Cumhuriyet, 25.02.2010
Stefan Zweig'in son yılları
Stefan Zweig insan ve yazar olarak
özgürlüğüne düşkündü. Dünyaca ünlü bu aydın hümanistin Hitler rejiminin
dayanılmaz baskıları altında ruhsal çöküntüye uğraması çok trajiktir. Nazi
faşizminin özgür düşünceyi yok etme girişimleri Zweig'ı 23 Şubat 1942'de
ölüme sürüklemişti.
Ahmet ARPAD
Stefan Zweig'ın 20. yüzyıl savaş
karşıtı yazarları arasında çok önemli bir yeri var. Her şeye hümanizmin
penceresinden bakan Zweig'ın şu sözleri önemli: 'Savaşlardan nefret ederim.
Kaba kuvvet insanların iç dünyasına hiçbir zaman huzur getirmez.' Sorunlarla
dolu bir yüzyılın iyi yürekli bu aydın yazarı şunu da der: 'Aydınlıkla
karanlığı, savaşla barışı, yükselişle alçalışı yakından tanımış olan kişi,
hayatı gerçekten yaşamış sayılır...'
Dünya politika olayları 1933 yılında
Almanya'da Nazilerin işbaşına gelmesiyle karıştı. Millet meclisi ateşe
verildi, on binlerce sol görüşlü insan kamplara sürüldü. Yakın dostu Joseph
Roth, Nazilerin yönetime el koyduğu 1933 yılında Zweig'a yolladığı bir
mektupta şöyle diyordu: 'Çok büyük bir felakete sürüklediğimizin farkında
olduğunuzu sanıyorum. Edebiyat yaşamımız yok olacak. Olup bitenler bizleri
yeni bir savaşa sürükleyecek. Barbarlar yönetimi ele geçirdi. Artık yaşamın
üç paralık bile değeri kalmadı. Yanlış düşlere kapılmayın.'
O günlerde Zweig kötülüğün kapıya
dayandığına bir türlü inanmak istemiyordu. Birkaç ay sonra kitapları yakıldı,
İnsel Yayınevi eserlerini artık basamayacağını bildirdi, dostları Almanya'yı
terk etmeye başladı. Stefan Zweig adı 'safkan olmayanlar' listesine girdi.
Mutluluklarla ve başarılarla dolu yaşamı böylece sona erdi. 1934 Şubatı'nda
Gestapo, Salzburg'daki evine baskın yapıp silah aradı. Onu sosyal demokratları
desteklemekle suçlamaları üzerine ani bir karar verdi ve Salzburg'u terk
etti. Daha sonra 'Dünün Dünyası'nda yazacağı gibi o günlerde 'üçüncü bir
yaşama' başladı. Bu artık bir mülteci yaşamıydı. Birinci yaşamı 1914'te
Dünya Savaşı'nın başlamasıyla son bulmuştu, ikincisine de 1934'te Naziler
son vermişti.
1934-1936 arasında Fransa'da, İsviçre'de
ve Birleşik Amerika'da söyleşiler ve edebiyat konferansları için bir süre
dolaştı. Sonunda kesin kararını verdi ve Salzburg'daki evini büsbütün bıraktı.
Eşyaların bir kısmını, Londra'da tuttuğu küçük bir apartmana taşıttı. Fakat
yerleştiği İngiltere'de de kendini rahat hissetmedi. Savaşın şiddetini
arttırması ve Hitler'in güçlenmesi Zweig'ı daha çok bunalımlara soktu.
Onlarca yıldır kafasından geçirdiği ve uğruna savaşım verdiği 'kültür Avrupası'
düşünün artık gerçekleşmeyeceğini kavramıştı. Brezilya'da toplanan Milletlerarası
PEN Club kongresi nedeniyle, 1936 yılında Güney Amerika'yı ilk kez gördü.
Rio'ya ayak bastıktan sonra karısına yazdığı bir mektupta: 'Aklımdan, hayalimden
geçiremeyeceğim bir yaşamın en güzelini yaşıyorum' diyordu.
'BİTKİLER GİBİ İNSANLAR DA KÖKSÜZ
YAŞAYAMAZ'
Uzun Amerika ve Brezilya yolculukları
yaptığı 1935 ve 1936 yılları Zweig'ın ruhsal durumunu bir süre için de
olsa düzeltir. Ancak Avrupa'daki gelişmeler onu yine depresyonlara düşürür.
1937'de Salzburg'daki villasını Nazilerin baskısıyla satmak zorunda kalır.
Bir yıl sonra eşi Friderike'den boşanır. Aynı günlerde çok sevdiği yaşlı
annesi Viyana'da ölür. Elli yaşından sonra gittikçe artan tedirginlikleri
artık daha da bunaltıcı olmaya başlar. Hitler'in 13 Mart 1938 günü Viyana'ya
girmesi ve Avusturya'nın dünya politikasından silinivermesiyle en son gücünü
de yitirir. Stefan Zweig artık bir 'vatansız kişi'dir. Bundan böyle İngilizlerin
vermiş olduğu bir belgeyle yetinecektir. Bu durum ona pek dokunur.
Zweig, yarım yüzyıl boyunca kendini
bir dünya yurttaşı olarak yetiştirdiği kanısındaydı. Fakat elli sekiz yaşında
haymatlos olması ona pek ağır gelmişti. 'Yurtsuzluğun bir karış topraktan
daha önemli kayıplara yol açtığını' anlamıştı; 'bitkiler gibi insanlar
da köksüz uzun süre yaşayamazdı.' Zweig'ı bunaltıp tedirginleştiren olaylar
giderek artıyordu. Alman dilinin konuşulduğu ülkelerdeki okurlarını yitirmişti.
Ünlü şair ve yazar yakın dostları, vatanlarından uzak bir hastane köşesinde,
ya da bir otel odasında ölüyor, canlarına kıyıyordu. Tüm Avrupa Nazilerin
elindeydi. Zweig yorgun ve bezgindi. O günlerde dostu Felix Braun'a yolladığı
bir mektupta şöyle dedi: 'Artık Alman dilinde yazamayacağız, çünkü basmayacaklar.'
Aynı yıl davetli olarak gittiği Birleşik
Amerika'nın on beş kentinde konferanslar verir, sayısız radyo ve gazete
onunla röportaj yapar, basın toplantılarına katılır. O sıralar Nazi ordularının
Prag'a girdiğini öğrenir. Hemen İngiltere'ye dönüp 'uyuşturucum' dediği
çalışmalara daha çok verir kendini. Ancak Londra'nın banliyösü Bath'ta
geçirdiği aylarda daha çok kötümserleşir, depresyonları artar. Yakın dostu
Lavinia Mazucchetti'ye 1939 Temmuzu'nda yazdığı mektupta: 'Ben bu dünyada
ikinci bir savaş daha yaşamak istemiyorum' der. Kendinden 27 yaş küçük
sekreteri, Yahudi asıllı Lotte Altmann ile 6 Eylül'de evlenir. Alman orduları
beş gün önce Polonya'yı işgal edince Zweig'ın korktuğu İkinci Dünya Savaşı
artık başlar. Nazilerin 1940 Haziranı'nda Fransa'yı ele geçirmesi üzerine
Felix Braun'a şöyle yazar: 'Kendimi evimde hissettiğim Fransa da gitti.
Bir zamanların Avrupası'ndan kalan en son ülkenin de yok olmasıyla ben
artık bir evsiz barksızım"
Ondan sonraki aylar ve yıllar Stefan
ve Lotte Zweig için bir kaçıştır, yorgun ve canı sıkkındır. O günlerde
Fransa'yı terk edip, Los Angeles'e sığınmış olan Franz ve Alma Werfel'e
yolladığı mektuptaki satırları çok kötümserdir: 'Evim nerede bilemiyorum.
Belki de ben şu satırları yazarken İngiltere'deki her şeyim yakılıp yıkıldı,
kül oldu' Tekrar oralara dönebilecek miyim, dönmek isteyecek miyim? Denizaşırı
ülkelerdeki bu zorunlu tatilim sonsuza dek sürecek mi? Her gün açıp kapattığımız
birkaç bavul, tuhaf duygular, inanılmaz bir boşluk... Yoksa bu yaşam yepyeni
bir özgürlük mü? Bereket versin kâğıt ve mürekkep henüz bulunuyor. Şu sıralar
yaşamımı yaşayacağıma kâğıtlara karalıyorum onu...'
'BİZLER YARIN DA BİR HİÇ OLACAĞIZ'
Klaus Mann o günlerde New York'ta
Beşinci Cadde'de karşısına çıkan Zweig'ı görünce irkilir. İlerde O Bir
Ümitsizdi adlı kitabında şöyle yazar: 'Görünümü çok kötümserdi. Bakışları
boş ve tasa doluydu. Anılarımdaki hep keyifli o insan yok olup gitmişti.
Tıraş olmamıştı, bakımsız biri görünümündeydi" O aylarda Zweig'ı görenler
karşılarında yıkılmış, canından bezmiş bir insan buluyordu. Tek tesellisi,
üzerinde çalıştığı Amerigo Vespucci biyografisi ile Dünün Dünyası (Türkçesi:
Burhan Arpad) anılarıydı. 26 Mayıs 1940 tarihinde günlüğüne şu notu düşer:
'En iyisi insanın yanında hep küçük bir şişe morfin bulundurması" Aynı
günlerde yakın dostlarından Carl Zuckmayer ile yaptığı bir sohbette söyledikleri
de kötümserliğinin ne kadar ilerlemiş olduğunun kanıtıydı: 'Bizlerin sevmiş
olduğu dünya kesinlikle bir daha geri gelmeyecek. Oluşacak yeni dünyada
da artık sözümüz geçmeyecek. Söylediklerimizi hiç kimse anlamayacak. Bizler
artık bütün ülkelerde vatansız olacağız. Biz bugün bir hiçiz, yarın da
bir hiç olacağız"
1941 yılının Ağustosunda bindikleri
SS Uruguay transatlantiği Stefan ile Lotte Zweig'ı Brezilya'ya götürür.
Rio de Janeiro yakınlarında, yazlık kent Petropolis'te bahçeli küçük bir
ev kiralarlar. Ev üç odalıdır. Zweig'ın en çok hoşuna giden geniş terasıdır.
Petropolis'i, Habsburglar Avusturyası'nın ünlü kaplıcası Bad Ischl'e benzetir.
Eve yerleştikleri 17 Eylül 1941 günü, eski karısı Friderike'ye yazdığı
bir mektupta şöyle der: 'Burada Avrupa'yı unutabilirsem, evimi, kitaplarımı
ve her şeyimi yitirdiğimi aklımdan çıkarabilirsem, 'ün' ve 'başarı'ya boş
verebilirsem, Avrupa'da insanlar açlık ve yoksulluk içinde kıvranırken,
ben bu Tanrı bağışı ülkede yaşayabilmek iznine kavuştuğumdan ötürü mutlu
olurdum. Fakat Avrupa'dan gelen haberler pek korkunç' Önümüzdeki aylarda
otobiyografimi iyice bir gözden geçirip, çalışmalarımı daha da yoğunlaştıracağım.
Şimdiye kadar bir kenarda unuttuğum bir noveli de ele alacağım.'
Petropolis yükseğe kurulmuştur, havası
Rio'ya oranla oldukça temizdir ve herkesten uzaklaşmak isteyenler için
ideal küçük bir kenttir. İlk eşi Friderike'nin ağabeyi ve karısı Rio'da
yaşamalarına karşın Zweig onları pek aramaz. Çok az tanışı vardır. Kimi
gün, evinin az ötesinde yaşayan Gabriela Misstral -1945'te Nobel Edebiyat
Ödülü'nü kazanmış olan Arjantinli kadın şair- ile görüşür. Rio'daki yayıncısı
Abrahao Koogan ile de arada sırada haberleşir. Bir yandan otobiyografisine
son şeklini verir, bir yandan da 'Satranç' öyküsünü hazırlar. Goethe, Shakespeare
ve Homeros'u okuyor, Avrupa'da kalmış yazar ve sanatçı dostları, yakın
tanışlarına Güney Amerika devletlerinden birine giriş vizesi sağlamak için
büyük çaba gösteriyor, yeni eserler tasarlıyor, Montaigne ve Balzac üzerine
denemelerini bitirmeye çalışıyordu. İkinci eşi Lotte onun mutlu olması,
başını dinleyip gönlünce yaşayabilmesi ve çalışabilmesi için elinden geleni
yapıyordu. Fakat: 'Hitler adını taşıyan bu bir tek insanın cinayetleriyle
yıllardır yüz binlerce ve milyonlarca insanın hayatını mahvettiğini düşünmek
korkunç şey'di.
Petropolis, Zweig'ların yaşamındaki
son duraktır! Anıları olarak kabul edilen 'Dünün Dünyası'nda şikâyet eder:
'Yahudileri ülkelerinden sürdüler, onlara başka topraklar vermediler, onları
hep suçladılar. Kaçış yolunda birbirlerine baktılar, niçin ben, niçin sen,
niçin hepimiz, diye sordular. Hiçbiri yanıt veremedi. Sık sık görüştüğüm,
zamanımızın en zeki insanlarından biri sayılan Freud bile günümüzde olup
biten bu saçmalıklara bir anlam verememiş, bir çıkış yolu bulamamıştı.'
1941 Ekimi'nde Friderike'ye yolladığı
mektupta: 'Kafamdan bir Avusturya romanı geçiriyorum' der. 'Ancak daha
önce son on yılın gazetelerini bulup, bir daha okumalıyım. Bu belgelere
belki New York'ta ulaşabilirim. Fakat yakın gelecekte buradan hiçbir yere
kıpırdayamam. Vatanıma, evime, yayıncılarıma da gidemem. Artık onların
hiçbiri yok"
Melankolik yazar vatan özlemi çekmektedir.
Kafasından geçirdiği o romanla düşünsel geçmişine dönmeyi düşler. 28 Kasım'da
altmış yaşına basar ve kendini yüz yaşında hisseder. Çok uzaklardaki Friderike'ye
şöyle yazar: 'Şu anda düşünüyorum, keşke benim de bir çocuğum olsaydı.
Sen mutlusun, kızların yanı başında.' Franz Werfel'e yolladığı son mektupların
birinde ise çok daha kötümserdi: 'Dünyamızın yıkımı bütün hızıyla sürüp
gidiyor. Savaşın bombalarıyla çöken her evle ben de çöküyorum.' Bu hümanist
insan için savaş bir dünya cehennemiydi.
Bir ay sonra Brezilya, ABD'nin politik
baskısıyla Almanya'yı resmen düşman ilan eder. Ülkede Almanca ve İtalyancanın
konuşulması, bu dillerde yazılmış kitapların okunması yasaklanır. Almanya
1942 yılının şubatı'nda Brezilya şileplerini batırır. 16 Şubat 1942 günü
Lotte ve Stefan Zweig karnavala katılmak için Rio'ya iner, kentte gezinir,
Yahudi lokantasında akşam yemeği yer. Hatta Zweig cebinden çıkardığı bir
Brezilya purosunu keyifle tellendirir. Fakat ertesi sabah uyandığında İngiliz
filosunun Singapur'da batırıldığını öğrenir ve yeniden depresyona girer.
Yayıncısı Koogan'ın tüm ricalarına karşın aynı gün Petropolis'e döner.
İki gün sonra yine Rio'ya iner ve mühürlemiş olduğu birkaç zarfı yayınevinin
kasasına bırakır. Yayıncısı Koogan, Zweig'ın vefatından sonra açtığı bu
zarflarda değişik müsveddeler, iki Rembrandt gravürü, bazı mücevherler,
Mozart'ın 'Menekşe' adlı bestesinin partisyonunu, vasiyetnamesini ve 18
Şubat 1942 tarihini taşıyan bir de mektup bulur. Stefan Zweig bu mektubunda
dünyaya veda etmeye kesinlikle karar verdiğini yazmaktadır.
21 Şubat 1942 günü öğleye doğru Petropolis
postanesinden New York'ta değişik adreslere üç zarf yollar. İçlerinde edebiyatının
kalıtı sayılan Satranç Hikâyesi'nin (Türkçesi: Burhan Arpad) müsveddeleri
vardır. Zarflardan birini New York'taki yayıncı Berman Fischer'e, diğerini
Rio'daki yayıncısı Koogan'a, üçüncüsünü ise Arjantinli bir kitapevine yollamıştır.
Zarflar radyoların Stefan Zweig'ın ölüm haberini verdiği gün alıcılarının
eline geçer. Ölümünden önce kaleme aldığı en son eseri sayılan Satranç
Hikâyesi 7 Aralık 1942 tarihinde Almanca olarak ilk kez Arjantin'de yayımlanmıştır.
BASKILAR ALTINDA RUHSAL ÇÖKÜNTÜ
Stefan Zweig 21 Şubat gününün akşamı,
Brezilya'da kendisi gibi mülteci yaşamı sürdüren Yahudi asıllı yazar Ernst
Feder ile bir parti satranç oynar. Onunla vatanı Avusturya'dan söz ederken
çok kötümserdir. Feder ve eşi Zweig'ı gören son insanlardır. Lotte ertesi
gün her zamanki gibi çarşıya iner, alışveriş yapar. Zweig ise masanın başına
geçip, el yazısı ile bazı mektuplar kaleme alır. İlk eşi Friderike'ye yolladığı
22 Şubat 1942 tarihli mektupta şöyle yazar: 'Sevgili Friderike, bu mektup
sana vardığında ben kendimi eskisinden çok daha iyi hissedeceğim... Petropolis
çok hoşuma gidiyordu. Fakat çalışmalarım için gerekli olan kitaplar yanımda
değildi. Önceleri pek yatıştırıcı gelmiş olan yalnızlık da zamanla bunaltmaya
başlamıştı ve sonuçlanmayacakmış gibi sürüp giden ve doruk noktasına henüz
varmamış bir savaş. Bütün bunlara dayanacak güç yoktu bende. Senin iyi
günleri göreceğine eminim. Melankoli yüklü yaşamımla daha uzun süre beklemediğim
için beni haksız bulmayacağına inanıyorum. Sana bu satırları son saatlerimde
yazıyorum. Kararımı verdiğim andan sonra kendimi nasıl da rahat hissettiğimi
bilemezsin... Sevgiler ve dostlukla... Hep yürekli ol! Rahata ve mutluluğa
kavuştuğumu öğrendin. Stefan.'
23 Şubat günü öğleye doğru eve gelen
hizmetçi kadın yatak odasından hırıltılar duyar. Kocasının hemen haber
verdiği doktor Zweig çiftini yataklarında cansız bulur. Stefan Zweig giyimlidir,
kravat takmıştır. Yanına uzanmış olan Lotte kocasına sarılmıştır. Doktorun
ölüm kâğıdına yazdığına göre Lotte ve Stefan Zweig zehirli bir madde içerek
-'ingestao de substancia toxica, suicidio'- 23 Şubat 1942 Pazartesi günü
yaşamlarına son vermişlerdi. Brezilya hükümetinin kararıyla ertesi gün
resmi bir cenaze töreni yapılır. Lotte ve Stefan Zweig Petropolis'teki
Katolik mezarlığında Yahudi dini kurallarına uygun gömülür.
1881 yılında Viyana'nın ünlü Schottenring
Caddesi'ndeki tarihi ve gösterişli bir yapıda başlamış olan yaşam 1942
yılında Brezilya'nın küçük dağ kenti Petropolis'in Rua Gonçalves Dias 34
adresindeki bahçeli bir evde son bulmuştu. 'Onun gibi dünyaca ünlü ve çok
yetenekli bir insanın günümüzün dayanılmaz baskıları altında ruhsal çöküntüye
uğraması çok trajik' diye yazar dostu Thomas Mann. Aynı günlerde Nazi yanlısı
Salzburg eyalet gazetesindeki haberde ise: 'Bir mülteci yaşamı daha alışılmış
şekilde sona erdi...' satırları yer alıyordu. Stefan Zweig, savaştan kurtulmak
için kaçtığı denizaşırı ülke Brezilya'da savaşın kurbanı olmuştu.
Yirminci yüzyılın bu namuslu, insancıl
ve iyi yürekli aydın yazarı 23 Şubat 1942'deki ölümünden bu yana hiç yitirmedi
güncelliğini. 'İnsanların, düşüncelerin, kültürlerin ve ulusların birbirleriyle
uzlaşmasına hümanizmin aracılık etmesini yaşamım boyunca hep hedefledim'
diyen Stefan Zweig huzursuz başlayan 21. yüzyılda düşünceleriyle her zamankinden
daha çok geçerli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder