Ahmet Arpad'ın 23.05.2009
tarihinde Essen Üniversitesi'ndeki
"Göçmenlerin Anadili Sorunu ve Çözüm Önerileri" sempozyumunda yaptığı konuşma
"Göçmenlerin Anadili Sorunu ve Çözüm Önerileri" sempozyumunda yaptığı konuşma
Ahmet Arpad
Siyasetçi-medya patronu ilişkisi
1980li yıllarda Turgut Özal ile başlamış ve sonra da güçlenerek varlığını
sürdürmüştür. Yasalar, bir gazete ya da televizyon kanalı sahibinin bir
başka gazete ya da televizyon kanalındaki mülkiyetini sınırlamışsa da günümüzde
tekelciliğe karşı konulmuş olan bu yasaya kimse uymaz. Bugünkü Türkiye'de
"kurallara ve yasalara uymama" davranışı en yaygın olarak siyasette ve
medyada görülmektedir. 12 Eylül 1980 dönemi ile başlatılan, Turgut Özal
ile temelleri sağlamlaştırılan ve onun "çocuklarınca" sürdürülen, tüm medyayı
pençesine alan yozlaşma, siyaset, ticaret ve medya ortak ilişkisinden kaynaklanır.
Son 5-6 yılda oldukça gelişen ve de güçlenen bir "siyaset-ticaret-medya-bürokrasi-tarikat"
ortak ilişkisini günümüzde bütün gücüyle yaşıyoruz. Bunun bence en önemli
nedeni, genel bir yağma kültürünün hem siyasete hem de medyaya egemen olmasıdır.
İşte bu tip bir medya da, yapısı nedeniyle bir çok gazete ve televizyon
kanalını içinde barındıran holdingleri aracılığı ile toplumun haber ve
bilgi alma özgürlüğünü olumsuz etkiler, hatta yerine göre de kısıtlar.
Siyaset-medya ilişkisi demokrasiye büyük zarar vermeyi geçmişte olduğu
gibi günümüzde de sürdürmektedir. Böyle bir yapıda, patronun bir siyasal
lidere yakınlığına ses çıkarmayan, daha doğrusu o politikacının görüşünü
destekleyici makaleler kaleme alan köşe yazarının cebine, kalitesi ve yeteneği
ne olursa olsun, ay be ay on binlerce dolar doldurulur.
Günümüz Türkiyesinde medya ve politika
yozlaşması birbirine paralel ve hızlı adımlarla ilerlemektedir. Bu iki
gücün yozlaşmasının, onların büyük etkisindeki topluma da sıçramaya başladığının
belirtilerini çoktandır sezmemek mümkün değil. Bugün Türk medyasına egemen
olan Türkçe yozlaşması yazılı basından çok televizyonlarda ve radyolarda
görülmekte. Ekranlara çıkanlar, mikrofonu eline alanlar Türkçeyi, kurdukları
cümle yapısıyla ve çoğu kelimeyi yanlış vurgulayarak bozmaktalar. Yabancı
dilden gelen kelimeleri konuşmalarının arasına yerli yersiz yerleştiriyorlar.
Aynı cümlenin içinde yeni Türkçe ve eski Türkçe kelimeleri bir arada kullanıyorlar.
Buna yazılı basında da sıkça rastlanıyor.
Bir ülkenin yozlaşması toplumun bütün
katlarında ve yaşamın tüm alanlarında başlar. Türkçenin bozulmasındaki
en önemli etkenlerden biri de eğitimin kötüleşmesidir. Devlet okullarının
verdiği eğitim çoktan düşüşe geçti, klasik liseler bir anlamda iflasın
eşiğinde, imam hatip okulları ise tüm yurda yayıldı. Çocuklar daha adlarını
soyadlarını doğru dürüst yazmasını bilmiyor. Cep telefonları ve bilgisayarlar
aracılığı ile birbirlerine imla hatası dolu mesajlar yazanlar, doğru bir
cümle kurmasını beceremiyor. Bunun da en önemli nedenlerinden biri bence
üniversite giriş sınavları. Test sınavına göre hazırlanan sınavlar bütün
lise öğrenimini test çözen öğrenci modeline çeviriyor.
Toplumca gittikçe kültürsüzleşiyoruz.
Televizyon bağımlısı insanımız kendini daha çok ekran karşısında oturarak,
dizi seyrederek, ya da boyalı basının makaleden çok reklam içeren gazetelerini
okuyarak eğitiyor. Dizilerdeki bozuk Türkçeyi Türkçe sanıyor, ona özeniyor,
gazete makalelerindeki, ya da son on yılda edebiyat dünyamızı fetheden
modern edebiyatçıların romanlarındaki anlatım dilini modern Türkçe diye
kabul ediyor.
Bugün büyük kentlerde nüfusun çoğunluğunu
kırdan kente göç etmiş, gecekondu mahallerini kurmuş insanlar oluşturuyor.
Bu insanlar büyük kentte büyümüş, oranın yaşamından başkasını tanımayan
çocuklarına örnek olamıyor, onları büyütüp eğitemiyor. İşte "siyaset-ticaret-tarikat"
hamurunda yoğrulmuş medya ideolojisi, kültürü ve diliyle bu insanlarımızı
etkiliyor.
"Cebimi nasıl doldururum" düşüncesiyle
hareket eden "öncü medya"nın tarafsız olması mümkün değidir. Az önce sözünü
ettiğim "beşli"nin (siyaset-ticaret-medya-bürokrasi-tarikat) Türk toplumu
üzerinde oluşturduğu ortaklık ürkütücü bir aşamada! Onların çıkar ortaklığı
bir medya tekeline neden olup, zamanla topluma her istedigini kabullendirebilir.
Görüşlerinden diline kadar, bu yelpaze geniştir. Ve bir gün gelecek ki,
medya bağımlısı insanlarımız şimdi kullandıkları "Türkçe olmayan Türkçe"ye
alıştıkları gibi, tüm yozlaşmayı da olağan bulacaklardır.
"Popüler kültür" denilen canavar,
üç beş holdingin elinde tüm toplumu pençesine alıp, eğip bükerken onu holding
çıkarlarına uygun olarak yoğuruyor. Gazeteleri, dergileri, radyoları ve
televizyonları aracılığıyla bilinçaltımıza işleniyor. Gazetelerde, dergilerde
köşe kapmış kimi kimseler bildikleri ya da bilmedikleri konularda gerekli
gereksiz ahkam kesiyor. Farklılıklar ortadan kalkıyor, toplum yanlış bilgilendiriliyor.
Biz buna "kültürün küresel yozlaşmasıdır” da diyebiliriz. Yönlendirilme,
yanlış bilgilendirilme, birörnekleştirilme ve bütün bunların sonucunda
oluşan kültürel bir yozlaşma.
Medyanın haber ve bilgi vermesinin
ötesinde dünyayı yorumlamak ve aktarmak gibi bir görevi de vardır. Günümüz
medyası bütün dünyada gücünü kullanırken, kendi sermaye gruplarının çıkarlarını
ön planda tutar, toplumu kimi zaman politikacılarla yaptığı ortaklıklara
doğru yönlendirir. Gerçek görevleri, doğru haber ve bilgi aktarmak olan
gazete ve televizyonlar halkın önünde gün be gün sınav verdiklerini kimi
zaman unutmaktalar. Medya görevini ciddiye almalı, bunu kendi çıkarlarına
uygun değil de, toplumun çıkarlarına uygun yerine getirmelidir. Gazete
okurken insan kimi zaman: "Köşe yazarı, entelektüel altyapısının eksikliğini
kapatmak için mi Türkçe'yi bilinçli bozuyor?” diye sormadan edemiyor. Yoksa,
böyle yazarsak okunuyor, böyle yazarsak para kazanabiliyoruz diye mi kafalarından
geçiriyorlar?
Günlük yaşamda kavramların yıpratıldığına,
içlerinin boşaltıldığına tanık oluyoruz. Tabii 'yazar' da bundan nasibini
almıyor değil. Hiçbir şey üretmeyenin 'sanatçı' sayıldığı bir ülkede, her
yazı yazan da 'yazar' sayılıyor. Bu çok ünlü 'yazı yazan'ların Türkçe yanlışları
da 'değişik anlatım' diye sunuluyor; bilgisizlikleri hoş gösteriliyor.
Çoğu köşe yazarı ve gazete haber muhabiri yazılarında sık sık yeğlediği
Arapça ve Farsça sözcükleri yanlış yazdığı yetmiyormuş gibi, cümle içinde
de gereksiz yerlerde kullanıyor. Kimi eski sözcükleri eskiye özenir gibi
yeğliyor. Tabii bunu, yeni Türkçesini bilmediğinden de yapabilir!
Avrupa'daki Türk medyasına gelince.
Bence zoraki yapılanmış bir medya bu. Büyük medya patronları yıllar önce
buradaki insanımıza yatırım yapan bir anlayıştan değil, "kazanalım” düşüncesinden
yola çıkmışlar. Kanımca Avrupa'daki Türk medyası ne kadar satarsa satsın,
ne kadar kanal açarsa açsın, pek ağırlığı olmayan bir azınlık medyası olarak
kalmaya mahkum. Kimi Alman politkacının deyişiyle "Getto”laşan kuşaklara
hizmet ediyor! Ancak bu medyanın onlarca yıldır Alman medyasının göçmenleri
ilgilendiren, onların sorunlarına eğilen konuları ele almaması nedeniyle
mevcut olan bir açığı kapattığı da kesindir. Özellikle ülkedeki Türk toplumunu
ilgilendiren güncel politikayı ve Almanya'daki siyasi tartışmaları kendi
anadilinde yansıttığından insanımız için kaçınılmazdır. Buradaki gazeteler
okura bilgi verirken anlaşılır, sade ve doğru bir dil kullanmak zorundadır.
Ne yazık ki buna pek dikkat edilmiyor. Bence nedenlerinden biri, anlaşılır
ve sade dilde yazmanın sanıldığı kadar kolay olmadığıdır.
Almanya'da büyüyen insanlarımız için
Türkçe´nin artık ikinci bir dil olduğunu kabul etmek zorundayız. Son dönemde
bu ülkede Almanca'yı iyi bilen ve konuşan bir Türk nesli oluştu diyebiliriz.
Ancak onların Türkçe okuma ve yazmadaki sıkıntılarını görmezlikten gelmemeli.
Almanya'da bugün 5-6 yaşında olan Türkler 20 yıl sonra nasıl bir Türkçe
konuşacak, bunu şimdiden bilemeyiz. Ancak günümüz medyasının Türkçesi ile
büyüyecek bu neslin ilerde, şu gün kirlenmeye başladı dediğimiz Türkçeyi
bile konuşamayacağına emin olabilirsiniz.
Başta Hessen Eyalet Başbakanı Roland
Koch olmak üzere birçok Alman politikacının Türklerin kendi anadillerindeki
yayınları izlemesini "endişe verici" buldukları bilinen bir gerçek. Fakat
Türkçe'nin Almanya için bir zenginlik olduğunu kavramış politikacılar da
yok değil. Türkçe yaşarsa, Türkçe medya da yaşayacaktır. Türkçe'nin yaşamasına
katkıda bulunmak buradaki medyanın da yararınadır, çünkü bundan ekonomik
çıkarları vardır. Türkçe basının bu ülkedeki varlığını sürdürme direnci
sadece ekonomik çıkarlarıyla bağlantılı olmamalıdır. Basınımız, Türkçe'yi
kullananların yararlarını da düşünmek, onları desteklemek zorundadır. Türkçe'nin
iletişim dili olarak gelecek kuşaklarda da yaşaması bu ülkedeki medyamızın
büyük sorumluluğu altındadır.
Sadece merkezi İstanbul'da olanlar
değil, son yıllarda Almanya'da kurulan ve ayakta kalmayı başaran çok sayıda
basın-yayın organı da oldukça renkli bir çeşitlilik içinde. Onlar Türkçe
okuyan 2 milyonu aşkın bir toplumu bilgilendirme iddiasını taşıyor. Burada
yayınlanan gazetelerimiz baskılarına Avrupa'ya özel sayfalar eklediler,
daha çok insanımızı ilgilendiren haberlere yer açtılar. Örneğin ağırlıklı
olarak Avrupa'daki siyasal, sosyal, kültürel, sanatsal, sportif gelişmeleri
ele alan "Avrupa" haberleri "Avrupa" sayfalarını doldurmaya başladı. Şunu
da unutmayalım, Türklerin % 55'inin sadece Türkçe gazete okumakla yetindiği
tahmin ediliyor.
Tamamen Avrupa'da hazırlanan ve büyük
bölümü bedava dağıtılan çok sayıda haftalık, aylık gazete-dergi de Türkçe
medyayı zenginleştiriyor. Merkezi Türkiye'de olan televizyon ve radyo yayınları
yoğun olarak izleniyor. Araştırmalara göre her üç Türk evinden ikisinde
Türkçe televizyonları izlemek için uydu anten var. Türklerle ve Türkiye
ile bilgileri göçten 45 yıl sonra hâlâ Türk medyasından alıyorsak, bunun
nedenini Alman medyasının ilgisizliğine ve de yetersizliğine bağlamak gerekir.
Türk toplumunun bu ülkeye uyumu Almanya'daki Türk medyasının görevi´dir
diye düşünmek de kimi gerçekleri kabullenmemek anlamına gelir.
Günlük yaşamımızda ayak üstü okunan
gazete ve dergiler türemeye başladı. Belki endüstri toplumu olmanın getirdiği
birşey bu. Türkçe medyanın çeşitliliği memnuniyet verici olabilir, fakat
bunu içerik açısından da söylemek ne yazık ki mümkün değil. Araştırmacı
gazetecilik, ciddi habercilik Türkiye'de olduğu gibi burada da pek önemsenmezken,
magazin gazeteciliği ilerliyor. Bu tip gazetecilik de, daha çok sansasyona
ağırlık verdiği için kendine uygun, kolay anlaşılır, basit bir dil kullanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder