Cumhuriyet 09.10.2005
AHMET ARPAD
PRAG
Kıraathaneler yüzyıla yakın bir süre
İstanbul aydınları için kaçınılmaz buluşma yeriydi. Edebiyatçılar, düşünürler,
gazeteciler, yayıncılar ve onlara yakın olmak isteyen gençler, günün belli
saatlerini Beyoğlu'nun, Tepebaşı'nın, Babıâli'nin ve Divanyolu'nun kıraathanelerinde
geçirirlerdi.Tepebaşı'na damgasını vuranKanuniesasiKıraathanesi ile özellikle
1930'lu, 1940'lı yıllarda İstanbul'un tüm yazar ve kitapçılarının her gün
bir araya geldiği, Ankara Caddesi'ndeki Meserret Kıraathanesi 20-25 yıl
öncesine kadar ayakta kalmayı başarmışlardı. Buralarda buluşan aydın kişiler,
gazeteciler, yayıncılar,gazeteleri ve edebiyat dergilerini okur, birbirleriyle
sohbet eder, tartışır, düşünce değiş tokuşu yaparlardı. Peyami Safa, Reşat
Nuri, Salâh Birsel, Sait Faik, Orhan Kemal, Fikret Otyam, Yaşar Kemal,
Meserret'in sürekli müşterilerindendi. Çağdaş bilginin üretildiği, düşüncenin
geliştiği, düşünürün yetiştiği kıraathanelerin sosyokültürel işlevi kaçınılmazdı.
Şimdi hiçbiri kalmadı. Ellili yıllardan başlayarak, insanların iskambil
oynayıp dedikodu yaptığı, vakit öldürdüğü, bağıra çağıra futbol maçı seyrettiği
mahalle kahvelerinin sayısı artarken kıraathane kültürü giderek yok edildi!
Kahvenin ne olduğunu bizden öğrenen Avrupa'da ise kıraathaneler giderek
geliştirildi, korundu, acı dolu savaş yıllarından sonra tekrar canlandırıldı.
Üç Orta Avrupa kenti Budapeşte, Viyana ve Prag'a uğrayanlar, eski monarşinin
bu merkezlerinde kıraathanelerin eskisi gibi hâlâ yaşadığını görecektir.
Keyfine düşkün insanlar, yazarlar, sanatçılar, işadamları yine sabah kahvaltılarını,
öğle yemeklerini, piyano müziği eşliğinde akşamüstü çaylarını burada alıyor.
Yüksek tavanlı geniş salonların rahat koltuklarına kurulup, iş görüşmeleri
yapıyorlar, kitap okuyorlar, mektup yazıyorlar. Yan salonlarda bilardo
oynanıyor. Budapeşte'de Gerbaud, Cafe Centrel, Viyana'da Cafe Mozart, Dehmel,
Schwarzenberg, Central ne ise, Prag'da da Arco, Louvre, Slavia odur. Viyana'da
Arthur Schnitzler, Stefan Zweig, Franz Werfel günlerinin önemli bölümünü
kahvelerde geçirirdi. Stefan Zweig için gençliğinde saatler geçirdiği,
dostları ile söyleştiği kent kahvehaneleri, bir ''okul'' olmuştu. Komünizmden
kurtulduktan sonra yeniden açılan Prag kahvehanelerinde yaptığınız bir
gezintide bu Moldau kentinde de bir Cafe Arco'nun, bir Cafe Louvre'un düşünce
ve edebiyat dünyasını ne kadar etkilemiş olduğunu hissediyorsunuz. Hele
Arco'nun melankolik loşluğunda hâlâ 1910'lu, 1920'li yılları yaşıyorsunuz.
Gözleriniz Franz Kafka' yı, Max Brod' u, Egon Kisch' i, Franz Werfel' i
arıyor. Orta Avrupa'nın iki savaş arasındaki bu ünlü edebiyatçıları, sanki
o anda kapıdan içeri girecekler... Kent merkezindeki geniş Narodni Caddesi'nde
yürüyüp, Moldau kıyısındaki Devlet Tiyatrosu'na doğru uzanırken Cafe Louvre'a
uğramamak olmaz. Tarihi bir yapının birinci katındaki kahvehaneye çıkan
geniş merdivenin yüksek duvarları renkli mermer kaplı. Önce bir bilardo
salonu, yanında bir lokanta, ön tarafta da dar ve uzun kahvehane. Tavan
yüksek, pencereler de. Yer şarap kırmızısı. Sağ tarafta uzun büfe, solda,
pencere kenarında beyaz örtülü masalar. Her şey eskisi gibi. 1902'de kapılarını
açan, özellikle iki savaş arasında üst sınıf Praglıların, filozofların,
akademisyenlerin, ünlü sanatçıların ve hali-vakti yerinde hanımların da
uğradığı Cafe Louvre, günümüzde geçmişi anımsatıyor. Brod-Kafka ikilisinin
de sık sık düzenlenen edebiyat toplantılarına katıldığı kahve, 1992'den
bu yana yine eski şıklığına dönmüş. Narodni Caddesi'nde yolunuza devam
edip, nehir kıyısına vardığınızda sağ köşede Cafe Slavia'nın geniş salonları
sizi davet ediyor. Nazik ve dikkatli garsonların getirdiği içkinizi yudumlarken
kocaman pencerelerden ağır ağır akan Moldau'yu, üzerinde dolaşan gezinti
gemilerini, Karl Köprüsü'nü, karşı kıyının yemyeşil yamaçlarını ve kente
hâkim kaleyi, dev St. Veit Katedrali'ni seyrediyorsunuz. Karşınızdaki tarihi
tiyatronun küf yeşili çatısı renk değiştiriyor. Her yönden gelen kırmızı
tramvaylar yine her yöne uzaklaşıyor, otomobiller Lejyonlar Köprüsü'nü
dolduruyor. Batmaya hazırlanan güneş, Prag'ı altın rengine büründürüyor.
www.ahmet-arpad.de
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder