Die Gaste, SAYI: 25 / Ocak-Şubat 2013
Ahmet ARPADAlmanca konuşulan ülkelerde üç milyondan fazla insanımız yaşamasına karşın Alman Dili-Edebiyatı'nın eserleri kanımca Türkiye'de az okur buluyor. Bana sorarsanız, bunun nedenlerinden biri de geçtiğimiz çağın ikinci yarısında Almanya'nın Böll ve Grass dışında çok başarılı bir edebiyatçı çıkarmamış olmasıdır. Son otuz yılda Türk toplumunun içinden ise Almanya'ya kıyasla başarılı daha çok edebiyatçı çıktı. Günümüzde Türkiye'de hâlâ Erich Maria Remarque, Anna Seghers, Stefan Zweig, Alfred Döblin, Hans Fallada ve Joseph Roth'un 80-90 yıl önce yazdıklarının büyük ilgi çekmesi bunun en önemli kanıtıdır. Şunun da üzerinde durmak isterim, sözünü ettiğim bu yazarların tümü de insancıl, toplumcu ve savaş karşıtı idi! Benim seçtiğim, yayınevlerine önerdiğim ve severek Türkçe'ye kazandırdığım bu yazarların birçok eserinin ülkemizde sayısız yeni baskı yapmış olmasının nedeni Türk okurunun toplumcu ve insancıl konulara duyduğu büyük ilgidir.
Sözünü ettiğim bu yazarları ve eserlerini bana sevdiren, ilkokulun ardından Almanca öğrenmemi destekleyen babam Burhan Arpad'ın da 1940 yılından başlayarak Türkçe'ye kazandırdığı yazarların ortak bir özelliği vardı: Tümü de insancıl, antifaşist, antimilitarist ve barışseverdi... Sanırım Burhan Arpad çevirilerinin yıllardır aralıksız yayımlanmasının en baş nedeni budur. Yaptığı çeviriler, özellikle sayısız Stefan Zweig ve Erich Maria Remarque eseri 20. yüzyıl Alman dili edebiyatının Türkiye'de tanınmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Çünkü ondan önce Almanca'dan çok az edebiyat eseri Türkçe'ye kazandırılmıştı. Ben de kırk yıldan fazla Alman dili edebiyatıyla içiçeyim. Bugüne kadar yaptığım her çeviri beni heyecanlandırmıştır. En önemlisi eserini Türkçe'ye kazandıracağınız yazarı sevmenizdir. Babamın da desteği ile başladığım çeviri uğraşımı 1967'den bu yana sürdürüyorum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin Alman Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı'nda öğrenim yaptığım yıllarda Wolfgang Borchter'in ünlü eseri "Kapıların Dışında"yı okumuştum. Çok ilgimi çeken bu insancıl eserin kısa bir bölümünü Türkçe'ye kazandırınca çeviri işine yatkın olduğumu görmüştüm. Hemen ardından büyük bir yayınevinden Heinrich Böll'ün "Ansichten eines Clowns" adlı romanını çevirmem önerisi gelince kabullenmiştim.
Türkiye'de Başarılı Edebiyatçılar Yetişirken Naziler Kitapları Ateşe Atıyordu
Türk edebiyatçıları ve okurları Cumhuriyet dönemiyle Batı edebiyatından etkilenmiştir. O yıllarda Almanya'da az önce sözünü ettiğim toplumsal eleştiri yapan yazarların kitapları ateşe atılırken Atatürk toplumu Halide Edip Adıvar'ı, Refik Halid Karay'ı, Sabahattin Ali'yi, Reşat Nuri Gülte- kin'i, Orhan Kemal'i, Orhan Veli Kanık'ı, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı, Cahit Sıtkı Tarancı'yı, Nurullah Ataç'ı, Sait Faik Abasıyanık'ı çıkarmıştır. Anadolu aydınlanmasını yaşayan insanlarımız Alman edebiyatının iki ünlüsüne, Stefan Zweig ve Erich Maria Remar- que'a ilgi duymaya başlamıştı. Nazilerden kaçmak zorunda kalan bu iki yazarı Türk okuru 1940'lı yıllardan başlayarak Burhan Arpad aracılığıyla tanımıştır. Bu arada şunu da anımsatmakta yarar vardır, o yılların ünlü Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel (şair Can Yücel'in babası) sadece köy enstitülerinin kurulmasını gerçekleştirmemiş, bakanlık olarak dünya edebiyatının sayısız ünlü eserinin Türkçeye kazandırılmasını da sağlamıştır.
Yabancı bir dilden anadile yapılan çeviriler sayesinde ülkelerarası okurların başka edebiyatlarla buluşması mümkün olmaktadır. Böylece başka toplumları da tanıyabilen okurlar yeni yeni kültür alanlarına adım atarlar. Edebiyat çevirmenlerinin çabalarıyla oluşan kültürlerarası bu köprünün önemi inanılmazdır. Çok farklı millet ve ırktan milyarlarca insan çevirinin aracılığı olmasaydı birbiriyle anlaşamazdı. Çeviridir onlara başka dünyaların, başka toplum kültürlerinin kapılarını açan. Çevirmendir okurun ufkunu genişleten, onun görüş dünyasını sonsuzlaştıran kişi. Bu nedenle geri kal- mış, despotça yönetilen kimi ülkede baştakiler ne edebiyatçıları sever, ne de başka dillerden aydınlatıcı eserleri çevirenleri!
Türkiye ve Avrupa arasındaki bağlar değişik dallarda özellikle son 20 yıldır hızla gelişti. Edebiyat alış-verişinde de bir değişim ve gelişme yaşanmakta. Bu değişim özellikle son 10 yılda kendini hissettiriyor. 2005'te gerçekleştirilen Türkçe Çeviri Projesi (TEDA) kapsamında Türk edebiyatına yurtdışına açılma olanağı çıktı. 2006'da Orhan Pamuk'un Nobel ödülü alması, ardından ülkemizin 2008'de Frankfurt Kitap Fuarı'nda onur konuğu olması bu gelişmeyi hızlandırdı. 1970'li yıllarda Alman okuru sadece Yaşar Kemal'le Nazım Hikmet'i tanırken, şimdi Halide Edip Adıvar, Sabahattin Ali ve Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Ayşe Kulin'e, Aslı Erdoğan'a ve Murathan Mungan'a modern Türk edebiyatının yazarlarını da çok geniş bir yelpazede tanıma olanağını elde etti.
Çevirmenlere Geç De Olsa Değer Veriliyor
Son 80 yılda Türk edebiyatının çıkardığı "ünlüler" bugün Alman edebiyat dünyasında tanınıyorsa bunda en büyük rolü TEDA projesinin ötesinde Stuttgart Robert Bosch Vakfı'nın Zürihli yayıncı Unionsverlag'ın "Türkische Bibliothek" projesine verdiği büyük desteği de unutmamak gerekir. Bu proje kapsamında yazarlarımızın 20 eseri 2005-2010 yılları arasında Alman dilinin konuşulduğu ülkelerde okurlarla buluştu. Türkiye ve Almanya arasındaki karşılıklı ilişkilerde, özellikle Almanya'da yaşayan Türk kökenli vatandaşların uyumu sürecinde edebiyatın önemli bir köprü görevi görebileceği insanlarımızın bu ülkeye gelişinin onlarca yıl ardından anlaşılmıştır! Bu nedenle Ernst Reuter Kültürlerarası Diyalog Girişimi çerçevesinde Alman Dışişleri Bakanlığı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Goethe Kültür Enstitüsü, S. Fischer Vakfı ve Robert Bosch Vakfı ortak projeyle Türkçeden Almancaya, Almancadan Türkçeye yapılan başarılı çevirileri 2010 yılından bu yana iki büyük ödülle onurlandırmaktadır.
Yabancı bir dilden yaptığı çeviriyle her defasında zorlu bir süreci aşan, önemli bir görevi yerine getirirken büyük bir sorumluluk üstlenen ve anadiline kazandırdığı edebiyat eseriyle iki ülke arasındaki kültür köprüsünü ayakta tutan çevirmenlerin bazı sorunlarına da mutlaka değinmek gerekir. Almanya'da özel yasalar sayesinde çevirmenler Türkiye'ye kıyasla çok daha iyi korunur ve güvence altına alınır. Türkiye'de edebiyat çevirmenliği bir meslek değildir, emeklerinin karşılığını, çok ünlü değiller ise, yeterince alamazlar, yasal hakları da zayıftır! Bu nedenle yabancı dillerden Türkçeye çeviri yapan, bu görevi onlarca yıl sürdürebilen başarılı çevirmenleri mumla aramak zorundayız. Türkçeden Almancaya edebiyat eserleri çeviren, bazılarını yakından tanıdığım Alman meslekdaşlarım ise Türkiye'dekilerin sorunlarını kesinlikle yaşamıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder