28 Kasım 2021

"Özgürlük Savaşı Vermek Zorundayız"

TOPLUM, 28 Kasım 2021

20. yüzyıl'ın en insancıl yazarı Stefan Zweig 140 yaşında
AHMET ARPAD

1881 yılının 28 Kasım günü Viyana'da doğdu. Babası, Avusturya'nın Moravia eyaletinden Viyana'ya yerleşmiş bir tekstil fabrikatörü idi. Ağabeyi, fabrikayı ilerde devralmak için babasının yanında yetiştirilirken onu Viyana üniversitesine yolladılar, felsefe okusun, aileden daha "kültürlü" biri çıksın diye. Üniversite yılları genç Stefan Zweig için özgürlük yılları oldu. Londra ve Paris'te haftalar, aylar geçirdi. Zweig insanların kurtuluşu için ortak Avrupa kültürünün kurtarılması gerektiğine inanıyordu. Liberal toplum düzeni toparlanmalı, insanlar yanlışlardan dönmeli ve böylece daha iyi yarınlara ulaşmalıydı. Bunun için de en başta Avrupa aydınları ve sanatçıları aralarında anlaşmalı, işbirliği yapmalıydı. O bir yandan politik davranışlarıyla politikacılara karşı düşün savaşı verdi, diğer yandan da yeni eserler yarattı. Yirminci yüzyıl nuvel edebiyatına damgasını vurduğu "Amok Koşucusu" yapıtını o günlerde yazdı.

Zweig'ın ünü hızla yayıldı, öyküleri, biyografileri, denemeleri, romanları sadece Amerika ve Avrupa'da değil Asya'da da büyük ilgi gördü. Avrupa kültürü yoluyla daha iyi bir dünya amacını gerçekleştireceğine olan inancını hiç yitirmedi. Hermann Hesse ile dostluğu daha 1. Dünya Savaşı yıllarında başlar. O günlerde her ikisi de savaş karşıtı görüşleriyle dikkati çeker. Çevresiyle ilişkileri sınırlı olan, yaşamını daha çok kitaplar ve doğa ile geçirmeyi seven, çoğu kez içine kapanık Hesse'nin, insanlararası ilişkileri seven, sürekli bir ülkeden ötekine giden, kendine yeni yeni dostlar edinen Zweig ile dostluğunun uzun yıllar sürmesi ilginçtir. 1920'li yıllar Hesse ile Zweig'ın en üretken oldukları, iyice ünlendikleri dönemdir. Zweig'ın yapıtları birçok dile çevrilirken, Hesse bu onura uzun yıllar sonra erişir.

Almanya'da Nasyonal Sosyalistler'in güçlenmesi her ikisinin de alınyazılarını birleştirir, çünkü Almanya'da Naziler işbaşına geçmişti. Bütün aydınlar gibi Zweig'ın da düşleri karmakarışık oluverdi. Adı "safkan olmayan insanlar" listesinde yer aldı, eserleri yasaklandı. O günlerde yakın dostu Joseph Roth, kısa süre önce yerleşmiş olduğu Paris'ten yakın dostu Zweig'a yolladığı bir mektupta şöyle der: "Çok büyük bir felakete sürüklediğimizin farkında olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak. Olup bitenler bizleri yeni bir savaşa sürükleyecek. Barbarlar yönetimi ele geçirdi. Artık yaşamın üç paralık bile değeri kalmadı. Yanlış düşlere kapılmayın."

Zweig Bir Umut Yazarıdır
Zweig iyimserdir, o bir umut yazarıdır. Özellikle öyküleriyle okuru hep yüreklendirir, ona yaşama sevincini götürür. Zweig'a göre liberal toplum düzeni toparlanmalı, insanlar yanlışlardan dönmeli ve böylece daha iyi yarınlara ulaşmalıydı. Bunu başarmak için de Avrupa aydınları ve sanatçıları aralarında anlaşmalı, işbirliği yapmalıydı. Bütün ülkelerde generaller sadece taş anıtlar olarak akıllarda kaldığı gün insanlar özgür ve mutlu olacaktı. Kendini yaşamı boyunca bir Avrupa ve dünya vatandaşı kabul etti, nasyonal sosyalizmle yürekten savaştı, barış uğruna kendinden çok şey verdi. Yaşamının son yılları Stefan Zweig için bir kaçıştır. Stefan Zweig bireylerin, düşüncelerin, kültürlerin ve ulusların birbirleriyle uzlaşmasına hümanizmin aracılık etmesini sürekli hedefledi.

Stefan Zweig eserlerinde bir şeye hep sadık kalır: Doğruya ve insancıllığa dikkatimizi çeker, karşıtlar arasında aracı rolünü üstlenir. Okurunu inandırıcı gücüne, anlatımı ve diliyle ulaşır.

Gazeteci Robert van Gelder'in Stefan Zweig'la Amerika'da yaşadığı aylarda yapmış olduğu bir söyleşi New York Times'ın 28 Temmuz 1940 tarihli sayısında yayınlanmıştı. Stefan Zweig konuşmasında önümüzdeki yıllarda Avrupa'da kurgusal ve yaratıcı bir edebiyattan çok belgesel bir edebiyat oluşacağına inandığını söyler ve şöyle devam eder: "Bizler şimdiye kadar gerçekleşmemiş bir özgürlük savaşı vermek zorundayız. Çok yakın gelecekte dünyanın hiç yaşamamış olduğu toplumsal değişimlere tanık olacağız. İşte bu nedenle içinde bulunduğumuz dünyada yaşanan her şeyi belgeleme görevi öncelikle biz yazarlarda olmalı. Deneyimlerimize dayanarak kendi yaşamımızı ele almamız bile – ben bunu bir biyografiyle gerçekleştirmeyi tasarlıyorum – şu günlerde roman yazmaktan daha etkili olur. İçinde yaşadığımız süreçte en büyük dahinin de olup bitenleri çok başarıyla anlatacak bir yapıt yaratabileceğine inanmıyorum. Günümüzün en başarılı edebiyatçısı, ustamız kabul ettiğimiz tarihin yanında öğrenci ve uşak olmak zorunda."

Stefan Zweig, yabancı topraklarda özgür yaşamı engelleyen değişik nedenlerden, çalışmayı sürdürebilmek için gereken bilgilere ulaşamamaktan da söz eder: "Tam yirmi yıldır üzerinde çalıştığım bir yapıtı artık bitirmeyi düşündüğüm aşamada bu amacımdam vazgeçmek zorunda kaldım. Büyük usta Balzac'la ilgili bu yapıtı sona erdirememin nedeni, Chantilly Kütüphanesi'nin kapılarını kapatmış olmasıdır. Bana gereken Balzac arşivi onlarda, fakat savaş boyunca bilinmeyen bir yere götürüp saklamışlar. Başka bir sorunum da, sansür nedeniyle kütüphanemdeki yüzlerce, binlerce notumu beraberimde götürmeme izin verilmedikleridir. Benim bu yaşadıklarımı günümüzde sayısız ülkede binlerce sanatçı ve bilim adamı da yaşıyor, daha yıllarca da yaşayacak. Böyle anlarda yitirilen iç huzuru, kusursuz bir çalışmayı, başarılı bir yapıtın ortaya çıkmasını engelliyor. Bütün bunlardan yaşam ve düşün dünyamız onlarca yıl olumsuz etkilenmeyecek mi?

"Vatansız Kişi"
13 Mart 1938'de Hitler'in Viyana'ya girmesiyle anavatanı Avusturya politika haritasından silinir. Yarım yüzyıl boyunca kendini bir dünya yurttaşı sayan Stefan Zweig artık "vatansız kişi"ydi. Hitler'in güçlenmesi Stefan Zweig'ı daha çok bunalımlara soktu. 22 Şubat 1942 akşamı Petropolis'ten eski eşi Friderike'ye yollamış olduğu en son mektubu şu sözlerle biter: "Sana bu satırları en son saatlerimde yazıyorum. Bu karara vardığım andan sonra kendimi nasıl da rahat hissettiğimi bilemezsin. Çocuklarına çok candan selamlarımı söyle. Suçlama beni. Hep sevgili Roth ile Rieger'i düşün, bu acılara katlanmak zorundan kurtulmuş olduklarını her düşünüşümde içimi nasıl bir sevinç kapladığını da unutma... En iyi dilekler ve sevgiler... Hep yürekli ol! Her şeye karşın rahata ve mutluluğa kavuştuğumu öğrendin. Stefan."

"Ulaştığı ünü çokça hak etmiş olan alçakgönüllü, duygusal ve üstün yetenekli bu insanın dönemin baskısı altında ezilmiş olması çok trajiktir", diye yazmıştı Thomas Mann yıllar sonra.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder