Cumhuriyet 18.03.2012
STUTTGART
AHMET ARPAD
Ben Burkhart Veigel, 1961 yılında genç bir üniversite öğrencisiydim, Berlin Hür Üniversitesi’nde okuyordum. Ağustos ayında Yunanistan’a yaptığım bir geziden döndüğümde kenti kuzeyden güneye bir duvarın böldüğünü gördüm. Doğu Almanyalı arkadaşlarım da ortadan kaybolmuştu, daha doğrusu duvarın öteki yanında kalmışlardı. Kısa süre sonra kendimi Doğu’dan Batı’ya insan kaçırmak amacıyla oluşturulan bir grubun içinde buluverdim. Üniversiteyi bitirdim, doktorluk mesleğine atıldım, fakat çok tehlikeli o “yan uğraşımı” hep sürdürdüm. Öteki yanda kalmış olanlar 1960’lı yıllarda kaçmak için daha çok Berlin Duvarı’ndaki sınır kapılarını kullanıyordu. Bizim görevimiz onları bir araya getirmek, sahte kimlik temin etmek ve kaçış planını uygulamaktı. Doğu’daki Friedrich Caddesi ile Batı’daki Lehrter veya Tiergarten arasında çalışan metro sahte kimlikle kaçmak isteyenler için uygundu. Kanalizasyonları kullananlar vardı, her iki tarafta duvara yakın binaların altına kazılan tünelleri de.
İlk zamanlar, Berlin’deki üniversite arkadaşlarımız arasında Batı’ya kaçmak isteyene çok benzeyen birini bulduk mu, pasaportunu bize iki, üç saatliğine, tabii para karşılığı ödünç vermesini rica ediyorduk. Batı’daki insanların duvara çok öfkeli olduğu o yıllarda hiçbir üniversiteli bu ricamızı reddetmiyordu. Ancak bir zaman sonra bu yöntem zorlaşınca sahte pasaportlar yapmaya başladık. Uygun vesikalık fotoğraflarla sahte mühürler kullandık. Bu pasaportlar aracılar tarafından Doğu’ya sızdırılıyordu. Bunu yapanlardan biri de bendim. Ben ayrıca kaçışın planlandığı gün karşıya geçiyor, o gün kaçacaklarla ayrı ayrı görüşüyordum. Çünkü sınır kapısında nasıl davranacakları, ne söyleyecekleri çok önemliydi. Sonra o kişiyi uzaktan takip ediyor, başardığını gördükten sonra da geri dönüp diğerine eşlik ediyordum. Bu kişilerin kaçış öncesi ve sonrası birbirlerini tanımamalarına dikkat ediyorduk. Bir gecede ortalama altı kişi özgürlüğüne kavuşuyordu! 1970’li yıllara girdiğimizde Batı’ya kaçmak isteyenlerin sayısı artmaya başlamıştı. Değişik bir yöntem uyguladık, 15 yıllık kocaman bir Cadillac satın aldık. Araç o kadar büyüktü ki, armatürün altındaki geniş bölmeye bile adam saklayabiliyorduk. Ancak birkaç seferin ardından araçta tufak tefek değişiklikler yapmak gerekiyordu. Kimi zaman kapılar değişiyordu, kimi zaman da motor kapağı. Hatta birkaç kez de boyası yenilenmişti.
Ulbricht’ın Demokratik Almanyası’na sırtını dönenler sadece Berlin yolunu yeğlemiyordu. Bazı dönemlerde Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye güzergâhını da denedik. On küsur yıl içinde tam 650 Doğu Alman’ı özgürlüğüne kavuşturduk. Yaptığımız tehlikesiz değildi. Karşı taraf polisinin aramıza “köstebek” sokmuş olduğunu biliyorduk. Sonraki yıllarımı Stuttgart’ta ortopedi uzmanı olarak geçirdim. Emekliliğimin ardından tekrar Berlin’e döndüm. Geçenlerde biri beni sekseninci doğum gününe davet etti. “Bugün 50. yaşımı kutluyorum” dedi. “Çünkü siz beni 50 yıl önce Batı’ya kaçırmıştınız.”
