2 Eylül 2024

Burhan Arpad

Sincan İstasyonu Dergisi Eylül – Ekim 2024

İnandığı yolda ödün vermeden yürümüş bir hümanizm savaşçısı
Burhan Arpad

Ahmet Arpad

Beyoğlu'ndaki Melek Sineması'nda 1934 yılında gösterilen "Kadınlara İnanmam" adlı film babam Burhan Arpad'ın yaşamında çok önemli bir rol oynamıştır. Dönemin ünlü tenorlarından Viyanalı Richard Tauber'in başrolünü oynadığı filmi seyreden Burhan Arpad Almanca öğrenmeye karar verir. Hemen Alman Lisesi'ndeki kurslara yazılır. Bu çabasını aralıksız beş yıla yakın sürdürür. Aynı zamanda Tünel meydanındaki Aşkenaz Yahudisi İzidor Karon'un 1923'de açtığı Alman Kitabevi'nin sürekli müşterisi olur. Buradan aldığı Almanca dergi ve kitaplarla birkaç yıl içinde Almancasını ilerletir. Cibali Tütün Fabrikası'ndaki muhasebe memurluğu görevini bırakıp Tekel Genel Müdürlüğü'nün mutemeti olarak yaşamını sürdürür. Bu görevinin yanısıra 1936'da Vakit Gazetesi'nde gazeteciliğe ilk adımlarını atar.

1938 yılında evlenmesinin ardından o yıllarda Taksim'de yeni kurulan Talimhane'nin modern apartmanlarından birine taşınır. İlerde anlattığına göre buraya gelmesinin tek nedeni 'kentin sanat yaşamına yakın olmak isteği'dir. Beyoğlu sinemaları, tiyatro ve konser salonları, sanat galerileri, şık mağazaları ve o günlerin aydınlarının sık sık bir araya geldiği pastaneleriyle onu bekliyordur. Beyoğlu'ndaki Nisuaz Pastanesi, 1930-1950′ler arası edebiyatçıların uğrak yeriydi. Nisuaz'ın müdavimleri Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Kudret Aksal, Asaf Hâlet Çelebi, Abidin Dino, Arif Dino, Orhon Murat Arıburnu ve Sabahattin Ali gibi şairler, yazarlardı. Çaylarını yudumlarken birbirlerine yazdıklarını okuyan edebiyatçılar, pek çok derginin yayın toplantısını da Nisuaz'da yapardı. Hilmi Ziya'nın "İnsan" ve Burhan Arpad'ın "İnanç" dergilerinin temelleri burada atılmıştı.

Amacı hümanist görüşler yaymaktı

1940-1941 yıllarında Hulusi Dosdoğru'yla ortak yayımladığı ve sadece 20 sayı basan aylık 'İnanç' dergisi için anılarında şöyle der: "Bu dergiyi hümanist görüşleri yaymak amacıyla çıkarıyorduk…" Daha sonraki yıllarda 'Yurt ve Dünya', 'Adımlar', 'Yığın' dergilerine öyküler ve eleştiri türünde yazılar verir. 1943 yılı Burhan Arpad'ın çevirmenliğinin başladığı yıldır. Çeviri dünyasına ilk adımlarını Stefan Zweig'ın ‘Yıldızın Parladığı Anlar‘ ve Joseph Roth'un ‘Eyyub‘ yapıtlarını Türkçe'ye kazandırarak atar. Onları, öncelikle Remarque ve Zweig olmak üzere Alman dili edebiyatının sayısız ünlü yapıtı takip eder. "Sevdiğim, topluma yararlı olacağına inandığım kitapları çevirdim", diyen Burhan Arpad'ın, dilimize kazandırdığı kırka yakın roman ve öykü kitabının yazarlarının ortak yanı insancıl, antifaşist, antimilitarist ve barışsever olmalarıdır. 40 yıl boyunca aralıksız yaptığı çeviriler ona Almanya'dan, Bulgaristan'dan ve Avusturya'dan değerli ödüller ve madalyalar getirmiştir.

1940'lı yıllar Türkiye ve Türk düşünürü için önemli yıllardır. Sosyal gerçekçi akımın peşinden giden ve yürüdükleri yolda engellerle karşılaşan aydınlar arasında direnebilenler arkalarında, günümüzde de sevilerek okunan başarılı yapıtlar bırakmıştır. Bu çevrenin içine giren Burhan Arpad'ın o yıllardaki en önemli dostlarından biri sosyal gerçekçi akımın öncü yazarlarından kabul edilen Samim Kocagöz'dür. Aynı süreçte Sabahattin Ali ve Sait Faik Abasıyanık da yakın dostları arasındadır. Behice Boran, eşi Nevzat Hatko ve çevrelerindeki aydınlarla sık sık Taksim Talimhane'deki katında ve Küçüksu'nun yamaçlarındaki yazlığında buluşup görüşürler. İlerde bu dostlar çevresine, hapisten yeni çıkmış Ruhi Su da katılır. Dönemin aydın çevresi, kimi eleştirilere ve yaşadıkları sorunlara karşın birbirinden kopmaz, değerli dostluklar onlarca yıl sürer gider. İhsan Devrim ve Salâh Birsel'le 1943'de ortak kurdukları ABC Kitabevi 4 Aralık 1945'de Tan Gazetesi saldırısından nasibini alır, tahrip edilir.

Büyük kentin toplumsal olaylarını ele aldığı "Şehir – 9 Tablo" ve "Dolayısıyla" bu dönemde yazdığı ve defalarca baskı yapan önemli yapıtlarıdır. Oktay Akbal ilerde Vatan gazetesindeki köşesinde şunları yazar: "Arpad'ın insanlarını küçük serüvenler, küçük düşler besler. Geçinmek ve yaşamak başlıca kaygılarıdır." Burhan Arpad aynı süreçte Hasan Âli Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde başlattığı dünya klasikleri dizisine de çevirileriyle katılmıştır.

Festivallere davetler

Almancanın yanısıra Fransızca da bilen Arpad 1948 yılında gazeteci olarak ilk kez yurtdışına çıkar. Amacı davetli olduğu Salzburg Festivali'ne katılmaktır. Haftalar geçirdiği Salzburg'a ilerki yıllarda da sık sık uğrar. Burhan Arpad'ın İstanbul'dan sonra en çok sevdiği kent ise Viyana'dır. Bu Tuna kentini yaşamı boyunca sayısız kez ziyaret eder, bakanlıklarda dostlar edinir, Stefan Zweig Cemiyeti'nin onur üyesi olur, tiyatro, opera ve operetlerden çıkmaz.

1952'de Seda Simavi'nin Hürriyet'inden ayrılıp Ahmet Emin Yalman'ın Vatan Gazetesi'ne geçen Burhan Arpad, o yıllarda sürekli yaptığı Avrupa yolcuklarından izlenimlerini değişik kitaplarda toplar. Yaşamındaki en önemli olaylardan biri de 1952 yılında Lütfü Akad, Aydın Arakon, Orhan Arıburnu, Hüsamettin Bozok, Hıfzı Topuz ile birlikte kurduğu "Türk Film Dostları Derneği"dir. Bu yürekli insanların yaşama geçirdiği TFDD sinemamızın sorunları üzerine çalışmalar yapar, raporlar hazırlar ve 1953–1955 yılları arasında üç "Türk Film Festivali" düzenler.

Türk tiyatro tarihine ışık tutan yapıtlar

1950-1960 arası yılları Burhan Arpad için çok verimli geçer. Gazete yazılarının, sayısız yurtdışı yolculuklarının, tiyatro ve sinema eleştirilerinin, çevirilerin yanısıra Türk tiyatro tarihine ışık tutan yapıtlar da kaleme alır. 1920'li yıllardan başlayarak birebir içinde yaşamış olduğu İstanbul'un tiyatro yaşamını 'Operet – 8 Tablo', 'Oyun – 6 Tablo' ve 'Son Perde – Komik Naşit Beyin Hikayesi' adlı kitaplarında toplar. Bu yapıtlarında Arpad on yaşından başlayarak yakından tanıdığı Direklerarası'nı, Darülbedayi-i Osmani'yi, Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları Topluluğu'nu, Cemal Sahir Opereti'ni, Muhlis Sabahattin'i, Şehir Tiyatrosu'nu, İstanbul Opereti'ni, İstanbul Tiyatrosu'nu, Karaca Tiyatrosu'nu röportaj-öykü diyebileceğimiz bir anlatımla okurlara sunar. Uzun yıllar dostluklar kurduğu sanatçılar arasında Naşit, Hasan Efendi, Behzat Butak, Bedia Muvahhit, Vasfi Rıza Zobu, Raşit Rıza, Hazım Körmükçü, Rey kardeşler, Cahide Sonku, Toto Karaca, Ali Sururi, Muammer Karaca gibi Türk tiyatrosuna büyük emekler vermiş ünlü isimler 'Perde Arkası' (Doğan Kitap) yapıtında yer almaktadır.

1960'lı yıllar sadece Türkiye politikasına yenilikler getirmemiş, toplum yaşamı da 27 Mayıs'la başlayan değişimlerle büyük bir sınavdan geçmiştir. Burhan Arpad çalıştığı Vatan Gazetesi'nin 1961 yılında kapanmasıyla gazeteciliğe bir süre ara verir. Gelecek yıllardaki çalışmalarının odak noktasını yine Alman dili edebiyatından yaptığı çeviriler oluşturur. Burhan Arpad 1950'den başlayarak her yıl sürekli katıldığı Berlin Film Festivali'nde 1961 ve 1964 yıllarında jüri üyeliği de yapmıştı.

"Alnımdaki Bıçak Yarası"

Yaşamı boyunca toplumcu ve gerçekçi akımdan hiç şaşmayan Arpad'ın 1968'de kaleme aldığı, İstanbul'un kenar mahallerinde yaşayan küçük insanların sorunlar dolu dünyasını sanki aralarında yaşarmış gibi anlattığı "Alnımdaki Bıçak Yarası" adlı romanı bugüne dek güncelliğini hiç yitirmemiş, iki kez filme de çekilmiş, hep canlı kalmış bir yapıttır. "Taşı Toprağı Altın" adlı kitapta topladığı İstanbul öykülerinde büyük kentin küçük insanlarının yaşamını anlatırken, toplumcu gerçekçi akımdan yine sapmaz. Aynı başarıya 1979-1991 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesi'ndeki "Hesaplaşma" köşesinde de ulaşmıştır. Burhan Arpad yoğun yazın çalışmalarının yanında, bir ekolojist olarak, yaşamının tümünü geçirdiği İstanbul'un çevresel sorunlarını, Cumhuriyet'teki öykü tadındaki köşe yazılarında irdelemiştir.

Çok yönlüydü, ilkelerinden ödün vermedi, çıkarları uğruna hiç kimseye sokulmadı, her dönemde sadece kaleminin gücüyle ayakta kalmasını başardı. 1936 yılında Vakit gazetesinde başlayan basın emekçiliğinde olsun, tiyatro yazıları ve eleştirilerinde olsun, toplumcu ve gerçekçi öykülerinde olsun, doğru bildiği yolda ödün vermeden yürümüş bir hümanizm savaşçısıydı. Gazetecilik-yazarlık çizgisinde hep iyiye, estetiğe önem veren bir titizlik içinde kendini yönlendirmesi yapıtlarına evrensel bir nitelik kazandırmıştır…

Babamla gurur duyuyorum!

1 Eylül 2024

Sarayda süpürgeler

Aydınlk Avrupa, 1 Eylül 2024

Ahmet Arpad

Bundan çok yıllar önce Stuttgart'a yerleştiğimde ilk öğrendiğim ilginç şeylerden biri kira sözleşmesinde yazan "merdivenlerin ve kaldırımın temiz tutulmasından kiracı sorumludur" maddesiydi. Sırası gelen kiracı eline süpürgesini alıp ortak merdivenleri, binanın önündeki kaldırımı tüm hafta boyunca temiz tutmak zorunda. Yaz, kış demeden. Karlı buzlu günlerde sabahın köründe, gerekiyorsa kahvaltıdan önce, yayalar ayakları kayıp düşmeden, kaldırım tertemiz olmalı. Kiracı, eğer oturduğu binanın iç avlusu varsa, orasını da süpürüp temizlemek zorunda. Sözleşmesindeki sorumluluğunu bir süre yerine getirmedi mi ev sahibi onu evden atabiliyor. Çok daireli apartmanlarda bu görevi üstlenen, çoğunlukla yabancıların kurduğu 'temizlik şirketleri' var. Her şey Württemberg dükü Eberhard Ludwig'in 12 Ocak 1714 tarihli 'temizlik' genelgesiyle başlamış! Dükün amacı insanlarını düzene ve temizliğe alıştırmakmış. Fransa'nın Güney Almanya sınırındaki Elsas ve Lothringen bölgesi 1871 ile 1918 tarihleri arasında Alman topraklarına katılınca temizlik genelgesi yöre halkına da uygulanmak istenmiş. Fakat Alman yöneticiler bunu Fransızlara bir türlü kabul ettirememiş!

Ağaçların ardında, ötelerde, Tuna nehri geniş vadide ağır ağır süzülüyor. Tepede, sırtını kara çamların örttüğü yamaca dayamış barok Mochental sarayı yükseliyor. Yüzyıllar boyu Zwiefalten manastırındaki piskoposların dinlenceye gelmiş olduğu saray 1985'ten bu yana güzel bir kilisenin yanı sıra büyük sanat galerisiyle, Almanya'nın ilk süpürge müzesini de barındırıyor. Karlsruheligalerist Schrade sarayın büyük salonlarında sürekli düzenlediği sergilerde postmodernizminden günümüze, tablolardan heykellere, çok değişik sanat yapıtlarına yer veriyor. Saray kilisesi de caz konserlerine ve kitap okuma akşamlarına açık. Alt katın bütün salonlarını kaplayan süpürge müzesi görülmeye değer. Ewald Karl Schrade 1970'li yılların sonunda çok ilgisini çeken bir süpürgeyi satın alıp evine götürürken günün birinde müze kuracağını aklının köşesinden bile geçirmemiş.

Aradan geçen yıllarda dünyanın dört bir yanından dostları süpürge yollamış, kendi satın almış, böylece sayıları yüzleri geçmiş. Sağda süpürge, solda süpürge, duvarlarda süpürge, yerlerde süpürge. Ne de çok çeşidi varmış! Sapları kayın ağacından ve bambudan, hindistan cevizi ve hurma ağacı kabuğundan, fil kuyruğu ve samur derisinden, Kenya maymununun kuyruğundan... Süpürge otu yerine tavus kuşu ve deve kuşu tüyleri, kaz kanatları da kullanılmış. İçlerinde bazıları var, sapları gümüş kaplama. Onlara aşık olmamak elde değil. Temizlik insanoğluna her çağda gerekli. Firavunlar süpürgeye meraklıymış, Çin İmparatorluğu'nun insanları, Sezar'ın Roması da. Süpürge, yaşamımızda vazgeçemeyeceğimiz dostlarımızdan biri. Bir an için İstanbul'daki üniversite yıllarımda Laleli'de her gün önünden geçtiğim süpürgeciler çarşısı canlandı!

Dışarda güneşin son ışınları. Karaormanların doğası yavaş yavaş bambaşka renklere bürünüyor, yavaş yavaş kararıyor, uykuya hazırlanıyor. Sarayın büyük avlusunda iki tavus kuşu geziniyor. Kanatlarını açmışlar, rengârenk kuyruklarını kaldırmışlar. Sanki büyülenmişler.