28 Ekim 2024

'Kara tren gelmez m'ola...'

13 Ekim 2024

Ahmet Arpad

...düdüğünü çalmaz m'ola / Gurbet ele yar yolladım, mektubumu almaz m'ola.


Biri ötekinden şişman. Adam açık pencereden dışarıya bakıyor. Yanımızdan ağır ağır geçen doğayı seyrediyor. Dudaklarında sürekli bir gülümseme. Çok mutlu gibi. Evler, yemyeşil yamaçlar ve otlayan ineklerle koyunlar. Bir şeyler söyleyip gülüyor. Karşısında oturan kadın ise doğa ile pek ilgilenmiyor. Elindeki boyalı gazozu yudumluyor, arada sırada adama yanıt veriyor. İki şişman dört kişilik yere zor sığmış.

Hava ılık. Artık güz geldi. Pencerelerden giren esinti ferahlatıyor. Bir sıra ötede yaşlı bir karı koca oturuyor. Kadın yetmişinde, adam seksenine merdiven dayamış. İkisi de uzunca boylu, şık ve az da cakalı. Tatile gelmiş Hamburglular olabilirler. Daha çok adam konuşuyor. Çocukluğunda, bombalanacak diye trene binmekten korktuğunu anlatıyor. Kadın suskun, dışarısını seyrediyor. Bizim kompartımanda başkası yok. Yandaki ise dolu. Orta yaşlı insanlar, el kol hareketleri ile heyecanlı bir şeyler anlatıyorlar birbirlerine. Ne dedikleri duyulmuyor. Dolu kompartıman sessiz. Çünkü o "konuşanlar" dilsiz...

ÖKÜZLER TRENE ŞÖYLE BİR BAKIYOR

Kara tren oflaya puflaya tırmanıyor tepeye, giderek yavaşlıyor. Zorlanıyor. Bacasından kara dumanlar çıkıyor, ardından beyaz. Masmavi gökyüzü renkleniyor. Fotoğraf çekenler pencerelerden sarkıyor bellerine kadar. Makinist düdüğe asılıyor. Kara trenin çığlığı yamaçlara, ötelerdeki ovalara uzanıyor. Öküzler trene şöyle bir bakıyor, kimisi ürküp kaçıyor... Az sonra Maselheim istasyonuna giriyoruz. Birkaç dakika mola. İnen yok, gençten birkaç kişi biniyor. Makinist ile yardımcısı aşağı atlayıp lokomotifin çevresinde şöyle bir dönüyorlar. Warthausen'den buraya 50 dakikada gelmiş, 300 metreden 600 metreye çıkmıştık. Dokuz vagonlu tren şimdi inişe geçiyor. Son istasyon tarihi manastırıyla ünlü Ochsenhausen. Seksen yıllık 99 716 numaralı lokomotif 400 beygir gücünde, 42 ton ağırlığında. Raylar dar, sadece 75 santim, en yüksek hız saatte 20 kilometre!

1899'da Kral II. Wilhelm döneminde Warthausen ile Ochenhausen arasında inşa edilen demiryolunda kara tren 1964'e kadar köylüleri, işçileri, öğrencileri bıkıp usanmadan taşıyıp durmuş. "Öchsle" yirmi yıldır bir "müze tren". Geçen pazar bu yılın son seferlerini yaptı.

Buharlı tren seven gönüllülerin 1983'te kurduğu dernek (www.oechsle-bahn.de ) o günden bugüne sürekli çok başarılı çalışıyor.


27 Ekim 2024

Din Kardeşleri Cemaati

Aydınlık Avrupa, 27 Ekim 2024 

Ahmet Arpad

Güz geldi. Günlerden pazar, Stuttgart yakınlarındaki Korntal'da yaşayan tanışlarımızın bahçesinde öğle yemeğine davetliyiz. Hanımlar tarihi kestanenin altına büyük masayı kurarlarken ben biraz gezinmek istiyorum. Az ötede Korntal'ın güzel, bakımlı bir mezarlığı var. Hermann Hesse'Hindisnin babasıyla kız kardeşleri burada yatıyor. Mezar taşları tekdüze. Alçak, gri ya da kara taştan. Hepsi de eğik, arkaya doğru. Üzerlerindeki yazılar gökyüzüne bakıyor. Saat on bire geliyor. Sokaklar bomboş. Uzun yıllar Korntal lisesinin müdürlüğünü yapmış tanış ilginç şeyler anlatıyor: "Burada yaşayanların çoğu Din Kardeşleri cemaati üyesidir", diyor. "Bu cemaati 1819 yılında Protestan kilisesinden ayrılan Gottlieb Hoffmann kurmuş. Kendisine inanan 70 aileyle Korntal'da 300 hektar araziyi satın alıp yerleşmişler." Giderek güçlenen bu cemaatin üyeleri İsa'nın ve onun dininin buyruklarına uygun yaşayan Piyetistler. Kimi dinbilimcilerine göre Katolikler için Roma neyse, Piyetistler için de Korntal o. Ancak son on yıldır cemaat çok zor durumda.

BİNLERCE ÇOCUĞUN KÖLE YAŞAMI

2013 yılında bir rastlantı sonucu ortaya çıkmıştı, 1950 ile 1980 yılları arasında cemaatin okullarına devam eden binlerce çocuk köle yaşamı sürmüş, yüzlercesi cinsel tacize uğramış ve bugüne dek de hiç kimse ağzını açmamış, bilenler hep susmuş. Bundan yaklaşık on yıl önce onlardan yüz ellisi ağızlarını açtı, olup bitenleri anlattı. Sorumlular utanılacak bu olayları ilk günlerde yine samanaltı etmeye çalıştılar, fakat sonra çeşitli çevrelerden baskılar gelince, ardından da 408 sayfalık bir uzmanlar araştırması yayınlanınca geçmişteki çoğu şeyi kabullendiler, henüz hayatta olan ‘kurbanlar'dan özür dilediler, tazminat ödeyeceklerine söz verdiler. Aradan geçen yıllara karşın dosya henüz kapanmadı. Sanki her şey sürüncemede. Geçen ay Almanya'da gösterime giren "Korntal'ın Çocukları" adlı bir film cemaatin yurdunda yaşamış çocukların acılarla dolu yaşamını anlatıyor. O günlerin çocukları günümüzün yaşlıları! 1950 ile 1980 arasında orada eziyet çekmişler. Hristiyan bir ortamda olup bitmiş her şey. Çok başarılı araştırılmış film bir belge niteliğinde. Bakalım Korntal cemaatinin suskunluğu artık sona erecek mi?

ONLAR GÖZE BATMAYAN İNSANLAR

Az sonra büyük bir alana çıkıyoruz. Eski ve heybetli iki yapı hemen dikkati çekiyor. Tanışın söylediğine göre sağdakinde dinsel törenler, soldakinde toplantılar yapılıyor. İçeri giriyoruz. Her yer bir tuhaf. Mobilyalar, duvarlardaki resimler, perdeler, dolaşan insanların giyimleri... Zaman burada sanki 50 yıl önce durmuş. Her şey konserve olmuş. Tanış az sonra içimin sıkıldığını fark ediyor. "Haydi çıkalım", diyor. Dışarıda rahat bir nefes alıyorum. Bu arada büyük ayin salonunun kapıları açılıyor. İnsanlar akın akın çıkıyor. Suskunlar, dudaklarında mutlu bir gülümseme var. Görünümleri tekdüze. Giyimleri pastel renklerde, pahalı değil.

Dinsel törenden çıkanlar, öğle yemeğinden önce büyük alanda gruplar oluşturup aralarında sohbete dalıyorlar. Tanış sabırla anlatmaya devam ediyor: "Her önüne gelen Hristiyanı aralarına almıyorlar. Zihniyet değişimi geçirmiş, kutsal ruhun değiştirdiği, yeniden doğuşu yaşamış, yepyeni insan olmuşlar cemaate üye kabul ediliyor."

Günlük yaşamlarını İsa'nın buyruklarına göre düzenliyorlar. Onlar sokakta göze batmayan, silik görünümlü insanlar. Kadının sözü pek geçmiyor. Toplumda etki alanları geniş, çünkü çoğu işveren, avukat, doktor, mimar. Tümü de varlıklı. Cemaatin mal mülküne herkes ortak. Çevredeki büyük araziler onların. Aileler çok çocuklu. Cemaat her zaman olduğu gibi bugün de çocuklar ve gençlere yönelik projelere ağırlık veriyor. İnternet siteleri etkinliklerle dolu. "Altın Gençlik" Din Kardeşleri cemaati için çok önemli.

Hindistan'da uzun yıllar misyonerlik yapmış olan baba Hesse'nin yattığı mezarlık cemaatin. Ölüler beyaz tabutlarda gömülüyor. "Kurucuları Hoffmann'ın oğlu Christoph'un 19. yüzyılın ortalarında Templer kolonisini kurduğu İsrail'le araları hep iyi" diye anlatıyor tanış. "Başka ülkelerde de şubeleri var. Kuzey İtalya'da, Kanada'da, Afganistan'da, Kamerun'da, Güney Almanya'da..." Sayısız misyonerlik kuruluşu ile ortak çalışıyorlar. Bunlardan biri de yıllarca önce İstanbul'a din kitapları sergileyen gemiyi yollayan, Türkiye'de misyonerlik çalışmaları yaptığı bilinen Operation Mobilisation! İnternet sitelerinde 2023 depremine de büyük yer ayırmışlar. O günlerde Türkiye'ye gelmişler. "Depremde büyük yaralar alan insanlar İsa'ya inananların aracılığı ile O‘nun sevgisine eriştiler!" diye yazıyor sitelerinde.

Korntal'deki Din Kardeşleri cemaatinde 1950-1980 arası yaşanan ve filme konu olan çirkin olaylar hukuksal açıdan zaman aşımına uğramış! Ancak böyle bir dosya hiçbir zaman kapanmayacaktır! Dava açmak isteyenlere 5 bin Avro ile 20 bin avro arası değişik ödemeler yapılmış!

Artık eve dönmeli. Tarihi kestanenin altında öğle yemeği bizi bekliyor.

13 Ekim 2024

İnek pazarının güzelleri...

Cumhuriyet, 13.10.2024 

Zürih, Ahmet Arpad

Zürih Gölü'nün yamaçlarında, Schindeleggi'de geleneksel inek pazarı var. Bugün 2024 güzeli (!) seçilecek. Görücüye çıkmış inekler bir ila altı yaş arasında. Yarışmaya 300 kadar sağmal inek gelmiş. Bir dizi sığır da var.

İnekler sürü sürü. Yüzlerce. Tümü de aynı renk. Kahverenginin değişik tonlarında. Yaş gruplarına ayrılmışlar, yan yana, sıra sıra öyle duruyorlar. Çoğu sakin, arada sırada biri canı sıkkın esniyor, bir başkası sesini yükseltiyor. Heyecanlı insanlar, inekler arasında acele acele koşuşturuyor. Yanında durdukları ineğin sağına soluna bakıyorlar, şöyle bir okşuyorlar başını, boynunu, göbeğini. Dokunuyorlar memelerine. Süt dolu memeler çok önemli.

Zürih Gölü'nün yamaçlarında, Schindeleggi'de geleneksel inek pazarı var. Bugün 2024 güzeli (!) seçilecek. Görücüye çıkmış inekler bir ila altı yaş arasında. Yarışmaya 300 kadar sağmal inek gelmiş. Bir dizi sığır da var. Onlar damızlık, sadece öyle gelmişler, gösteriş için. Az ötede, yamacın üstünde kocaman beyaz çadırda köylüler kafayı bulmuş. Dışarıda inekler güzellik yarışması heyecanı yaşarken sahipleri müzik eşliğinde bira kadehlerini ardı ardına tokuşturup boşaltıyor.

İNSANI COŞTURAN OPERETLER

Aynı günün akşamı, Hombrechtikon'daki tiyatroda da insanların keyfi yerinde. Onlar "Yarasa" operetiyle (Johann Strauss II) coşuyor. Sahneden sıçrayan kıvılcım herkesi çoktan tutuşturmuş. Seyircilerle sanatçılar bütünleşmiş. Melodiler, şarkılar salondan dışarı taşıyor. Şarap, kadın ve şarkı! Strauss'un çeşitli operetlerinde kullandığı bütün dans türleri bu operette de var. Vals, polka, mazurka, kadril danslarıyla izleyici keyiflenip iyice coşuyor. Rengârenk kostümler, dans eden neşeli insanlar, kahkahalar... Hombrechtikon'daki bu salonda daha önceki yıllarda "Şen Dul" (Franz Lehar) ve "Çingene Baron" (Johann Strauss) operetleriyle de keyiflenmiştik. Az sonra perde sonsuz alkışlarla iniyor. Kimse eve gitmek istemiyor, şarkılar, danslar sürüp gitsin istiyor!

HER ŞEY SANKİ BİR FİLM


Az sonra Rapperswil'deki kıyı lokantasında şaraplarımızı yudumlarken o gün yaşadıklarımız bir film gibi gözümüzün önünden geçiyor. Öğleden önce tanışlarla inek pazarında biraz gezinmiş, ardından Horgen'den Rapperswil'e güzel gemi turu yapmış, erken akşam yemeğinin ardından "Yarasa"nın şarkılarıyla, melodileriyle düşlere dalmıştık. Şimdi uzun gün sona ererken keyfimiz yerinde. Serin göl havalı rahat bir gece uykusu ne güzel olacak. Pencerelerden ötelerde ışıl ışıl Zürih kenti. Şirin Küsnacht. Tina Turner'ın yaşamının son 26 yılını geçirdiği sevgili küçük kasabası. Yüksek sosyetenin, para baronlarının Alp Dağları manzaralı villaları, yalıları...

29 Eylül 2024

Kabakların en büyüğü

Aydınlık Avrupa, 29 Eylül 2024

Ahmet Arpad

Stuttgart'a 15 dakika uzaklıktaki Ludwigsburg Sarayı 18. yüzyıldan kalma 452 odalı barok bir yapı. Her yıl yüz binlerce turistin ziyaret ettiği Ludwigsburg porselen yapımıyla da ünlü. Rengârenk çiçeklerle dolu kocaman saray parkının bir köşesinde geçen ay ilginç bir sergi açıldı. İsviçre'nin Seegräben kasabasında çok değişik kabaklar yetiştiren Martin ve Bea Jucker kardeşler 1997 yılında çiftliklerinde açtıkları kabak sergisini 2000 yılında büyütüp Ludwigsburg'a taşımışlardı. Sarayın koskocaman parkında o günden bugüne her sonbaharda binlerce kabak sergileniyor. Bu yıl da irili ufaklı, şişman zayıf, uzun kısa, rengârenk 450 çeşit yaklaşık 500 bin kabak parkı silme kaplıyor!

"En büyük kabaklar bizde"

Türkiye'de kabak dendi mi, insanın aklına kabak dolması gelir, tatlısı gelir. Hepsi o kadar mı? Yemek kitaplarına bir göz atın, bakın kabakla daha neler neler yapılıyormuş. Kabağın zeytinyağlısı var, bayıldısı var, bastısını da unutmamak gerek. Sakızkabağından musakka yapıyorlar. Kabak reçeli için balkabağı yeğleniyor, üzeri cevizli, kaymaklı tatlısı için de. En lezizi için Üsküdar'daki Kanaat Lokantası'nda. Öneririm.

Bahri Özdeniz 1943'te yazdığı "500 Yemek ve Tatlı Reçeteleri" kitabında balkabağından hoşaf da yapıldığını anlatıyor. Tatlısı için Çerkes kabağı ya da Helvacı kabağının da tercih edilebileceğini belirtiyor. "Sakızkabağından dolma hafif ve naneli olmak itibarıyla midevidir", diyor Özdeniz. "Matlup miktarda biraz yağlı cihetinden koyun eti makineden ince çekilmelidir."

Kabağın çekirdeği de var. Televizyonun henüz Türkiye'ye girmediği yıllarda ılık yaz akşamları açık hava sinemasına giden dar gelirli ailelerin vazgeçilmez eğlenceliği kabak çekirdeği idi. Sudan ucuzdu. Günümüzde ise yanına yaklaşılmıyor. Olmuş zengin eğlenceliği dar gelirlinin kabak çekirdeği! Mutfaklarında kabağa bizim kadar yer vermeyen Almanlar ve İsviçreliler ise pek tadı-tuzu olmayan Orta Avrupa kabakları ile son yıllarda yepyeni, fantezi yemekler yapmaya başladılar. "En büyük kabaklar bizim sergidekiler", diyor Jucker. Birkaç yıl önce 8 bin kabaktan oluşan 15 metrelik dünyanın en yüksek kabak kulesi de Guinness rekorlar kitabına girmişti.

"Kabak çiçeği gibi açtı"

Biz günlük yaşamımızda da "kabak" kelimesini çok sık kullanırız. Çok kişinin yol açtığı bir olayda sadece bir kişi zarar gördü mü: "Kabak onun başına patladı", deriz. Aniden değişen utangaç biri için "Kabak çiçeği gibi açtı", derler. Daha ellisine gelmeden saçları dökülenin kafası "kabak gibi" olur. Olgunlaşmamış, görgüsüz "kabak"ın davranışına "kabaklık" deriz. Esrar içen "kabak" denen nargileyi kullanırken "kabak çeker". Otomobil kazalarına sık sık "kabak" lastikler yol açar. Yönetenler kimi zaman "kabak kafalı" çıkar, yenilik getirmedikleri için de halkı usandırır, "kabak tadı verirler".

Ludwigsburg Saray Bahçesi'ndeki kabak sergisi bu yıl yirmi beşinci kez düzenleniyor ve yine on binlerin ziyaretini bekliyor. Kapıları 3 Kasım'a kadar açık. Serginin sonunda en büyük kabak tartılacak. 2022'de İtalya'dan gelen çiftçi Stefano'nun kabağı 1226 kiloydu. Geçen yıl 1052 kiloyla Bavyeralı bir çiftçinin kabağı kupayı kazanmıştı! İyice ‘şişmandı'! Çevresi de tam 5,72 metreydi...

22 Eylül 2024

O bir süs köpeği

Cumhuriyet, 22 Eylül 2024

MÜNİH – AHMET ARPAD

O küçücük, çok tüylü, yuvarlak başlı, kısa burunlu. O bir süs köpeği. Bir fino! Tahta sıraya uzanmış, başını dini şarkılar kitaplarına dayamış bir güzel uyukluyor. Papaz efendinin duaları, insanların ona eşlik etmesi, hep bir ağızdan söylenen şarkılar hiç umurunda değil. Kilisenin dini resimlerle süslü yüksek duvarlarında orgun sesi yankılanıyor. Tütsünün geniz yakan dumanı kubbelere yükseliyor. Tanrı'nın oğlu tepeden olup bitenleri izliyor, küçük kanatlı tombul melekler kar beyazı bulutlar arasında uçuşuyor. Altın şamdanlardan yayılan mum ışığı papaz efendinin mutlu yüzünde yansıyor. Kiliseyi ağzına kadar dolduran her yaştan insan onunla İsa'sına erişiyor...

Tüylerine ak düşmüş fino köpeği bütün bu olup bitenleri umursamıyor! O, düşlere dalmış. Yanında oturan yaşlı mı yaşlı, kara giysili kadın finosunu okşarken bize gülümsüyor. Az sonra dualar, şarkılar sona eriyor. Beyazlara bürünmüş papaz efendi yumuşak, hafif ağlamaklı, hüzünlü bir sesle İsa'dan, Meryem'den söz ediyor. İnsanlar huşu içinde papaz efendiyi dinliyor. Yaşlı köpek uyuklamasını sürdürüyor...

Başlar eğik, boyunlar bükük. Çoğu güney Bavyera'nın yöresel giysileri içinde, bayramlıklarını giymiş kadınlar, erkekler. Yaşlılar, gençler, çocuklar. Korodan son ilahiler yükseliyor. Papaz efendi hafifçe eğilip cemaati selamlıyor ve küçük bir kapının ardında gözden kayboluyor. İnsanlar yerlerinden doğruluyor, ağır ağır çıkışa doğru yürüyorlar. Kısa deri pantolonlu, keçe şapkalı erkekler, rengârenk elbiseleri yere kadar uzanan köylü kadınlar, ellerini önlerine kavuşturmuş, başları eğik, boyunları bükük kara giysili rahibeler, gururlu yöresel politikacılar...

Doruğu üç bin metreyi bulan Zugspitze o gün kara bulutlar arasında. Münih yönü ise güneşli, gökyüzü masmavi. Avusturya sınırı taş atımı ötede. Garmisch'te tarihi Aziz Martin kilisesinin önü kalabalık mı kalabalık. Ayinden çıkanlar hemen eve gitmiyor. Az önce başları eğik, huşu içinde İsa ile Meryem'e dua edenler şimdi keyifli mi keyifli. Kahkahalar havada uçuşuyor.

Finonun mutluluğu gözlerinden okunuyor

Birden çan sesleri kilisenin yüksek kulesinden tüm Garmisch'e yayılıyor. Kulakları sağır edecek neredeyse. Az önce kahkahalar atan insanlar susuyor. Beyazlar içinde papaz efendi, peşinde çocuklar kiliseden çıkıyor. Sağ eli havada gülümsüyor, ona saygıyla bakanları selamlıyor. Ağır ağır yürüyor, uzaklaşıyor. Kilisede yanımızda oturmuş olan yaşlı kadın küçük köpeği kucağında bize sokuluyor. "Artık eve gidiyoruz diye seviniyor", derken gülümsüyor. Finonun mutluluğu gözlerinden okunuyor. Tüylerini okşuyoruz ve papaz efendinin peşinden gidenlerin arkasına takılıyoruz.

Bir anda hava açıyor, dağın doruğundaki kara bulutlar kayboluyor, güneş çıkıyor. Gökyüzü şimdi Bavyera mavisi! Birahane bahçeleri çabucak doluyor. Ünlü pastane Krönner'in masalarına yerleşmiş Kuzey Almanyalı turistler dağ havasını ciğerlerine çekiyor. Biz ise besteci Richard Strauss'un villasını ziyarete gitmeye karar veriyoruz. Ülkemizde daha çok Rosenkavalier operasıyla tanınan Strauss'un Hofmannsthal ve Max Reinhardt ile birlikte ünlü Salzburg Festivali'ni kurduğu pek bilinmez. 1908'den 1949'daki ölümüne dek yaşadığı iki katlı, kuleli villadaki Strauss Enstitüsü'nün arşivi herkese açık.

Güney Bavyera'ya gelmeye hep değiyor...

2 Eylül 2024

Burhan Arpad

Sincan İstasyonu Dergisi Eylül – Ekim 2024

İnandığı yolda ödün vermeden yürümüş bir hümanizm savaşçısı
Burhan Arpad

Ahmet Arpad

Beyoğlu'ndaki Melek Sineması'nda 1934 yılında gösterilen "Kadınlara İnanmam" adlı film babam Burhan Arpad'ın yaşamında çok önemli bir rol oynamıştır. Dönemin ünlü tenorlarından Viyanalı Richard Tauber'in başrolünü oynadığı filmi seyreden Burhan Arpad Almanca öğrenmeye karar verir. Hemen Alman Lisesi'ndeki kurslara yazılır. Bu çabasını aralıksız beş yıla yakın sürdürür. Aynı zamanda Tünel meydanındaki Aşkenaz Yahudisi İzidor Karon'un 1923'de açtığı Alman Kitabevi'nin sürekli müşterisi olur. Buradan aldığı Almanca dergi ve kitaplarla birkaç yıl içinde Almancasını ilerletir. Cibali Tütün Fabrikası'ndaki muhasebe memurluğu görevini bırakıp Tekel Genel Müdürlüğü'nün mutemeti olarak yaşamını sürdürür. Bu görevinin yanısıra 1936'da Vakit Gazetesi'nde gazeteciliğe ilk adımlarını atar.

1938 yılında evlenmesinin ardından o yıllarda Taksim'de yeni kurulan Talimhane'nin modern apartmanlarından birine taşınır. İlerde anlattığına göre buraya gelmesinin tek nedeni 'kentin sanat yaşamına yakın olmak isteği'dir. Beyoğlu sinemaları, tiyatro ve konser salonları, sanat galerileri, şık mağazaları ve o günlerin aydınlarının sık sık bir araya geldiği pastaneleriyle onu bekliyordur. Beyoğlu'ndaki Nisuaz Pastanesi, 1930-1950′ler arası edebiyatçıların uğrak yeriydi. Nisuaz'ın müdavimleri Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Kudret Aksal, Asaf Hâlet Çelebi, Abidin Dino, Arif Dino, Orhon Murat Arıburnu ve Sabahattin Ali gibi şairler, yazarlardı. Çaylarını yudumlarken birbirlerine yazdıklarını okuyan edebiyatçılar, pek çok derginin yayın toplantısını da Nisuaz'da yapardı. Hilmi Ziya'nın "İnsan" ve Burhan Arpad'ın "İnanç" dergilerinin temelleri burada atılmıştı.

Amacı hümanist görüşler yaymaktı

1940-1941 yıllarında Hulusi Dosdoğru'yla ortak yayımladığı ve sadece 20 sayı basan aylık 'İnanç' dergisi için anılarında şöyle der: "Bu dergiyi hümanist görüşleri yaymak amacıyla çıkarıyorduk…" Daha sonraki yıllarda 'Yurt ve Dünya', 'Adımlar', 'Yığın' dergilerine öyküler ve eleştiri türünde yazılar verir. 1943 yılı Burhan Arpad'ın çevirmenliğinin başladığı yıldır. Çeviri dünyasına ilk adımlarını Stefan Zweig'ın ‘Yıldızın Parladığı Anlar‘ ve Joseph Roth'un ‘Eyyub‘ yapıtlarını Türkçe'ye kazandırarak atar. Onları, öncelikle Remarque ve Zweig olmak üzere Alman dili edebiyatının sayısız ünlü yapıtı takip eder. "Sevdiğim, topluma yararlı olacağına inandığım kitapları çevirdim", diyen Burhan Arpad'ın, dilimize kazandırdığı kırka yakın roman ve öykü kitabının yazarlarının ortak yanı insancıl, antifaşist, antimilitarist ve barışsever olmalarıdır. 40 yıl boyunca aralıksız yaptığı çeviriler ona Almanya'dan, Bulgaristan'dan ve Avusturya'dan değerli ödüller ve madalyalar getirmiştir.

1940'lı yıllar Türkiye ve Türk düşünürü için önemli yıllardır. Sosyal gerçekçi akımın peşinden giden ve yürüdükleri yolda engellerle karşılaşan aydınlar arasında direnebilenler arkalarında, günümüzde de sevilerek okunan başarılı yapıtlar bırakmıştır. Bu çevrenin içine giren Burhan Arpad'ın o yıllardaki en önemli dostlarından biri sosyal gerçekçi akımın öncü yazarlarından kabul edilen Samim Kocagöz'dür. Aynı süreçte Sabahattin Ali ve Sait Faik Abasıyanık da yakın dostları arasındadır. Behice Boran, eşi Nevzat Hatko ve çevrelerindeki aydınlarla sık sık Taksim Talimhane'deki katında ve Küçüksu'nun yamaçlarındaki yazlığında buluşup görüşürler. İlerde bu dostlar çevresine, hapisten yeni çıkmış Ruhi Su da katılır. Dönemin aydın çevresi, kimi eleştirilere ve yaşadıkları sorunlara karşın birbirinden kopmaz, değerli dostluklar onlarca yıl sürer gider. İhsan Devrim ve Salâh Birsel'le 1943'de ortak kurdukları ABC Kitabevi 4 Aralık 1945'de Tan Gazetesi saldırısından nasibini alır, tahrip edilir.

Büyük kentin toplumsal olaylarını ele aldığı "Şehir – 9 Tablo" ve "Dolayısıyla" bu dönemde yazdığı ve defalarca baskı yapan önemli yapıtlarıdır. Oktay Akbal ilerde Vatan gazetesindeki köşesinde şunları yazar: "Arpad'ın insanlarını küçük serüvenler, küçük düşler besler. Geçinmek ve yaşamak başlıca kaygılarıdır." Burhan Arpad aynı süreçte Hasan Âli Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde başlattığı dünya klasikleri dizisine de çevirileriyle katılmıştır.

Festivallere davetler

Almancanın yanısıra Fransızca da bilen Arpad 1948 yılında gazeteci olarak ilk kez yurtdışına çıkar. Amacı davetli olduğu Salzburg Festivali'ne katılmaktır. Haftalar geçirdiği Salzburg'a ilerki yıllarda da sık sık uğrar. Burhan Arpad'ın İstanbul'dan sonra en çok sevdiği kent ise Viyana'dır. Bu Tuna kentini yaşamı boyunca sayısız kez ziyaret eder, bakanlıklarda dostlar edinir, Stefan Zweig Cemiyeti'nin onur üyesi olur, tiyatro, opera ve operetlerden çıkmaz.

1952'de Seda Simavi'nin Hürriyet'inden ayrılıp Ahmet Emin Yalman'ın Vatan Gazetesi'ne geçen Burhan Arpad, o yıllarda sürekli yaptığı Avrupa yolcuklarından izlenimlerini değişik kitaplarda toplar. Yaşamındaki en önemli olaylardan biri de 1952 yılında Lütfü Akad, Aydın Arakon, Orhan Arıburnu, Hüsamettin Bozok, Hıfzı Topuz ile birlikte kurduğu "Türk Film Dostları Derneği"dir. Bu yürekli insanların yaşama geçirdiği TFDD sinemamızın sorunları üzerine çalışmalar yapar, raporlar hazırlar ve 1953–1955 yılları arasında üç "Türk Film Festivali" düzenler.

Türk tiyatro tarihine ışık tutan yapıtlar

1950-1960 arası yılları Burhan Arpad için çok verimli geçer. Gazete yazılarının, sayısız yurtdışı yolculuklarının, tiyatro ve sinema eleştirilerinin, çevirilerin yanısıra Türk tiyatro tarihine ışık tutan yapıtlar da kaleme alır. 1920'li yıllardan başlayarak birebir içinde yaşamış olduğu İstanbul'un tiyatro yaşamını 'Operet – 8 Tablo', 'Oyun – 6 Tablo' ve 'Son Perde – Komik Naşit Beyin Hikayesi' adlı kitaplarında toplar. Bu yapıtlarında Arpad on yaşından başlayarak yakından tanıdığı Direklerarası'nı, Darülbedayi-i Osmani'yi, Ertuğrul Muhsin ve Arkadaşları Topluluğu'nu, Cemal Sahir Opereti'ni, Muhlis Sabahattin'i, Şehir Tiyatrosu'nu, İstanbul Opereti'ni, İstanbul Tiyatrosu'nu, Karaca Tiyatrosu'nu röportaj-öykü diyebileceğimiz bir anlatımla okurlara sunar. Uzun yıllar dostluklar kurduğu sanatçılar arasında Naşit, Hasan Efendi, Behzat Butak, Bedia Muvahhit, Vasfi Rıza Zobu, Raşit Rıza, Hazım Körmükçü, Rey kardeşler, Cahide Sonku, Toto Karaca, Ali Sururi, Muammer Karaca gibi Türk tiyatrosuna büyük emekler vermiş ünlü isimler 'Perde Arkası' (Doğan Kitap) yapıtında yer almaktadır.

1960'lı yıllar sadece Türkiye politikasına yenilikler getirmemiş, toplum yaşamı da 27 Mayıs'la başlayan değişimlerle büyük bir sınavdan geçmiştir. Burhan Arpad çalıştığı Vatan Gazetesi'nin 1961 yılında kapanmasıyla gazeteciliğe bir süre ara verir. Gelecek yıllardaki çalışmalarının odak noktasını yine Alman dili edebiyatından yaptığı çeviriler oluşturur. Burhan Arpad 1950'den başlayarak her yıl sürekli katıldığı Berlin Film Festivali'nde 1961 ve 1964 yıllarında jüri üyeliği de yapmıştı.

"Alnımdaki Bıçak Yarası"

Yaşamı boyunca toplumcu ve gerçekçi akımdan hiç şaşmayan Arpad'ın 1968'de kaleme aldığı, İstanbul'un kenar mahallerinde yaşayan küçük insanların sorunlar dolu dünyasını sanki aralarında yaşarmış gibi anlattığı "Alnımdaki Bıçak Yarası" adlı romanı bugüne dek güncelliğini hiç yitirmemiş, iki kez filme de çekilmiş, hep canlı kalmış bir yapıttır. "Taşı Toprağı Altın" adlı kitapta topladığı İstanbul öykülerinde büyük kentin küçük insanlarının yaşamını anlatırken, toplumcu gerçekçi akımdan yine sapmaz. Aynı başarıya 1979-1991 yılları arasında Cumhuriyet Gazetesi'ndeki "Hesaplaşma" köşesinde de ulaşmıştır. Burhan Arpad yoğun yazın çalışmalarının yanında, bir ekolojist olarak, yaşamının tümünü geçirdiği İstanbul'un çevresel sorunlarını, Cumhuriyet'teki öykü tadındaki köşe yazılarında irdelemiştir.

Çok yönlüydü, ilkelerinden ödün vermedi, çıkarları uğruna hiç kimseye sokulmadı, her dönemde sadece kaleminin gücüyle ayakta kalmasını başardı. 1936 yılında Vakit gazetesinde başlayan basın emekçiliğinde olsun, tiyatro yazıları ve eleştirilerinde olsun, toplumcu ve gerçekçi öykülerinde olsun, doğru bildiği yolda ödün vermeden yürümüş bir hümanizm savaşçısıydı. Gazetecilik-yazarlık çizgisinde hep iyiye, estetiğe önem veren bir titizlik içinde kendini yönlendirmesi yapıtlarına evrensel bir nitelik kazandırmıştır…

Babamla gurur duyuyorum!

1 Eylül 2024

Sarayda süpürgeler

Aydınlk Avrupa, 1 Eylül 2024

Ahmet Arpad

Bundan çok yıllar önce Stuttgart'a yerleştiğimde ilk öğrendiğim ilginç şeylerden biri kira sözleşmesinde yazan "merdivenlerin ve kaldırımın temiz tutulmasından kiracı sorumludur" maddesiydi. Sırası gelen kiracı eline süpürgesini alıp ortak merdivenleri, binanın önündeki kaldırımı tüm hafta boyunca temiz tutmak zorunda. Yaz, kış demeden. Karlı buzlu günlerde sabahın köründe, gerekiyorsa kahvaltıdan önce, yayalar ayakları kayıp düşmeden, kaldırım tertemiz olmalı. Kiracı, eğer oturduğu binanın iç avlusu varsa, orasını da süpürüp temizlemek zorunda. Sözleşmesindeki sorumluluğunu bir süre yerine getirmedi mi ev sahibi onu evden atabiliyor. Çok daireli apartmanlarda bu görevi üstlenen, çoğunlukla yabancıların kurduğu 'temizlik şirketleri' var. Her şey Württemberg dükü Eberhard Ludwig'in 12 Ocak 1714 tarihli 'temizlik' genelgesiyle başlamış! Dükün amacı insanlarını düzene ve temizliğe alıştırmakmış. Fransa'nın Güney Almanya sınırındaki Elsas ve Lothringen bölgesi 1871 ile 1918 tarihleri arasında Alman topraklarına katılınca temizlik genelgesi yöre halkına da uygulanmak istenmiş. Fakat Alman yöneticiler bunu Fransızlara bir türlü kabul ettirememiş!

Ağaçların ardında, ötelerde, Tuna nehri geniş vadide ağır ağır süzülüyor. Tepede, sırtını kara çamların örttüğü yamaca dayamış barok Mochental sarayı yükseliyor. Yüzyıllar boyu Zwiefalten manastırındaki piskoposların dinlenceye gelmiş olduğu saray 1985'ten bu yana güzel bir kilisenin yanı sıra büyük sanat galerisiyle, Almanya'nın ilk süpürge müzesini de barındırıyor. Karlsruheligalerist Schrade sarayın büyük salonlarında sürekli düzenlediği sergilerde postmodernizminden günümüze, tablolardan heykellere, çok değişik sanat yapıtlarına yer veriyor. Saray kilisesi de caz konserlerine ve kitap okuma akşamlarına açık. Alt katın bütün salonlarını kaplayan süpürge müzesi görülmeye değer. Ewald Karl Schrade 1970'li yılların sonunda çok ilgisini çeken bir süpürgeyi satın alıp evine götürürken günün birinde müze kuracağını aklının köşesinden bile geçirmemiş.

Aradan geçen yıllarda dünyanın dört bir yanından dostları süpürge yollamış, kendi satın almış, böylece sayıları yüzleri geçmiş. Sağda süpürge, solda süpürge, duvarlarda süpürge, yerlerde süpürge. Ne de çok çeşidi varmış! Sapları kayın ağacından ve bambudan, hindistan cevizi ve hurma ağacı kabuğundan, fil kuyruğu ve samur derisinden, Kenya maymununun kuyruğundan... Süpürge otu yerine tavus kuşu ve deve kuşu tüyleri, kaz kanatları da kullanılmış. İçlerinde bazıları var, sapları gümüş kaplama. Onlara aşık olmamak elde değil. Temizlik insanoğluna her çağda gerekli. Firavunlar süpürgeye meraklıymış, Çin İmparatorluğu'nun insanları, Sezar'ın Roması da. Süpürge, yaşamımızda vazgeçemeyeceğimiz dostlarımızdan biri. Bir an için İstanbul'daki üniversite yıllarımda Laleli'de her gün önünden geçtiğim süpürgeciler çarşısı canlandı!

Dışarda güneşin son ışınları. Karaormanların doğası yavaş yavaş bambaşka renklere bürünüyor, yavaş yavaş kararıyor, uykuya hazırlanıyor. Sarayın büyük avlusunda iki tavus kuşu geziniyor. Kanatlarını açmışlar, rengârenk kuyruklarını kaldırmışlar. Sanki büyülenmişler.

25 Ağustos 2024

75 yıl sonra Almanya

CUMHURİYET, 25 Ağustos 2024

STUTTGART
Ahmet Arpad


İkinci Dünya Savaşı'nın ardından kurulan yeni Alman devletinin hukuki temelini 23 Mayıs 1949 yılında imzalanan “Temel Yasa" oluşturuyor. Daha sonra ülkesinin birinci şansölyesi seçilecek olan Konrad Adenauer, Parlamento Konseyi'nin başkanı olarak o gün Bonn'da şöyle konuşmuştu: “Bugün Temel Yasa'nın imzalanmasından ve ilan edilmesinden sonra Federal Almanya Cumhuriyeti tarihte yerini alacaktır." İlk federal seçim 14 Ağustos 1949 tarihinde yapılır. Katılımın yüzde 78.5 olduğu seçimin sonunda Sosyal Demokrat Partisi (SPD) yüzde 29.2 alır, ancak ilk hükümeti oyların yüzde 31'ini alan Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) kurar.

Adenauer'in 1949'daki sözlerinden 75 yıl sonra 25 Mayıs 2024 günü Frankfurt St. Paul Kilisesi'nde gerçekleştirilen törendeki konuşmasında Frankfurt Belediye Başkanı Mike Josef'in şu sözleri önemli ve dikkat çekiciydi: “Daha önce hiç bu kadar çok radikal ve aşırı güç iktidarın kapısında olmamıştı... Demokrasiyi onu yok etmek için kullanmak istiyorlar: Bu durum Weimar'ın çöküşüne neden olan koşulları anımsatıyor."

YABANCI DÜŞMANLIĞI HIZLA ARTIYOR

Evet, Almanya son 20 yılda sağa kayarken yabancı düşmanlığı da hızla arttı. 1998-2011 arası terör rüzgârı estiren Doğu Almanya kökenli Neonazi NSU örgütü 2000-2007'de, sekizi Türk 10 yabancıyı öldürmüş, iki bombalı saldırı düzenlemiş ve 15 banka soygunu gerçekleştirmişti ve bir kez olsun yakalanmamışlardı. Örgütün varlığı ve cinayetlerdeki rolü, 4 Kasım 2011'de bir rastlantı sonucu ortaya çıkmıştı. 2013'te başlayan NSU davası 438 celsenin ardından 2018'de sona ermişti. Dava tam beş yıl sürmüştü! Örgütü yönetmiş olan üç kişiden ikisi intihar etmiş olduğu için tek kadın üye Beate Zschäpe ömür boyu hapisle cezalandırıldı. Olaylar tam olarak aydınlığa kavuşamadı. Bu arada Pegida (Batı'nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) ve AfD (Sağ Popülist Almanya için Alternatif Partisi) Almanya'da son yıllarda bütün eyaletlere yayıldı ve hızla kök saldı. Onlarda yuvalanan aşırı sağcılar artık eyalet meclislerinde otururken özellikle sosyal demokratlar sürekli kan kaybediyor. Daha çok Almanya'nın batısında insanlar, “Bu hızlı ve olumsuz gelişmeler acaba ürkütücü bir geleceğin başlangıcı mı?" diye düşünmeden edemiyor.

HAPİSTEN ÇIKARILIP AKLANANLAR

Hitler'in 1933'te Almanya'ya el koyarken (!) 10 yıllık bir ön çalışma yapması gerekmişti! O büyük endüstrinin “babaları" ve çevresindeki yardakçılar sayesinde palazlanmış, onların desteğinde 13 yıl ayakta kalmıştı. Onlarsız Hitler bir hiçti. Nazi Almanyası'nın orduları, Flick, Krupp ve şürekâsı olmadan komşu ülkeleri istila edemez, savaşamazdı. 70 milyondan fazla insanın ölümünden, Hitler'e hizmet etmiş olan bu endüstri patronları da sorumludur. 1945'te savaş sona erdiğinde Avrupa bir yıkıntıydı. Dörtler'in işgalindeki Almanya'da kolları sıvayan yüz binler bombalanmış kentlerde moloz yığınlarını kaldırırken İngilizlerle Amerikalılar kurdurdukları Batı Almanya'ya, Sovyetlere karşı “kale" görevini vermişlerdi. Ancak ülkenin bir an önce güçlenmesi de gerekmekteydi. Hitler'e hizmet eden Alman endüstrisinin patronları hâlâ hayattaydı. O yıllarda ülkeye gerekli olanlar 2-3 yıl sonra hapisten çıkarılıp aklanmıştı!

"TEMİZ SU YOKSA KİRLİ SU DÖKÜLEMEZ!“

Kadın gazeteci Nina Grunenberg bir süre önce okumuş olduğum “Die Wundertäter. Netzwerke der deutschen Wirtschaft" adlı kitabının tamamını, ABD'nin desteği ile nasyonal sosyalizmin kalıntıları üzerine Almanya'yı yeniden inşa edenlere, Nazilerle işbirliği yapmış olan bu çıkarcılara ayırmış! Grunenberg onlar için “Komünistlerden nefret eden, solcuları sevmeyen, ataerkil düzenin temsilcileri, despot ruhlu, politik görüşleri en sağda, NSDAP üyesi insanlardı" diyor. Savaş sonrasında Amerikalılar bu insanların çoğuna yeşil ışık yakmıştı. Dizginler yine Flick, Krupp, Abs, Sohl ve Zangen'in elindeydi... 1951'de kurulan Federal Kriminal Dairesi'nde 25 SS subayı önemli görevlere getirilmişti. Batı Almanya'nın ilk başbakanı Konrad Adenauer'in şu sözü unutulmaz: “Temiz su yoksa kirli su dökülemez!"

Eylülde Doğu Almanya eyaletleri Brandenburg, Thüringen und Sachsen'de genel seçimler var. Güncel anketler her üç eyalette de oyların yaklaşık yüzde 30'unu İslam karşıtı, göç karşıtı, milliyetçi ve tutucu AfD'nin alacağını gösteriyor! Almanya Federal Maliye Bakanlığı'nın sorum üzerine 20 Ağustos 2024 tarihinde verdiği yazılı yanıta göre 1991 ile 2024 arasında ülke vatandaşlarından kesilen toplam 410 milyar Avro dayanışma vergisi doğunun kalkınmasına harcanmış! Almanya kuruluşunun 75. yılını kutluyor...

18 Ağustos 2024

Almanya'nın doğusunda popülistler güçlü

Aydınlık Avrupa, 18 Ağustos 2024

Ahmet Arpad

Batı Alman kapitalizmi 1990 yılında ayak bastığı "Köylüler ve İşçiler Ülkesi"nde aradan geçen yıllarda büyük adımlarla ilerledi. İki Almanya'nın birleşmesinin ardından üç kez ziyaret ettiğim Dresden'in her köşesinde, bir zamanlar "öcü" dedikleri kapitalizmin izlerini görmemek mümkün değil. 1991'den bu yana hükümetlerin kendi insanının boğazından keserek, eski Doğu Almanya'nın kalkınmasına yaptığı trilyonluk yatırımlar defalarca katlandı!
Elbe Nehri kıyısının düzlüklerine ve yamaçlarına yayılı Dresden bir villalar kenti. Kocaman bahçeler, yeşil korular ortasında yüzlerce yıllık saraylar, saraycıklar, şatolar, konaklar. Hepsi de birbirinden güzel ve zevkli bu yapılar, Dresden'in zamanında ne denli zengin insanlar kenti olduğunun belirtisi. Savaş sonrası Ulbricht ve Honecker'in yardakçılarının keyif sürdüğü bahçeler içindeki villalar 1990'dan sonra eski sahiplerine ya da mirasçılarına geri verildi. Batıdan gelenlerin de satın aldığı, çoğu Jugendstil (Art Nouveau) yapılar zevkle restore edilmiş.

YENİCE Tütün Fabrikası

Her zaman Doğu Almanya'nın en güzel kenti kabul edilen Dresden, yeniden inşası tam on yıl süren görkemli Kadınlar Kilisesi'nin de kapılarını ziyaretçilere açmasıyla yine eski çehresine kavuşmuştu. 13 Şubat 1945 günü kenti yerle bir eden İngiliz hava bombardımanında yıkılan ve 50 yıl boyunca kalıntılarına hiç kimsenin el sürmediği Kadınlar Kilisesi'nin taşları bilgisayar aracılığıyla yeniden birleştirilmişti. Bu çok hırslı çalışma Almanya'ya tam 180 milyon Avro'ya mal olmuştu. Dresden'in simge yapılarından biri de "Yenice Tütün Fabrikası". 19 yüzyılda Osmanlı'dan ve Mısır'dan tütün satın alıp işleyen bir aile şirketi, fabrika binasını tek minareli, kubbeli, dış duvarları fayans kaplı bir cami şeklinde inşa etmiş. 1990'lı yıllarda çok başarılı bir restorasyon geçiren güzel yapı, bürolar, apartman daireleri, sanat galerisi, konferans ve toplantı salonları ile bodrumunda bir diskoteği barındırıyor. Dresdenli Müslümanlar'ın bu diskoteği yasaklatma çabaları boşa çıkmıştı...!

16 yüzyıldan günümüze, soğuk savaş yılları dışında, Dresden hep zengin bir kentti. Yöredeki gümüş madenleri ve nehir ticareti, geçmiş yüzyıllarda bolluğun kaynağı olmuş. İtalya âşığı Kral II. August'un Dresden'i 17 yüzyılda Venedik'e benzetmek istemesi, kente bugünkü tarihi yapıları kazandırmış, Dresden'i Avrupa'nın en güzel ve çekici kentlerinden biri yapmış.
Kendinden sonra tahta çıkan oğlu da günümüzde kenti süsleyen barok binaları İtalyan mimarlara inşa ettirmiş, içlerini yine o ülkeden getirttiği sanatçılara döşetmiş. Floransa'yı andırması nedeniyle Dresden'e "Elbe kıyısındaki Floransa" da deniyor. Kent halkının referandumla nehir üzerine modern bir köprü yapılmasına karar vermesi üzerine UNESCO "Dünya Kültür Mirası" unvanını 2009'da geri almış, geçen yıl yapılan yeni müracaatı da kabul etmemişti.

"Eski toplar önemli görevlerde"

Saksonya eyaletinin başkenti güzel Dresden, ne yazık ki yabancı düşmanlığının kalelerinden biri. Batıdan gelen tüm desteğe, sayısız yeniliğe ve refaha karşın yabancı düşmanı tohumlar doğuda yeşermeye devam ediyor, köklerini kurutmak çok zor. Burada çoğu insan hâlâ Ulbricht-Honecker yıllarının özlemini çekiyor. Avrupa Komisyonu'nun 27 ülkede yaptığı araştırmaya göre Avrupa'da geleceğe kötümser bakan toplumların başını yüzde altmış sekiz ile Almanlar çekiyor! Sosyal Demokratlar'ın (SPD) politik vakfı Friedrich Ebert'in kamuoyu yoklaması daha da şaşırtıcı. Tüm Almanların yüzde 30'u demokrasinin sorunları çözeceğine artık inanmıyor. Doğu Almanya'da bu oran daha da yüksek. Orada insanların yüzde 50'si demokrasinin toplum sorunlarını çözmeye yeterli olmadığı inancında. Belki de bu nedenle "eski toplar" yine çok önemli görevlere getiriliyor! 

Özellikle batı partileri Hıristiyan Demokratlar (CDU) ile Hür Demokratlar (FDP) kadrolarını bu "eski" rejim yandaşları ile doldurmuş. Demokratik Almanya Cumhuriyeti'ni yönetenlerin partisi Sosyalist Birlik Partisi'nin (SED) 1990'a kadar uzaktan kumanda ettiği ve çoğunlukla bilim adamlarının, öğretmenlerin, akademisyenlerin üye olduğu küçük partilerde görev yapmışlar tüm Doğu Almanya'da yine önemli görevlerde. Politikayı onlar etkiliyor, toplum yaşamını dolayısıyla da olsa onlar yönlendiriyor. Sağ popülist Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) Almanya'nın 16 eyaletinin 13'ünde parlamentoda temsil ediliyor. Önümüzdeki ay Doğu Almanya eyaletleri Brandenburg, Thüringen und Sachsen'de seçimler var. Göçmen karşıtı AfD güncel anketlere göre her üç eyalette de oyların yaklaşık %30'unu alacak!

"Batıda huzur içindeyiz!"

Hans ve Ursula ile yaklaşık 40 yıldır ailece tanışıyoruz. Yaşamlarının son 30 yılını meslekleri gereği Doğu Almanya'da geçirdiler. Stuttgart'ı bırakıp oraya yerleşmelerinin nedeni Dresden'de o yıllarda daha iyi iş ve yaşam koşulları bulmuş olmalarıydı. Bu iki dost altı ay önce Batı Almanya'ya döndü! Telefonda nedenini sorduğumda Hans: "Dönmemizin nedeni bir zamanlar hayran kaldığımız doğuda yaşamın son beş, altı yıldır olumsuz değişmiş, çekilmez olması", dedi... Evet, emekli olur olmaz malı mülkü satıp batıya döndüler. "Burada rahatız, huzur içindeyiz", diyorlar. Komşuları bir Türk aile. Hemen birbirlerine ısınmışlar.

Hafta birkaç kez de yakındaki Türk lokantasına yemeğe gidiyorlar! Şimdi keyifleri yerinde...

4 Ağustos 2024

400 merdivenli yeşil kent

Cumhuriyet, 04.08.2024

Stuttgart - Ahmet Arpad 

"Ben haftada birkaç kez bu basamakları çıkarım" derken gurur duymuyor değil. "Yukarıdaki parkın yollarında gezinir, Stuttgart'ı tepeden seyrederim." Konuşacak birini bulduğu için mutlu olmalı, diyorum kendi kendime. 

Merdiven dik. Basamaklar gökyüzünün sonsuzluğunda. Aşağıda durmuş düşünüyorum. Çıkmam gerek bu merdiveni. Ağır ağır, diyorum kendi kendime. Başımın üzerinde gökyüzü. Yeşil yapraklı dallar arasından maviliği görünüyor. İlkyaz geldi, kapıda bekliyor, havalar yavaş yavaş ısınıyor. Doğa yeşeriyor, yeniden doğuyor.

Aşağıda kentin evleri küçülüyor. Az sonra yavaşlıyorum. Hızlı çıkmış olacağım ki durup derin bir nefes alıyorum. Yukarıda yaşlı bir adam duruyor, bastonuna dayanmış, kamburu çıkmış. Derin bir nefes daha alıp yoluma devam ediyorum. Biraz yavaş. Aceleye gerek yok, diye mırıldanıyorum. Adam başını çeviriyor, aşağıdan gelen bana bakıyor. Yaklaşıyorum. "Merhaba", diyorum. Gülümsüyor: "Bu basamakları ağır ağır, dinlene dinlene çıkacaksın" diye konuşuyor. Duruyorum. "Çoğu gitti, azı kaldı... Arkanıza bir dönün, vadiye bakın."

Aşağıda, basamakların başladığı caddede insanlar, otomobiller ne kadar küçük. Ağaçlar arasında kentin villaları, evler, yeşil yamaçlar, üzüm bağları, karşılarda ormanlar, korular, uzaklarda televizyon kulesi.

"Ben haftada birkaç kez bu basamakları çıkarım" derken gurur duymuyor değil. "Yukarıdaki parkın yollarında gezinir, Stuttgart'ı tepeden seyrederim." Konuşacak birini bulduğu için mutlu olmalı, diyorum kendi kendime. Evi nerede? Eşi var mı, yoksa tek başına mı yaşıyor? Olabilir. Haftada birkaç kez bu eziyete katlandığına göre çok zamanı olmalı.

TARİHİ MERDİVENLER

"İlk kez mi buralara geliyorsunuz" diye soruyor. Başımı "Evet" der gibi sallıyorum. "Stuttgart'ın en güzel merdivenlerinden biridir bu. Eugen alanına çıkan ya da Wagenburg tünelinin yanından yükselen merdivenleri de görmelisiniz." Yaşlı adam başını aşağılara çeviriyor. "Stuttgart'ta 400 merdiven olduğunu biliyor muydunuz?" diye mırıldanıyor. Bakışları ötelerde. Vadiye, yamaçlara ve tepelere kurulmuş yeşil kentte çok merdiven olduğunu biliyordum. Fakat 400! Bunu ilk kez duyuyordum. Stuttgart Belediyesi tarihi merdivenlerin bakımına her yıl 100 bin Avro harcıyor. Tümünü çıkıp inmek isteyen 20 kilometreyi geride bırakmak zorunda!

Durduğumuz yerden yeşil kent geniş görünüm ayaklarımızın altında. Alman insanının doğaya, yeşile olan sevgisine burada tanık oluyoruz. Ülkenin her eyaletinde düzenlenen "bahçecilik sergileri"yle kentlere, kasabalara yeni parklar, daha çok yeşil alanlar kazandırılıyor. 600 bin nüfuslu Stuttgart'ın merkezinde yürüyüşler yapılan 10 km uzunluğundaki bu park da son 40 yılda uygulanan çeşitli projelerle gerçekleştirildi. Mimarlar, plancılar, doğaseverler, uzman bahçıvanlarla yerel politikacılar bir araya geldi mi ve hepsi de iyi niyetli oldu mu, mükemmel ve kalıcı bir şey çıkıyor ortaya. Stuttgart'ın yamaçlarındaki bahçeli evler 3-4 katlı. Göze çirkin geleni yok!

HESSE'İN ŞARAPHANELERİ

Bir saatlik yürüyüşten sonra Neckar kıyısına gelenler canları çekerse ırmağın iki yanındaki geniş patikalarda yollarına devam ediyor. Altında bisikleti, pateni olanlar ta Ludwigsburg'a, Esslingen'e uzanıyor. O kadar yolu göze alamayanlar hava güzelse kıyıda bekleyen gemilere binip gezintiye çıkıyor. İsteyen parkın bitimindeki tabiat müzesine giriyor, tarihi Wilhelma Hayvanat Bahçesi'ni geziyor. Stuttgart, Avrupa'da Budapeşte'den sonra ikinci büyük kaplıca kenti. Şifalı sıcak suları seven birbirine çok yakın üç kaplıcadan birini yeğliyor. Susamış, karnı acıkmış olanlar ırmak üzerindeki köprüden karşıya uzanıp Bad Cannstatt'a geçiyor, Hermann Hesse'in sorunlu lise yıllarında arada bir uğramadan edemediği şaraphaneleri yeğliyor!

Gökyüzünde bulutlar beliriyor... Kamburu çıkmış adam "Allahaısmarladık" demeden yavaş yavaş yoluna devam ediyor. Aniden kara bir kurt köpeği beliriyor. Önce bana sokuluyor. Sonra yaşlı adamın peşinden gidip bastonunu kokluyor. Genç bir kadın koşar adım merdivenleri iniyor. Köpeğine sesleniyor. Hayvan bastonu bırakıp kadının yanına geliyor. Ağaç gövdelerini koklayarak onunla uzaklaşıyor.

Az sonra ikisi de aşağı... Görünümleri küçücük.

mail@ahmet-arpad.de