9 Ekim 2022

Bira Bayramı ve Korona

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 9 Ekim 2022

AHMET ARPAD

Hoplayıp zıplıyorlar. Eller havada. Dans ediyorlar, masaların üstünde. Şarkılar bağıra çağıra. Kimse yerinde duramıyor. Kadını erkeği, yaşlısı genci. Sahnede yirmi kişilik orkestra bütün gücüyle üflüyor trompetlere. Şarkıcı kadın gırtlağını yırtıyor. Dans edenler ünlü panayır melodilerine hep bir ağızdan eşlik ediyor. Garson kızlar zor yetiştiriyor masalara bira, kızarmış yarım tavuklar. Litrelik kadehler havalarda.

Güney Almanya'da Stuttgart ve Münih bira bayramları panayır coşkusunda. İki haftada on milyonun üzerinde insan akın akın dolduruyor çadırları. Sadece Münih'teki bayramda bir günde içilen bira tam yarım milyon litre! Her Alman yılda 110 litre birayı kafasına dikiyor. Dev çadır ayakta, binlerce insanın coşkusu sonsuz. Az ötemizdeki dört uzun masanın üzerinde küçük İsviçre flamaları var. Masalarda sadece erkekler oturuyor. Bağırıp çağırıyorlar, ne söylediklerini biraz sonra zor da olsa anlıyorum. İsviçre'nin Fransızca konuşulan bölgesinden buraya gelmişler. "Biz Fribourg'dan geldik, iki otobüs, yüz kişiyiz." Hepsi deri pantolonlu ve aralarında tek kadın yok! Dev orkestranın çaldığı Güney Alman müziğinin eşliğindeki dansa, yüzlerce insanın hep bir ağızdan söylediği yerel şarkılara eşlik etmeye çaba gösteriyorlar.

Bir an yan masadan sokulan yaşlıca kadın gençlerden birini yakaladığı gibi hızlı bir dansa başlıyor. Görenler alkışlıyor, laf atanlar da var. Kadın bir hamlede uzun masanın üzerine fırlıyor. Genç İsviçreli peşinde. Danslarına masada devam ediyorlar. Gencin arkadaşları bağıra çağıra kahkahalar atıyor. Kocaman sahnenin önünde üç Afrika güzeli, dekolteleri bakışları çeken, danteller ve çiçeklerle süslü, beyaz köylü giysilerine bürünmüş, şen şakrak, el çırpıp coşkulu şarkılara katılıyorlar. Kısa deri pantolonlu, gri keçeden sivri şapkalı çapkınlar çevrelerini sarıyor. Kızlar oynak mı oynak, kıvrak mı kıvrak. Saatler ilerledikçe insanlar birbirlerine yakınlaşıyor, sohbete dalıyor, dans ediyor, sarılıyor, öpüşüyor...

Her şeyi unutmak istiyorlar

Her yer rengârenk, ışıl ışıl. Sonsuz bir ışık denizi uzanıyor. Atlıkarıncalar, uçan sandalyeler, salıncaklar, çarpışan otomobiller. Onlar hep var, çocukluğumuzda da vardı, bugün de var, aradan onlarca yıl geçse de. Panayırlar ne kadar büyürse büyüsün, zamana ayak uydurup ne kadar modernleşirse modernleşsin, dönme dolaplar hep dönüyor, çarpışan otomobiller hep çarpışıyor... Onlar nostalji. Dünyanın taşınabilir en büyük dönme dolabı ışıklara bürünmüş. Yüksekten korkmayanlar altmış metre tepeden aşağıda olup bitenlere bakıyor. Tombalacıların, baloncuların önü kalabalık. Kıyıntı büfelerinde kuyruklar. İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. Ülkede sorunlar almış başını yürümüş, geçim zorlaşmış, para kıtlaşmış, ancak bir gün için de olsa sorunlar insanların umurunda değil. Her şeyi unutmak için akıyorlar dünyanın bu en büyük iki panayırına. İki kadeh birayla yarım kızartılmış tavuk için 50 Avro'yu gözden çıkarmak zorundasınız! Fiyatları kimse umursamıyor gibi, Arpa suyunu kadeh kadeh deviriyorlar, boş veriyorlar yaşamın sorunlarına! Almanya'nın en pahalı birası, en leziz kızarmış tavuğu Münih'in, Stuttgart'ın bira bayramlarında. Sanki hiç kimse ne cebindeki parayı önemsiyor ne de Korona riskini! Önemli olan, birkaç saatliğine de olsa, sorunları unutmak, panayırın coşku dolu havasıyla kendinden geçmek. Onlar sokakta karşınıza çıkan Almanlar değil, değişivermişler, keyifli ve güleç tümü! Ne güzel olurdu günlük yaşamlarında da hep böyle olsalardı! Hayır, olmuyor, ertesi sabah uyandıklarında, her şey yine eski hamam, eski tas! 2022 yılının sorunlarla dolu yaşamı şu anda çadırın dışında! Münih bira bayramı 3 Ekim'de sona erdiğinde yapılan resmî açıklamalara göre sadece Münih'te Korona testlerinde pozitif sonuçlarda yüzde 74'lik bir artış olmuş. Bakalım haftaya Stuttgart'ta nasıl bir açıklama yapacaklar?

Bira bayramının yapıldığı alanın çıkışında, tramvay duraklarına uzanan yolun başında renkli giysiler içinde bir adam saksafon çalıyor, geçmişten hüzünlü melodiler. Omzunda oturan tüyleri alacalı bulacalı bir papağan, sabırla onu dinliyor. Önündeki siyah melon şapkanın içi para dolu.


2 Ekim 2022

İsviçre'nin Almanları

Cumhuriyet, 2 Ekim 2022

ZÜRİH – Ahmet Arpad

Almanya – İsviçre sınırındaki Schaffhausen'de oturuyor dostumuz. Eski bankerlerden, on iki yıl önce emekli oldu. Arada sırada Zürih'e giderken şöyle bir uğruyor, kahvesini içip çene çalıyoruz.

Bizim Stuttgart'ı iyi tanır. Ne de olsa 1990'lı yıllara kadar işi gereği sık sık gelmişti. İstanbul'u, Türkiye'nin doğusunu da iyi bilir; uzun yıllar önce birlikte Erzurum – Kars – Van arasındaki, doğası olağanüstü yöreyi gezmiştik. Geçenlerde yine bir uğradık ona. Oturduk Ren Şelalesi manzaralı büyük terasına, çene çaldık, ancak bu kez hemen kalkamadık, sohbetimiz uzadı. Geç kaldık Zürih Gölü yakınlarındaki randevumuza, Schindellegi'deki tanışların akşam yemeğine zor yetiştik. Havadan sudan derken futbola, oradan Dünya Kupası'na, ardından da politikaya geçtik. Yaşlı dost bir an: "İsviçre'de çok Alman var", deyince dikkat kesildim. Son yıllarda kulağıma bu konuyla ilgili kimi açıklamalar gelmişti, medya da konuya, daha doğrusu soruna, sık yer ayırmaya başlamıştı. Bir de onun ağzından dinleyeyim dedim. "Daha ne kadar Alman gelecek?"

İlk sözleri: "On yıl önce iki yüz bin Alman sınır ötesinde yaşayıp sabah İsviçre'ye çalışmaya gelir, akşama da yine Almanya'daki evine dönerdi" oldu. "Günümüzde bu insanların sayısı üç yüz yirmi bini buldu! Evet okuduklarım, duyduklarım doğruysa üç yüz binin üzerinde Alman da sürekli İsviçre'de yaşayıp çalışıyor. Ancak bu sayının 2021/2022 yıllarında düşmeye başladığı da biliniyor. Son zamanlarda Avrupa'da yaşanan krizler İsviçrelilerle Almanların birbirleriyle pek anlaşamaması nedenlerinden biri. Viyana İktisat Fakültesi'nin St. Gallen Üniversitesi'yle yaptığı ortak bir araştırma başka bir gerçeği de oraya çıkardı. Gittikçe daha çok Alman işyerinde ve günlük yaşamda ayırımcılık yaşıyor, kiralık ev bulmakta zorlanıyor. Halk girişimleri ülkeye yabancı girişini sınırlandırmak istiyor. Araştırmaya katılan Almanların yüzde seksen beşi günlük yaşamda karşılaştıkları, kimi zaman hakarete kadar varan saygısızlığın nedeninin Alman olmalarında yattığına inanıyor.

Yaşlı dostun anlattığına göre sağ eğilimli İşviçreliler son yıllarda: "Daha ne kadar Alman gelecek? diye homurdanmaya başlamış. Ekonomi uzmanları ise şunu itiraf ediyor: "İsviçre ekonomisine katkıları büyük." Sadece doktorlar, mimarlar, otel elemanları yeğlemiyor güney komşuyu. Kilise adamından medya mensubuna hemen hemen her meslek dalında Alman "işçiler" var İsviçre'de. Konu duyarlı, bir akşamüstü sohbetiyle halledilecek gibi değil! Zürih Gölü'nün yamaçlarındaki Schindellegi'de yemeğe bekleniyoruz. Schaffhausen'deki yaşlı dosta veda edip gaza basıyoruz. Birkaç saat sonra leziz peynir fondüsünün ardından İsviçreli - Türk dostlarımızın terasında şaraplarımızı yudumlayıp Zürih Gölü'nü seyrederken bir an için İstanbul'u düşünüyorum. Akşamın bu saatinde ışıl ışıl göl nasıl da Beylerbeyi tepelerinden görünen Boğaziçi'ni andırıyor.

Mavi Atlılar - Dışavurumcu Sanatçılar

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 2 Ekim 2022

Ahmet ARPAD 

Meryem Ana Katedrali tüm görkemiyle karşımızda göğe yükseliyor. Kocaman kapıyı açıp içeri adım atıyoruz. Kulakları dolduran bir müzik bizi karşılıyor. Orgdan Mozart melodileri duyuluyor, kubbelerde Mozart'tan bir arya yankılanıyor. Katedralde düğün var. Sonra org susuyor, soprano aryasını bitiriyor. Beyazlar içindeki yaşlı papaz duasına başlıyor. Düğün erkânı ayağa kalkıp hep bir ağızdan ona eşlik ediyor. Melekler, tanrılar, çıplak kadınlar uçuşuyor, şaha kalkmış atlar yükseliyor gökyüzünün sonsuzluğuna. Yüksek pencerelerden giren güneş ışınları barok ve rokoko dev yapıyı aydınlatıyor, kubbelerdeki, duvarlardaki melekleri, çıplak kadınları, aşağıdaki insanlara tepeden bakan İsa'yı...

Dışavurumcu Sanatçılar

Az sonra ağır ağır göle doğru iniyoruz. Önünden geçtiğimiz evin pencerelerinden Carl Orff müziği dışarı taşıyor. Merakla durup insanın ruhunu dolduran melodiye kulak kabartıyoruz. Carmina Burana'nın yaratıcısı, büyük besteci daha 17 yaşında bir operayla pek çok şarkı bestesinin altına imza atmıştı. Çocukluğunda sık sık geldiği şirin Ammer gölü kıyısındaki Diessn'e 1955 yılında yerleşmişti. Evinin pencerelerinden gölün karşı kıyısında, Andechs yamaçlarındaki dev manastır görünüyor. Ammer gölü bugün rüzgârlı, dalgalı da. Yelkenliler, motorlar, gezi gemileri yine de gidip geliyor, martılar uçuşuyor, kazlar, ördekler ise kıyıya çıkmış, ağaç altlarına sığınmış. Yolumuz güneye, Alp eteklerine doğru uzanıyor. Berrak havada dorukları hafif beyaz dağlar ne kadar da yakın. Tarihi evleri ve sokakları ile ünlü Weilheim'da bir yemek molası verip Staffel gölü kıyısındaki Murnau'ya ulaşıyoruz. Dışavurumcu sanatçılar Wassily Kandinsky ve Gabriele Münter 1908'de Murnau'da bir ev satın alıp doğasına hayran kaldıkları yöreye yerleşirler.

Kısa süre sonra Marianne von Werefkin, Aleksey Javlenski, Franz Marc, August Macke de onlara katılır ve 1911'de "Mavi Atlı" grubunun temeli atılır. Dışavurumcu sanatçılar daha önceki aylarda Münih'te ünlü Café Luitpold'da sık sık bir araya gelirler. Brenner caddesindeki Café bugün olduğu gibi bundan 100 küsur yıl önce de tiyatro sanatçılarının, edebiyatçıların ve düşünürlerin sık sık bir araya geldiği bir mekandı. Düşünceleriyle ve görüşleriyle kuruluşun ilk adımlarını atanlar Kandinsky ile Klee'dir.

"Allahsız Gençlik"

Günümüzde Kandinsky ile Münter'in ve Alman dışavurumculuğunun ünlü ressamlarının eserleri Murnau‘nun tarihi sarayında sürekli sergileniyor. Aynı yapının üst katında, yine yıllarını burada geçirmiş, Macar-Avusturyalı yazar Ödön von Horváth da sürekli bir sergiyle anılıyor. 1924'ten, Hitler Almanyası'ndan kaçtığı 1935 yılına kadar yaşadığı Murnau'da değerli eserler vermişti. Ünlü romanı "Allahsız Gençlik" (Türkçesi: Burhan Arpad) 1938'de Nazilerce yasaklanır.

Akşama doğru ovaya sis iniyor. Gölün suları durgun, kıyılarında yüksek otlar, sazlıklar. Geniş çayırlar yamaçlarda yükseliyor, Alplerin eteğinde küçük köyler, çiftlikler, korular, az ötede başka göller. Bizim yolumuz Starnberg'e, göl kıyısındaki şirin Seeshaupt'a. Batmaya hazırlanan güneş odanın kocaman pencerelerinden içeri giriyor. Balkondaki rahat koltuklara kurulup aşağıdaki iskeleye yanaşan son gemiyi seyrediyoruz.

Anılarda o gün yaşadıklarımız...

25 Eylül 2022

Halkının şairi Pablo Neruda

Toplum Gazetesi/ALMANYA 25 Eylül 2022

AHMET ARPAD

"Şiir her zaman barışın bir parçası olmuştur. Şair barıştan doğar. Şiiri hiç kimse öldüremez. O, kedi gibi yedi canlıdır..."

Bu sözlerin sahibi Pablo Neruda 12 Temmuz 1904'de Şili'de doğdu. Yaşamını 23 Eylül 1973'de yine Şili'de noktaladı. Pinochet cuntasının dostu Salvador Allende'yi öldürmesinden 12 gün sonra. Bir tren makinistinin oğlu Neruda yaşamının uzun yıllarını Birmanya, Çin, Siyam, Japonya ve Hindistan'da ülkesinin diplomatı olarak geçirdi.

İspanya İç Savaşı'nda Cumhuriyetçileri destekledi. Pablo Neruda Şili edebiyatında "Mundovosismo" (Yeni Evrencilik) akımının öncüsüdür. Ülkesine döndükten sonra yıllarca milletvekilliği yaptı. 1971'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı.

İlk şiirleri 1921'de yayımlandı. İlk kitabı "Sabahın Alaca Karanlığı" da 1923'de basıldı.

En son eseri 1973'de, ölümünden üç gün öncesine kadar yazdığı "Yaşadığımı İtiraf Ediyorum" adlı anılar kitabıdır. (Çeviri: Ahmet Arpad, 9 baskı). Şili halkının çok sevdiği, bağrına bastığı bu edebiyat insanı ülkesinin en uzak köşelerine kadar gitmiş, on binlerin, yüzbinlerin karşısında, ağlayan madenciler önünde şiirlerini okumuştur.

"Şiirlerimi milletimin insanlarına kucak kucak dağıttım" der Neruda. Eserlerinin bir çoğu Türkçe'ye de çevrilen şair, dil üzerine şunları söyler: ''Vücudumuzla dil arasında bir yakınlık kurmadan ömür boyu yaşanamaz... Dili, giysinin kolları, yamaları, terlemeleri, kan ve ter lekeleriyle kullanmanın üstesinden ancak bir şair gelebilir..."

Pablo Neruda, çağımızda şiirin verimlilik sınırlarını, savaşlar, ayaklanmalar ve büyük toplum değişmeleri arasında aştığına inanır. "Sıradan insanın şiirle tartışıp anlaşması kimi kez kırıcı, kimi kez kırgınca olmuştur", der. Neruda kendini, mesleğini yıllar yılı, bıkıp usanmaz bir sevgiyle yapan el sanatçısına benzetir. "Biz şairler milletlerimize ve onların mutluluk savaşına sımsıkı bağlıyızdır... Mutlu olmak hakkımız."

Dostlarından İlya Ehrenburg bir yazısında ondan şöyle söz etmişti: "Pablo tanıdığım az sayıda mutlu insandan biridir." Neruda, gerçekçi olmayan şairin günün birinde öleceğine inanır, fakat yalnız gerçekçi olanın da çok yaşamayacağını belirtir.

Kendini eylemci şair olarak görür. "Günümüz şairi din adamı gibidir, ışığın yerini göstermek zorundadır" diyen Neruda sanatla her anlamda yaratıcılığa inanır.

Şili halkının onlarca yıl çektiği eziyet ve baskı onun birçok şiirine konu olmuştur. Özellikle ülkenin verimli güherçile vadilerinde, kömür ocaklarında ve bakır madenlerinde en acımasız işlere katlanan insanlar Neruda'nın okurları idi. "Halkım çok aldatıldı", der ünlü şair. "O nedenle ben vatanıma ellerim, kulaklarım ve ayaklarımla dokunmadan yaşayamam."

1970'de Şili cumhurbaşkanlığına aday gösterildi, ancak kısa bir süre sonra bu adaylıktan çekildi. Yakın dostu Salvador Allende'yi destekledi. Çok gerekli toplumsal reformları yapsın, ülkenin milli zenginliklerini yabancıların pençesinden kurtarsın diye.

"Büyük Yol Arkadaşım Allende"

Pablo Neruda anılarında şöyle yazar: "Büyük yol arkadaşım Allende, Şili'nin önemli zenginlik kaynağı olan bakırı millileştirdiği için katledildi. O, Şili askerlerinin makinalı tüfeklerinden çıkan kurşunlarla katledildi. Şili bir kez daha ihanete uğramıştı. Öldürülmesinin nedenini üç gün gizlediler. O ölümsüz ölünün peşinden sadece dul eşinin yürümesine izin verdiler..."

11 Eylül sabahı sonun başlangıcı oldu. Neruda, Allende'nin en son konuşmasını radyodan dinledi. Eşi Matilde'ye sarılmıştı. Pinochet'in askerleri cumhurbaşkanlığı sarayına tanklarla hücum ediyordu. Neruda'ların evini de askerler çevirmişti.

Telefonları kesilmiş, dostları kaçmıştı. Kaçamayanlar ise tutuklanmıştı. Neruda üç yıldır rahatsızdı. Doktorları kansere yakalandığını sadece eşine açıklamıştı. Allende'nin ölüm haberinden birkaç gün sonra ağırlaşan şair hastaneye kaldırıldı.

Hastalığı ilerlemişti, ancak ihtilal sonrası hastanede bakım iyi değildi. 20 Eylül'de Meksika devlet başkanı Echeverria'dan, Neruda'yı özel uçağı ile Şili'den aldıracağı haberi geldi. Hastalığı ilerlemekte olan şair ülkesinden ayrılmak istemedi. Onun dostu Şili halkıydı. Cunta ihtilali ve Allende'nin ölümü Neruda'yı çok sarsmıştı.

23 Eylül 1973 gecesi uykusunun içinde ölüme kayıverdi. Cenazesinin peşinden, çoğu işçi, onbinler yürüdü. Gerilmiş yüzlerde öfke ve acı okunuyordu. İnsanlar: "Pablo Neruda yaşıyor!" diye haykırıyordu.

Neruda'nın anıları "Yaşadığımı İtiraf Ediyorum" serüvenler dolu bir yaşam kitabıdır. Kimi zaman ısırıcı, kimi zaman şiir dolu. Bir haber verme, bir hesaplaşma, lirik bir atılım, dostlara sesleniş, geçmişe ve yarınlara bir ant içmedir onun anıları.

"Ben belki kendi hayatımı değil de başkalarının hayatını yaşadım", der Neruda. "Anılarım hayaletlerle dolu bir galeri, hayatım bütün hayatlardan oluşmuş bir hayat...

Bir şair hayatı."

19 Eylül 2022

"Ülkemiz daha da nefes alınmaz olacak"

EK Dergi, Pazartesi, 19 Eylül 2022

Ahmet Arpad

6 Kasım 1880 tarihinde Klagenfurt'ta dünyaya gelen Robert Musil 20. Yüzyıl Avusturya edebiyatının en önemli romancı, hikâyeci ve deneme yazarlarındandır.

Dünya politikası 1933 yılında Nazilerin işbaşına gelmesiyle karışır, on binlerce sol görüşlü insan kamplara sürülür. Aradan daha birkaç ay geçmeden sayısız yazar gibi Musil'in de yapıtları ateşlere atılır. Fakat Robert Musil her şeye karşı direnir, Viyana'da kalır. "Bitkiler gibi insanlar da köksüz uzun süre yaşayamaz" diyen Zweig onlarca yıl sevmiş olduğu dünyanın kesinlikle bir daha geri gelmeyeceğine artık inanmaktadır. Ünlü yazar Alfred Döblin: "Özgür düşünceye engel olamazsınız, o kuş gibidir, her yere uçar" sözleriyle Zweig ve dostlarına destek olmak ister. Ancak Hitler ve yandaşlarının aydınlara soluk aldırmayan girişimleri sonucu gittikçe daha çok yazar ülkelerini terk etmeye başlar.

"Ülkemiz daha da nefes alınmaz olacak"

Nazi Almanyası'nın 1938 yılının mart ayında Avusturya'ya el koymasının ardından Viyanalı dostlarına: "Ben bu havayı ciğerlerine çekemiyorum, ülkemiz yakında daha da nefes alınmaz olacak" diyen Robert Musil bu görüşlerinde kısa süre sonra haklı çıkar. Sadece eserleri nedeniyle değil, eşi Martha'nın Yahudi kökenli olması da Musil'in Nazilerin nefretine uğramasının nedenidir. Eşinin o günlerde yakasında gamalı haçla dolaşması hiçbir işe yaramaz. Yapıtlarını basan Bermann-Fischer Yayınevi'ne de aynı günlerde Naziler el koyar. Son yıllarda tüm yapıtlarının yayın hakkını Zürih'li yayıncı Simon Menzel'in sahibi olduğu Humanitas Yayınevi'ne devretmeyi ve 'Niteliksiz Adam'ı İsviçre'de bitirmeyi düşleyen Robert Musil eşiyle eylül 1938'de Tirano, St. Moritz ve Chur üzerinden Zürih'e sığınır.

Viyana'yı terk ederken müsveddelerini yanına almış olduğu 'Niteliksiz Adam'ı İsviçre'de sonuçlandırmayı amaçlamaktadır.  Musil, 20. yüzyılın başında artık çöküş sürecine girmiş olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu anlattığı bu başyapıtında yeni çağa ayak uydurmak isteyen kafası karışık, çelişkiler, bunalımlar ve çalkantılarla dolu bir yaşam sürdürmeye çabalayan toplumu ele alır. Kendine henüz bir yayınevi bulmamış olmasına, Viyana'daki dostları ona: "Bu eser Alman Rayhı'na ait tüm ülkelerde yasaklandı" yazmasına karşın Musil hedefinden dönmemeye çok kararlıdır.

Dayanılmaz baskılar

Aynı günlerde İsviçre'de çok zor koşullar altında çalışan, sağlık sorunlarından kurtulamayan Robert Musil'in kendisine parasal destek veren dostları ve hayranları olmasaydı sığındığı bu ülkede yaşamını sürdürmesi çok güç olacaktı. Arada sırada çağrıldığı okuma ve sohbet akşamlarında yapılan ödemeler Musil ailesini geçindirmeye yeterli değildi. 'Niteliksiz Adam' yapıtında 'büyük edebiyatçı' diye biraz karikatürize ettiği Thomas Mann'ın desteğine sonunda gereksinimi olur. Nobel ödüllü yazar da eli açık davranmaktan kaçınmaz. O günlerde tanıştığı İtalyan yazar İgnazio Silone ("Ekmek ve Şarap") onun olanaklarının dışında bir yaşam sürdürdüğünü fark eder ve Musil'le eşine daha uygun bir yer aramaya başlar. Aralarında geçen bir sohbette, Viyana'dan niçin ayrıldığını soran Silone'ye Musil şu yanıtı verir: "Okurlarım çoğunlukla Yahudilerdi. Son yıllarda hemen hemen hepsi ülkeyi terk etti. Ben niçin geride kalacaktım?" Gün gelir, yakın çevresine yaşamından yakınırken: "Ne yazık ki ben kendimi anlamakta güçlük çekiyorum…" der. Bu özeleştiri Musil'in kimi zaman kendini bir bulmaca olarak gördüğünü kanıtlar. Bazı dönemlerde çok yavaş çalışmasını, yazdıklarını beğenmeyip sık sık değiştirmesini de böyle açıklamak mümkün. 1939 yılının yaz aylarında Robert Musil'in, yaşamlarını bir felaketle bitirmek yerine ona kendi elleriyle son vermelerinin doğru olacağı üzerine eşi Martha'yla anlaştığı söylenir. Ancak o günlerde, Zürih yakınlarındaki Zug'da yaşayan, solcu görüşleriyle ünlenmiş, sanatsever papaz Robert Lejeune'le tanışmaları Musil ve eşine yeni bir yaşama gücü verir. Bir Musil hayranı olan Lejeune ilerde Musil'den şöyle söz etmişti: "Evimizde düzenlediğimiz akşamlarda Musil de bize katıldığında hemen bütün ilgiyi üzerine çekmesini bilirdi, ancak onunla diğer katılımcılar arasında bir mesafe olduğunu da sezmemek mümkün değildi. Sohbetleri kimi zaman çok sıcak olmasına karşın bir samimiyet oluşmazdı. Musil üstün zekaya sahip bir insandı. Aydın geçinen bizler ona her zaman ulaşamazdık. Bakışlarıyla karşısındakinin ruhuna sızardı."
 
İsviçre yılları sırasında yapmış olduğu kimi açıklama, 'Niteliksiz Adam' yazarının ne denli değişik görüşlere sahip bir insan olduğunu kanıtlar: "Bir yıla yakındır İsviçre'de yaşıyorum. Aryen olduğumu sık sık kanıtlamam gerekiyor… İsviçreli, ülkeye zenginlik getirenin dışında hiçbir yabancıya saygı göstermiyor, ona çingene gözüyle bakıyor… Ben toplumdaki tutuculuğu sevmiyorum. Zenginler fakirlerle aynı mezarlıklara gömülmüyor. İsviçreli sosyalizmden nefret ediyor, kentler otomobil sahiplerine uygun inşa ediliyor."

15 Nisan 1942 günü Cenevre'de 'Niteliksiz Adam'ın son bölümü üzerinde çalışırken beyin kanamasından yaşama veda etti. Papaz Robert Leujene'nin ölüsünün başında son konuşmayı yapmasının ardından Musil'in külleri ailesinin isteği üzerine Cenevre yakınlardaki bir ormana serpilir. 'Niteliksiz Adam'la ardında dev bir yapıt bırakan Robert Musil ve her şeye hümanizmin penceresinden bakan Stefan Zweig Avusturya'nın 20. yüzyılda çıkarmış olduğu ve yerleri günümüze dek doldurulamayan iki olağanüstü yazarıdır. Her ikisinin de Hitler diktatörlüğünün dayanılmaz baskıları altında yazar ve düşünür kişiliklerini yitirip ruhsal çöküntüye uğramaları çok trajiktir. Stefan Zweig ve Robert Musil, yazgıları birbirine çok benzeyen iki Avusturyalı! Her ikisini de yaşamlarından bıktıran Naziler olmuştu.

18 Eylül 2022

Berlin'de lüks alışveriş

Cumhuriyet, 18 Eylül 2022

Ahmet Arpad 

Sanki Topkapı Sarayı'nın hazine dairesine girdiniz. Bulgari, Tiffany, Heuer, Chopard... İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. Vitrinler kolye, küpe, yüzük, kol saati dolu. Her şey pahalı mı pahalı. Altın, platin, gümüş. Pırıl pırıl, ışıl ışıl camekânlar gözleri kamaştırıyor. Birkaç müşteri var, onlar da pek Almana benzemiyorlar. Kadınlar alışveriş yapıyor, adamlar sohbet ediyor. Paralı Doğu Avrupalılar olmalı. Bin beş yüz değişik parfümün satıldığı şık Beauty Department'e hiç uğrayan yok. Bir kat yukarıda Gucci, Dior, Chanel. Burada da müşteriden çok personel var. Güzel kızlar elleri önlerinde gülümseyip bekleşiyorlar. Her taraf şık, ışıl ışıl, modern, bakımlı. Satılanlar güzel ve çekici. Gereksinimi olmasa bile bir şeyler almak istiyor insan. Tabii cebinde parası varsa!

AVRUPA'NIN EN BÜYÜĞÜ

Günlerden çarşamba, öğle üzeri. Avrupa'nın en büyük satış merkezlerinden Berlin KaDeWe'nin bütün katları bomboş, in cin top oynuyor. Bu yıl 115. yaşına basan 60 bin metrekare alana sahip mağazada 380 bin çeşit eşya satışa sunuluyor. Sabahtan akşamın geç saatlerine kadar iki bin personel, müşteri bekliyor. Katları birbirine altmış dört yürüyen merdiven ile yirmi altı asansör bağlıyor. Korona öncesine kadar günbegün elli bin insanın ziyaret ettiği söylenen KaDeWe geçmişini mumla arıyor. Batı Avrupa'nın bu dev mağazasını dünya savaşları bile sarsamamıştı. Hitler daha 1933 yılında Yahudi aile Tietz'i satışa zorlayıp KaDeWe'ye el koymuş, başına da Aryan birini getirmişti! On yıl sonra bir Amerikan savaş uçağının üzerine düşmesiyle harap olan mağaza 10 Temmuz 1950'de yeniden açıldığında tam 180 bin Berlinli coşkuyla kapılarına saldırmıştı. KaDeWe aynı hücumu, onlarca yıllık düşleri sonunda gerçekleşen Doğu Berlinlilerin Kasım 1989'da duvarın batı tarafına geçmesiyle yaşamıştı.

Berlin'i ziyaret eden her turistin uğradığı söylenen KaDeWe'nin bugün sadece üst iki katı dolu. Rusya'nın, İran'ın havyarları, Fransa'nın şampanyaları, adını bilmediğiniz ülkelerin şarapları, uzakların narenciyeleri, Pasifik adalarının egzotik yiyecekleri otuz şarküterinin vitrinlerini dolduruyor. Kat kat, dizi dizi peynirler, dev jambonlar, yer mantarları, dört yüzün üzerinde ekmek ve sandviç çeşidi... Parisli Lenôtre'nin vitrinlerinde, sabahın altısında uçakla gelmiş, olağanüstü görünümde ve lezzette pastalar, ağızda eriyen inanılmaz çeşitte fondanlar. Bu kat hiçbir krizden etkilenmeyen insanlarla dolu. Cepleri paralı, giyimleri şık mı şık hanımlarla beyler ayaküstü bir şeyler atıştırıyor, şampanya yudumluyor. Istakozlar, istiridyeler, havyarlar, füme balıklar onları bekliyor.

BERLİN AYAĞIMIZIN ALTINDA

Biz ise en üst kattaki self-servis lokantayı yeğliyoruz. Burayı daha çok turistler doldurmuş. Aşçıların gözünüzün önünde hazırladığı değişik yemekler çekici. Adam başı en az 30 Avro'ya karnınızı doyurduğunuza değiyor. Berlin ayağınızın altında.

Unter den Linden Bulvarı'ndaki Café Einstein'da masalar dolu. Berlin'de yaşayan edebiyatçı tanışla Viyana kahvesi yudumlayıp Sacher Torte yerken yayın dünyasının son yıllarda yaşadığı krizden söz ediyoruz. Parlamento az ötede. Sorduğumuz garson kız: "Başbakan Merkel ara sıra uğrardı, yeni başbakan Scholz ise adımını henüz içeri atmadı", diyor.

4 Eylül 2022

Kiliseden uzaklaşanlar

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 4 Eylül 2022

Oturduğumuz eve yakın küçük Protestan kilisesinin adı "Orman Kilisesi", karşısı ormanlık olduğu için bu adı vermişler sanırım. Kilisenin papazı geçen yılın sonunda emekli oldu. Şimdi boş zamanı çok. Birkaç gün önce rastladım. Yanında köpeği ormanda gezmeye gidiyormuş. Ayaküstü sohbet sırasında: "Son yıllarda işler çok artmıştı, emekliliğimin gelmiş olmasına sevindim", diye konuştu. "Hakılsınız", dedim. Gülümsemekle yetindi.

Ben sormadan edemedim: "İşler niçin artmıştı?" Bir an yine gülümsedi, fakat sonra yüzü hemen ciddileşti. "Geçen yıl çok kişi mezhep değiştirdi de..." diye mırıldandı ve tasmasını çekiştiren köpeğinin peşinden ormanın güzel yollarında gözden kayboluverdi.

Ne demek istemişti? Merak edip araştırdım. Gerçekten de 2021 yılında Almanya'da her yaştan 360 bin insan Katolik mezhebinden ayrılmış. Geçen yıl Protestan Kilisesi'ne arkasını dönenlerin sayısı da yeni bir doğruğa erişmiş. 300 bin dindar kiliseden istifa etmiş! Bir nedeni, ülkedeki geçim zorluğu ile her yıl ödedikleri kilise vergisi. Diğer önemli neden de, yaklaşık on yıl önce Katolik Kilisesi'nde ortaya çıkan çocuk tacizi olayları... Katolikler dünyanın en büyük dini örgütü. Papa I. Franciscus da dünyamızın en zengin "şirketlerinden" birinin şefi! Vatikan elindeki altın rezervleriyle Birleşik Amerika'dan sonra ikinci sırada geliyor; hisse senedi varlığının da 100 milyar doların üzerinde olduğu söyleniyor.

Katolik Papazlar Zorunlu Bekâr!


Katolik Kilisesi'nde ruhban sınıfı evlenmez. Papazlar bekâr kalmak zorundadır. Değil evlenmek, cinsel temasta bile bulunamazlar. Papaz okullarındaki çocuk tacizlerinin geçmişi yüzlerce yıl geriye gider. Vatikan bu sorunu hep sessizce kendi içinde çözmeyi tercih etmişti. Amerika ve Fransa'da 80'li yıllarda taciz olayları görülmeye başlamıştı. Fakat asıl bomba iki binli yıllara girildiğinde İrlanda'da patlamış, Katolik rahiplerin çocuklara yaptığı cinsel tacizlerin sistematik olarak gizlendiği ortaya çıkmıştı. Sadece bu ülkede 15 bin çocuğun cinsel tacize uğradığı tahmin ediliyor.

Tüm Avrupa'da taciz olaylarının on binlerce olduğu söyleniyor. Bundan önceki Papa 16. Benedikt'in anavatanı Almanya da skandallara sahne olan başka bir Avrupa ülkesi. Yüreklilik gösterip de sadece Almanya'da mahkemeye başvuranların sayısı bu arada yüzlerce, ancak adı tacizlere karışan çoğu rahip ya artık hayatta değil ya da çok yaşlanmış. Vatikan'ın bu büyük skandalı örtbas etmesi artık mümkün olmayınca Papa özür dilemek zorunda kaldı. Peki, gelecekte ne olacak? Katolik Kilisesi'nde artık yeni bir dönem başlayacak mı? Rahiplerin evlenmesini yasaklayan Vatikan bundan vazgeçecek mi? Kiliseler evrenselleşecek mi, Ekümeniklik getirilip Katolikler ile Protestanlar, aynı masaya oturacak mı?

Taciz skandallarında şimdiye kadar daha çok Avrupa ülkelerinin adı geçiyor, fakat Vatikan'ın kolları dünyanın dört bir ucuna yayılmış. Oralarda neler olup bitiyor? Bir bilene sordum. "Kenya'da, Filipinler'de çok yaygın", dedi. Cinsel taciz, toplumsal bir tabu. Çocukları birer mağdur olarak gören ve koruyan bir hukuksal zihniyet de pek yok...

28 Ağustos 2022

Fakirin ekmeği umut

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 28 Ağustos 2022

Ahmet Arpad

Kazanmadığı zaman çok öfkelenir, sağa sola bağırır, Loto idaresini suçlar, devletin insanlarını dolandırdığını söyleyip dururdu. O günlerde henüz 17 yaşındaydı; Viyana'da yoksulluk içinde geçirdiği gençlik yıllarında hep düşlerinde yaşar, rahat ve varlıklı bir yaşamın özlemini çekerdi. Sokaklarda dolaşırken sık sık dükkân vitrinlerine bakar, Loto'dan kazanacağı parayla evine hangi mobilyaları alacağını, pencerelerine hangi kumaştan nasıl perdeler takacağını düşlerdi. Paraya konunca özgür bir yaşam sürecek, kendini sanata verecek, genç sanatçıları da destekleyecekti... Ne kadar üzücü, bu kişinin Viyana yıllarında Loto'dan zengin olamaması! Belki Adolf Hitler o zaman özgür ve eli açık bir ressam olarak tarihe geçerdi!

Almanlar 2021 yılında tam 8 milyar Avro'yu Loto'ya yatırmış, toplam 4 milyar Avro oynayanlara geri dönmüş. Bu şans oyunundan sadece geçen yıl 181 kişi Avro milyoneri olmuş. 20 Ekim 2020'de tek başına 42,6 milyon Avro kazanan bir talihli Loto'nun tarihine geçmiş! Ülkede insanların geliri azaldıkça, zenginle fakir arasındaki uçurum derinleştikçe, Toto ve Loto gibi oyunlarda şanslarını deneyenlerin sayısı da artıyor. Yedi milyon Alman her hafta oynuyor, yirmi iki milyon da arada bir! Eyaletler Loto gelirlerinin büyük bir bölümünü spora, sanata, kültüre, çevre korumaya ve tarihi eserlerin bakımına destek veren projelere harcıyor.

Federal Almanya'da savaştan sonra ilk Loto çekimi 9 Ekim 1955'de yapılmış; o gün çekilen sayılar 3 12 13 16 23 41 olmuş. Loto idaresinin ilginç bir açıklaması daha var: 2021 yılında en sık çekilen sayılır şunlar: 22 (167 kez), 61(166 kez), 43 (159), 31 (157 kez) 11 (155 kez).

Papa Loto'ya yeşik ışık yakmış

Papa XII. Clemens'in 1731 yılında yaktığı yeşil ışık, Avrupa'da şans oyunlarının başlangıcı olarak kabul edilir. Almanya'da ilk Loto 1735'te Bavyera'da başlar. Hamburg'da 1797'de düzenlenen bir piyangoda en büyük ikramiye, Silezya'da mükemmel bir çiftliktir. Onu kazanmak isteyenler arasında Johann Wolfgang von Goethe de vardır. Çekilişten önce Friedrich Schiller ve Dük Carl August'a yolladığı mektuplarda Silezya'nın güzel doğasında geçirmeyi düşlediği mutlu yıllardan söz eder. Fakat gerek tek başına, gerekse yakın dostlarıyla bir sürü bilet almasına karşın hiçbir şey kazanamaz ve üzüntüsünü "Hazine Avcısı" adlı baladında dile getirir. Son yıllarda kimi haftalar oluyor ki, Almanya'da Loto büyük paralar devrediyor.

Beş, on, on beş milyon Avro birikiyor. Büyük şans arkası arkasına hiç kimseye vurmayınca bu rakam bazen otuz, kırk milyon Avro'ya tırmanıyor ve tüm Almanya çılgına dönüyor! Ömründe Loto oynamamışlar bayilerin önünde uzun kuyruklar oluşturuyor. Alman Loto'sunda ilk büyük ikramiyeyi 1 Haziran 1958 çekilişinde 500 bin Mark ile bir Freiburglu kazanmış.

Loto'nun yaklaşık yetmiş yıllık tarihinde çok ilginç rakamlar da çekilmiş. Örneğin 23 Ocak 1988'de 24, 25, 26, 30, 31, 32 çekildiğinde bu rakamları tam 222 kişinin oynadığı ortaya çıkmış. Zavallılar adam başına sadece 43 bin Avro kazanmış! 18 Haziran 1977 çekilişi de bugün bile anılarda. Tam 25 kişi altı rakamı doğru işaretlemişti, çünkü bu rakamlar bir hafta önce komşu Hollanda'da çıkmıştı!

Her hafta milyonların umudu milyonlarda. Ve umut, sadece fakirin ekmeği değil!

21 Ağustos 2022

"Brecht rahatız edici biriydi"

TOPLUM Gazetesi, Almanya 21.08.2022

İnsanlığın 20. yüzyılda yaşadığı iki dünya savaşı Bertolt Brecht'in (1898 – 1956) yaşamını çok etkilemiştir. Bunu sadece tiyatro eserlerinde değil, şiirlerinde, mektuplarında, öykülerinde ve anekdotlarında da görmek mümkündür. 14 Ağustos 1956 günü yitirdiğimiz Bertolt Brecht sorunlar içindeki topluma seslenirken çok inandığı akılcılığı hiç elden bırakmaz.

1930'lu yıllara girildiğinde Hitler ve çevresinin Almanya'yı ele geçirmeye başladığını  sezen Brecht, 27 Şubat 1933 Alman Parlamentosu yangının hemen ertesi günü ülkesini terk eder. Bu değerli insan yaşamını Avusturya, Fransa, İsviçre, Danimarka, İsveç ve Finlandiya'da sürdürür. 1941'de yerleştiği Amerika Birleşik Devletleri'nde 1947'ye kalır. Brecht en önemli yapıtlarını 'sürgün'de gerçekleştirir. Savaş sonrası yaşamını yeni kurulan Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nde sürdürür. Bu süreçte ülkeyi yöneten Sosyalist Birlik Partisi'ne üye olmadığı için üst düzey yöneticiler, Brecht'i ilk yıllarda dışlar. Kurduğu "Berlin Tiyatro Topluluğu"nun sahnelediği oyunlar, daha çok gittiği yabancı ülkelerde başarıya koşar!

"Gerçeği Söylemenin Tehlikesi"

Bertolt Brecht'in şu sözü ilginçtir: "Başkalarını aydınlatmak dünyanın en eski 'meslekleri'nden biridir. Mesleğim beni avucunun içine aldı!" Zeki, etkileyici, yerine göre de tartışmaktan kaçınmayan biri olduğunu anekdotlarından oluşan "Gerçeği Söylemenin Tehlikesi" kitabında görüyoruz. Brecht'in tiyatro, bilim, basın, otomobiller, aristokrat komünistler üzerine gülümseten ve düşündüren görüşleri bu kitabındaki anekdotlarda yaşanıyor. Şiirlerden bir seçkinin toplandığı "Açların Ekmeği"nde Brecht'in şu sözleri ilginç: "Büyük ve ünlü şiirler kanımca insanlık için birer belgedir" der. Tiyatro yazarlığı ve rejisörlüğün yanı sıra şairliye de ağırlık vermesinin nedeni budur.

Kimi edebiyat tarihçisi Brecht'in François Villon, Arthur Rimbaud ve Frank Wedekind'den etkilendiğine inanır. O şiirlerini kalburüstü edebiyat çevrelerinin düzenlediği akşamlarda okumayı sevmezdi. Brecht burjuva karşıtıydı, şiirlerini ve şarkılarını gitarı eşliğinde küçük kent lokantalarında ve meyhanelerinde küçük insanlara sunmasını yeğlerdi.

Günümüzde şiirleri hâlâ okunuyor, yapıtları dünyanın değişik ülkelerinde sahneleniyor, üniversitelerde ders programında yer alıyor. "Sen dünyayı değiştireceksin", der Brecht. O, sömürüsüz, dürüst bir dünya için savaş verdi, derin bir toplumsal kaygıya sahip bir öncünün bilinciyle yazdı şiirlerini ve diğer yapıtlarını.

Dirençli, Kararlı Bir Brecht

En verimli olduğu 1926-1956 yılları arasında çoğu ünlü dostuna yollamış olduğu mektuplardan oluşan bir seçkiyi, "Dostlara Mektuplar" yapıtında görmek mümkün. Bu mektuplar Brecht'in görüşlerini, tiyatro çalışmalarını, yaşam koşullarını, iç dünyasını bize iletmekten öteye o yılları tanıtan çok önemli tarihi belgeler de. Yaşamı boyunca sayısız dostuna yazdığı yüzlerce mektuptan bir seçki olan bu kitapta kararlı bir Brecht var. Bertolt Brecht 1920'li yılların sonundan başlayarak her geçen gün kendini daha çok Marx'ın görüş ve öğretilerinin içinde bulur. Almanya'da nasyonal sosyalistlerin ayak seslerinin gittikçe daha çok duyulmaya başlanması, Brecht'i hızla Marx'ın öğretisine çeker.

O günlerde yazdığı tüm şiirlerde, makalelerde ve mektuplarda güçlü, dirençli bir Brecht vardır. O yaşam görevi kabul ettiği 'aydınlatıcılığı' hiç elden bırakmaz! Gerçeklere dayanan "Dinsizin Paltosu" öyküsünde 16. yüzyılda, Roma'da dinsiz olduğu için yakılmış olan Giordano Bruno'nun yaşamını anlatır. Brecht tüm öykülerinde insanın yaşamında söylediklerinin değil yaptıklarının önemli olduğunun üzerinde durur.

Faşizmle Savaş

Brecht'in yapıtlarındaki insanlar 'dünya ruhu'nun kuklalarıdır! Faşizmle savaşta etkili olacak tek silah onun gözünde Marksizm'dir! İnsanın değişken bir yapıya sahip oluşuna Brecht hayrandı. Kendisi de bu yapıda birisiydi. Böyle olmasaydı kısa yaşamında 48 tiyatro eserinin altına imzasını atabilir miydi?

Değişkenliği kadınlarla ilişkilerinde de görülür. Helene Weigel'le evliliğinin (1929 – 1956) yanı sıra Elisabeth Hauptmann, Ruth Berlau ve Margarete Steffin'le olan ilişkileri de ünlüdür!

Brecht uyanık, hep tetikte olan birisiydi, yaşam dolu bir kişiliği vardı. Çalışırken çevresindekilerinden yapabileceklerinden fazlasını isterdi. Yerine göre tartışmaktan kaçınmazdı, ancak o karşısındakine sevecen olmasını da bilen bir insandı. Brecht salt bir tiyatro adamı değildi, estetik kuramcısıydı, ahlakçı ve bir savaşçıydı. O, kendisine eylem alanı seçtiği sanatı ve sanatın gücünü bir bütün olarak kavramış, kuramın yalnızca bir tiyatro kuramı olmadığını, tüm sanat dallarını kapsadığını göstermişti; sinema, opera, şiir, roman, öykü, inceleme gibi alanlardaki üretkenliğini tiyatro ile birlikte sürdürmüştür.

"Rahatsız Edici Biriydi"

14 Ağustos 1956'da Doğu Berlin'de gözlerini bu dünyaya kapattığında 58 yaşındaydı. Ölümünden kısa süre önce yanına çağırdığı papaz ve yazar Karl Kleinschmidt'e şunları söyler: "Arkamdan yazın, Brecht rahatsız edici biriydi! Bu, ölümümden sonra da değişmeyecek!"

Sosyalist-devrimci tiyatro adamı haklı çıktı. Geçen yüzyıl Alman tiyatro ve şiirinin en önemli ismi kabul edilen, yapıtları ölümünden 66 yıl sonra da severek okunan Bertolt Brecht 48 tiyatro eseri, 2300 şiir ve 200 öyküyle arkasında uzun yıllar yitirilmeyecek izler bırakmıştır. Zamanın ruhuna karşı yapıtlarıyla küçük insanı her dönemde, her ülkede hep kendine bağlamasını bilmiştir.

Şu sözü ilginçtir: "Başkalarını aydınlatmak dünyanın en eski 'meslekleri'nden biridir. O beni avucunun içine aldı!"

14 Ağustos 2022

Hafta sonu evlilikleri

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 14 Ağustos 2022

Saat 13.26. Paris'ten gelen Le Train à grande vitesse (TGV) Karlsruhe istasyonuna on dakika geç girdi. Kapılar açıldı. Yolcular indi. Peronda bekleşenler çabuk çabuk bindi, kapılar hemen kapandı ve TGV saat 13.28'te yoluna devam etti.

Daha yerimize bile oturmamıştık. Paris'ten gelip Stuttgart'a giden hızlı tren Karlsruhe'de iki dakika durmuştu. Fransızlar’ın bu lüks treni, otomobille 7,5 saat süren iki kent arasını 3 saat 09 dakikada alıyor. İlk kez 2008'de gerçekleşen bu bağlantı sayesinde Stuttgart'tan Paris'e uçmaya gerek yok artık. Çünkü TGV de uçuyor! Hızı saatte 320 kilometreye varan bu trenle Seine kıyıları, Eyfel Kulesi artık Stuttgart’a çok yakın. TGV Paris ile Stuttgart arasında sadece iki kez duruyor. Fransa'da Strasbourg'da, sınırı geçince de Karlsruhe'de.

Gecikme 4 dakika

İki dakika sonra kent gözden kayboluyor. Hafif bir uğultu. TGV Stuttgart yönünde uçmaya devam ediyor. Yanımda oturan gençten adamın bavulu filan yok. Sadece bir sırt çantası. Heyecanlı gibi. Elindeki derginin sayfalarını okumadan şöyle bir karıştırıyor. Karşımızdaki ışıklı tabela, trenin saatte 235 km ile gittiğini gösteriyor. Genç huzursuz. Az sonra yanımıza gelen kondüktöre biletini gösterirken soruyor:

"Acaba Stuttgart'a zamanında varacak mıyız?" Biliyorum TGV'nin Stuttgart istasyonuna girişi saat 14.04'te. Genç adamın biletini kontrol eden memur, Fransız aksanıyla Almanca yanıt veriyor: "Sanırım gecikme 4 dakikaya düşecek. Varış saatimiz 14.08 olabilir."

Bu yanıt yanımdakini pek memnun etmemiş gibi. "Fakat benim 14.14’de kalkan Münih trenine aktarma yapmam gerekiyor..." Fransız, parmağının ucuyla kasketini şöyle bir geri itip: "Merak etmeyin, yetişirsiniz" diyor ve nazikçe gülümsüyor. "Münih treni 16. perondan kalkıyor, biraz koşmanız gerekebilir..." Ve benim uzattığım bileti de zımbalayıp yoluna devam ediyor.

"Eşim Evde Bekliyor..."

Adamın sözleri, yanımdaki yolcuyu pek rahatlatmışa benzemiyor. "Bu ne biçim iş!" diye kendi kendine homurdanıyor. Dayanamıyorum, ona dönüp konuşuyorum: "Bakarsınız Münih treni de rötarlıdır." Gençten adamın gözlerinde hüzün var. "Fakat ya tam zamanında kalkarsa", diye mırıldanıyor. "Kaçırmam hiç de iyi olmaz... Saat 14.14 trenine mutlaka yetişmeliyim."

Ben sormadan o anlatıyor. "Eşim evde bekliyor. Akşama tiyatroya gideceğiz. Bugün evliliğimizin birinci yıldönümü!" Münih'te yaşıyorlar. Fakat onun işi Karlsruhe'de. Pazartesiden cumaya. Hafta sonlarını ise Münih'te eşinin yanında geçiriyor. "Ne yapacaksınız, insan bu zamanda nerede iş bulursa, orada çalışmak zorunda", diyor.

Adam haklı. İşin azaldığı son yıllarda çoğu insan çalışmak uğruna evini terk edip başka kentlere gidiyor, aileler bölünüyor, babalar çocuklarını, eşlerini haftanın iki günü görüyor. Bunun yanı sıra ekmek parası için her gün köy ve kasabalardan yakındaki büyük kentlere akın eden on binlerce çalışan da var. Yedi-sekiz saatlik iş uğruna sabahın köründe yola çıkan bu insanlar akşamın karanlığında evlerine dönüyor. Ekonomik krizin son birkaç yıldır artmasıyla Almanya küçük bir iç göç yaşıyor şu sıralar.

"Günde iki kez telefonlaşıyoruz", diye devam ediyor gençten adam. Sonra birden gülümsüyor. "Üniversite yıllarından tanıdığım bir arkadaşım var. Evli. Münih'te ev aldılar, fakat arkadaşım Hannover'de, karısı da Viyana'da çalışıyor. Cuma akşamı uçağa atladıkları gibi Münih'teki evlerinde buluşuyorlar. Pazartesi sabahı da ilk uçakla yine ters yönlere gidiyorlar. Biri Viyana'ya, öteki de Hannover'e…"

Bakışları hız tabelasında. TGV saatte 255 yapıyor. "Demek ki, beterin beteri varmış", diyorum. "Siz yatıp kalkıp şükredin halinize!"

Adam sesini çıkarmıyor. Başını pencereye çeviriyor, bakışları ötelerde...