20 Temmuz 2025

Heinrich Böll – kendini insan haklarına adamış bir aydın

Aydınlık Avrupa, 20.07.2025

Stuttgart – Ahmet Arpad

16 Temmuz 2025 Alman edebiyatının en önemli yazarlarından Heinrich Böll'ün ölümünün 40. yılı

Savaş sonrası Almanyası'nın çıkardığı edebiyatçılardan belki de en ünlüsü olan Heinrich Böll 1917 yılında Köln'de bir heykeltıraşın oğlu olarak dünyaya geldi. Gençliğinde kitapçılık yaptı, Alman edebiyatı öğrenimi gördü ve II. Dünya Savaşı'nın ardından yazdığı: "Wanderer kommst du nach Spa?" öyküsüyle ünlendi. Savaşları eleştiren ilk romanı "Wo wardst du Adam" ile 1951 yılında "Gruppe 47" ödülünü kazandı. Böll'ün öykü ve romanlarının yanı sıra sayısız televizyon oyunu, çeviri ve makaleleri de vardır. "Ein Schluck Erde" ilk tiyatro eseridir. 

20. yüzyıl Alman edebiyatının en önemli yazarlardan biri kabul edilen Heinrich Böll yapıtlarında gerçek hayatı, gerçek insanlığı, toplumsal eleştiriyi, toplumculuğu yansıtırken temiz ve yalın bir dil kullanır. Onun Almanya'dan çok dış ülkelerde sevilip tutulmasının nedenleri bunlardır. Birkaç yıl üst üste Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilmesinin ardından 1972 yılında bu ödüle kavuşmuştur. O günden sonra okurları hızla artan Böll'ün kitapları kısa sürede kendi neslinden hiçbir yazarın ulaşamadığı tirajlarda satmıştır.

"Palyaço"

Heinrich Böll'ün "Palyaço" romanı (CAN Yayınları. Türkçeye çeviren: Ahmet Arpad) bir "ben" anlatımıdır. Bu başyapıt ikiyüzlülük ve toplumsal geleneklerle dolu savaş sonrası Alman toplumunda başarısızlığın eşiğinde olan genç palyaço Hans Schnier'in yaşam öyküsünü anlatıyor. 'Palyaço' acı gerçekleri söyleyen biridir. Donuk beyaz makyajlı bir yüz, birkaç siyah çizgi ve boş gözler. Palyaço tüm kişiliğini, arzularını, ümitlerini ve acılarını bu pudralı yüzün arkasına gizliyor. Böll, bir palyaçonun maskesi ardında en büyük gerçekleri söylüyor. 

1963 yılında çıkan "Palyaço" sinemaya da uygulanmış en önemli Böll romanlarından biri. O Katolik çevrenin "kültürlü" kişilerinin suratına gerçekleri haykırıyor. Bir aşkın gerçekleri ile Katolik topluluğun ahlak ve hayat anlayışı romanın ana konusu. "Palyaço" Böll'ün modern Alman edebiyatının en güzel, en güçlü ve en duygulu aşk hikâyesini dile getiren yapıtlarından biri. Yazar bu romanında Katoliklere ve bütün Hıristiyanlara karşıdır. Okur, palyaçonun topluluğun ortasında kaldığını, makyajının kuruyup dökülmeye başladığını, boş gözlerinin korku, mutluluk, istek ve özleyişle dolduğunu ve atlıkarıncanın gitgide hızlandığını görüyor. Kilise evliliğine karşı çıktığı için kendisini terk eden sevgilisi Marie'den ayrıldıktan sonra Hans alkole bağımlı biri olur ve toplumdan dışlanır. Roman, Katolisizm'in çifte standartlarının ve kilisenin toplumsal yaşam üzerindeki etkisinin bir eleştirisi. Böll okura eski Nazilerin ve kilisenin egemen olduğu bir toplumu anlatıyor.

"Palyaço" 1963 yılında yayınlandığında Almanya'da büyük tartışmalara yol açmış, Heinrich Böll din karşıtı olmakla suçlanmıştı. Oysa o "Palyaço"da İkinci Dünya Savaşı sonrası burjuva toplumunun dar kafalılığı ve çarpık ahlakı nedeniyle "ayrıksı" bir bireyin içinde yaşadığı dünyada kendine yer bulamadığını anlatmaktadır. Yazar, bir palyaçonun maskesi ardında en sarsıcı gerçekleri dile getiriyor, günlük hayatın acımasızlıklarını, boş kurallarını okurun yüzüne bir tokat gibi çarpıyor. Savaş sonrası Almanya'sının en ünlü yazarı o günlerde şöyle demişti: "Son zamanlarda bu ülkede şiddetin her türlüsünü görmeye başladık. Birilerinin gözünde şiddet – sanki aralarında anlaşmışlar – bombalar, silahlar, sopalar, taşlar, tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz bombaları..."

"Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru"

1974 yılında çıkan "Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru" adlı romanı (CAN Yayınları, Türkçeye çeviren: Ahmet Cemal), savaş sonrası Almanya'sında basının rolünü ve önyargı ile iftiranın etkilerini ele alır. "Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru" Springer medya grubunun enformasyon pratikleriyle bir hesaplaşma olduğu kadar, enformasyonun gücü ve medya dilinin kötüye kullanımıyla ortaya çıkabilecek şiddet üzerine de yazılmış bir yapıttır. Böll'ün bu romanıyla Springer basın grubunu eleştirdiği bir sır değildir. "Katharina Blum'un Çiğnenen Onuru" hep heyecan yaratan haberleri yeğleyen bir magazin gazetesinin ("Zeitung") yayınları sonucu iftira ve şiddet girdabına kapılan genç ve masum Katharina Blum'u konu alıyor. Genç kadın kaçak suçlu Ludwig Götten'i evinde sakladıktan sonra medyanın hedefi haline geliyor ve onurunu yitiriyor.

İnsan Hakları Birliği'nin 1974 yılında ödüllendirdiği roman, Almanya'da medyanın, özellikle de magazin basınının gücünü ve bireylerin yaşamları üzerindeki yıkıcı etkisini ele alıyor. Böll, aşırı haberleri seven birçok gazetecinin sorumsuzluğu ile polisin bu dinamiği pekiştirmedeki rolünü eleştiriyor. Roman 1970'lerde geçse de medya manipülasyonu ve özel yaşamın gizliliği konuları bugün de güncelliğini koruyor. Böll'ün barışa olan bağlılığı ve nükleer savaşa karşı onurla duruşu bu yapıtında çok dikkati çekiyor. O yıllarda Rus yazar Soljenitsin'le sosyalist görüşlü şair ve şarkıcı Wolf Biermann'ı desteklemiş, barış hareketinde aktif rol oynamıştır.

Nobel Edebiyat Ödülü

Stockholm akşam gazetesi Expressen, 21 Haziran 1972 tarihli haberinde, İsveç Akademisi içindeki "güçlü odakların" o yıl Nobel Edebiyat Ödülü'nün Heinrich Böll'e verilmesini savunduğunu bildirmişti. Nürnberger Nachrichten gazetesi de aynı haberi 22 Haziran 1972'de yayınlamıştı. 

Dortmund'daki iki günlük olağanüstü SPD parti kongresinde 12 Ekim 1972 tarihinde yaptığı konuşmasında Heinrich Böll son birkaç aydaki gözlem ve deneyimlerinden söz etmişti: "Son yıllarda bu ülkede çok fazla şiddet görmeye başladık. Şiddet üzerine çok şey söylendi ve yazıldı. Şiddetin yalnızca görünür biçimi olarak anlaşılması konusunda bence üstü örtülü bir anlaşma var: Bombalar, tabancalar, sopalar, taşlar, tazyikli su ve göz yaşartıcı gaz bombaları. Ben sizlere, sosyal-liberal koalisyonun başardığı bir başka şiddet biçiminden söz etmek istiyorum: Bazı basın kuruluşları acımasız propagandalarıyla gazetecilerin işlerini zorlaştırdı, iftira atmaktan hiç çekinmedi..." 

Herinrich Böll o günkü konuşmasında savaş sonrası Alman toplumunun yaşadığı sorunları, ülkenin Nazi geçmişini, militarizmi ve kilisenin rolünü eleştirel bir şekilde ele almıştı. O, yapıtları ve siyasi girişimleriyle toplumun yaşadığı sorunlara ve haksızlıklara karşı çıkan, içinde yaşadığı zamanı eleştiren bir düşünürdü. Böll yapıtlarını kaleme alırken çoğunlukla kendi savaş deneyimlerin de yararlanmıştır. O roman ve öykülerinde içinde yaşadığı dönemin toplumsal ikilemlerini ve iç çatışmalarını yansıtır. 

Heinrich Böll eserleri ve siyasi girişimleri aracılığıyla toplumsal şikayetlere ve adaletsizliklere karşı çıkan, zamanının eleştirel düşünürlerinden biri olarak kabul edilir. Böll savaş sonrası toplumunu, Nazi geçmişinin baskısını, militarizmi ve kilisenin rolünü eleştirel bir şekilde ele alır. Onun yapıtları genellikle kendi savaş deneyimlerinden etkilenir, savaş sonrası dönemin iç çatışmasını ve ahlaki ikilemlerini yansıtır. Kahramanları genellikle toplumun beklentileriyle mücadele eden ve günün geçerli koşulları altında başarısız olan sıradan insanlardır. 

Böll'ün barışa olan bağlılığı ve nükleer savaşa karşı oluşu çok dikkat çekicidir. Onun eleştirileri sadece iktidarın kötüye kullanılmasına değildi. O aynı zamanda eski suçların üzerlerinin örtülmesi ve geçmişle yüzleşme eksikliğine de dikkatleri çekmişti. Böll Nazi döneminin dürüst bir şekilde yeniden değerlendirilmesini istemiş, toplumsal adaletsizliği kınamıştı. Çabaları günümüzde de yankı bulmaya devam ediyor ve toplumsal koşulların eleştirel bir incelemesinin bugün de gerekli olduğunu gösteriyor. 

Böll okuyucularını uyarır ve düşündürür. Yapıtlarıyla toplumsal haksızların üzerine gider, azınlıkları savunur. O hep düşünce özgürlüğü için hep savaş vermiş, gerektiğinde akıntıya karşı yüzmüştür. Böll haksızlığa karşı çıkan bir toplum için sesini yükseltmiştir. İnandıklarını ve toplumsal değerleri insanlara iletmek için yerine göre kavgacı olmasını bilmiştir. Savaş sonrasında toplumun başında olanların geçmişle yüzleşmesini talep etmiştir. Güçlerini kötüye kullananları, geçmişte olup bitenleri çabucak unutmak isteyenleri acımasızca eleştirmiştir. 

Heinrich Böll okurlarını düşünmeye teşvik eden bir uyarıcı sestir. Yapıtları savaş ve adaletsizliğe karşı sürekli bir çağrıdır. Böll evrensel kardeşliği, barışı ve sevgiyi talep eder. 1985'teki ölümünden günümüze, Almanya'da onunla kıyaslayabileceğimiz toplum sever başka bir aydınla göremeyiz! O güncel siyasi olaylara yorum yapan, barış için savaş veren, kendini insan haklarına adamış bir aydındı. Böll hem siyasi sol hem de siyasi sağla, Katolik Kilisesi'yle ve basınla çatışmıştı. Nobel Ödüllü yazar Vietnam savaşından kaçan sığınmacıları, Doğu Avrupa'daki yönetim karşıtlarını savunmuştu. O insancıl bir yazardı! 

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından edebiyata ilk adımlarını atmış olan toplumcu, solcu ve de biraz kavgacı Heinrich Böll bundan tam kırk yıl önce,16 Temmuz 1985 tarihinde Köln yakınlarındaki Kreuzau-Langenbroich'da vefat etmiştir.

Çılgın kralların sarayları

Cumhuriyet, 20.07.2025


UNESCO'nun Dünya Mirası Komisyonu 12 Temmuz'da Paris'teki toplantısında, Bavyera Kralı II. Ludwig'in (1845–1886) Neuschwanstein Şatosu, Herrenchiemsee ve Linderhof Sarayları ile Schachen Dağı'ndaki kraliyet sarayını Dünya Mirası Listesi'ne aldı.

Ahmet Arpad 

UNESCO'nun Dünya Mirası Komisyonu 12 Temmuz'da Paris'teki toplantısında, Bavyera Kralı II. Ludwig'in (1845–1886) Neuschwanstein Şatosu, Herrenchiemsee ve Linderhof Sarayları ile Schachen Dağı'ndaki kraliyet sarayını Dünya Mirası Listesi'ne aldı. Bavyera'da eşsiz bir doğanın içinde yükselen şatoyla saraylar, her yıl 2 milyona yakın turist çekiyor. 19. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen bu olağanüstü yapılar, göreni bir düşler dünyasına götürüyor.

Neuschwanstein Şatosu bir ortaçağ şövalye şatosu gibi inşa edilmiş. O çok sayıda kulesi ve masalsı görünümüyle bir "taş rüya". "Eksantrik" Kral II. Ludwig'in karşımızda yükselen "eseri" sarayla şato karışımı bir yapı. Karşısında ilk kez durduğunuzda: "Bu yapı bir saray mı, yoksa bir şato mu" diye sormadan edemiyorsunuz. Bir an için düşler dünyasına dalıyorsunuz. "Şan ve şöhret" dolu bir yaşamın özlemini çeken genç kral burada onunla ölümsüzleşmek istemişti.

II. Ludwig insanlarla bir arada değil, bir düşler dünyasında yaşamış, içine kapanık, utangaç ancak kendini hep en büyük hissetmiş bir kraldı. İnsanlardan uzak olmayı yeğlediği için masalımsı şatosarayının duvarları ardına çekilmiş. Milyonlarca "Mark"ı, ülkesinin hemen hemen tüm olanaklarını, gerçekdışı gibi görünen, 200 odalı bu eşsiz yapıya harcamış. Ona "çılgın" diyenler olmuştu.

Neuschwanstein, belki de Avrupa'nın en güzel şato-sarayı! Ancak zamanla II. Ludwig'in yaşamından rahatsız olmaya başlayan yakın çevresi, bir doktor heyetinin verdiği "psikolojik yetersizlik" raporuyla Bavyera'yı artık idare edemeyeceğine inandıkları kralı tahtından indirmiş, onu sarayından atmıştı. "Bana komplo yapıyorlar" diyen II. Ludwig'i, Starnberg Gölü'ndeki Berg şatosuna sürmüşlerdi. Kısa süre sonra da gölde ölüsü bulunmuştu. Ölmüş müydü, öldürülmüş müydü? Bu günümüze dek yanıtlanamamış bir soru. Düşler dünyasının kralı II. Ludwig ardında büyük borçlar bırakarak anlaşılmaz yaşamına veda ettiğinde 41 yaşındaydı.

DUVARLAR ALTIN KAPLI

Münih'le Salzburg arasındaki Chiemsee, Güney Bavyera'nın güzel göllerinden biri. Burayı çekici yapan Kral II. Ludwig'in ölümünden kısa süre önce yaptırdığı Herrenchiemsee Sarayı. Versay'dan etkilenmiş yapıda 98 metre uzunluğundaki görkemli tören salonuyla ikinci kata çıkan merdivenler ve kralın her yanı altın kaplama yatak odası göz kamaştırıyor. II. Ludwig, bu sarayda yaşamının sadece 10 gününü geçirmişti! Ölümünden birkaç ay önce Tirol yöresinin şirin göllerinden Plansee kıyılarına, Pekin'deki "Kış Sarayı"nı anımsatan bir saraycık kondurmayı planlamıştı. Gerçekleştiremediği başka bir yapı da Avusturya sınırındaki Garmisch'in kuzeyinde, Bizans saraylarını andıran büyük saraydı.

II. Ludwig'in başka sarayları da vardı. Bavyera Alpleri'nin çevrelediği Ammergau yöresindeki Linderhof'u çok severdi. Olağanüstü dağ manzarasıyla ünlü sarayın hemen hemen bütün odalarının duvarlarını da altınla kaplatmıştı! İnsanlarından kaçan genç kral, hayranı olduğu ünlü besteci Richard Wagner'in "Tannhauser" operasındaki dev mağaranın benzerini sarayın bahçesine yaptırmıştı. Yine aynı yörede, Schachen tepesine kondurttuğu, 3 bin metrelik Zugspitze ve Avusturya Alpleri manzaralı "kral evi" de düşsel bir yapı. Birinci katın rengârenk odaları şark saraylarını andırıyor.

Başka bir "cevher" de Obersalzberg tepesinde! Buralara kadar gelip de "kuş uçuşu" ötedeki tepeye çıkmamak olmaz! Çünkü Almanya-Avusturya sınırında 2 bin metreye yaklaşan bu tepenin 1933'ten bu yana kötü bir ünü var. Orada da başka bir "çılgın" yaşamıştı. Kendisine "halkın başbakanı" denmesini isteyen megaloman Adolf H. buraya kendi çizdiği planlara göre dev bir karargâh oturtmuş, ülkeyi ve savaşı uzun yıllar oradan yönetmişti.

İnanılmaz bir manzara, dimdik yükselen yamaçlar silme çam ormanlarıyla kaplı. Aşağılarda, pırıl pırıl dereler, suları yemyeşil Königsee. Şirin, küçük, kar beyazı gemiler arkalarında köpükler bırakarak göldeki küçük yerleşimlere uğruyor. Çok ötelerde Salzburg, ufukta Alp dorukları... Uçurumun bağrına saplanan bu "kartal yuvası"nda Adolf H. yanında Eva'sı keyif çatıp çayını yudumlarken kafasından kim bilir ne "kötülükler" geçirmişti?

6 Temmuz 2025

Schiller'in kafatası kimde?

Cumhuriyet, 06.07.2025

Stuttgart – Ahmet Arpad

Tarihi mezarlık Stuttgart'ın göbeğinde. Kocaman çınarların dalları yeşermiş. Stuttgart'ın tarihi Fangelsbach mezarlığı bu sabah bir park! Hava çok sıcak. Mezar taşları arasında birkaç yaşlı geziniyor, çocuk arabalı anne ve babalar da dikkat çekiyor...

Bu mezarlığa en çok gömü, 19. yüzyılda yapılmış, Stuttgart'ın ünlüleri ve varlıklıları Fangelsbach'da ebedi istirahatlerine çekilmiş; çoğu mezar taşında meslekleri yazıyor: Başrahip, taş oymacısı, fabrikatör, sahne sanatçısı, doktor, antropolog, dekan, şair, çan dökümcüsü, yayıncı, gazeteci, ressam, arkeolog, opera sanatçısı, mimar... Az ötedeki Markus Kilisesi'nin yanından uzanan yolun sonunda bakımlı bir mezar dikkat çekiyor. Büyükçe taşında yazdığına göre Goethe ile birlikte Alman edebiyatında klasik dönemin en önemli temsilcisi sayılan Friedrich Schiller'in oğlu Ludwig, torunu Friedrich ve onun eşi Mathilde burada yatıyor. 

2009'da bu mezar açılmış, kemikler çıkarılmış, DNA analizinin ardından küçük bir törenle tekrar gömülmüştü. 1805 yılında Weimar'da ölen ve önce toplu bir mezara konan Schiller'in kemikleri, anlatılanlara göre, 1826'da prensler kabristanına taşınır ancak kısa süre sonra Weimar'da yatanın Schiller olmadığı iddiaları yükselmeye başlar, ta ki 1961 yılında Gerassimov adlı bir Rus doktor kabristandaki kafatasıyla kemiklerin Schiller'e ait olduğuna karar verene kadar. 

Ancak 2005'te ünlü edebiyatçının 200. ölüm yılında, Alman televizyonu MDR aracılığı ile yeni ve çok kapsamlı bir araştırma başlatılır. Bu girişimler kapsamında Freiburg Üniversitesi, Stuttgart'taki aile mezarında yatan oğlu ile torununun kemiklerini inceler ve 2008'de Weimar'daki kafatasının, Alman edebiyatının bu ünlü yazarına ait olmadığı kesinlikle saptanır. 2009 yılında StuttgartMarbach doğumlu Schiller'in 250. doğum yıldönümü törenleri nedeniyle konuşan antropolog Ursula Wittwer: "19. yüzyılda ünlü kişilerin kafatasları meslektaşlarımın çok ilgisini çekerdi" demişti. Schiller'in kafatasının da o yıllarda çalınmış olduğu tahmin ediliyor! Günümüzde nerede olduğu bilinmiyor. 

'FRİEDRİCH SCHILLER BİR POPSTAR'

Aynı yıllarda büyük bir bakımdan geçen, Alman edebiyatının çok zengin hazinesini barındıran eşsiz Stuttgart-Marbach'daki Schiller Ulusal Müzesi'nin yeniden açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Horst Köhler: "Marbach doğumlu Friedrich Schiller bir popstar idi!" demişti. Aydınlanma çağının en önemli bu düşünürünün idealizmi, bireyin ruhuna ve özgürlüğüne öncelik tanır. Heyecanlıdır, ateşlidir, amaçlarına ulaşmak için hep isteklidir. Okul yıllarından başlayarak kendini hep baskı altında hisseder, Dük Karl Eugen döneminde yaşam onun için dayanılmaz olunca 1782'de Stuttgart'ı terk eder ve Weimar'a yerleşir. Goethe ile yakın dostluğu işte o yıllarda başlar. Wilhelm Meister romanını yazması için onu zorlar. Goethe de Schiller'i "Wallenstein" eserini yazması için yüreklendirir, hatta Weimar'da sahneye konduğunda oyunun rejisörlüğünü üstlenir. Schiller "Haydutlar"ın ilk baskısını kendi cebinden öder, borç parayla da bir edebiyat dergisi çıkarır. Ölümüne yakın son sözleri: "Artık her şeyi daha sade, daha berrak görüyorum..." olur. Schiller'in ardından "Varlığımın yarısını yitirdim" diyen Goethe için sahip olduğu en değerli hazine, aralarındaki yazışmalardır. Bir süre sonra bütün mektupları yayımlatır.

Marbach'taki Alman Edebiyat Arşivi'nde Alman edebiyatının Goethe'den Kafka'ya on binlerce edebiyat belgesi duruyor. Bundan 10 yıl önce Fischer, Suhrkamp ve Insel Yayınevleri çok değerli arşivlerini Marbach'a vermişlerdi. Hofmannstahl, Rilke, Zweig, Frisch, Enzesberger, Walser gibi 20. yüzyıl Alman dili edebiyatının yıldızlarının elinden geçen müsveddeler ve mektuplar şimdi Marbach'da herkese açık. 2012'de Schiller'in 253. doğum günü nedeniyle düzenlenen törende o yılki "Schiller Konuşması"nı yapmakla Orhan Pamuk onurlandırılmıştı. Pamuk'un konuşmasının ana konusu "romanlarda naiflik ve duygusallık" idi. 

Hepsi iyi güzel de ölümünün 220. yılında Friedrich Schiller'in kafatası nerede, kimde? Bilen yok! 

Satrancın çekiciliği ve bağımlılığı...

Aydınlık Avrupa, 06.07.2025

AHMET ARPAD
STUTTGART


Güneş doğayı yakıyor! Fakat kimsenin umrunda değil. Ne koşanların ne de satranç oynayanların. Her pazar olduğu gibi bugün de Stuttgart'ın göbeğindeki büyük parkta gezintimizi yapıyoruz. Kentin orta yerinden başlayıp ta Neckar kıyısına uzanan park her zamanki gibi gezinenler, koşanlar, çocuk arabası sürenler, tekerlekli paten yapanlar, pedallara basan bisikletlilerle dolu. Çoğu insan evinden çıktıktan birkaç dakika sonra kendini kilometrelerce uzanan bu yeşilliğin ortasında buluyor. Yaşlısı genci, binlerce insan nefes alıyor, spor yapıyor, rahatlıyor tarihi ağaçlar, upuzun çimenlikler, bakımlı gezinti yolları arasında. Küçük göllerde yüzen ördeklere, kazlara, kuğulara yem atıyor, günün stresini burada unutuyor. Bir saatlik yürüyüşten sonra Neckar kıyısına gelenler canları çekerse ırmak kıyısında yollarına devam ediyor. Altında bisikleti, pateni olanlar ta Ludwigsburg'a, Esslingen'e uzanıyor. O kadar yolu gözü alamayanlar, hava güzelse, kıyıda bekleyen gemilere binip gezintiye çıkıyor. İsteyen park bitimindeki tabiat müzesini dolaşıyor, hayvanat bahçesine uğrayıp orangutanlarla aslanlara, fillerle pinguinlere, eşeklerle keçilere bir ‘merhaba' diyor! Susamış, karnı acıkmış olanlar ırmak üzerindeki tahta köprüden karşıya uzanıp Hermann Hesse 'nin sorunlu lise yıllarını geçirdiği Bad Cannstatt'ın şaraphanelerini yeğliyor.

Satranç bağımlıları

Bizler ise küçük bir tur attıktan sonra dönüp satranç oynayanların yanında duruyoruz. Tarihi ağaçlar altında büyük satranç tahtaları yerde; kocaman siyahlı beyazlı taşlar. Oyuncuların çoğu orta yaş ve üzerinde. Onlar buraya yaz-kış demeden sürekli gelen, her havada oynayan satranç bağımlıları! Yüzlerce yıldır süregelen bir oyun satranç. Gerçek bir strateji; altmış dört karede hareket eden otuz iki taş. Şah, vezir, kaleler, filler, atlar, piyonlar. Zamanında İran'da bir şahın geliştirdiği savaş stratejisi, günümüzde bir milyara yakın insanı kendine bağlayan bir oyun olmuş! 

Satranç oynayanların bazıları, güneşten korunmak için olacak şemsiyelerini açmış. Pek konuşan yok. Yugoslavı, İtalyanı, İspanyolu aralarında fısıldaşıyor. Kocaman taşlar bir yerden bir yere hareket ediyor. Parkta gezinen köpekli polisler bir an durup oynayanları seyrediyor, sonra yine yollarına devam ediyorlar. 

"Satraç yaşamımı kurtardı"

Rudi her zamanki yerinde. Üzerinde blucin, kara deri ceket. Yetmişine yaklaşmış. Saçlarına ak düşmüş, dinç biri. Yaşından çok daha genç gösteriyor. Tanıyorum onu. Yıllardır burada haftanın beş günü. "Satranç yaşamımı kurtardı", diyor. Rudi 1995 yılında Kazakistan'dan Almanya‘ya gelmiş. İş-güç yok. Kısa sürede alkol bağımlısı olmuş. Sokak köşelerinde sürdürmüş yaşamını. En büyük merakı satranç. Güünün birinde kendini Stuttgart'ın büyük parkında bulmuş. Çabucak satranç aşığı dostlar edinmiş. "Ben bir dost milyoneriyim!" diye konuşuyor. Dilenmemek için kendini iyice satranca vermiş. Gelen geçenle birkaç Avro'ya satranç oynamaya başlamış. Ve yavaş yavaş alkol bağımlılığından kurtulmuş. Bugün karşısında oturan Kanadalı bir turist. Az sonra Rudi sigarasından bir nefes çekip: "Şah mat!" diyor. Kalemine uzanıp yanında duran listeye bir şeyler karalıyor. Kanadalı gülümsüyor, Rudi'yle vedalaşıp yoluna devam ediyor.

Biz de Rudi‘nin yanından ayrılıyoruz. Az ötedeki büfeye uğrayıp sıcak çay ısmarlıyoruz, çikolatalı küçük kekler de. Yanımızdan geçiyor çabuk çabuk yürüyenler, Nordic Walking yapanlar, bastonuna dayanmış, beli bükük çok yaşlılar, bisikletliler, yavaş ve hızlı koşanlar. Hareket halinde herkes. Bütün gün büroda, evde televizyon karşısında oturan insanlar. Hafta içinde evden işe, işten eve koşuşturanlar, hafta sonlarında parklar, ormanlar, göl ve ırmak kıyılarında koşuyor...