Cumhuriyet 13.11.2005
AHMET ARPAD
FRANKFURT
FRANKFURT
Otobüsten indim. Hava karanlık. Henüz
sabahın körü. Yolculuk Frankfurt'a. Hızlı trenin kalkmasına daha on dakika
var. Aceleye hiç gerek yok. Merdivenleri inip ana caddenin altında uzanan
pasajda yürüyorum. İnsanlar bir koşuşturma içinde. İsta syon dan gelip
otobüse, tramvaya, metroya gidenler. Tramvaydan trene yetişmeye çalışanlar.
Metrodan otobüslere koşanlar. Stuttgart'ın göbeğindeki Klett Pasajı yerin
altında üç katlı. En alt katta metro, orta katta yeraltı tramvayı, benim
yürüdüğüm katta da polis karakolu, banka şubesi, berber ve kırtasiyeci,
giyim ve gıda dükkânları, sayıları hızla artan ekmek-sandviç-kahve satan
kayıntı büfeleri var. Sabahın bu saatinde bir yerden bir yere koşuşan insanların
çoğu bu büfelere uğramadan edemiyor. Hemen hemen hepsi evden kahvaltı etmeden
çıkmış, bir ellerinde kahve, ötekinde sandviç. Trene ya da metroya yetişmeye
çalışırken sandviçlerini ısırıp ılık kahvelerinden bir yudum alıyorlar.
Almanya'da stres sabahın köründe başlıyor! Frankfurt üzerinden Hamburg'a
giden 7.27 hızlı treni tam zamanında kalkıyor. Bütün koltuklar dolu. Yer
ayırttığım iyi olmuş. Kitap Fuarı haftası Stuttgart'la Frankfurt arasında
sabah ve akşam trenleri ağzına kadar dolu. Yola koyuluyoruz. Makinist gaza
basıyor! Az sonra tren en yüksek hızına ulaşıyor. Saatte 250 km. Hava aydınlanırken
doğa kayıp geçiyor. Kimsenin dışarıyı seyrettiği yok. Kadınlı erkekli ''fuarcılar''
bilgisayarlarını açmış, cep telefonları da çalışıyor, önlerindeki masalarda
kahveler ve yarısı ısırılmış sandviçler... Yolda Mannheim'la Frankfurt
havaalanına uğruyoruz ve kalkıştan 1 saat 20 dakika sonra Frankfurt'a varıyoruz.
İnsanlarda yine bir telaş, bir koşuşturma. Fuara gidecekler hızla taksi
duraklarına yöneliyor. Stuttgart'tan yola koyulup 220 km. ötedeki fuarın
kapısından içeri girmek sadece 1 saat 30 dakika sürüyor. Dünyanın en büyük
kitap fuarı kentin göbeğinde, bizdeki gibi Allah'ın dağında değil! İnsanlar
50 km'lik yolu 2 saatte almıyor... O gün işimi bitirdikten sonra kenti
biraz gezmeye, Rodin-Beuys ortak sergisini izlemeye karar veriyorum. Ne
de olsa dönüş trenine daha 2 saat var. Frankfurt, Orta Avrupa'nın en büyük
kenti olmasına karşın insanı pek çeken bir metropol değil. Onlarca kez
geldim buraya, bir türlü ısınamadım Frankfurt'a. Giderek çoğalan gökdelenleri
insanı altında eziyor. Hava alamıyorsunuz. Sokak ve caddeleri, mağazaları
ve yapıları da çekici değil. İstasyonla Hauptwache arasında şöyle bir gidin
gelin, pek Alman'a rastlayamazsınız. Sanki hiç kimse buralı değil. Herkes
bir yerden bir yere gitmek için Frankfurt'a uğramış gibi. Uzak ülkelerden
gelenler mutlaka Frankfurt Havaalanı'na iniyor ve buradan bir yerlere dağılıyorlar.
Dört yönden gelen demiryolları Frankfurt'ta birleşiyor. İstasyon çevresindeki
yapılarda oturanlar yok. Bürolar, bürolar, mağazalar, mağazalar... Ve de
sayısız gece kulübü. Hiçbirinin sahibi Alman asıllı değil. Almanya'da en
çok suç bu kentte işleniyor. Yakayı ele verenlerin çoğunluğu yabancı pasaportlu.
Alman Yayıncılar Birliği'nin her yıl çoğu değerli kabul edeceğimiz yazara
Barış Ödülü verdiği Paul Kilisesi'nin hemen arkasından taksiye biniyorum.
Az sonra soruyorum asık suratlı şoföre: ''İşler nasıl?'' Susuyor bir an.
Sonra: ''Kitap Fuarı günlerinde işlerimiz kesattır'' diye homurdanıyor.
Merak ediyorum, niçin acaba? ''Fuara katılan yayıncılar, Almanı, yabancısı,
eli açık insanlar değildir! Akşamları pek bir yere gitmezler, hele gece
kulüplerine, kadına hiç!''
www.ahmet-arpad.de
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder