Cumhuriyet Dergi
14.06.2009
Stefanie Siebert bir "kumaş artisti."
Onlarca kumaş çeşidinden, yıllarca çalışarak insanlar yaratmış, üstelik
sadece insanlara da değil bir döneme vücut vermiş. 1920'lerin Berlini'ni
evinin salonuna taşımış. Şimdi bu insanların kalıcı olması için onları
sürekli sergileyeceği bir mekân arıyor.
AHMET ARPAD
Smokinli erkekler, şık tuvaletli
kadınlar. Hepsi yaşını başını almış. Suratlar kırışmış, yanaklar sarkmış,
gerdanlar çifte, burunlar düşmüş, bakışlar tepeden, cakalı ve donuk, küstah
ve şımarık. Yiyip içmekten, eğlenmekten başka bir şey yok kafalarında.
Suratlarından belli, bolluk içindeki bir toplumun bu üst sınıf insanlarının
dünya umurunda değil. Ziyafet masasının çevresinde garsonlar koşuşturuyor.
Üzeri tepsi tepsi havyar, somon, karides, ıstakoz, füme etler, haşlanmış
domuz başı, salamlar, sosislerle dolu masa neredeyse çökecek.
Suratları kat kat boyalı kadınlar
incecik sigaralarını altın ve gümüş uzun ağızlıklarla içerken, erkekler
purolarını tüttürüyor. Tuvaletleri pahalı terzilerin elinden çıkmış kadınların
giyimleri rüküş. Takıları gösterişli, ağır mı ağır. Bir zamanki güzelliklerinden
pek bir şey kalmamış olsa da kırıtmayı, göz süzmeyi hâlâ çok iyi beceriyorlar.
Yanlarındaki adamların parasını yedikleri belli.
Kocaman salonun bir başka köşesinde
küçük bir orkestra, en popüler dans melodilerini döktürüyor. Yeşil ipek
tuvaletli şarkıcı kadın, dudakları kıpkırmızı boyalı kocaman ağzını açmış
sonuna kadar, avazı çıktığı kadar bağırıyor. Ak saçlı bir adam dans ettiği
genç kızın omzuna başını dayamış. Az ötede, üzeri pastalar, kekler dolu
bir başka masanın çevresinde toplanmış üç-beş kadın pahalı porselen fincanlardan
kahve içip, kahkahalar atıyor. Masanın altına uzanmış süslü püslü köpekleri
uyukluyor. 1920'li yılların Berlin'indeyiz. Otto Dix'in insanları karşımızda.
Sanki yaşıyorlar!
Hepsinin arasında, kızıl saçları
beline kadar uzanan bir kadın gülümseyerek dolaşıp duruyor. Masadan masaya
gidiyor. Tüm salondaki tek canlı o. Stefanie Siebert, Tübingenli bir "kumaş
artisti". Salonu dolduran, insan büyüklüğündeki altmış figürün yaratıcısı.
Yıllarını vermiş gerçek bir el emeği olan bu insanlara.
"Burası benim dünyam, bu dünyada
ben insanlarımla neredeyse gece-gündüz yaşıyorum" diyor ve gülümseyerek
devam ediyor, "Onlarla ben akrabayız." Sanırım bir yerde de gerçeği söylüyor.
Böylesine bir çalışma başka türlü mümkün olmazdı.
İnsanlarının yüzleri ve elleri ten
renginde
incecik triko kumaştan. Yüzlerinin içi pamuk dolu. Gözler her renk boncuktan.
Işıldayan parlak kumaştan ringa balığı salamurası. Koyu kahverengi ipekten
yuvarlak simitler, üzerlerindeki beyaz tuz taneleri suni inciden. Kuşkonmazlar
ipek kumaşla beyaz rujdan. Kâseleri dolduran siyah ve kırmızı havyar minnacık
styropor taneleri. Stefanie Siebert insanlarını yaratırken ipeğin yanı
sıra saten, deri, ince kadife, sırma şeritler de kullanıyor. Az ötede,
elinde uzun namlulu bir tüfek, Mrs. Marple oturuyor. Yanında duruyoruz.
Öfkeli gözlerle bize bakıyor. Birkaç adım sonra aşçılar çıkıyor karşımıza.
Büyük masanın çevresine toplanmış davetlilere leziz yemekler yetiştirmeye
çalışıyorlar.
Bayan Siebert'e, bütün bunları başarmak
için sadece sanatçı olmanın yetmeyeceğini söylüyorum. İdealist olmak da
gerekli. "Evet" diyor biraz düşünceli. "El emeği, göz nuru ve sonsuz bir
sabır insanlarımla ortak yaşamımda bana hep eşlik etti."
Ziyafet masasına sokuluyoruz. Gülüp
konuşanlar, siyah havyara kaşık daldıranlar, kuşkonmazı elle yiyenler,
karşısındaki hovarda suratlı zengin ihtiyara göz kırpanlar... Yanında durduğum
posbıyıklı garson, elinde şampanya şisesi bekliyor. Bakışlarından yorgun
olduğu belli.
"Canlandırdığım erkekler çoğunlukla
yaşını başını almış, yaşamlarının son döneminde, kellifelli kimseler" diye
anlatıyor bayan Siebert. Dudaklarında hep bir gülümseme var. Devam ediyor:
"Kadınlar ise orta yaşın üzerinde, geçmişin güzel günlerinin anı ve özlemiyle
yaşamayı sürdüren şıngır şıngır kişiler."
Tübingen'in yeşil yamaçlarındaki
şirin evinin odaları duvarlarına kadar kumaş, masaların çekmeceleri makara
makara iplik dolu, her renkte, her kalınlıkta.
"Gördüğünüz insanlarda en küçük ayrıntıya
kadar her şey hemen hemen el dikişi. Makinemi pek kullanmam. Özellikle
yüzlerdeki ayrıntılar el dikişsiz olmuyor." Gerçekten de Bernina 1230 dikiş
makinesi bir köşede öyle duruyor. "Kullandığım her şey yumuşak olmalı.
Satenden ipeğe, kadifeden triko kumaşına..."
Soruyorum, dikiş dikmeye ne zaman
başladığını. "Gençliğimde" diyor. "Size çok şaşırtıcı gelebilir, fakat
okul yıllarımda el işi dersinden hep düşük not alırdım. Dikişe merak sonradan
gelivermişti. Birdenbire."
Bayan Siebert, insanlarının kalıcı
olması için onları sürekli sergileyeceği bir mekân arıyor. Burası bir galeri
ya da bir müze salonu olabilir. Şimdilik geziyorlar, kentten kente gidiyorlar,
büyük mağazaların vitrinlerinde, galerilerde, salonlarda, saraylarda görenleri
hayrete düşürüp, kendilerine hayran bıraktırıyorlar. Bu yaz tatilini Kuzey
Almanya'nın Barth kentinde, deniz kıyısında geçireceklermiş.
www.ahmet-arpad.de
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder