22 Şubat 2021

Bir diktatörün gerçekleşmeyen düşü...

TOPLUM Gazetesi, Almanya, 02.02.2021


30 Ocak 1933 insanlık tarihindeki belki de en büyük felaketin başlangıcıdır. O gün Adolf Hitler dünyamızı kana bulayacak yolda ilk adımlarını atmıştı.
*
Geçenlerde kitaplığımda Hermann Hesse'yi ararken Adolf Hitler'i buldum! Hesse'nin mektuplaşmalarının hemen yanında gazeteci-yazar Ralph Giordano'nun yıllarca önce merak edip almış, fakat sonra nedense pek okumadan rafa kaldırmış olduğum "Eğer Hitler Savaşı Kazansaydı....” adlı kitabı duruyordu. 1923 doğumlu Giordano, yaşadığı Nazi dönemini ve sonrasını belgelere dayanarak anlatıyor. "Bizim ırkımız bu dünyaya hükmetmek hakkına sahiptir. İşte bu hak bizler için gelecekte uygulayacağımız dış politikanın kutup yıldızı olmalıdır!” Hitler'in 1930'da bu söyledikleri sadece bir megalomani, sınırsız bir düş değildir. "İnanın bana, üstün ırkımız bin, hatta bin iki yüz yıl boyunca bütün dünyaya hükmedemeyecekse, her şey sadece Almanya ile sınırlı kalacaksa ne gerek var nasyonal sosyalist harekete!”

Almanlaştırma planları

Bu sözlerin altında kafasındaki geleceğin programı yatmaktadır. Hitler ve partinin kilit noktalarına getirdiği yardakçıları geleceğin dünyasının kapsamlı planlarını savaştan önce yaparlar. 1939'da Polonya'ya girdiklerinde gelecekte nasıl bir Avrupa'nın özlemini çektikleri, çekmecelerde hazır bekleyen sayısız muhtıra, genelge, emir ve yasa tasarısında yazıyordu! Polonya topraklarını Germen ırkının insanlarına açmak için ilk aşamada altı yüz bin Yahudi kamplara atılacak, üç buçuk milyon Polonyalı daha doğuya sürülecekti. Almanya'dan yollanacak köylüler ve işçilerle Polonya'daki Alman azınlığın nüfusu dört milyona çıkarılacaktı. Nasyonal sosyalizmin ideologlarından Himmler'e göre sadece "boylu boslu, sağlam yapılı” Polonyalıların Almanlarla bir arada yaşamasına izin verilecekti. Sovyet Rusya ele geçirildiğinde 45 milyon insan daha topraklarından edilecekti. Sürülen Ruslar, Polonyalılar ve Ukranyalılar Ural Dağları ötesine yerleştirilecekti. Bu ülkelerde boşalacak topraklar on milyon Alman'a açılacaktı. Hitler'in düşüne göre otuz-kırk yıl içinde bütün Doğu Avrupa insanları asimile politikasıyla "Almanlaştırılmış” olacaktı. Planlarından bir başkası da "yabancı” kadınları kısırlaştırma ve çocuk doğumlarını azaltma yöntemleriydi... Hitler'in görevlendirdiği jinekolog Carl Clauberg önce hayvanlar üzerinde deneyler yapar; ancak kısa süre sonra bundan vazgeçer, Auschwitz Kampı'nda kalan iki yüze yakın Sinti-Roma ve Yahudi kadını denek olarak kullanmaya başlar. Deneyler başarısız olur, kadınlardan bir çoğu ölür. 1955 yılında Konrad Adenauer'in girişimiyle Sibirya kampından kurtarılan Dr. Carl Clauberg'e Kiel üniversite kliniğinde görev verilir!

Önce aydınlar...

Hitler kafasına koyduğu Almanya'yı gerçekleştirmeye daha 1933'te başa geçer geçmez başlamıştı. Önce aydınlar, sosyalistler, bilim insanları kamplara atılmış, kitaplar yakılmıştı. Hemen ardından sıra ülkeyi Yahudilerden temizlemeye gelmişti! Hitler ordularının Doğu Avrupa topraklarına el koymasının ardından yardımcıları Göring, Keitel ve Lammers'e: "Şimdi bu dev pastayı parçalara bölerken dikkatli olmalıyız”, der. "Buraları yönetmesini ve sömürmesini bilmeliyiz.” İşgal edilen topraklarda sadece "Almanlaşmış” ve "Alman kanı taşıyan” insanlar yaşayacaktı! Büyük Almanya'yı yaratabilmek için Sovyet topraklarının yeraltı zenginliklerinden ve endüstrinin kalifiye elemanlarından da yararlanılacaktı. Almanya'daki kömür ve demir-çelik sanayisi üretimini durduracak, çalışanları doğuya aktarılacaktı. Hitler'in görevlendirdiği çalışma grubunun 17 Kasım 1941 tarihli raporunda şunlar yazar: "Ural Dağları'na kadar uzanan bölge yüz yıl sonra tamamen Almanlaşmış olacaktır.” Oralarda 100 milyon "saf kan” Almanın yaşamasını düşleyen Hitler o günlerde şöyle konuşur: "İngiltere için Hindistan neyse, bizim için de Doğu Avrupa toprakları odur.”

Hitler'in beklentileri çok düşündürücüdür: Doğudaki yeni bölgelere İskandinav ülkeleri insanlarının da yerleşmesi sağlanacak, gelen insanlar yeni kurulacak kentlerde yaşayacak, eski kentler yavaş yavaş yok olacak, köylüler radyo haberlerine sadece sokaklara yerleştirilecek hoparlörler aracılığı ile ulaşacak, okullarda Almancaya ağırlık verilecek, diğer dersler geri plana atılacak. Doğum kontrolü ve çocuk aldırmak desteklenerek yerli halkın uzun aşamada tamamen silinmesi sağlanacak. Özellikle taşrada insanların tek bir kiliseye değil değişik tarikatlara inanmasına izin verilerek inanç bütünlüğü engellenecek... Hitler'in özel sekreteri Martin Bormann, işgal edilmiş Doğu Avrupa topraklarından sorumlu Bakan Alfred Rosenberg'e 23 Temmuz 1943 tarihli mektubunda şöyle der: "Slavlar sadece bizim için çalışacaktır. Bize gerekmedikleri anda ölebilirler. Aşı olma zorunluluğu ve sağlık hizmetleri onlar için gereksizdir. Eğitim ve sağlık hizmetlerinden sadece işimize yarayacak işbirlikçiler yararlanabilir.”

1930'lu yıllarda Avrupa'da Hitler, Stalin, Mussolini ve Franco insanlığı inanılmaz bir felakete sürüklerken Türkiye'de Mustafa Kemal Atatürk devrimleriyle çağdaş ve uygar bir toplum yaratıyordu!

Stefan Zweig ve Salzburg

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 22 Şubat 2021

AHMET ARPAD

23 Şubat 1942'de bu dünyaya veda etmiş olan değerli yazar Stefan Zweig bir Viyanalı'ydı. Ölümünün ardından 79 yıl geçti. Günümüzde Türkiye'de de çok sevilerek okunan değerli yazar ününün doruğuna, 38 yaşında yerleştiği Salzburg'da ulaştı.


19. yüzyılın ünlü gezgini Alexander von Humboldt'a göre, Napoli ve İstanbul'un yanı sıra, Salzburg dünyanın en güzel üç kentinden biridir. Ortaçağ'la günümüz bağdaşır Salzach ırmağı kıyısındaki bu kentte. Doğanın güzelliği ile sanat eserleri, dik, kayalıklı yamaçlarla yeşil düzlükler bir arada uzanır.

Alpler'in en son eteklerine sıkışmış ovada bazen yeşil, bazen sarı gri, fakat hep köpüklü ve çağıltılı akar Salzach. Akşamın loşluğunda renk değiştirir küf yeşili kubbeler, kıpkırmızı kiremitli sivri damlar. Irmağın kıyısındaki dizi dizi kestane ağaçlarının altına gizlenmiş sıralarda oturup, karşınızdaki kentle sahne karışımı bu çarpıcı görüntüye dalarsınız. Sonra tarihi yapılar arasındaki daracık Ortaçağ sokakları önce karanlığa bürünür, sonra ışıl ışıl aydınlanır fenerlerle. Düşle gerçek karışımı bir kenttir Salzburg. Ve görüntüsüyle günün her saatinde sizi büyüleyen Salzburg, dünyaca ününü sadece güzelliğine borçlu değildir.

En Güzel Eserlerini Salzburg'da yazmıştı

Bu kent Mozart'ın doğum yeridir. Getreidegasse'deki evini her yıl yüzbinler ziyaret ediyor. 1920'de kurucuları, Yahudi asıllı Max Reinhardt, Viyanalı yazar Hugo von Hofmannstahl ve besteci Richard Strauss olan on binlerin aktığı Salzburg Festivali her yıl temmuz-ağustos aylarında düzenleniyor. Açılışı 1920'den bu yana büyük katedralin önünde sahnelenen 'Jedermann' oyunu ile oluyor. 1938-1944 arasında Hitler bu festivali, Nazi propagandası amaçlı da olsa, devam ettirmişti. Tabii Max Reinhardt'sız ve Jedermann'sız...

Salzburg aynı zamanda, Avusturya'nın en ünlü yazarı Stefan Zweig' ın 15 yıl yaşadığı kenttir de. Kapuzinerberg'in yamacındaki villasında geçirdiği yıllar Zweig'ın en verimli yıllarıdır. Kapuziner yokuşu, 5 numaradaki villayı Friderike ile evli olduğu yıllarda satın almıştı. Salzburg'da geçirdiği yıllardır Zweig'ı edebiyatta doruğa tırmandıran.

En güzel eserlerini, kente ve Salzach'a yukardan bakan o iki katlı, ağaçlar arasına gizlenmiş villada yazmıştır. Kısa sürede ünlü insanlarla dostluk kurmuş, onları sık sık Salzburg'da konuk etmiştir. Romain Rolland, Thomas Mann, H.G. Wells, Hoffmannstahl, James Joyce, Franz Werfel, Paul Vallery, Arthur Schnitzler, Ravel, Toscanini, Richard Strauss' la bu evde saatler, günler geçirmiştir...

"Berchtesgaden Dağı'nda Oturan Bir Adam..."

'Sanatla, mutlu doğanın karşılıklı yükseldiği o günler ne zengin, ne renkliydi!' diye anlatır, ölümünden kısa süre önce yazdığı en ünlü eseri Dünün Dünyası'nda (Türkçesi: Burhan Arpad) Salzburg yıllarını. 'Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra o küçük kentin kasvetli manzarasını anımsayıp damından yağmur suları akan evimizde soğuktan titreştiğimizi düşündükçe, bu barış yıllarının değerini daha iyi kavrıyorum. Dünyaya ve insanlara inanmamıza izin vardı o yıllarda. Fakat sonra hemen karşımızda, Berchtesgaden dağında oturan bir adamın bütün bunları tuzla buz edebileceğini hiç düşünmemiştik...'

1934'te Gestapo'nun villayı basıp silah araması üzerine Zweig ülkesini terk etmekten başka çıkar yol bulamaz. İngiltere'ye yerleşir, ancak kendini burada da rahat hissetmez. Ayrı yaşadığı eşi Friderike villayı 1937'de Viktor Gollhofer adındaki zengin bir kumaş tüccarına satmak zorunda kalır. Gollhofer, 1950'li yıllarda yaptığı bir Salzburg ziyaretinde villayı görmek isteyen, Türkiye'nin ilk Zweig çevirmeni babam Burhan Arpad'ı değil eve almak, ona bahçeyi bile göstermez. Oldukça kaba davranır.

Zweig üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Gert Kerschbaumer ile yıllar önce Salzburg'da villaya bir gezinti yapmıştık. Dik yokuşu çıkarken ilginç şeyler anlatmıştı. Gollhofer ailesi Zweig'lara olan son taksit borcunu mahkeme kararı ile Nazi yönetimine ödemişti. Zweig vârislerinin bugün Avusturya devletinden hâlâ alacağı varmış! Friderike Zweig anılarında Gollhofer'lerden 'Nazi bir aile' diye söz eder...

Zweig güncelliğini hiç yitirmedi

Savaşın şiddetini arttırması ve Hitler'in güçlenmesi Zweig'ı daha çok bunalımlara sokar. Onlarca yıldır kafasından geçirdiği ve uğruna savaşım verdiği 'kültür Avrupası' düşünün artık gerçekleşmeyeceğini kavramıştır. 1940'ta İngiliz vatandaşı olur ve o yıl Brezilya'ya yerleşmeye karar verir, ancak Petropolis'te de mutluluğa erişemez, aradan iki yıl geçmeden intihar eder.

