Cumhuriyet 25.06.2006
AHMET ARPAD
STUTTGART
STUTTGART
Dar, uzun bir cadde. Arnavutkaldırımı
döşeli. Eski ortaçağ evleri bir kolyenin incileri gibi dizilmiş iki yanına.
İkişer üçer katlı. Tahta, balçık, tuğla, taş karışımı bir işçilik var bu
rengârenk yapılarda. Hepsi elden geçmiş, bakımlı. Kırmızı kiremit kaplı
damları dik. Sanki bir minyatür kentin oyuncağı andıran evleri! Otel ufacık,
dar, odaları küçük, pencereleri minnacık, tavanlar alçak mı alçak. Her
yan tahta kaplı, orta yerdeki yüksek yatak kocaman, yastıkları, yorganı
kuştüyü. Üçüncü katın penceresinden görünen, dar, uzun cadde kasabanın
merkezi. Araç trafiğine kapalı. Evlerde pek oturan yok. Bürolar, butikler,
lokantalar, küçük barlar, pastaneler, çiçekçiler, kafeler, butik pansiyonlar...
Her yana iskemleler atılmış, masalar hazırlanmış, keyifli insanlar beyaz
şemsiyelerin altına kurulmuş. Garson kızlar koşuşturuyor. Salata dolu tabaklar,
güzelin güzeli pastalar, rengârenk dondurmalar, köpüklü biralar, kadehlerde
buz gibi şaraplar... Günlerden cumartesi. Az ötede, evlerden büyükçe, tarihi
belediye binası. Önünde dört köşe bir alancık. Ortasında suları fışkıran,
ortası havuzlu bir çeşme. Çevresinde oturanlar, çene çalıp, gülenler, güneşin
iliklerini ısıttığı mutlu insanlar, yaşlısı genci... Pazaryeri bu şirin
alan cumartesileri. Tezgâhlarını kurmuş yöre köylüleri alacakaranlıkta.
Getirmişler pazara tarlaları, bahçeleri o hafta ne vermişse. Salatalar,
elmalar, patates ve soğanlar yığın yığın, öbek öbek. Kuşkonmaz tezgâhlarında
kuyruğa girmiş bu leziz sebzenin tadını bilenler. Ne de olsa mevsimi şu
sıralar. Alanın üç bir yanı yine tarihi evlerle kaplı. Tümü de elden geçmiş,
bakımlı. Pencereler, kapıları, panjurları tahta oyma, üstün bir işçilik.
Üç kattan yükseği yok. Daha ortaçağda dikkat etmişler demek kentlerde düzene...
Alanın bir köşesinde yan yana çiçekçi tezgâhları. Rengârenk her şey. İnsanından
sebzesine, çiçeğinden tarihi yapısına. Güneş iyice yükseliyor, öğle yaklaşıyor.
Otelin önünde kadınlı erkekli şık insanlar söyleşip gülüşüyor. Ellerde
şampanya kadehleri, kırmızı beyaz şaraplar, köpüklü fıçı biraları. Bir
şey kutluyorlar gibi. Uzun beyaz önlüklü garsonlar gümüş tepsilerde siyah
havyarlı, füme balıklı, İsviçre peynirli küçük ekmek dilimleri taşıyor
dışarı. Pazaryerinde alışverişi bitirenler İtalyan'a uğruyor, espresso,
capucino içmek, leziz dondurmalardan tatmak, eve gitmeden önce tanışlarla
biraz çene çalmak, günün keyfini çıkarmak için... Alandan kiliseye uzanan
yolda çalgıcılar. Trompet, kontrbas, saksofon. Çaldıkları havalar oynak.
Başlarında kapkara koca şapkalar. Sakallar uzamış. Şakalaşıyorlar yanlarından
geçenlerle, durup dinleyenlerle, yere açtıkları örtücüğe para atanlarla.
Doğu Avrupalılar galiba. Sanki bir yerden gözüm ısırıyor. Prag'da, IV.
Charles Köprüsü'nde görmüş olmayayım kısa süre önce! Kim bilir? Yol yokuşlaşıyor.
Yükseliyor kiliseye doğru. Aşağıda küçük ırmak pırıl pırıl, su dolu. Üzerinde
bembeyaz bir gezinti gemisi. Sonra sağda bir sokak. Daracık, küçük. Adı
çok ilginç: ''Türk Sokağı'' ... Ne işi var burada? 1494'te Besigheim'a
bir Osmanlı Türkü'nün yerleştiği biliniyor. İtalya'dan gelmiş olabilir.
Hıristiyanlığı kabul ediyor ve kayıtlara adı Hans Türk olarak geçiyor!
Az sonra karşımızda, tepemizde, her şeye yukardan bakan kilise. Devasa.
İnsanların üzerine üzerine geliyor. En büyük o! Ondan yücesi yok. Bastırıyor
kasabayı, altında eziyor yemyeşil doğayı, yaşam dolu evleri, mutlu ve özgür
yaşamı özleyen bireyleri...
www.ahmet-arpad.de
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder