10 Aralık 2023

Mutsuz Olma Özelliği

Toplum24, 10 Aralık 2023

Ahmet ARPAD

„İnsanlarımız mutlu olmasını bilmiyor. Çevrem hep bir şeylerden şikâyet edenlerle dolu. Sevdiklerine, sevindiklerine ender tanık oluyorum", diyor genç bayan.

Alman tanışlarla bir pazar akşamüstü çay/kahve sohbetindeyiz. Konudan konuya atlıyoruz. Az önceki sözler, pedagoji öğrenimini geçen yarıyıl bitirmiş genç bir bayanın. "Mutsuz olmak bir Alman özelliği, hatta yeteneği", diye heyecanla devam ediyor. Söylediklerinden rahatsız olan kimi tanış karşı çıkmak istiyor. Ancak genç pedagog ısrarlı.

O konuşurken düşünüyorum. Pek de haksız değil. Avrupa'nın hiçbir ülkesinde demokrasi ve politika, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'daki kadar sağlam temellere oturtulmamıştır. Ekonomisi güçlü, artan işsizliğe, azalan gelire karşın insanlarının durumu komşularından daha iyi. Yine de mutsuzluk, şikayetçi olma yeteneği (!) günümüz Alman'ında çok gelişmiş.
 
"Sokakta yürürken gülümseyen çok az insanla karşılaşıyorum", diye devam ediyor genç bayan.

Pedagoji öğrenimi için iki yarıyıl geçirdiği Amerika'da sokaktaki insanın daha rahat, cana yakın olduğunu, sorunlarını Almanya'dakiler kadar kendine dert edinmediğini anlatıyor.

Alman insanının fakiri de zengini de nedense kolay mutlu olamıyor. Hatta gelir düzeyi yükseldikçe şikayetçi özelliği de artıyor. Aydın geçinenler arasına çevresine yaşam sevinci yaymak, mutluluk gösterileri yapmak sanki yasak. Çoğu aydın az gülüyor, çok eleştiriyor, eleştirmeye olanak arıyor.

"Şikâyetçilik kanımıza işlemiş", diyor genç kadın. "Okulda, işyerinde, evde... Siz çoğu aile mutlu mu sanıyorsunuz?.."

Yürekli konuşuyor. Kimi tanış söylediklerinden rahatsız olmaya başlıyor. Akşamüstü sohbeti tartışmaya dönüşmek üzere. Genç kadın konuyu biraz değiştirmek istiyor gibi: "Siz bir Alman karı-kocanın aralarında günde ortalama sadece 10 dakika konuştuğunu biliyor musunuz? Evlilikler suskunlaşıyor."
 
Doğru konuşuyor. Boşanmalar dorukta. Kadın kocasının, erkek karısının yaptığını, davranışını beğenmiyor.

Yeni evlenenlerin yüzde kırkı aradan üç yıl geçtikten sonra boşanıyor. Tek başına yaşamayı yeğleyen mutsuzların yüzde elli yedisi erkek, yüzde kırk üçü kadın!

Sonra birden konu değişiyor, daha doğrusu karşımda oturan tanış değiştirmesini başarıyor. Şimdi Alman futbolunu tartışıyoruz!

3 Aralık 2023

Salzburg'ta Bir Kış Akşamı...

Toplum24, 3 Aralık 2023

Ahmet Arpad

Salzburg düşle gerçek karışımı bir kent, görüntüsüyle siz günün her saatinde büyülüyor. Irmağa uzanan loş ve dar sokakların arnavutkaldırımı taşlarında ayak sesleri... Kürk mantolarına, lodenlerine bürünmüş insanlar lokantalara, tiyatrolara gidiyor. Mozart'ın, Zweig'ın, Bernhard'ın, Handke'nin kenti Salzburg'da akşam oluyor. Tarihi yapılar arasındaki daracık ortaçağ sokakları ışıl ışıl, vitrinler rengârenk. Alanlar, tarihi yapıların altındaki geçitler, dar sokaklar insan dolu.

Noel öncesi Salzburg ışıl ışıl. Salzach kıyısındaki şirin kent, Noel'e birkaç hafta kala en canlı, en hareketli günlerini yaşıyor. Noel pazarı yeni başlamış. Bugünlerde Salzburg soğuk, çevre tepeler, uzaklardaki Watzmann karlar altında. Katedralin çevresindeki alanlara kurulu "Christkindlmarkt" hep çekici. 1920'den günümüze Salzburg Festivali'nin baş oyunu olan 'Jedermann'ın sahnelendiği bu alan her yıl Salzburg'a akın eden yaklaşık 1 milyon insanla doluyor. Herkes yiyip içiyor, şirin kentin dar sokaklarında geziniyor, buz patinaj sahasında müzik eşliğinde vals yapıyor!

Az sonra Café Tomaselli'den içeri giriyoruz. Salzburg'un bu ünlü kahvehanesi her zamanki gibi dolu. Şöyle bir sağa sola bakınıyoruz. Tek boş masa, hemen solda, pencere yanındaki küçük masa. Yanımızdan geçen yaşlıca garson gülümseyerek: "İyi akşamlar, Herr Doktor", diyor. Peşinden yürüyoruz. Adam boş masanın üzerindeki "rezerve edilmiştir" kartını kaldırıyor. Oturuyoruz.

Salzburg düşle gerçek karışımı...

Bu şirin Salzach kentini hiç boş göremezsiniz. Doğanın güzelliği ile sanat eserleri, dik, kayalıklı yamaçlarla yeşil düzlükler bir arada uzanıyor. Alpler'in en son eteklerine sıkışmış ovada bazen yeşil, bazen sarı gri, fakat hep köpüklü ve çağıltılı akan Salzach'ın kıyılarında yükselen küf yeşili kubbelerde, kıpkırmızı kiremitli sivri damların gün batışının son kızılı. Doğa renk değiştiriyor. Karanlık iniyor tarihi kente, yüce katedralin çanları çalıyor, yayılıyor alanlara, yankılanıyor tepelerde, kayalıklarda, Salzach kıyılarında...

Düşle gerçek karışımı, görüntüsüyle siz günün her saatinde büyüleyen Salzburg dünyaca ününü sadece güzelliğine borçlu değil. Bu kent Mozart'ın doğum yeridir. Getreidegasse'deki evini her yıl yüz binler ziyaret ediyor. 1920'de kurucuları, Yahudi asıllı Max Reinhardt, Viyanalı yazar Hugo von Hofmannstahl ve besteci Richard Strauss olan on binlerin aktığı Salzburg Festivali temmuz - ağustos aylarında düzenleniyor.

Büyük katedralin önünde sahnelenen "Jedermann" oyunu ile açılıyor festival. 1938-1944 arasında Hitler bu festivali, Nazi propagandası amaçlı da olsa, devam ettirmişti. Tabii Max Reinhardt'sız ve Jedermann'sız...

Stefan Zweig'ın yaklaşık 20 yıl yaşadığı kenttir de Salzburg. Kapuzinerberg'in yamacındaki villasında geçirdiği yıllar onu edebiyatta doruğa tırmandıran en verimli yıllarıdır. Kısa sürede ünlü insanlarla dostluk kurmuş, onları sık sık Salzburg'da konuk etmişti. Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hoffmannstahl, James Joyce, Franz Werfel, Paul Vallery, Arthur Schnitzler, Ravel, Toscanini, Richard Strauss'la villasında saatler, günler geçirmişti...

Bütün baskılara karşın yazdı

"Sanatla mutlu doğanın karşılıklı yükseldiği o günler ne zengin, ne renkliydi!" diye anlatır, ölümünden kısa süre önce yazdığı en ünlü eseri "Dünün Dünyası"nda (Türkçesi: Burhan Arpad) Salzburg yıllarını. "Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra o küçük kentin kasvetli manzarasını anımsayıp damından yağmur suları akan evimizde soğuktan titreştiğimizi düşündükçe, bu barış yıllarının değerini daha iyi kavrıyorum. Dünyaya ve insanlara inanmamıza izin vardı o yıllarda. Fakat sonra hemen karşımızda, Berchtesgaden dağında oturan bir adamın (!) bütün bunları tuzla buz edebileceğini hiç düşünmemiştik..." Stefan Zweig üzerindeki bütün baskılara karşın yazdı durdu, son gününe kadar. Ve yazdıkları günümüzde de hep güncel!

Tarihi yapılar arasındaki ortaçağ sokaklarını aydınlatıyor fenerler. Otele dönerken önünden geçtiğimiz kahvehanelerden, lokantalardan, şaraphanelerden, ışık süzülüyor. Tarihi dar ara geçitlerin birbirine bağladığı sokaklar şimdi ıssız. Dükkânlar çoktan kapanmış, Cafè Tomaselli'de, Cafè Bazar'da, Schatz'da, Demel'de, Fürst'te müşteriler azalmış. Beyaz önlüklü şirin kızlar keyifle masaları siliyor, iskemleleri topluyor. Hotel Stein'ın terasından karşı tepeler, ışıklar içinde orta çağ kalesi Hohensalzburg...

Gerçekle düş arasında bir dünyaya yolculuk

Cumhuriyet, 3 Aralık 2023

Münih - Ahmet Arpad

Buluşu olan "uçan bisiklet" ile uçmasını ömrü boyunca becerememiş olan Gustav Mesmer, doktorlar "Bu adam şizofrendir" dediği için 1929-1949 yılları arası güney Almanya'nın ünlü manastırlarından Schussenried'in psikiyatri kliniğinde geçirmek zorunda kalır. Bugün tüm binaları ziyarete açık manastırın Rokoko kütüphanesi Almanya'nın görülmeye değer tarihi eserlerinden sayılıyor. Freskleri, sütunları, küçük kubbeleriyle kütüphaneden çok bir kiliseyi andıran bu yapı özellikle Stuttgart'tan Konstanz Gölü'ne ya da güney Bavyera'ya yapılan gezilerde mutlaka uğranması gereken bir yer. Az ötede Steinhausen'da "dünyanın en güzel köy kilisesi" olarak kabul edilen Barok yapı yükseliyor geniş ovada.

Aynı yol üzerinde, otomobille bir saat uzakta, Wies Kilisesi bir dünya kültür mirası. Geçenlerde yapılışının 250. yılı kutlanan bu Rokoko kiliseye ziyaretçiler Avrupa'nın en uzak köşelerinden akın ediyor. Çünkü Wies kutsal bir yer, bir dilek kilisesi olarak kabul ediliyor. Anlatılanlara göre 1738'de köylü kadın Maria Loy evinin tavan arasında bulduğu "Çarmıha gerilmiş İsa" heykelini aşağı indirir, tozunu alıp oturma odasında bir köşeye yerleştirir. Aradan birkaç hafta geçtikten sonra bir akşam duası sırasında gördüklerine inanamaz. İsa'nın gözlerinden yaşlar akmaktadır. Bu inanılmaz olay yörede yıldırım hızıyla duyulur. Ve aradan birkaç ay geçtikten sonra da köylü kadının evinin yanı başında alelacele inşa edilen küçük kiliseye taşınır. Bugünkü dev kilise ise 1754 yılında kapılarını açar dindarlara. Derdine çare arayanlar o günden bugüne, sadece kırk insanın yaşadığı küçük Wies köyünde bir tepenin üzerinde bütün azametiyle yükselen kiliseye taşınıp duruyor.

BAROK YAPILARIN KUBBELERİ

Savaşlarla geçen 17. yüzyıl Almanya'da Katolikliğin yeniden güçlenmesine neden olur. Daha iyi bir gelecek arayan insanlar özellikle Güney Almanya'da birbiri ardına inşa edilen kiliseleri doldurur. Yüksek, havadar, aydınlık Barok yapıların büyük kubbelerinden ve sütunlarından aşağı bakan figürler yepyeni bir vizyon peşindeki insanları çeker. Yapılardaki dinamiklik, yücelik, fresklerdeki ışık-gölge oyunları, dindarları gerçekle düş arasındaki bir dünyaya götürür!

HORVÁTH'IN YAŞAMI

Yine bir saat ötede, Bavyera Alpleri'nin eteklerinde küçük bir kasaba. "Dinlendirici huzuru burada bulacağımı hemen seziyorum..." Avusturya edebiyatının ünlü yazarı Ödön von Horváth 1923 yılında Murnau'ya geldiğinde ilk sözleri böyle olmuştu. Kısa yaşamının en önemli on yılını Alp Dağları manzaralı, göl kıyısındaki bu güzel yörede geçirdi, en önemli yapıtlarını burada yazdı. Horváth, bohem denebilecek Murnau yaşamında çoğunlukla kahveleri ve birahaneleri dolaşır, oturur gazetesini okur, çevresini inceler, notlar alır ve birasını yudumlardı. Tiyatro eserlerinde küçük burjuva insanlarının gizli kalmış kötü yanlarını ortaya koyan, onları iğneleyici ve acı bir alayla taşlayan Horváth'ın yaşamı 1930'lu yıllara girildiğinde büyük bir değişim geçirir. Yaklaşmakta olan nasyonal-sosyalist tehlikeyi çok çabuk sezer. Karşı çıkar. Korkan dostları onu terk eder. Horváth Murnau'dan uzaklaşır, Viyana'ya yerleşir. Çeşitli tiyatro eserlerinin yanı sıra "Allahsız Gençlik" adlı ünlü romanını da yazar. Naziler Horváth'ı yazarlar derneğinden atarlar, romanını da yasaklarlar.

Murnau ve çevresi 1900-1940 arasından sayısız sanatçının huzur içinde yaşayıp yeni esintiler ve düşüncülerle kişiliklerini bulduğu, geliştirdiği bir yöre olmuştu. Burada göl kıyısında yıllar geçiren ünlüler arasında soyut resimleriyle ün kazanmış olan ekspresyonist Vassili Kandinski ile öğrencisi ve sevgilisi Gabriele Münter'i de unutmamak gerekir. Dostları Franz Marc da sık sık Murnau'ya onları ziyarete gelirdi.Ormanlar, tepeler, dereler, göller, tahta evler... Dinlendirici huzur burada, Bavyera Alpleri'nin eteklerinde.

25 Kasım 2023

Yeni Bir Yemek Kültürü Gerekli

Toplum24, 25.11.2023

Ahmet ARPAD

Genci yaşlısı, zengini fakiri, kadını erkeği, sokakta, trende, otobüste, tramvayda, metroda bir şeyler yiyip, içiyor. Her yer herkese bir lokanta! Almanya'da kahvaltı, öğle ve akşam yemekleri için evindeki masa yerine sokakları, toplu taşıma araçlarını yeğleyenlerin son yıllarda gittikçe arttığı dikkat çekici. Tramvayda, otobüste otururken arkadaki yolcunun yüksek sesle cep telefonuyla konuşması, yanınızdakinin elindeki karton bardaktan kahvesini içmesi, arkanızdakinin iştahla sosisli veya salamlı sandviçini yemesi artık çok alışılmış! Eğer rahatsız oluyorsanız ya ineceksiniz ya da yerinizden kalkıp kendinize başka bir yer arayacaksınız. Rahatsız olduğunuzu yolcuya söylemek hakkınız yok!

Gittikçe daha çok insanın artık "uluorta" yiyip içmesi tabii başka sorunları da beraberinde getirdi. Kentlerde lokantalar azalırken kıyıntı büfelerinin sayısı arttı. Kapanan bir Alman lokantasının yerine bir başka Alman lokantası açılmıyor. Hangi kente giderseniz gidin yöresel Alman yemeklerinin tadına varmak için çok aranmanız gerekiyor. Kapanan "Hirsch", "Löwe", "Adler"in yerine "La Piazza", "Shangai", "La Ferté", "Topkapı" açılıyor. Ancak yabancı mutfağından spesiyaliteler sunan bu yerler de ne yazık ki işi pek çeviremedikleri için olacak, tutunamıyor, kısa süre sonra kapanıyor. Yerine bir başka yabancı lokanta açıyor.

Ülkede yemek alışkanlıkları nesiller değiştikçe gerilerken Alman mutfağı da özelliğini yitiriyor. İnsanlar gündüzleri sağdan soldan aldığı abur cuburla ayaküstü karın doyuruyor. Akşam eve giderken de köşedeki süpermarketten temin ettiği "dondurulmuş hazır yemeği" fırında çabucak ısıtıp televizyon karşısında yiyor. Bilgisayar ve cep telefonlarının gittikçe hızlandırdığı günlük yaşam, geleceğe güvenin yitirilmesi, zar zor bulduğu mesleği yitirip işsiz kalma korkusu, genç nesil insanının yaşamını değiştiriyor. On sekiz yaş üzerinde 22 milyon insanın tek başına yaşadığı ülkede günlük yaşamda yemeğin artık pek önemi kalmadı. Günde üç öğün yemek için alışverişe gitmeye, mutfağa girip pişirmeye, masa başına oturup yemeye ve bulaşık yıkamaya her gün en az iki saat ayırmak, hızlı yaşamak zorundakiler için artık olanak dışı!

Nestlè şirketi birkaç yıl önce bir araştırma yapmıştı. Almanya'da insanların gıdalanması üzerine yapılan bu bilimsel araştırmanın açıklanan sonuçları ürkütücüydü. Her yaş grubundan toplam on bin kişiyle görüşülmüş. 14-29 yaş arasındakiler çoğunlukla fast-food'la besleniyor. Araştırmaya katılanların yüzde otuzu sadece hafta sonunda ocağın başına geçip yemek pişirdiğini açıklamış. Çoğunluk için önemli olan lokantaya gittiğinde ucuz ve büyük porsiyonlarla karnını doyurabilmesi. Nestlè'nin araştırmacılarına göre yemek pişirirken kullanılan malzemelerin sağlıklı olup olmadığı, hele gençler için, pek o kadar önemli değil. Yanlış gıdalanan toplumun yüzde 50'si çok şişman, 7-12 yaş arasındaki çocukların yüzde 20'si hastalık derecesinde fazla kilolu.

Hemen hemen her akşam, herhangi bir televizyon kanalında ünlü bir aşçı yanına aldığı bir ünlüyle "yemek pişiriyor"! Güle konuşa, çok keyifle güzel görünümlü bir şeyler pişiriyorlar. Fakat program bittikten sonra ne pişirmiş oldukları ve ne de tarifi, izleyicinin pek aklında kalmıyor. O sadece bu şovla televizyon karşısında güzel zaman geçirmiş oluyor. Yeni evlenen veya daha büyük bir eve taşınan çiftler mutfak dekorasyonuna çok önem veriyor. Kısa süre sonra içinde pek yemek pişirilmeyen şık ve gösterişli mutfaklara ailelerin yaptığı ortalama harcama 10 bin Avro! Araştırmayı yapanlar: "Gıdalanma toplumun aynasıdır" diyor. "Alman toplumuna yeni bir yemek kültürü gerekli".

19 Kasım 2023

Balkon konuşması

Cumhuriyet, 19 Kasım 2023

Ahmet Arpad

Hitler, 15 Mart 1938 günü Viyana Hofburg Sarayı'nın balkonundan Kahramanlar Alanı'nda kendisini dinleyen 250 bin Viyanalıya çok sözler verir. "Alman ulusunun önderi ve şansölyesi olarak doğduğum ülkenin Alman Reich'ına katıldığını bugün tarih önünde ilan ediyorum!"

Partisinin ülkeye yeni bir düzen getireceğini, işsizliğe kesinlikle çıkar yol bulacağı sözünü verir. İnsanlar onun içi boş sözlerine inanır. Hitler doğduğu ülkeyi dirençsiz teslim alır çünkü çoğunluk onun arkasındadır. Çaresizlik içindeki toplumun peşinden gideceği başka lider yoktur. Hitler, sudan sebeplerle sol görüşlü karşıtlarını ve aydınları tutuklatıp kamplara attırır.

TEPKİSİZLİKLE DESTEK

Bilim insanları ve yazarlar yurtdışına kaçar. Bunlardan 130'u 1933'ten sonra ailesiyle birlikte Atatürk Türkiyesi'ne sığınır. 11 Mart 1938 tarihinde, Avusturya'ya el koyduktan dört gün sonra o ünlü balkon konuşmasını yapan "Führer" artık iyice güçlenmiştir.

Kısa süre sonra Yahudilere yapılan eziyetler artar. Bundan 85 yıl önce, 9 Kasım 1938 gecesi Almanya ve Avusturya için "Kristal Gece"dir. Binlerce işyeri yağmalanır, 270 sinagog yakılır, Yahudiler öldürülür. Tam bir cinnet geçiren Hitler ve şürekâsı gerçek yüzünü çok çabuk göstermiştir! Akıllı bir propagandayla misyonlarını çok mükemmel sahneleyen Naziler, geleceğinden ümit kesmiş kültürsüz yığınların kolayca kandırılıp elde edildiğini çok güzel başarmıştır! Almanya'da ve Avusturya'da insanların çoğunluğu bütün olumsuz gelişmelere karşın ağızlarını açmamakla, kulaklarını tıkamakla ve gözlerini kapatmakla Hitler'e destek vermiştir! Ve halkın bu ilgisizliği onun gibi bir despotun son bin yılın en dehşetli katliamını işlemesine yol açmıştır! İşte o süreçte ve ardından gelen gelişmelerde Viyana'daki ünlü "balkon konuşması" çok önemli bir rol oynamıştır!

ŞARLO'NUN ALAYI

Kahramanlar Alanı'nda, Avrupa'yı Türklerden kurtarmış olan Prens Eugen'in dev heykelinin yanı başında durmuş Hitler'in o konuşmasını yaptığı balkona uzun uzun bakarken birden aklıma Şarlo'nun "Büyük Diktatör" filmi geliyor. Geçen yüzyılın en büyük sinema artisti ve rejisörü Chaplin, 1940'ta çevirdiği bu ilk sesli filminde Nazi Almanyası ve Hitler ile çok güzel alay eder. Onun diktatörlüğü ve faşistliğini alay konusu ederken izleyiciyi düşündürür ve hüzünlendirir de. "Büyük Diktatör" sayısız unutulmaz başarılı sahne ile doludur. Üzerine dünya haritası çizilmiş büyük bir balonla dans edişi ve alandaki binlere anlaşılmaz bir dilde yaptığı "balkon konuşması" çoktan sinema tarihine geçmiş ünlü sahnelerdir! Balkondaki Hinkel (Şarlo) kimi zaman çok öfkelidir, kimi zaman çok yumuşaktır. Charlie Chaplin bu sürekli değişimle Hitler'in nasıl dengesiz birisi olduğunu göstermek ister. Hele ağzından çıkanların tek kelimesi bile anlaşılmayan "Führer"e yığının coşkuyla haykırışı bu deha insanın hınzırca bir buluşudur!

Şarlo'nun ömrünün son 25 yılını geçirmiş olduğu Leman Gölü kıyısındaki Vevey'in yamaçlarındaki tarihi villası 2016'dan bu yana eşsiz bir müze. Yolu oralara düşenin görmesi zorunlu.

Ağaç Olmadan İnsan Yaşayamaz...

Toplum24, 19 Kasım 2023

Ahmet ARPAD

Bundan 13 yıl önce. Tarih 30 Eylül 2010. Stuttgart tren istasyonunu yerin altına alma çalışmaları nedeniyle kent merkezindeki 25 tarihi ağacın kesilmesini engellemek isteyen kadınlı erkekli, genç, yaşlı binlerce kişiye gaz ve tazyikli su sıkan, onları sert coplarla döven polis, altısı ağır olmak üzere dört yüz kişinin yaralanmasına neden olmuştu. Bu olay beş ay sonraki seçimlerde eyalet başbakanının başını yemiş, açılan ve uzun süren davalar sonucu kent emniyet müdürüyle beş polis değişik cezalara çarptırılmış, ağır yaralılara da yüksek tazminatlar ödenmişti!

600 bin nüfuslu Stuttgart'ın yüzde yirmisi yeşil alanla kaplı. Kent göbeğindeki parkın altı kilometrekarelik parkının yolları ve çayırları her mevsim insan dolu. Bu sıcaklarda rahat bir nefes almak isteyenler kent merkezine 10 dakika ötedeki Killesberg tepesinin çimenlerini, açık yüzme havuzunu veya az ötede başlayan ormanın serin yollarını yeğliyorlar. Kısa süre önce orada ibret verici bir şey yaşandı! Stuttgart Belediyesi'nin Bahçeler Müdürlüğü elemanları ellerinde resmi izin olmadan Killesberg'de villara yakın bir yamaçtaki yedi ağacı 'hastalıklı' deyip birkaç saat içinde kesiverdi. Çevrede oturanlar ayağa kalktı, olay gazetelere yansıdı, belediye özür diledi, sorumluları da ihtar etti. Şimdi yedi ağacın kesildiği yere ondört yeni ağaç dikildi...!

Bütün Avrupa'da olduğu gibi Stuttgart'ın yakınlardan başlayan Karaormanlar'da da yağmursuzluktan ve hava kirliliğinden ağaçlar ölüyor. Otomobil egzozlarının değiştirilmesi, yeni benzin türlerinin denenmesi, fabrika bacalarına özel filtreler takılması pek işe yaramıyor. Karaormanlar'da yapılan yürüyüşlerde ağaçların yaşam savaşını yakından görmek mümkün. Ağaçlara zarar veren kükürt dioksidi, azot oksidi, yeraltı sularındaki nitratlar ve sebze-meyvenin ekildiği topraklardaki çeşitli asitler kanser hastalığının da baş nedenlerinden biri. Amerikalı bilim yazarı Peter Brennan, 'The Ends of the World' adlı kitabında açıkladığına göre insanoğlu karbondioksit sorununu çözemezse dünyamız bu yüzyılın sonunda 4.5-5 derece ısınacak.

Ağaç olmadan insan yaşayamaz

Asya'nın en büyük ormanlarını barındıran Endonezya zengin ülkelerin çikolata, krem, çamaşır tozu gibi gereksinimlerini karşılayabilmek için gereken palm yağını kazanmak amacıyla ülkesinde her yıl 620 bin hektar ormanı yok ediyor. Dünyamızdaki tropik ormanların üçte ikisini bünyesinde barındıran Brezilya da Amazonlar bölgesinde yıllardır 'tarıma yer açıyoruz' diyerek her yıl yaklaşık 8 bin kilometrekare ormana kıyıyor! Fakat Endonezya ve Brezilya ormanları dünyamızın 'yeşil ciğeri'...

Ağaç olmadan insan yaşayamaz, çünkü ağaç insanın neden olduğu hava kirliliğinin yüzde 50'sini temizler. Bir hektar ladin ormanı yılda 32 ton, bir hektar kayın ormanı yılda 68 ton, bir hektar çam ormanı da 30-40 ton karbondioksit yüklü havayı emiyor. Sadece bir kayın ağacı saatte 1,5 kilogram oksijen üretiyor. Ağaç yaşlandıkça insanlara yararı artıyor. Örneğin 100 yaşındaki, 35 metre yüksekliğindeki bir kayın yılda 2,5 ton karbondioksit filtre edebiliyor. Bu nedenle endüstri ülkelerinin büyük kentlerinde yeşil alanlar çok önemlidir. Avrupa'nın en büyük parklarına sahip, çevresi ormanlarla kaplı Viyana'da kişi başına 25 metrekare yeşil alan düşerken, her gün 4 milyon aracın yollarını aşındırdığı dev kent İstanbul'da bu alan bir metrekarenin altında. Sağlıklı bir yaşam için ise en az on metrekare gerekiyor!

Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) güncel açıklaması tüyler ürpertici: Avrupa'nın büyük kentlerinde yaşayan insanların yüzde doksanı ciğerlerine zehirli hava çekiyor! WHO'ya göre 2016 yılında tam 7 milyon insanın (600 bini çocuk) erken ölümünün nedeni hava kirliği. Sadece Brezilya'nın tropik ormanları her yıl dünya insanlarının neden olduğu 8 milyar ton karbondiyoksidin 2 milyar tonunu 'depoluyor', bizi zehirlenip ölmekten kurtarıyor! 'European Study of Cohorts for Air Pollution Effects'in (ESCAPE) bir araştırması da ciğer kanseriyle kalp yetmezliğinin ana nedeninin hava kirliliği olduğunu kanıtlıyor. İsviçre'nin Bern Üniversitesi birkaç yıl önce uyarmıştı: „Küresel ısınma emsalsiz boyutta, son 2000 yılın en hızlı seviyesinde. Dünya Meteroloji Örgütü'nün (WMO) en son açıklamasına göre de 2022 yılında yaşanan iklim sorunları sonucu sadece Afrika'da yaklaşık 5 bin insan yaşamını yitirmiş. Bunlardan yüzde 48'inin ölüm nedeni kuraklık, yüzde 43'ünün de sel felaketleri olmuş.

Önce ağaçlar ölüyor! Sonra da insanlar mı?

12 Kasım 2023

Şampanyalar, Havyarlar, Istakozlar

Toplum24, 12 Kasım 2023

Bulgari, Tiffany, Heuer, Chopard... İnsan nereye bakacağını şaşırıyor. Vitrinler kolye, küpe, yüzük, kol saati dolu. Her şey pahalı mı pahalı. Altın, platin, gümüş. Pırıl pırıl, ışıl ışıl camekânlar gözleri kamaştırıyor. Birkaç müşteri var, onlar da pek Alman'a benzemiyorlar. Kadınlar alışveriş yapıyor, adamlar sohbet ediyor.Paralı Doğu Avrupalılar olmalı. Bin beş yüz değişik parfümün satıldığı şık Beauty Department'e hiç uğrayan yok. Bir kat yukarıda Gucci, Dior, Chanel. Burada da müşteriden çok personel var. Güzel kızlar elleri önlerinde gülümseyip bekleşiyorlar. Her taraf şık, ışıl ışıl, modern, bakımlı. Satılanlar güzel ve çekici. Gereksinimi olmasa bile bir şeyler almak istiyor insan. Tabii cebinde parası varsa!

AVRUPA'NIN EN BÜYÜKLERİNDEN

Günlerden çarşamba, öğle üzeri. Avrupa'nın en büyük satış merkezlerinden Berlin KaDeWe'nin bütün katları bomboş, in cin top oynuyor. Dev mağaza 116 yaşında, 60 bin metrekare alana yayılmış. Burada 380 bin çeşit eşya satışa sunuluyor. Sabahtan akşamın geç saatlerine kadar iki bin (!) personel müşteri bekliyor. Katları birbirine altmış dört yürüyen merdivenle yirmi altı asansör bağlıyor. Korona öncesine kadar günbegün elli bin insanın ziyaret ettiği söylenen KaDeWe geçmişini mumla arıyor. Batı Avrupa'nın bu dev mağazasını dünya savaşları bile sarsamamıştı. Hitler daha 1933 yılında Yahudi aile Tietz'i satışa zorlayıp KaDeWe'ye el koymuş, başına da Aryan birini getirmişti!

On yıl sonra bir Amerikan savaş uçağının üzerine düşmesiyle harap olan mağaza 10 Temmuz 1950'de yeniden açıldığında 180 bin Berlinli coşkuyla kapılarına saldırmıştı. KaDeWe aynı hücumu 9 Kasım 1989 günü duvarın yıkılmasıyla yaşamıştı. On binlerce Doğu Berlinli önünde uzun kuyruklar oluşurmuştu.

Berlin'i ziyaret eden her turistin uğradığı söylenen KaDeWe'nin bugün sadece üst iki katı dolu. İran'ın havyarları, Fransa'nın şampanyaları, adını bilmediğiniz ülkelerin şarapları, uzakların narenciyeleri, Pasifik adalarının egzotik yiyecekleri otuz şarküterinin vitrinlerini dolduruyor. Kat kat, dizi dizi peynirler, dev jambonlar, yer mantarları, dört yüzün üzerinde ekmek ve sandviç çeşidi... Parisli Lenôtre'nin vitrinlerinde, sabahın altısında Fransa'dan uçakla gelmiş, olağanüstü görünümde ve lezzette pastalar, ağızda eriyen inanılmaz çeşitte fondanlar. Bu kat hiçbir krizden etkilenmeyen insanlarla dolu. Cepleri paralı, giyimleri şık mı şık hanımlarla beyler ayaküstü bir şeyler atıştırıyor, şampanya yudumluyor.

Istakozlar, istiridyeler, havyarlar, füme balıklar onları bekliyor. Biz ise en üst kattaki self-servis lokantayı yeğliyoruz. Aşçıların gözünüzün önünde hazırladığı değişik yemekler çekici. Adam başı en az 30 Avro'ya karnınızı doyurduğunuza değiyor. Berlin ayağınızın altında.

Az onra Unter den Linden Bulvarı'ndayız. Café Einstein'da masalar dolu. Berlin'de yaşayan edebiyatçı bir tanışla Viyana kahvesi yudumlayıp Sacher Torte yerken yayın dünyasının son yıllarda yaşadığı krizden söz ediyoruz. Parlamento az ötede. Sorduğumuz garson kız: "Başbakan Merkel görevdeyken ara sıra uğrardı, şimdiki başbakan Scholz ise adımını henüz içeri atmadı", diyor.

5 Kasım 2023

1494'te Almanya'ya yerleşen Türk

Cumhuriyet, 5 Kasım 2023

STUTTGART – Ahmet Arpad

Dar, uzun bir cadde. Arnavutkaldırımı döşeli. Eski ortaçağ evleri bir kolyenin incileri gibi dizilmiş iki yanına. İkişer üçer katlı. Tahta, balçık, tuğla, taş karışımı bir işçilik var bu rengârenk yapılarda. Hepsi elden geçmiş, bakımlı. Kırmızı kiremit kaplı damları dik. Sanki bir minyatür kentin oyuncağı andıran evleri! Otel ufacık, dar, odaları küçük, pencereleri minnacık, tavanlar alçak mı alçak. Her yan tahta kaplı, orta yerdeki yüksek yatak kocaman, yastıkları, yorganı kuştüyü. Üçüncü katın penceresinden görünen, dar, uzun cadde küçük kent Besigheim'ın merkezi. Araç trafiğine kapalı. Evlerde pek oturan yok. Bürolar, butikler, lokantalar, küçük barlar, pastaneler, çiçekçiler, kafeler, butik pansiyonlar...

Yazdan kalma bir gün. Havalar hâlâ güzel. Her yana iskemleler atılmış, masalar hazırlanmış, keyifli insanlar beyaz şemsiyelerin altına kurulmuş. Garson kızlar koşuşturuyor. Salata dolu tabaklar, güzelin güzeli pastalar, rengârenk dondurmalar, köpüklü biralar, kadehlerde buz gibi şaraplar... Günlerden cumartesi. Az ötede, evlerden büyükçe, tarihi belediye binası. Önünde dört köşe bir alancık. Ortasında suları fışkıran, ortası havuzlu bir çeşme. Çevresinde oturanlar, çene çalıp, gülenler, güneşin iliklerini ısıttığı mutlu insanlar, yaşlısı genci...

ALIŞVERİŞ SONRASI İTALYAN KAHVESİ

Pazaryeri bu şirin alan cumartesileri. Tezgâhlarını kurmuş yöre köylüleri alacakaranlıkta. Getirmişler pazara tarlaları, bahçeleri o hafta ne vermişse. Salatalar, elmalar, patates ve soğanlar yığın yığın, öbek öbek. Alanın üç bir yanı yine tarihi evlerle kaplı. Tümü de elden geçmiş, bakımlı. Pencereler, kapıları, panjurları tahta oyma, üstün bir işçilik. Üç kattan yükseği yok. Daha ortaçağda dikkat etmişler demek kentlerde düzene... Alanın bir köşesinde yan yana çiçekçi tezgâhları. Rengârenk her şey. İnsanından sebzesine, çiçeğinden tarihi yapısına. Güneş iyice yükseliyor, öğle yaklaşıyor. Otelin önünde kadınlı erkekli şık insanlar söyleşip gülüşüyor. Ellerde şampanya kadehleri, kırmızı beyaz şaraplar, köpüklü fıçı biraları. Bir şey kutluyorlar gibi. Uzun beyaz önlüklü garsonlar gümüş tepsilerde siyah havyarlı, füme balıklı, İsviçre peynirli küçük ekmek dilimleri taşıyor dışarı. Pazaryerinde alışverişi bitirenler İtalyana uğruyor, espresso, capucino içmek, leziz dondurmalardan tatmak, eve gitmeden önce tanışlarla biraz çene çalmak, günün keyfini çıkarmak için...

Alandan kiliseye uzanan yolda çalgıcılar. Trompet, kontrbas, saksofon. Çaldıkları havalar oynak. Başlarında kapkara koca şapkalar. Sakallar uzamış. Şakalaşıyorlar yanlarından geçenlerle, durup dinleyenlerle, yere açtıkları örtücüğe para atanlarla. Doğu Avrupalılar galiba. Sanki bir yerden gözüm ısırıyor. Prag'da, IV. Charles Köprüsü'nde görmüş olmayayım kısa süre önce! Kim bilir? Yol yokuşlaşıyor. Yükseliyor kiliseye doğru. Aşağıda küçük ırmak pırıl pırıl, su dolu. Üzerinde bembeyaz bir gezinti gemisi.

HANS TÜRK

Sonra sağda bir sokak. Daracık, küçük. Adı çok ilginç: "Türk Sokağı"... Ne işi var burada? 1494'te Besigheim'a bir Osmanlı Türkünün yerleştiği biliniyor. İtalya'dan gelmiş olabilir. Hıristiyanlığı kabul ediyor ve kayıtlara adı Hans Türk olarak geçiyor! Az sonra karşımızda, tepemizde, her şeye yukarıdan bakan kilise. Devasa. İnsanın üstüne üstüne geliyor. En büyük o! Ondan yücesi yok. Bastırıyor kasabayı, altında eziyor yemyeşil doğayı, yaşam dolu evleri, mutlu ve özgür yaşamı özleyen bireyleri...

mail@ahmet-arpad.de

29 Ekim 2023

"O'nun peşinden gittiği güç, sevginin gücüydü!"

TOPLUM24, 29 Ekim 2023

Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluşunun 100. Yıldönümünde Mustafa Kemal...

Ahmet Arpad

Herbert Melzig Ortadoğu'yu çok iyi tanıyan bir Alman tarihçiydi. Kitaplarında ve araştırmalarında özellikle İran'ı ve Türkiye'yi ele almıştır. Daha çok Mustafa Kemal Atatürk'ün yaşamı ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Herbet Melzig'in ilgisini çekmiştir. Oldukça iyi Türkçe konuşan ve 1937-1947 yılları arasında Türkiye'de yaşamış olan tarihçi Melzig, Atatürk'ün misafiri olma ve masasında oturma şerefine de erişmiştir.

Herbert Melzig'e göre, Mustafa Kemal Atatürk ile Anadolu'da binlerce yılın derinliklerinden kahraman bir ruh doğmuş ve aydınlığa yükselmiştir. "Mustafa Kemal, yeryüzünün bu bölgesindeki, başkalarına kul olmuş bütün uluslara özgürlüğe giden yolu göstermiştir. O, Nil'in kıyılarından Çin'in akarsularına kadar toplumlar için bir efsanedir. Şimdi O kendi insanlarının ortasında durmuş çevresine ışıklar saçıyor. Bir yaşlının bütün bilgeliği ve bir gencin sonu gelmeyen enerjisi ve kararlılığı ile gerçekleştirdikleri bütün dünyanın hayranlıkla seyrettiği etkileyici bir oyundur. Yüce bir insanın milletine ve insanlığa olan aşkıdır..."

Herbet Melzig için Atatürk, doğunun tarihinde yepyeni bir döneme imzasını atan ve emperyalist Avrupa'nın anlayışlarının yanlış olduğunu kanıtlamayı başaran kişidir. "Türklerin İstiklâl Savaşı Avrupalılar'ın Ortadoğu düşlerine son vermişti." Osmanlı'nın sonunu, Türklerin İstiklal Savaşı'nı, düşmanı Anadolu'dan atmalarını, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu ve devrimlerin tasarlanıp gerçekleştirilmesini yaşamış olan Herbert Melzig'in gözünde, Mustafa Kemal tarihten gerçekten bir şey öğrenmiş olan ender devlet adamlarından biridir. Bütün mücadele ve kavgaları milleti içindi.

"Avrupa basını yıllar boyu yeni Türkiye'ye kötümser bakar, gereksiz suçlamalarda bulunurdu", diyor Melzig. "Fakat Türkiye Cumhuriyeti her defasında bunların gerçekdışı olduğunu kanıtlamıştır. Mustafa Kemal'in sentezine göre, Türk bilinci batıdan alınan form ve maddeleri kabul etmeli, fakat ona bağımlı değil yaratıcı olmalıdır, güven içinde kendi geleceğini kendi yaratmalıdır."

Melzig'e göre, Tanrı Mustafa Kemal'i bu göreve getirmemiş olsaydı, çok gizemli bir güç O'nu heyecanlandırıp peşinden sürüklemeseydi, O padişahın bir yaveri kalacak, hatta belki de Müslümanların halifesi olacaktı.

Alman tarihçi Herbert Melzig "Kemal Atatürk, Osmanlı'nın Çöküşü, Türkiye'nin Dirilişi" adlı kitabında (Çeviri: Ahmet Arpad) 1919 yılında Mustafa Kemal'in Samsun'dan başlattığı ulusal savaşın sonunda vatanı dış düşmanlardan nasıl kurtardığını, yüzlerce yıllık şark tarihini nasıl tasfiye ettiğini ve iç düşmanlara karşın Anadolu'da nasıl çağdaş bir cumhuriyet kurduğu anlatıyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş günlerini de şöyle ele alıyor: "Cumhuriyet 'Evi'nin kaba inşaatı bitmiştir. Mustafa Kemal halkını, bütün insanların 'Ev'i olacak bu binaya girmeye ve her yanını sağlamlaştırıp inşaatı bitirmeğe davet eder." Yazar 'Ev'in sorumluluğunun yavaş yavaş yaratıcısından işçilere geçtiğini anlatır. Ona göre yeni 'Ev'in sağlamlaştırılması, her yanının donatılıp döşenmesi daha onlarca yıl sürecektir. "Yaratıcısı günün birinde dudaklarında bir gülümseme gözlerini kapatırken mutlu olacaktır. Çünkü biliyordur, insanları uyanıktır ve de çalışkandır. Onlar gerçek bir cumhuriyetin uzakta ışıldayan hedefinin ne olduğunun bilincindedirler: Sulh ve refah!"

"Kemal Atatürk" kitabında Herbert Melzig yeni Türkiye'nin yeğlediği dürüst ve gerçekçi bir politika ve attığı ileri adımlarla başarıya ulaştığını anlatıyor. "Dünyada bu politika eşsizdir ve onu taklit eden çıkamaz", diyor Melzig. "Mustafa Kemal Türk milletinin gücünün sınırlarını görüp anlamasını başarmıştır. Bu, manevi açıdan inanılmaz bir zaferdir. Bu, Avrupa'nın pek söz etmek istemediği Kemalist ideolojinin bir zaferidir."

Herbert Melzig'in, 1937 yılında yazılmış ünlü "Kemal Atatürk - Osmanlı'nın çöküşü, Türkiye'nin dirilişi" kitabından başka Türk tarihi ve edebiyatı ile ilgili başka eserleri de vardır. Amaçlarından biri, batının yeni Türkiye'ye karşı beslediği önyargıların yanlışlığını kanıtlamak olan Melzig'in eserlerinden bazıları şunlardır: "Atatürk'ün başlıca nutukları 1920-1938", "Atatürk bibliyoğrafyası" (1941), "İnönü diyor ki" (1944) ve 1954 yılında Sabahattin Ali öykülerinden Almanca'ya çevirdiği "Anadolu öyküleri". Bu kitapların yanısıra Aziz Nesin'in de bazı eserlerini Almanca'ya kazandırmıştır.

"Kemal Atatürk - Osmanlı'nın çöküşü, Türkiye'nin dirilişi" eserinin yazarı tarihçi Herbert Melzig, o dönemi yaşamış çok önemli bir tanıktır. Onun gözünde Atatürk, o yıllarda Avrupa'yı yönetenlerin tam karşıtı bir devlet adamıydı. Türkiye'de yaşadığı dönemde İstanbul Edebiyat Fakültesi'nde ve Ankara Tarih Fakültesi'nde dersler vermiş olan Alman tarihçinin şu anısı ilginçtir: "Naziler 'Atatürk Bibliyoğrafyası' kitabıma dış politika çıkarları ve umutları nedeniyle önce ses çıkarmamıştı. Ancak 1943 yılına gelindiğinde Gestapo hepsini toplatıp imha etmişti." O dönemin bir çok bilim adamı gibi Naziler'e hoş görünmeğe çaba göstermemiş olan Melzig, hatta bu gelişmeden gurur duymuş olduğunu anlatır anılarında.

Herbert Melzig, Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün ardından şunları söylemişti: "O'nun peşinden gittiği güç, sevginin gücüydü! Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak isteyenler Atatürk'ün iman verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar."

22 Ekim 2023

En Büyük Kabak 1041 kg

Toplum24, 22 Ekim 2023

Ahmet ARPAD

Stuttgart'a sadece on beş dakika uzaklıktaki Ludwigsburg sarayı 18. yüzyıldan kalma 452 odalı barok bir yapı. Her yıl yüz binlerce turistin ziyaret ettiği şirin kent porselen yapımıyla da ünlü. Rengârenk çiçeklerle dolu kocaman saray parkında geçenlerde ilginç '"Kabak Sergísi" açıldı. İsviçreli çiftçiler Martin und Beat Jucker'in girişimiyle Ludwigsburg sarayının parkında 2000 yılından bugüne her yıl güz aylarında kabaklar sergileniyor! Çeşitlisi. İrili ufaklısı, şişmanı, zayıfı, uzunu. Rengarenk tam 450 bin kabak! 600 çeşit!

Kabak çekirdeği de lüks

Türk mutfağında kabak dendi mi, insanın aklına kabak dolması gelir, tatlısı gelir. Hepsi o kadar mı? Yemek kitaplarına bir göz atın, bakın kabakla daha neler neler yapılıyormuş. Kabağın zeytinyağlısı var, bayıldısı var, bastısını da unutmamak gerek. Sakızkabağından musakka yapıyorlar. Kabak reçeli için bal kabağı yeğleniyor, üzeri cevizli, kaymaklı tatlısı için de.Kabağın çekirdeği de var Televizyonun henüz Türkiye'ye girmediği yıllarda ılık yaz akşamları mahalledeki açık hava sinemasına giden dar gelirli ailelerin vazgeçilmez eğlenceliği kabak çekirdeği idi. Sudan ucuzdu. Günümüzde ise yanına yaklaşılamıyor. Mısır Çarşısı'nda kilosu iki yüz elli lirayı bulmuş! Zengin eğlenceliği bir lüks olmuş dar gelirlinin kabak çekirdeği...

Avrupa'nın en büyük kabağı

25 Ağustos ile 3 Aralık 2023 arasında Ludwigsburg'da düzenlenen sergiye akın edenler rengarenk binlerce kabağın arasında geziniyor, sayısız etkinliğe katılıyor. 1 Ekim'de Almanya'nın en büyük kabağı tartıldı. Bu yılki kabak Hessen'den geldi. 782 kilo ağırlığında ve 3,5 metre çapında. 8 Ekim'deki yarışmada da Avrupa'nın en büyük kabağını seçtiler! Bavyeralı Luca Stöckl'ün yetiştirdiği kabak tam 1041 kilo ağırlığında! 2021 yılında İtalya'dan bir katılımcı 1226 kiloluk, çapı 5 metre kabağı ile dünya rekoru kırmıştı!

Bu rekoru 2023'de aşamadılar

Burada sergilenen binlerce kabağın çoğu yörede yetişiyor. Birkaç kilometre uzaktan, Schiller'in doğum yeri Marbach'taki Rielingshausen çiftliğinde. Onları yetiştiren Käfer ailesinin Portekiz'de de kabak tarlaları var. Almanya'da iklim nedeniyle istediği ürünü almazsa kabakları oradan getirtiyor! Mutfaklarında kabağa bizim kadar yer vermeyen Almanlar ve İsviçreliler pek tadı tuzu olmayan Orta Avrupa kabakları ile son yıllarda yepyeni yemekler yapmağa başladılar. Sergi boyunca bu fantezi yemekler ziyaretçilere sunuluyor: Kabak çorbası, kabak mantısı, kabak eriştesi, kabak gofret, kabak kızartması, kabaklı pilav... Susayanlar kabak tadındaki köpüklü şarabı deniyor. Taş fırında yapılan kabaklı ekmek çok leziz. Kabaktan reçel, kabak ezmesi, kabak çekirdeğinden elde edilen yağ da tezgâhlarda meraklısını bekliyor.