Oggito, 9 Mayıs 2018
Gökhan Güvener• "Son 15 yılda 30 yapıtını dilimize kazandırdığım Zweig, Roth, Segehrs ve Fallada'nın ortak yanlarının savaş karşıtı, toplumcu, insancıl ve barışsever olmaları! Ben bu görüşlerin, huzursuz girdiğimiz 21. yüzyılda her zamankinden çok daha önemli olduğu inancındayım!"
• Orta ve lise öğrenimini İstanbul'daki Alman ve Avusturya liselerinde, üniversite eğitimini ise İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamlayan Ahmet Arpad, 1968 yılından bu yana Almanya'da yaşıyor. Biz onu daha çok nitelikli Stefan Zweig çevirileriyle tanıyoruz, ancak dilimize kazandırdıkları arasında Heinrich Böll, Gerhard Hauptmann, Hermann Hesse, Anna Seghers, Joseph Roth, Hans Fallada, Pablo Neruda, Johannes Mario Simmel, Thomas Bernhard ve Harry Mulisch gibi önemli yazarların eserleri de var.
• Çevirmenliğin yanı sıra serbest gazetecilik yapıyor ve fotoğraf sanatçısı olarak açmış olduğu kırktan fazla sergi var. Ahmet Arpad Alman Dili Edebiyatı'nın ünlü yazarlarını Türkçeye kazandırdığı için 2012 yılında, Almanya Federal Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Goethe Enstitüsü, Robert Bosch Vakfı ve S. Fischer Vakfı tarafından ortaklaşa verilen Tarabya Çeviri Ödülü'ne layık görüldü. Ayrıca 2016 yılında Anna Seghers'in Transit adlı yapıtının çevirisi nedeniyle İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın Talât Sait Halman Çeviri Ödülü'nü kazandı.
Yapmış olduğu on sekizi bulan çeviriyle, Stefan Zweig'ın ülkemizde tanınıp sevilmesinde önemli rol oynayan çevirmen Ahmet Arpad ile hem ülkemiz okurundaki Zweig tutkusu hem de genel olarak çevirmenlikle ilgili bir söyleşi gerçekleştirdik.
Gökhan Güvener: Babanız Burhan Arpad önemli bir gazeteci ve çevirmendi. Babanızla ilişkiniz nasıldı, mesleğiniz konusunda yönlendirmeleri olur muydu?
Ahmet Arpad: Çeviriye başlamama babam neden olmuştur. İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde okuduğum yıllarda Hermann Hesse'nin Gençlik Bunalımları adlı romanının çevirisiyle bu 'görev'e başladım. Babam o yıllarda beni hep manen desteklemiş, hiçbir zaman yaptığım çevirileri okuyup da, Şunu şöyle yap, dememişti. Beni o konuda serbest bırakmıştır. Metni çevirmeden önce ya da çevirdikten sonra üzerinde konuşurduk, fakat hiçbir zaman yaptığım çeviriye karışmamıştı.
GG: Geçmişte, Orhan Pamuk'a Nobel Edebiyat Ödülü verildiğinde çevirmenine de ödül verilmesi gerektiğini söylemiştiniz. Çevirmenler, diller ve kültürler arasında köprüler oluşturma görevini üstlenmiş, uluslararası edebiyatın yazarlardan sonra en önemli aktörleri belki de. Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında çevirmenlerin ülkemizdeki konumlarında farklılıklar var mı? Yaşadıkları sorunlar nelerdir?
AA: Çevirmenler ülkeler arasında kültür köprüsü oluşturanların başında gelmelerine karşın Türkiye'de bu nedense çoğu zaman unutuluyor. Bazı yayıncılar yabancı edebiyata ağırlık verirken çevirmenler olmadan ayakta kalamayacakları gerçeğini önemsemiyorlar. Batı ülkelerinde yayıncı-çevirmen ilişkisi daha ciddiye alınıyor. Türkiye yayın dünyası ise bu sorunun çözümünde 30-40 yıl öncesiyle kıyasladığımızda büyük adımlar atmadı.
GG: Farklı edebiyat türlerinde ürünler veren, birbirlerinden önemli ayrımları olan yazarların eserlerini çevirdiniz. Bu konuda bir tercihiniz oluyor mu?
AA: Bu dediğiniz daha çok 1970-2000 yılları arasında gerçekleşti. Gençlik Bunalımları'yla başladığım çeviri yaşamımı Heinrich Böll'ün Palyaço romanıyla sürdürdüm. Ardından Gerhard Hauptmann, Mario Simmel, Pablo Neruda'nın anıları, Alfred Döblin, Siegfried Lenz, Thomas Benhard ve Harry Mulisch'in yapıtları geldi. 2000'li yıllara girdiğimizde ağırlığı Anna Seghers, Hans Fallada, Joseph Roth ve Stefan Zweig'a verdim. Böyle de devam ediyor. Bunun bence en önemli nedeni şu: Son 15 yılda 30 yapıtını dilimize kazandırdığım bu yazarların ortak yanlarının savaş karşıtı, toplumcu, insancıl ve barışsever olmaları! Ben bu görüşlerin, huzursuz girdiğimiz 21. yüzyılda her zamankinden çok daha önemli olduğu inancındayım!
Edebi bir eser çevirmek için genel kültür de gereklidir. Çevirmen çevirdiği dilin kültürünü, ülkesini tanımalıdır! Yazarla ve metinle böyle bir yakınlaşma olmazsa hiç çeviri yapmayın daha iyi.
GG: Bir önceki sorudan devam edersek, yazarların bu farklılıklarına rağmen her birinde sizin diliniz bir şekilde hissediliyor. Çeviride yazarın metnine bağlılığın ve çevirmenin kattığı üslubun sınırları nelerdir?
AA: Bir çevirmen hem özgürdür, hem de yazarın anlatımına bağlı kalmak zorundadır. Fakat metne ya da yazarın diline yüzde yüz bağlı kalmak da hatalı bir yaklaşım olur. Çevirmenin kendine göre bir özgürlüğü olması gerekir. Bu önemlidir, yazara yüzde yüz bağlı kalırsak o çeviri okunmaz. Bu nedenle, az da olsa bir 'çevirmen özgürlüğü' gereklidir.
GG: Çeviri yapan veya yapmak isteyen, bu konuya ilgi duyan insanlara önerileriniz nelerdir?
AA: Hem yapıtın yazılmış olduğu dili, hem de Türkçeyi çok iyi bilmeleri lazım. Tabii sadece yabancı dil bilmek, başarılı çevirmen olmak değildir. Edebi bir eser çevirmek için genel kültür de gereklidir. Çevirmen çevirdiği dilin kültürünü, ülkesini tanımalıdır! Yazarla ve metinle böyle bir yakınlaşma olmazsa hiç çeviri yapmayın daha iyi. Yaparsanız birkaç çeviri sonrasında kimse kitabınıza bakmaz, üzülürsünüz. İyi Almanca veya iyi İngilizce bilmek, iyi çevirmen olmak için yeterli değildir. Bu mesleğe atılan kişinin edebiyatçı/yazar yanının olması da yararınadır. Burada sayın Doğan Hızlan'ın şu görüşüne de yer vermek istiyorum: "Okura sunulan eserin olabildiğince hatasız olmasının tüm sorumluluğu yalnızca çevirmenin omuzlarına yüklenmemelidir… Olası hataları önlemek için yayınevleri çok sıkı bir editöryel kontrol oluşturmalıdır."
GG: Ülkemizde son yıllarda gittikçe artan bir Stefan Zweig tutkusu var. Yeni çeviriler yapılıyor, var olanlar yeniden basılıyor. Edebiyat dergilerine kapak konusu oluyor. Hatta çevrilen kitapların sayısında dilimiz Türkçe, İngilizce ve Fransızcayı da geçerek dünyada birinci sıraya yerleşmiş. Sizce bu sevginin nedenleri nelerdir?
AA: Zweig'ın anlatımı Türk okurunun doğasına yatkınlık gösteriyor. O bizden bir yazar gibi okunuyor… Yaşama ve insana olan iyimserliği hemen hemen her yapıtında görülüyor. Zweig hiçbir zaman ümitsiz değildir. Bence o yapıtlarını okuyanı yüreklendiren, ona yaşama sevinci veren bir umut yazarıdır. Zweig barışın ve iyiliğin hep üstün geleceğini düşünmüş, umut etmiş ve yaşamının son dakikasına kadar da bu amaçla yazmıştır. Eminim ülkemizde Zweg'ı okuyanlar daha çok hümanist, barışsever ve karşıt insanlar!
Son beş yılda yanılmıyorsam Stefan Zweig'ın yüzün üzerinde çevirisi çıktı. Tabii o bu kadar yazmadı, ancak adı sanı duyulmamış Türk yayıncılar bir kitabını yirmi kez yirmi değişik çevirtmene çevirtmekten kaçınmadılar. Böylesine bir 'buluş' dünyada hiçbir ülkede yaşanmadı!
GG: Stefan Zweig'ın kendisi de kitaplarının çevirileri konusunda çok hassastı ve bunların yüksek kalitede olmasına, eserin ruhunu tam olarak yansıtmasına önem verirdi. Ülkemizde Zweig kitaplarını çok kaliteli çevirilerle yayımlayan ciddi yayınevleri olduğu gibi, –özellikle telif haklarının kalktığı 2013 yılından sonra– çevirmenin adının dahi yazılı olmadığı örnekler de var. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?
AA: Son beş yılda yanılmıyorsam Stefan Zweig'ın yüzün üzerinde çevirisi çıktı. Tabii o bu kadar yazmadı, ancak adı sanı duyulmamış Türk yayıncılar bir kitabını yirmi kez yirmi değişik çevirtmene çevirtmekten kaçınmadılar. Böylesine bir 'buluş' dünyada hiçbir ülkede yaşanmadı! Bu yöntemi yeğlerken ünlü yazara saygısızlık yapıldığı gibi okurun da kafası karıştırılmıyor mu? Benim görüşüme göre böyle bir uygulamayla yapıt kesinlikle kalite yitiriyor. Çünkü Stefan Zweig'a özgü anlatımı, çoğu deneyimsiz altmışın üzerinde çevirmenin yakalaması olanak dışı. Okur hangisinin Zweig'ın anlatımı olduğunu nasıl ayırt edecek? Yayın programına aldığı 25 Zweig yapıtını 15 çevirmene çevirten büyük yayınevleri de var. Bunu niçin yaptıklarını anlamak mümkün değil!
GG: Son olarak okurlarımıza çeviri konusunda iletmek istediğiniz bir görüşünüz var mı?
AA: Çevirmenlik ömür boyu sürdürülmesi gereken bir uğraştır. Ülkemizin nitelikli yayınevleri de nitelikli edebiyatçıları, özellikle 20. yüzyıl yazarlarını Avrupa'dan ülkemize taşımak zorundadır! Batı kültürünün kapılarını Türk okuruna sonuna kadar açmak nitelikli yayıncıların sürekli yapması gereken çok önemli bir görevdir. İnsanlar aydın olmak için çok kültürlü yetişmelidir. Hele 21. yüzyılda aydınlar toplumlara her zamankinden daha çok gerekli! Değişik kültürler arasında 'köprü' oldukları bilinen nitelikli çevirmenlerin önemli rolü bu aşamada kesinlikle gözardı edilemez!
Kaynak: https://oggito.com/ahmet-arpad-cevirmenlik-omur-boyu-surdurulmesi-gereken-bir-ugrastir-05201861439
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder