Cumhuriyet 11.05.2008
AHMET ARPAD
ZÜRİH
ZÜRİH
Almanya-İsviçre sınırındaki Schaffhausen'de
oturuyor dostumuz. Eski bankerlerden, on yıl önce emekli oldu. Arada sırada
Zürih'e giderken şöyle bir uğruyor, kahvesini içip sohbet ediyoruz. Bizim
Stuttgart'ı iyi tanır. Ne de olsa 1990'lı yıllara kadar iş gereği sık sık
gelmişti. Türkiye'nin doğusunu da iyi bilir, birlikte kimi gezilere çıkmıştık.
Geçenlerde yine bir uğradık ona. Oturduk Ren Şelalesi manzaralı büyük terasına,
eşinin yaptığı kahveleri içip çene çaldık. Ancak bu kez hemen kalkamadık,
sohbetimiz uzadı. Geç kaldık Zürih yakınlarındaki randevumuza. Horgen'deki
tanışların akşam yemeğine zor yetiştik. Havadan sudan derken, futbola,
oradan Avrupa Şampiyonası'na ardından da politikaya geçtik. Yaşlı dost
bir an: "İsviçre'de çok Alman var" diye konuyu değiştirince, dikkat kesildim.
Son zamanlarda kulağıma bu konuyla ilgili kimi açıklamalar gelmişti. Bir
de onun ağzından dinleyeyim dedim. "Son on yılda İsviçre'de yaşayıp çalışan
Almanların sayısı ikiye katlandı, şu anda tam iki yüz bin Alman burada!"
Bir an şaşırmadım değil. Hemen bir
hesap: Yedi buçuk milyonluk İsviçre'de iki yüz bin Alman! Almanya'daki
Türklerin oranına eşit. Yüzde üç! Dostun anlattığına göre tabii bu ortak
yaşam pek sorunsuz değilmiş. "Daha ne kadar Alman gelecek?" diye homurdanmaya
başlamış bile sağ eğilimli İsviçreliler. Ancak uzmanlar, "İsviçre ekonomisine
katkıları büyük" diye itiraf ediyor. Sadece doktorlar, mimarlar, otel elemanları
yeğlemiyor güney komşuyu. Kilise adamından medya mensubuna hemen hemen
her meslek dalında Alman "işçiler" var İsviçre'de. Özellikle 2006-2007
yıllarında patlama yapmış güneye göç. Bu iki yüz bin sürekli İsviçre'de
yaşayan Almanın yanı sıra günübirlik sınırı geçip burada çalışan ve akşama
yine evine dönen on binlerce Almanı da unutmamak gerek. Sohbet uzuyor,
fakat daha bir saatlik yolumuz var, Horgen yamaçlarındaki dostlar yemeğe
bekliyor. Veda edip gaza basıyoruz.
Peynir fondülü akşam yemeğinden sonra
büyük terastaki hasır koltuklara kurulup şarabımızı yudumlarken, dostlara
niçin geç kaldığımızı anlatıyorum. Konuya onlar da meraklı. Laf lafı açıyor.
"Üst sokaktaki eve bundan altı ay kadar önce bir Alman aile taşındı" diyor
tanışın eşi gülümseyerek. "Ne var bunda" diye soruyorum. "Bunda bir şey
yok da... Henüz tek bir komşuyla konuşmadılar..." oluyor kadının yanıtı.
"Konuşmadılarsa ne olmuş?" diyorum. Gülümseme sırası şimdi bende. "Bizim
de Stuttgart'ta, otuz yılda en çok otuz kez selamlaşıp konuştuğumuz çok
Alman komşumuz var".
Günlük yaşamlarında "adalar" oluşturmak
Almanların özelliğidir. Kocası söze karışıyor: "Fakat buradaki Almanlar
çalışkan, disiplinli, verilen işi de zamanında bitiriyorlar". "Onların
işi gücü çalışmak, biraz da dostluklar kursalar ya! Kahveler nasıl olsun?"
Kadın mutfağa gidiyor. Sanırım iki toplum arasında pek fark yok. İsviçre'ye
para kazanmaya gelen Almanlar da İsviçrelilerin onlara davranışından pek
memnun değil. Bence birbirlerine çok benzedikleri için çekememezlik karşılıklı.
Her iki toplumun insanı da biz Türklere göre "bencil" sayılır. Onlarda
önce iş ve para geliyor, gerçek dostluk ve yaşam coşkusu ise sonlarda...
Akşamın bu saatinde nasıl da Beylerbeyi tepelerinden görünen Boğaziçi'ni
andırıyor ışıl ışıl Zürih Gölü.
www.ahmet-arpad.de
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder