27 Nisan 2025

Kendini herkesten üstün görürdü!

Cumhuriyet, 27 Nisan 2025

SALZBURG
AHMET ARPAD


Megaloman kime denir? Kendini herkesten üstün gören ve hep ön plana çıkmak isteyen kişiye! Bu insanın temelinde çok güçlü ve bastırılmış bir aşağılık kompleksi vardır. İnsanlık tarihinin gelmiş gelmiş en büyük megalomanlarından biri de Adolf Hitler'di. Savaş sonrası "Führer"in bu hastalığı üzerine kafa yoran sayısız psikiyatrist onun iki ruhlu bir insan olduğu üzerinde birleşir. Çift kişilikli oluşu onu yakın çevresi için zaman zaman anlaşılmaz yapardı. Davranışları çoğu kez esrarengizdi. Gözlerini boyadığı insanları peşine takmasını başaran bu megalomanın başlattığı savaş sadece altı yıl içinde 60 milyon insanın yaşamını yitirmesine neden olmuştur! On iki yıllık yönetimi sırasında hep daha büyüğün peşinden koşan Hitler'in düşlerinden biri de, yüz binleri ve kendinden sonrakileri etkileyecek dev mimarlık eserleri yaratmaktı! Hitler'in dev yapılarına günümüzde Berlin'de, Nürnberg'de, Münih'te, Regensburg'da hâlâ rastlanıyor.

"Halkın Başbakanı"

Geçen sonbahardaki Salzburg ziyaretimizin ardından yakın Berchtesgaden'de yaşayan eski tanış bir aileye uğramadan Stuttgart'a dönmek olmazdı. Havanın soğuk, fakat güneşli olmasından yararlanarak onlarla birlikte Obersalzberg tepesine çıkmıştık. Almanya-Avusturya sınırında, iki bin metreye yaklaşan bu tepenin 1933'den bu yana kötü bir ünü var. Ülkede yönetimi ele alan Hitler kısa süre içinde Obersalzberg'deki tüm yapıları ele geçirir. Mülkünü satmak istemeyenleri "toplama kamplarına gönderirim" tehdidi ile inatlarından vazgeçirtir. Kendine "halkın başbakanı" dedirten Hitler Almanya'yı ve savaşı çoğu kez, bu tepeye oturttuğu dev merkezden yönetmiş, ülkelerarası politikacılarla, diplomatlarla görüşmelerini burada yapmıştır. Obersalzberg malikanesinin altına açtırttığı beş kilometrelik gizli tünellerin bazılarını bugün ziyaret etmek mümkün. Amerikalılar 25 Nisan 1945'de sadece bu dev yapıyı bombalamadılar, Nazi subaylarıyla muhafızların konakladığı tüm binaları da yok ettiler. Birkaç gün sonra Hitler, 29 Nisan 1945'de Berlin'de saklandığı yeraltı sığınağında Eva Braun ile evlendi. Ertesi gün de, bundan tam 80 yıl önce, 30 Nisan 1945'de, siyanür içerek yeni evliler intihar etti. Hitler'in vasiyeti üzerine cesetleri yakıldı.

"Führer", bir efsane

Adolf Hitler'in kişilik kültü, Nazi Almanyası'nın öne çıkan bir özelliğiydi. 1930'lu yılların aralıksız Nazi propagandasına göre "Führer" her zaman haklıydı, ülkesinin ekonomik sorunlarını çözmedeki başarısı hep ön plana çıkarılıyordu. Alman toplumu Hitler'in kişiliği, görüşleri ve hedefleri arkasında birleştirmek için bir araç olarak kullanıldı. Nazilerin gözünde o bir mesihti. Almanya'yı kurtarabilecek tek kişi oydu! Birinci Dünya Savaşı sonrasında acılar çeken insanlara "Führer kültü" aşılandı. Führer efsanesi", Hitler'in birçok Nazi Partisi üyesine mistik görünmesini sağladı. O halktan biriydi. İnsanüstü niteliklere sahipti. O "geleceğin lideri"ydi. Destekçilerinin gözünde Hitler "Almanya'yı özgürleştirmek için Tanrı'nın aracıydı". Hitler'in karizmatik ve büyüleyici konuşma yeteneği halkının ilgisini çekmesinde büyük rol oynadı. "Tek Adam" kısa sürede milyonların umudu oldu. Halefi seçtiği Hermann Göring'in gözünde o "Almanya'yı kurtarmak için Tanrı tarafından yollanmıştı!" Hitler her zaman haklıydı. 1930'lu yıllarda "lider ilkesi", Nazi Almanya'sındaki siyasi otoritenin ana temeliydi. Ona göre "Führer"'in sözü tüm yazılı yasaların üzerindeydi. 1930'lu yılların başında çoğu Alman ekonomide iyileşme, güvenlik ve refah arıyordu. Hitler bunların hepsini sunuyor gibiydi. Kısa sürede yaratılan mite göre Hitler artık Almanya'yı kurtarmış olan karizmatik bir liderdi. O yıllarda İspanya Franco, İtalya Mussolini ve Almanya Hitler'le dibe çökerken Türkiye Atatürk'le diriliyordu!

"Kartal Yuvası"

Az ötede, uçurumun bağrına sipsivri saplanan bir kayanın üzerinde ilginç bir yapı var. Hitler'in çayevi! Diktatör büyük salonunda veya terasında Eva'sıyla keyif çatıp çayını yudumlar, ötelerdeki Salzburg'u ve ufuktaki karlı dorukları seyrederken kafasından yeni 'kötülükler' geçiriyordu. Burası Alpler'de bir 'kartal yuvası'. İnanılmaz bir manzara ayaklarınızın altında. Dimdik yükselen yamaçlar silme çam ormanlarıyla kaplı, aşağılarda, kayaların derinliğinde Königsee'nin yemyeşil suları, üzerinde gemicikler, göle akan pırıl pırıl dereler. Stefan Zweig "Dünün Dünyası"nda (Çeviri: Burhan Arpad) Salzburg yıllarını anlatırken şöyle eder: "Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra o küçük kentin kasvetli manzarasını anımsayıp damından yağmur suları akan evimizde soğuktan titreştiğimizi düşündükçe, bu barış yıllarının değerini daha iyi kavrıyorum. Dünyaya ve insanlara inanmamıza izin vardı o günlerde. Fakat sonra hemen karşımızda, Berchtesgaden dağında oturan bir adamın (!) bütün bunları tuzla buz edebileceğini hiç düşünmemiştik..."

Çarpık yapılaşma ve deprem

Aydınlık Avrupa, 27 Nisan 2025

STUTTGART - Ahmet Arpad

Marmara Denizi'nde meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki deprem sonrası açıklama yapan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, "Deprem 13 saniye sürdü, 51 artçı sarsıntı kaydedildi. Can kaybı yok. 6 binin üzerinde ihbar geldi, büyük kısmı bilgi amaçlı" dedi. "Tebdbiri elden bırakmayalım." Prof. Dr. Naci Görür ve Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımda bu depremin beklenen İstanbul depremi olmadığını, ancak o depreme ilişkin enerji birikmesini tetiklediğini belirttiler.

Deprem milyonları etkileyebilir

İki binli yılların başlangıcında, Yalova depreminin ardından Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan deprem riski raporunda, İstanbul'da meydana gelebilecek büyük bir depremde 55 bin kişinin hayatını yitireceği açıklanmıştı. Aradan 25 yıl geçti, İstanbul depremi gittikçe yaklaştı, ayak sesleri hep duyuldu! 2021 yılında İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat, TBMM Deprem Araştırma Komisyonu'na şu bilgiyi vermişti: "İstanbul'da olası bir depremde 200 bin binanın orta ve ağır hasar almasının bekleniyor, bu da 3 milyon insanı etkileyebilir…" 7.5 büyüklüğündeki bir deprem senaryosuna göre 48 bin binanın ağır hasar almasının beklendiğini dile getiren Kahraman, içme suyu ve doğalgaz şebekelerinde de büyük hasarın kaçınılmaz olduğunu açıklamıştı.

Ranta dayalı zenginleşme

Son 60-70 yılda kentçilik her yanı denizlerle çevrili 3 bin yıllık metropolda sağlıksız bir büyüme göstermiştir. İstanbul tüm deprem tehlikesine karşın sürekli bir kaçak yapı cenneti olmuştur. Çarpık kentleşmenin en 'güzel' örneklerini burada görmek mümkündür. Adnan Menderes'le başlatılan 'ranta dayalı zenginleşme', toplumu ve ekonomiyi allak-bullak ederek Özal döneminin 'devlet destekli yağma'sında doruk noktasına ulaşmıştır. Yeditepe kentin yüzlerce tepesini ele geçirenler başlarını sokacak bir dam altı ile yetinmediler. Hazine arazileri üzerine kaçak yaptıkları gecekondularına oy karşılığı tapu aldılar. Böylece yasadışı eylemlerine devleti de ortak ettiler. Zamanla gecekondular apartmana çevrilirken, depremler kentinin taşı toprağı, kayan yamaçları betonla kaplandı.

"İstanbul'a hücum"

Anadolu'nun "İstanbul'a hücum"u, sömürü ve çıkarcılığı da beraberinde getirdi. 1950'li yıllarda başlatılan sağlıksız sınıf tırmanmasının önü hiç alınmadı. Yüzkarası bir kentçilik, kültür mirasını ve doğayı yok eden bir yapılaşma kaçınılmaz oldu. 1947'nin Yedikule tipi gecekonduları kısa sürede ortadan silindi. Son yirmi-otuz yılın gecekonduları(!) su havzalarına, orman kenarlarına kondurulan villalar, İstanbul'un sağına, soluna dikilen 'plazalar', 'cityler', 'centerler', 'residencelar'dır... Kimler başrolde?

Gökdelenlerin modern kentçilikte çağdaş bir adım olduğu yalanına İstanbulluları inandırmak isteyen para babaları, yetkililer, uzmanlar... Bu kentin birinci derece deprem bölgesinde yer aldığını bilen mimar ve mühendisler... Çarpık yapılaşmaya yine de göz yummaya devam eden kent planlamacıları, 'dinibütün' belediyeciler, 'referansı İslam' politikacılar...

İnşaat sektörü ve 'yağma Hasan'ın böreği'

1999 depreminin ardından bir sürü uzman ortaya çıkmıştı. Sayısız konferans vermişler, sempozyumlar yapmışlar, konuşmuşlar, tartışmışlardı. Konuları sınırsızdı: "İstanbul ve yakın civarı için sismik tehlike, bölgenin depremselliği, depremlere dayanıklı yapı tasarımı ve inşaatı, depremler sırasında olabilecek hasarların azaltılması için alınması gereken önlemler, depreme hazırlık, kamuoyunu bilgilendirmek, falan filan, fasa fiso..." Sonra ne oldu? Her zamanki gibi lafla peynir gemileri yürütüldü!

İstanbul'da 340 yılından bu yana büyüklükleri 8 ile 9 arasında değişen tam on üç büyük deprem yaşandı. Yıllar arkada kaldıkça depremler arası süre kısaldı. Yeterli derecede gerçekçi ve güvenli bir çözüm bulabilecek jeoloji, jeofizik ve inşaat mühendisleri, mimarlar, kent ve bölge planlama dallarında deprem konusunda uzmanlaşmış yürekli araştırmacıların ortak çalışması o kadar zor mu?

Dünya Bankası'na sunacakları kapsamlı ve inandırıcı bir deprem projesi hazırlamaları mümkün değil mi? İnşaat Mühendileri Odası geçenlerde açıkladı: "İstanbul'daki yapıların yarıya yakınının yapı kullanma izni yok!" Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum da altı ay önce: "İstanbul'da 5.9 milyon konutumuz var. Bunun 1,5 milyonu riskli, 300 bini acilen dönüşmesi gereken yapılar", dedi. İnşaat sektöründe daha fazla rant, depremlerde daha fazla ölüm demek!

Büyük yıkım olur

Oysa bu kent ve yakın çevresindeki nüfus yoğunluğu, yapı stoku, fabrika ve sanayi kuruluşlarının sayıları ve onların Türkiye ekonomisindeki payı düşünülürse, ortak bir deprem projesinin önemi ve ivediliği su götürmez bir gerçek. Bilmiyor mu sorumlular, İstanbul'da meydana gelecek 7'den büyük bir depremin Türkiye'nin dengelerini bozabileceğini? Elli beş bin insanın ölümünün, birkaç yüz milyar dolara varacak ekonomik kaybın bir daha altından kalkamaz bu ülke. Evler kalitesiz inşaat malzemelerinden yapılmış, ancak vatandaşlar hâlâ bu konutlarda yaşıyor. Ve depremi bekliyor, eli böğründe... Başta Almanya olmak üzere tüm endüstri ülkeleri Çernobil faciasının ardından nükleer güç santrallarını peşpeşe kapatıyor. Türkiye ise deprem bölgelerine nükleer güç santralları konduruyor! Yıllarca süren tüm karşı çıkmalar hiçbir işe yaramadı, Mersin-Akkuyu ve Sinop-İnceburun inşaatları sürüyor. Sinop'ta 650 bin ağaç kesildi. Üçüncü nükleer güç santralı da İstanbul'un kuzeybatısındaki deprem bölgesi İğneada'da yapılacak! 3155 hektarlık çok ender Longoz ormanları milli parkının yanıbaşına. Yörede 200'den fazla kuş türü yaşıyor!

Geçmişte: "Nükleer enerjiye karşı çıkanlar, radyasyon riski olduğu için acaba bilgisayar kullanmıyor mu, televizyon seyretmiyor mu? – Riski var mı, tabii var. Patlayabilir. Şimdi, riski var patlayabilir, diye biz tüpgaz kullanmayacak mıyız? – Bekârlık nükleer santraldan daha tehlikeli", diyen çok üstdüzey poltikacılarımız olmuştu!

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi deprem bölgesine, İstanbul'un su kaynaklarının ortasına, kuşların göç yoluna 13 milyon ağaç kesilerek dev bir havalimanı oturtuldu. Açılması düşlenen 45 kilometrelik "beton kanal" da deprem bölgesinin içinden geçiyor. Doymak bilmez bir açlıkla "Yağma Hasan'ın böreği"ne hücum edenler, İstanbul'umuzu bir güzel midelerine indirmeye devam ediyor.

Tutuklu bulunan İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu İstanbul'da gerçekleşen 6.2 büyüklüğünde deprem ve sonrasında meydana gelen artçı depremler sonrası sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı. İmamoğlu "Kanal İstanbul ve benzeri ihanet projelerinden İstanbul'u uzak tutarak devletimiz ve milletimiz için beka problemi olan İstanbul Depremine ve sonuçlarına hızlıca hazırlanmalıyız" dedi.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 17 Nisan 2021'de şöyle demişti: "İstanbul özelinde ciddi bir deprem hazırlığı içindeyiz."

13 Nisan 2025

Bulaşıkçılıktan patronluğa

Avrupa Aydınlık, 13 Nisan 2025

STUTTGART – AHMET ARPAD

Carl Laemmle 1884 yılında Laupheim'daki babaevini terk ettiğinde on yedi yaşındaydı. Ufak tefek, bakışları cin gibi delikanlı yürekliydi. Tek amacı okyanus ötesine gitmek, orada başarıya ulaşmaktı. Genç Carl doğup büyüdüğü kasabayı terk ederken tek başına değildi. Hamburg'da 1858 yapımı "Neckar" göçmenler gemisine binerken arkadaşı Leopold Hirschgeld de onunla beraberdi. İki delikanlının ortak arkadaşları İsidor Nathan Landauer de bir yıl önce Amerika'ya ayak basmıştı. Laupheim'lı 'üçlüyü' bir yıl sonra Samuel Moritz Einstein takip etmişti. Dördü de yeni kıtadaki ilk yıllarını lokantalarda bulaşık yıkamakla, ayak işlerine koşmakla geçirmişlerdi!

Beş kuruşsuz Amerika‘ya

Stuttgart'a bir saat uzaktaki Laupheim o yıllarda Hristiyanlarla Yahudilerin 1730'dan bu yana huzur içinde ortak yaşam sürdürdüğü bir kasabaydı. Yahudiler iş sektöründe ve politikadaki girişimleriyle Laupheim'ın toplum yaşamında hep önemli rol oynamıştı. Endüstrileşmenin ilk adımlarının atıldığı 20. yüzyıl başında yeni dünyada şanslarını arayan yüzbinlerden dördü olan Laupeim'lı, hırslı ve çalışkan delikanlılar ceplerinde beş kuruşsuz yerleştikleri Amerika'da değişik dallarda başarıya ulaşmasını başarmıştır.

Bir süre New York'ta her işi yapan Laemmle'nin ikinci durağı Şikago'dur. Ancak orada da çok kalmaz, Alman göçmenlerin çoğunlukta olduğu Oshkosh'a geçer ve bir tekstil fabrikasında iş bulur. Hırslı genç adam yenilikçi girişimleriyle birkaç yıl içinde fabrikanın müdürlüğüne yükselmeyi başarır. Carl Laemmle Amerika'da nasıl modern bir iş adamı olunacağını ve başarıda doruğa çıkabilmek için reklamın önemlini olduğunu çabuk kavrar. Aradan çok geçmeden de o güne dek kazandığı tüm servetini Şikago'da bir sinemaya yatırır, 1906'da bir film dağıtım şirketi kurar. 1908 yılına gelindiğinde bu şirket Amerika'nın en büyüğü olur. Carl Laemmle o yıllarda 50 sinema salonuna da sahiptir. Ufak tefek, kurnaz, cin gibi Laemmle 1910'da kurduğu Independent Motion Picture'la film yapımcılığında en büyük adımı atar. 1912 yılında bazı küçük filmcileri de şirketine katar, böylece Universal Motion Picture Manufacturing Company (bugünkü Universal Studios) ortaya çıkar!

Meraklı, gözüpek, hoşgörülü

Carl Laemmle Amerikalıların 'bulaşıkçılıktan milyonerliğe' düşünü gerçekleştirmiştir. Dev Universal Studios'un kuruluşu aynı zamanda Hollywood'un da başlangıcıdır. 'Dracula', 'Phantom the opera', 'The Mummy' ve 'Frankenstein' klasikleri onun başarısıdır. Laemmle sadece 'Tom Amcanın Kulübesi'ni yapmaz, yeni ünlenmeye başlayan savaş karşıtı Alman yazar Erich Maria Remaque'ın 1929 yılında yayınlanan ilk romanı 'Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok'u da (Türkçesi: Burhan Arpad) 1930 yılında beyazperdeye uyarlar. İki Oscar ödülü alan film o günlerde Almanya'da güç kazanmakta olan Nazileri öfkelendirir. Remarque'ın romanı ateşlerde yanarken Laupheim'lı ("Küstah Yahudi sinemacı") Laemmle'nin filmi Almanya'da yasaklanır.

Meraklı, maceracı, araştırmacı, ileri görüşlü, hoşgörülü, güçten ve sorumluluk yüklenmekten kaçınmayan biri olması Almanyalı bu Yahudi'nin başarıya ulaşmasının baş nedenleriydi. Zenginliğini başkalarıyla paylaşmayı da severdi. Birinci Dünya Savaşı'nda fakirleşen Laupheim'ın insanlarına çok destek vermişti. 1930'lı yılların başında Almanya'da nasyonal sosyalistlerin güçlenmeye başlaması üzerine ülkedeki tanışlarının dikkatini onları bekleyen büyük tehlikeye çeker, 1933'den sonra da Laupheim'lı üç yüz Yahudi'nin Amerika'ya kaçmasını doğrudan destekler.

Gözüpek ve başarılı Carl Laemmle'nin yaşamı ilginç bir filme konu olabilir!


6 Nisan 2025

Çöpümüz başımıza dert!

Cumhuriyet, 6 Nisan 2025

STUTTGART - Ahmet Arpad

Linda Behringer, Stuttgart'ın Möhringen semtinde yaşıyor. Elektronik mühendisi, robotik alanında uzman. Kırkına yaklaşmış. Mesleği gereği birkaç yılını Dubai'de geçirmiş. Haftanın belirli günleri bir elinde ucu kerpeteni andıran uzun bir alet, diğer elinde bir torba semtin sokaklarında dolaşıyor. Ve çöp topluyor!

Kaldırım kenarlarında, duvar diplerinde, çalılar arasında kâğıtlar, plastik bardaklar, teneke bira kutuları, gazete kâğıtları ve sigara izmaritleri. "Tek bir sigara izmaritinin tamamen çözünebilmesi yaklaşık 10 yıl sürüyor" diye homurdanır gibi konuşuyor. Dubai'den döndükten sonra doğup büyümüş olduğu kentin kirliliği dikkatini çekmiş. "Eskiden böyle değildi" diyor.

YILLIK 300 MİLYON TON!

Geçen ay yapılan resmi açıklamaya göre Stuttgart kent belediyesi 2024 yılında sokak ve caddelerden yaklaşık 3 bin 700 ton çöp toplamış, boşalttıkları çöp kutularından ise sadece 1600 ton çöp çıkmış! İnanırım. Siz Stuttgart'ın merkezini büyük bir etkinliğin ardından görün! Kentin göbeğindeki Schloss alanı, çevresindeki parklar, cadde ve sokaklarla gezi yolları binlerce insanın katılmış olduğu açık hava etkinliklerinin sabahında çöp dolu! Eğlenmişler ancak yanlarında getirdikleri şişeleri, tabakları, kâğıtları, torbaları oturdukları yere öylece bırakıp gitmişler! Hele havai fişekli bir yılbaşı gecesinin ardından on binlerden geri kalan çöp, kentin göbeğinde tepecikler oluşturuyor. Ancak diğer günlerde de kentin kalabalık köşeleri, her yana dağılmış "kullan-at" karton ve plastik bardaklar, kâğıt mendiller, dondurma kapları, burger ve pizza kutularıyla dolu.

Federal Çevre Bakanlığı'nın açıklamalarına göre, 2023 yılında kişi başına düşen ev çöpü 433 kilo. Yine aynı bakanlığa göre Almanya'da saat başı 320 bin kâğıt bardak kullanılıyor. Bir yıl içinde 2.8 milyar! Otobüs, tramvay duraklarında sigara izmaritleri arasında yürüyorsunuz. Düzinelerle çöpçünün sabah erkenden temizlediği alan ve caddeler akşama doğru yine eski haline dönüyor. Her yıl 300 milyon ton plastik. Kent kirliliği Berlin veya Frankfurt gibi büyük kentlerde daha da çok. Sadece kaldırımlar, sokak ve caddeler değil, herkesin kullandığı parklar ve yeşil alanlar da bir "çöp kutusu". İnsanlar yalnız kâğıt mendil ve karton bardak atsa yine de iyi; eski mobilyaları, otomobil lastiklerini kaldırıma veya ormanlara bırakanlar artık parmakla gösterilmiyor! Büyük kentlerde belediyeler bu sorumsuzluğun altından kalkamıyor.

AKDENİZ'E ATILAN PLASTİK

Federal Almanya Çevre Bakanı Svenja Schulze'nin 2021 yılındaki şu açıklamasını anımsıyorum: "İnsanlık her yıl 300 milyon ton plastik üretiyor. Lego taşlarından yoğurt kabına, bahçe iskemlelerinden balıkçı ağlarına, bisiklet tekerleklerinden tuvalet kapaklarına, otomobil yedek parçalarından cep telefonlarına..." Ona göre toplam çöp, kamyonlara yüklense konvoy yeryüzünü üç kez dolanır.

Doğal Hayatı Koruma Vakfı da birkaç yıl önce "Akdeniz Plastik Raporu"nda Akdeniz'e en çok plastik atığın Türkiye'den karıştığını açıklamıştı. Günde 144 ton ya da günde yaklaşık 6 kamyon plastik! Greenpeace Türkiye'nin derlediği verilere göre de Türkiye son beş yıldır Avrupa ülkelerinden plastik atık alan ülkeler arasında liderliği kimseye kaptırmıyor! Türkiye'yi plastik atık alan ülkelerin en üst sırasına taşıyan süreç, Ocak 2018'de Çin'in plastik atık ithalatını yasaklamasıyla başladı. Malezya, Tayland ve Vietnam gibi ülkeler de plastik atık ithalatına kısıtlamalar getirince, Türkiye'ye yönelen atık miktarı kontrolsüz şekilde arttı. Sadece 2023 yılında Avrupa Birliği ülkelerinden ve İngiltere'den 456.507 ton plastik atık Türkiye'ye gönderildi. Bu miktar günde 125 çöp kamyonu plastik atığa eşdeğer.

Linda Behringer'e sokak ve kaldırımlardaki çöpleri toplamaya daha ne kadar devam edeceği sorulduğunda: "Sanırım sonsuza dek" yanıtını veriyor. "Niçin yapıyorsun?" diye sorana da: "Öfkemden!" diyor. "Ben insanların ellerindeki çöpü yere atmalarına bir anlam veremiyorum. Kendimi iyi hissetmediğim günlerde çıkıp biraz dolaşınca, torbam yerin çöpüyle dolunca kendimi yeni doğmuş gibi hissediyorum, rahatlıyorum."