'Bir mülteci yaşamı daha alışılmış şekilde sona erdi...' diye oldukça üst perdeden yazar o günlerde Salzburg Eyalet Gazetesi. Salzburg'daki villanın Zweig'dan sonraki sahipleri ise, kapının önüne değil bir heykel dikilmesine, dış duvara plaket takılmasına bile izin vermediler. 2015 yılında bahçe duvarının önüne ünlü sanatçı Gunter Deming'in (http://www.stolpersteine.eu/en/) hazırladığı, pirinçten küçük plakalar kondu. Üzerlerinde, bu villada yaşamış olan dört insanın kaçmak zorunda kaldığı yazıyor. Stefan Zweig uzmanlarından, "Uçan Salzburglu" ve "Stefan Zweig – Friderike Zweig Mektuplaşmaları" kitaplarının yazarı Gert Kerschbaumer'in anlattığına göre koskocaman bahçenin tarihi ağaçları arasındaki villada yaşayan Gollhofer'lerin yaşlı oğlu da babası gibi 'ters adamın biri'. Villaya yaptığımız bir yürüyüşte karşısındaki Kapuziner manastırının kapısını çalmıştık. Bize kapıyı açan al yanaklı, şişman, güler yüzlü rahibi büyük terastan inanılmaz güzellikteki Salzburg manzarasını doya doya seyretmemize izin vermişti. Manastırın önünde bir Zweig bir büstü var. Ünlü yazar düşünceli düşünceli karşıdaki villasına bakıyor.

Stefan Zweig güncelliğini hiç yitirmedi.

10 Şubat 2021

Hep zayıfların yanında olmak!

Ahmet ARPAD, Toplum Gazetesi, 10 Şubat 2021

O burjuva karşıtıydı, küçük insanları severdi. Geçen yüzyıl Alman epik tiyatrosunun en önemli ismi kabul edilen Bertolt Brecht 10 Şubat 1898'de Augsburg'da doğmuştu.

"Bir zenginle bir fakir karşılıklı durmuş birbirlerine bakıyorlar. Fakirin yüzü solgun. Konuşuyor: ‚Ben fakir olmasaydım sen zengin olamazdın...' " Bertolt Brecht, 1934

*

Geçen yüzyıl Alman epik tiyatrosunun en önemli ismi kabul edilen, yarattıkları ölümünden 65 yıl sonra da severek okunan Bertolt Brecht 48 tiyatro eseri, 2300 şiir ve 200 öyküyle peşinde, uzun yıllar yitirilmeyecek izler bırakmıştır. Zamanın ruhuna karşı eserleriyle küçük insanı her dönemde, her ülkede hep kendine bağlamasını bilmiştir.

Bertolt Brecht'in şu sözü ilginçtir: "Başkalarını aydınlatmak dünyanın en eski 'meslekleri'nden biridir. Mesleğim beni avucunun içine aldı!”1920'li yıllarda: "Büyük ve ünlü şiirler kanımca insanlık için birer belgedir”, diyen Brecht bu görüşüyle, şiire ne kadar çok değer verdiğini, onun etkisini ne kadar çok önemsediğini belirtmek istemiştir. Tiyatro yazarlığı ve rejisörlüğün yanısıra şairliye ve şiire de ağırlık vermesinin nedeni budur. Brecht'in şiirleri onun anlık duygularını veya L'art-pour-l'art şairlerinin duygularını yansıtmaz. O sokağı anlatır, mahalle meyhanelerinde konuşulanları ve kabare konularını şiirlerine alır. Kimi edebiyat tarihçileri Brecht'in François Villon, Arthur Rimbaud ve Frank Wedekind'den etkilendiğine inanır. O şiirlerini edebiyat çevrelerinin okuma akşamlarında sunmasını sevmezdi. Brecht gitarı eşliğinde şiirlerini, koşuklarını ve şarkılarını küçük kent lokanta ve meyhanelerinde küçük insanlara sunmasını yeğlerdi. O burjuva karşıtıydı.

"Hep zayıfların yanında yer aldım”

İlerde o günlerden şöyle söz etmiştir: "Ben varlıklı bir ailede büyüdüm. Çocukluğum boyunca çevremde hep hizmetçiler vardı. Okula giderken bir yakalık takmak zorundaydım. Öğretmenlerimden emirler almaya alıştırılmıştım. Ancak büyüyüp biraz özgürleşince içinde yaşadığım sınıf hoşuma gitmemeye başlamıştı. Ne emirler işitmek istiyordum, ne de başkalarının bana hizmet etmesini. İşte o günden sonra sınıfımı terkettim ve hep zayıfların yanında yer aldım...”

İnsanlığın 20. yüzyılda yaşadığı iki dünya savaşı Bertolt Brecht'in yaşamını çok etkilemiştir. Bunu sadece tiyatro eserlerinde değil, şiirlerinde de görmek mümkündür. Sorunlar içindeki topluma seslenirken çok inandığı akılcılığı elden bırakmaz. Nazi Almanyası'nda Hitler ve çevresinin Almanya'yı ele geçirmeye başladığını sezen tiyotro adamı 1933 yılında ülkesini terk eder.

O günlerde Berlin'de büyük tiyatro adamı Max Reinhardt'ın yanında oyun yazarı olarak ünlenmeye başlamıştı. Almanya'yı terk etmesinin ardından yıllarını Avusturya, Fransa, İsviçre, Danimarka, İsveç ve Finlandiya'da geçirir. Savaş yıllarında, 1941'de Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşmeye karar verir. 1947'ye kadar bu ülkede kalan Bertolt Brecht en önemli yapıtlarını 'sürgün'de gerçekleştirir. Savaş bitiminde İsviçre üzerinden 1948'de tekrar Almanya'ya döner. İki yıl sonra da tiyatro oyuncusu ve yöneticisi eşi Helene Weigel'le Berlin'de ünlü "Berliner Ensemble”yi kurar. Bu yıllarda Bertolt Brecht dünyaca ününe kavuşur.

"Arkamdan yazın, Brecht rahatsız edici biriydi!”

Zeki, eklileyici, yerine göre de tartışmaktan kaçınmayan biri olduğunu anekdotlarından oluşan "Gerçeği Söylemenin Tehlikesi” kitabında görüyoruz. Brecht'in tiyatro, bilim, basın, otomobiller, aristokrat komünistler üzerine gülümseten ve düşündüren görüşleri anekdotlarında yaşanıyor.

Brecht'ten öğretici, eğlendirici kısa öykücükler anlamlarını ve önemlerini hiçbir zaman yitirmeyecek yapıtlar. Büyük nasyonalist parti Almanya'da otoriteyi ele geçirdikten kısa süre sonra Bay B.'nin üzerlerine gazyağı dökülen kitapları alanlarda yakıldı.

Bay B. az önce bavullarını toplayıp yurtdışına kaçmıştı. Eşiyle Avusturya başkentine geldiğinde ahlak filozofu Karl K. şöyle konuşmuştu: "Fareler batmakta olan gemiye bindi.”

20. yüzyıl Alman tiyatrosunun en önemli ve etkileyici tiyatro adamı ve lirik şairinin daha okul yıllarında yazılı çalışmalarında Goethe'den alıntılar yaptığı bilinir. Öğretmenlerinin bütün Goethe sözlerini tanımadığına inandığı için de kimi çalışmasında kendi görüşlerini kullanırdı. Gerçekten de öğretmenleri bunu fark etmez, öğrenci Bertolt'un Goethe'den alıntı yaptığına inanırdı.

Bir toplantıda tartışılıyordu: Son yıllarda filme ve tiyatroya olan ilgi sürekli artmaktaydı. Bu görevin altından kalkabilecek yetenekte yeterli rejisör var mıydı? Bunlar kimler olabilirdi? Bay B. bir an düşündükten sonra şöyle konuştu: "Dünyada bunu başarabilecek iki rejisör vardır. Bunlardan biri Chaplin'dir.”

14 Ağustos 1956'da Doğu Berlin'de gözlerini bu dünyaya kapattığında 58 yaşındaydı. Ölümünden kısa süre önce yanına çağırdığı papaz ve yazar Karl Kleinschmidt'e şunları söyler: "Arkamdan yazın, Brecht rahatsız edici biriydi! Bu, ölümümden sonra da değişmeyecek!” Sosyalist-devrimci tiyatro adamı haklı çıktı.