www.ahmet-arpad.de
AHMET ARPAD
Ben Burkhart Veigel, 1961 yılında genç bir üniversite öğrencisiydim, Berlin Hür Üniversitesi’nde okuyordum. Ağustos ayında Yunanistan’a yaptığım bir geziden döndüğümde kenti kuzeyden güneye bir duvarın böldüğünü gördüm. Doğu Almanyalı arkadaşlarım da ortadan kaybolmuştu, daha doğrusu duvarın öteki yanında kalmışlardı. Kısa süre sonra kendimi Doğu’dan Batı’ya insan kaçırmak amacıyla oluşturulan bir grubun içinde buluverdim. Üniversiteyi bitirdim, doktorluk mesleğine atıldım, fakat çok tehlikeli o “yan uğraşımı” hep sürdürdüm. Öteki yanda kalmış olanlar 1960’lı yıllarda kaçmak için daha çok Berlin Duvarı’ndaki sınır kapılarını kullanıyordu. Bizim görevimiz onları bir araya getirmek, sahte kimlik temin etmek ve kaçış planını uygulamaktı. Doğu’daki Friedrich Caddesi ile Batı’daki Lehrter veya Tiergarten arasında çalışan metro sahte kimlikle kaçmak isteyenler için uygundu. Kanalizasyonları kullananlar vardı, her iki tarafta duvara yakın binaların altına kazılan tünelleri de.
İlk zamanlar, Berlin’deki üniversite arkadaşlarımız arasında Batı’ya kaçmak isteyene çok benzeyen birini bulduk mu, pasaportunu bize iki, üç saatliğine, tabii para karşılığı ödünç vermesini rica ediyorduk. Batı’daki insanların duvara çok öfkeli olduğu o yıllarda hiçbir üniversiteli bu ricamızı reddetmiyordu. Ancak bir zaman sonra bu yöntem zorlaşınca sahte pasaportlar yapmaya başladık. Uygun vesikalık fotoğraflarla sahte mühürler kullandık. Bu pasaportlar aracılar tarafından Doğu’ya sızdırılıyordu. Bunu yapanlardan biri de bendim. Ben ayrıca kaçışın planlandığı gün karşıya geçiyor, o gün kaçacaklarla ayrı ayrı görüşüyordum. Çünkü sınır kapısında nasıl davranacakları, ne söyleyecekleri çok önemliydi. Sonra o kişiyi uzaktan takip ediyor, başardığını gördükten sonra da geri dönüp diğerine eşlik ediyordum. Bu kişilerin kaçış öncesi ve sonrası birbirlerini tanımamalarına dikkat ediyorduk. Bir gecede ortalama altı kişi özgürlüğüne kavuşuyordu! 1970’li yıllara girdiğimizde Batı’ya kaçmak isteyenlerin sayısı artmaya başlamıştı. Değişik bir yöntem uyguladık, 15 yıllık kocaman bir Cadillac satın aldık. Araç o kadar büyüktü ki, armatürün altındaki geniş bölmeye bile adam saklayabiliyorduk. Ancak birkaç seferin ardından araçta tufak tefek değişiklikler yapmak gerekiyordu. Kimi zaman kapılar değişiyordu, kimi zaman da motor kapağı. Hatta birkaç kez de boyası yenilenmişti.
Ulbricht’ın Demokratik Almanyası’na sırtını dönenler sadece Berlin yolunu yeğlemiyordu. Bazı dönemlerde Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye güzergâhını da denedik. On küsur yıl içinde tam 650 Doğu Alman’ı özgürlüğüne kavuşturduk. Yaptığımız tehlikesiz değildi. Karşı taraf polisinin aramıza “köstebek” sokmuş olduğunu biliyorduk. Sonraki yıllarımı Stuttgart’ta ortopedi uzmanı olarak geçirdim. Emekliliğimin ardından tekrar Berlin’e döndüm. Geçenlerde biri beni sekseninci doğum gününe davet etti. “Bugün 50. yaşımı kutluyorum” dedi. “Çünkü siz beni 50 yıl önce Batı’ya kaçırmıştınız.”
www.ahmet-arpad.de
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder