gazeteDuvaR., 09.07.2019
Soner Sert
DUVAR – 60'lı yılların sonunda İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun olup, Almanya'ya yerleşen ve başta Heinrich Böll, Gerhard Hauptmann, Hermann Hesse, Stefan Zweig, Anna Seghers, Pablo Neruda, Johannes M. Simmel, Thomas Bernhard ve Harry Mulisch olmak üzere pek çok yazarın kitaplarını Türkçeye çeviren Ahmet Arpad, aynı zamanda serbest gazeteci ve fotoğraf sanatçısı olarak yaşamını sürdürüyor.
Almancanın ünlü yazarlarını Türkçeye kazandırdığı için 2012 yılında, Almanya Federal Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Goethe Enstitüsü, Robert Bosch Vakfı ve S. Fischer Vakfı tarafından ortaklaşa verilen Tarabya Çeviri Ödülü'ne layık görülen, 2016 yılında İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından Anna Seghers'in Transit adlı kitabını çevirmedeki başarısından dolayı Talât Sait Halman Çeviri Ödülü'nü kazanan Arpad ile çevirinin varoluşunu, biçimlenişini ve sorunlarını konuştuk.
Çeviri konusunda hemen herkesin bir fikri var. Siz, bir çevirmen olarak çeviriyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Çeviri aracılığı ile kültürler birbirine yaklaşır. Bu nedenle yabancı bir ülke yazarının yapıtını kendi ülkesinin insanlarına tanıtan çevirmen önemli bir görevi yerine getirir. O kültürler, ülkeler, toplumlar arasında bir "köprü"dür. Örneğin, çevirmenleri olmasaydı Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanabilir miydi?
Bir kültür aktarımı yolu olan çeviri, uyarlamaya ne derecede dâhil edilebilir? Kültür karşılıklarının bağlayıcı yönünü nasıl açıklarsınız?
Okurlar başka ülkelerin kültür ve insanlarını en güzel yabancı edebiyatlardan yapılan çevrilerden tanıyabilir. Karşılıklı kültür alışverişleri insanları birbirlerine yakınlaştırır, onları birleştirir, yerine göre de görüş ve düşün dünyalarını geliştirir, onlara yepyeni kapılar açar.
Editör-çevirmen ilişkisi nasıl yürüyor?
Uzun yıllardır çalıştığım değişik yayınevleriyle –birkaçı dışında – editör-çevirmen ilişkisi oldukça olumlu.
Sizin için bir metnin "çevrilebilir" olmasının gerekçesi nedir?
Bir yapıtın çevrilebilir olması yazarın anlatımının yanı sıra çevirmenin deneyimine de bağlıdır.
Ülke kurulduğu günden beri çevirmenin kontrol altında tutulmaya çalışılmasının, sıklıkla yargılanmasının sebebi ne sizce? Sistem, çevirmenden neden korkuyor?
Yönetenler kitaptan her zaman ürkmüştür. Buna her çağda ve her ülkede rastlanmıştır. Sorumluluğu tabii çevirmenden önce yayıncı üstlenir! Burada şunu da anımsatmak isterim: Hitler'in 1933'de başa geçer geçmez getirdiği en büyük 'değişimler'den biri 'ürktüğü' yazarların on binlerce kitabını alanlarda yaktırtmak olmuştur!
Geçmişe nazaran yayınevi sayısının artmasının çeviriye/çevirmene olan faydası ya da zararı nedir? Ek olarak, ekonomik dalgalanma çevirmeni ne oranda etkiliyor?
Ülkemizde değişik dönemlerde yaşanan tüm ekonomik sorunlara karşın yayınevi sayısının artması tabii ki çevirmenlerin çalışmalarını da olumlu etkilemiştir. Ancak yayınevlerinin yetenekli çevirmen bulmakta zorluk çektiğini de göz ardı etmemek gerekir.
Hukuki olarak bakıldığında çevirmenin en nesnel sorunları nelerdir? Hak ettiğiniz güvenceye kavuştuğunuzu düşünüyor musunuz?
Kanımca ülkemizde çevirmenler geçmişe göre daha güvenceli çalışmakta. Bunda örgütlenmiş olmalarının rolü de tabii ki büyük. Deneyimsiz kişilerce kurulan yayınevleri işleri kötüye gitmeye başlayınca ne yazık ki öncelikle çevirmene zorluk çıkarıyor.
"Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız keşke…" diyebileceğiniz bir metin var mı?
Arada sırada böyle düşünmüyor değilim!
Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/07/09/cevirmen-ahmed-arpad-yonetenler-kitaptan-her-zaman-urkmustur/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder