16 Mayıs 2010

Varoluşun dayanılmaz hafifliği

Cumhuriyet 16.05.2010
STUTTGART
AHMET ARPAD
 
Oturmuş göl kenarındaki tahta iskeleye, sallandırmış çıplak ayaklarını sulara, anlaşılmaz bir şeyler mırıldanıyor. Çevre çok sessiz, doğa uzun süren kış uykusundan yeni yeni uyanıyor. Göl kıyısındaki, dalları sulara değen ağaçlar yeşermiş, ıslak çimenleri rengârenk çiçekler bürümüş. Tahta sıralardan birine oturuyoruz. Adam bizi görmüyor, kendinden geçmiş gibi. Mırıldandığı şeyler yabancı bir dilde. Bir yandan da hafifçe sallanıyor. Gölün durgun sularına kuşlar inip kalkıyor, güzel renkli ördekler, peşlerinde yavruları bembeyaz kuğular kıyı yakınında yiyecek bir şeyler arıyor. Adam susuyor. Şimdi hiç kıpırdamıyor. Az sonra ayağa kalkıyor ve bizi görüyor. Gülümseyerek yanımıza sokuluyor, karşımızdaki boş sıraya oturuyor. Biz sormadan konuşuyor: "Ne güzel bir gün, ne güzel bir doğa!" Sesi çok usul, şarkı söyler gibi. Giysileri bembeyaz. Gülümsemeye devam ediyor. Yanımdaki tanış, kim bu tuhaf adam, der gibi bana bakıyor.
 
"İnsan yüreği hep buradaki çiçekler gibi açmalı..." Başını çevirip doğaya bakıyor, ayağa kalkıyor, dans eder gibi kendi etrafında dönüyor. Biz hâlâ suskunuz. "Gülümse ve sev... Sevmeye hep devam et..." Yine kendi dünyasına dalmış gibi. "Sen sevdikçe seni seven de olacaktır..." Çimenlere doğru yürüyüp menekşeler topluyor, kollarını havaya kaldırıyor, bale yapar gibi birkaç adım atıyor, dönüyor. Dudaklarında hep bir gülümseme. Gidip kıyıdaki sazların arasında oturuyor, gözleri kapalı güneşe bakıyor. "Gel, kalkalım" diyor tanışım. "Yolumuza devam edelim." Stuttgart'ın kuzeyindeki ormanlarda uzun bir yürüyüşteyiz. Trenle Murrhardt'a gelmiştik, orman yollarından Schwaebisch Hall'e gitmekti amacımız. Yöre her mevsimde güzel. İlkyazın bu ılık günlerinde, böyle bir doğada insan kendine geliyor, canlanıyor. Irmaklar, dereler, göl ve gölcükler, yeşil yamaçlar ve çayırlar, korular, ormanlar... Kızıl çamlar, ladin ağaçları, kayınlar, akça ağaçları, dişbudaklar, gürgen ağaçları... Az sonra ağaçlar bitiyor, üzüm bağlarıyla kaplı yamaçlarda uzanıyor yol. İkimiz de konuşmuyoruz. Buralar büyük kent insanının nefes alabildiği bir yöre, doğanın ciğeri. Yüzlerce kilometrelik yürüyüş ve bisiklet yollarıyla, balık avlanan, kürek çekilen, yüzülen küçük gölleriyle, yöresel yemek ve şarapların sunulduğu lokanta ve şaraphaneleriyle bir doğa cenneti. Uzaktan Rosengarten görünüyor. Tanışım, sanki aklımdan geçeni okumuş gibi: "Burada mola verelim" diye konuşuyor. Ne de olsa öğleyi bulmuştuk. "Köy girişinde küçük bir lokanta vardır. Bugün açıksa ne iyi olurdu."
 
Az sonra dışarı atılmış tahta masalarda, yanında patates salatası, içi ıspanak dolu Alman mantısı yiyip, yörenin şaraplarını yudumlarken keyifler yerindeydi. "Adamcağız meditasyon yapıyordu, rahatsız ettik" diye konuştu tanış. Anlamamış gibi suratına bakınca da devam etti. "Kim bilir hangi gurunun müridi?" Ben hâlâ, ne demek istiyorsun, diye ona bakıyor olacaktım ki konuşmasını sürdürüyor: "Belki de Bhagwan'ındır? Bizim enişte de 80'li yıllarda mistisizme meraklanmış, hatta taa Poona'lara gitmiş, gurunun yanında iki ay kalmış." Kadehimdeki son şarabı yudumlayıp, soruyorum: "Hindistan'a mı gitmiş?" Garson kadına işaret ediyorum. "Evet, onun müridi olmuş" diyor tanış. "O yıllarda Amerika'dan, Japonya'dan, Avrupa'dan genç yaşlı, ünlü ünsüz ona gider, gerçek benliğine kavuşmayı düşlerdi." Garson kadın ikinci kadeh şarapları getiriyor. Bu kadarı yeterdi, yoksa hedefe varamazdık bugün. Tanış devam ediyor: "Bhagwan, sonra ona Osho adını da verdiler ya, çevre etkisiyle sahte bir benlik oluştuğunu savlardı. Gelecek yüzyılda meditasyon dinsiz Batı zenginlerinin yeni dini olacaktır, sözü de onundur." Mistisizm üzerine bir şeyler daha söylüyor, ama benim bakışlarım ışıl ışıl doğanın güzelliğinde. Bana ne onun anlattıklarından! Anımsıyorum, Bhagwan için, modern zamanın en sahte ve zengin gurusu, diyenler de olmamış mıydı o yıllarda? Susuyorum. Gözlerimi hafif kısıyorum. Ötelerde, yamaçlar ardında hedefimiz tarihi kent Schwaebish Hall. Daha ötelerde, kuzeyde, Main nehri ve daha çok ormanlar, akarsular, göller, yüzlerce kilometre yürüyüş yolları...
 
www.ahmet-arpad.de

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder