunu, platonik bir aşk serüveninin sarhoşluğu içinde yaşayarak tanır. Sanatoryumda kaldığı süre içinde hastalık ve ölüm gibi deneyimlerin ötesinde hayatın mucizesini kavrayan Castorp'un yalın ruhu bir değişim geçirir. Thomas Mann, roman sanatının bütün incelikleriyle yarattığı ve hafif alaycı bir üslupla sunduğu bu yapıtında, zaman, karşıt kültürler, aşk, hastalık, ölüm gibi evrensel temaları işliyor. "Büyülü Dağ" çağımıza tutulan bir ayna...

Alman edebiyatının en çarpıcı örneklerinden biri

Thomas Mann'ın ilk kez 1939 yılında Stockholm'da Bermann-Fischer Yayınevi'nde yayımlanan ünlü romanı "Lotte Weimar'da", modern Alman edebiyatının en çarpıcı örneklerinden biridir. Mann bu yapıtıyla büyük usta Goethe'yi uzaktan selamlıyor. Roman konusunu Goethe'nin başyapıtı "Genç Werther'in Acıları"ndan alıyor. Werther'in büyük aşkı Charlotte Kestner uzun yıllar sonra Goethe'nin yaşadığı Weimar'a dönmüştür. Artık yaşlı ve zengin bir kadındır. Charlotte ile Goethe'nin bu buluşmasında okur gençlik, aşk, karşılıksız bırakılan duyguları, insanın yaşama bakışının zamanla değişmesini, toplumsal ve ahlaki sorumlulukları hep bir arada yaşıyor. Anlatılanlar gerçekle varsayım arası bir karışım. Thomas Mann'ın bu değerli romanı okura yer yer "Genç Werther'in Acıları"nı anımsatıyor. 

1940'ta Stockholm'de yayınlanan "Değişen Kafalar" adlı uzun öyküsünde Thomas Mann XII. yüzyıldan kalma bir Hint efsanesine değişik bir açıdan yaklaşıyor. Yazarın bu yapıtı zihin ve beden arasındaki ikilik üzerine oldukça ilginç bir kitap. Bizi biz yapan kafa mıdır beden mi sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor. Mann bu yapıtında doğu ve batıdaki zihin ve beden, dostluk ve aşk, erotizm ve ruhsal uyum üzerine değişen görüşlere yer veriyor. Thomas Mann, "Değişen Kafalar"la mitolojik bir Hint fantezisi yaratmış denebilir. Yapıt mitolojik ve fantastik bir uzun öykü.

Son büyük yapıt

"Faust" (1947) Alman edebiyatının geçen yüzyıldaki en önemli roman yazarı kabul edilen ve dünya edebiyatının kültleri arasında tartışmasız bir yeri bulunan Thomas Mann'ın son büyük yapıtıdır. "Faust" miti ile bağlantılı bir çağ ya da toplum romanıdır. Şeytanla pazarlık eden Doktor Faust efsanesi daha çok Goethe'yle tanınmış olsa da 15. ve 16. yüzyıla kadar uzanan bir geçmişi vardır, Goethe‘den de önce pek çok yazar ve şairi etkilemiş, duygulandırmıştır. Goethe'den sonra da Faust konusunu ele alan pek çok edebiyatçı çıkmıştır. Thomas Mann, son yapıtı olarak düşündüğü "Faust"ta okuru kendini beğenmiş bir sanatçı olan Adrian Leverkühn'ün gerilimli dünyasında dolaştırıyor. Ruhu yaratma isteği ile dolup taşsa da akılcı ve duygusallıktan uzak kişiliğini dizginleyemeyen Leverkühn'ün gerilimi, yaratma gücünün önündeki en büyük engeldir. Şeytan, Leverkühn'ü bu zayıf noktasından yakalar. Thomas Mann nasyonal sosyalistler döneminde medeni yaşamın parçalanmasına da yer veriyor. Yazarın hiçbir romanının üzerinde "Faust" kadar tartışılmamıştır.

"Aldanan Kadın" (1952/1953), Thomas Mann‘ın ölümünden önce bitirdiği son uzun öyküsüdür. Yazar, erken dönem çalışmalarından "Venedik'te Ölüm"ün ana motiflerini, bu kez yaşlanmaya başlamış bir kadının duygu dünyasına yerleştiriyor. Yapıtlarında yaşam ile ölümün karmaşık diyalektiğiyle hesaplaşan Mann, bu son öyküsüyle kendi yazınsal döngüsünü de tamamlıyor. "Aldanan Kadın" uzun öyküsü o yılların kadına bakışını yansıtıyor, ilgi çekici diyaloglar içeriyor. Rosalie eşini kaybetmiştir, kırık bir aşktan geride kalan boşluğu resim yaparak gidermeye çalışan kızı ve lise öğrencisi oğluyla birlikte sakin bir yaşam sürmektedir. Oğluna İngilizce dersi vermek için eve gelen genç bir Amerikalı, onu çok etkiler. Rosalie ne pahasına olursa olsun, doğanın ona bağışladığına inandığı bir aşkın peşinden gitmeye karar verir.

* * *

Nazi yönetimi 1936'da Thomas Mann'ı Alman vatandaşlığından çıkarınca Stefan Zweig ona biraz hiciv dolu şunları yazar: "Resmen Alman vatandaşlığından çıkarılıp bir dünya vatandaşı olmaya hak kazandığınız için sizi tebrik ederim!" Başta Hermann Hesse olmak üzere bazı yakın dostlarının desteği ile 1938 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşen Thomas Mann uzun yıllar Princeton Üniversitesi'nde dersler verdi. 1944'de Amerikan vatandaşlığına geçti. II. Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra Almanya'ya dönmedi. 1952 yılında İsviçre'ye yerleşti ve yaşamının sonuna dek Zürih'te yaşadı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder