25 Haziran 2023

Tahta Atların Büyüsü

Toplum Gazetesi/ALMANYA, 25 Haziran 2023

Ahmet ARPAD

Atlıkarınca tarihi. 1900 yılında yapılmış. 1930'a kadar elle döndürülmüş, sonra elektrik motoruna bağlanmış. O yıllardan kalma fillerin, atların, zürafaların üzerinde küçük çocuklar oturuyor. Eliszi ile Uwe'nin Stuttgart'ın dev parkı Killesberg'teki panayır yerindeyiz. Üzeri ay çiçekleriyle kaplı çimenlerle çelik örgü dev bir ağı andıran 42 metre yükseliğindeki kulenin arasında kurulmuş panayır yerinde sadece atlıkarınca yok, tarihi salıncağın önünde de çocuklar sırada. Panayır tiyatrosu da hafta sonlarında küçüklere kukla oyunları sunuyor. Burada çocuklar 1995 yılından bugüne Eliszi ile Uwe'nin oyunlarını, palyaçolarla, hokkabazlarla, cambazların marifetlerini de ağızları açık izliyorlar.

Çocukluğumuzun İstanbul'unda küçük panayırlar vardı, mahalle halkını eğlendirmek amacıyla kurulurdu. Bayram yerleri de vardı. Kara tahta salıncakların yanı sıra atlıkarıncalar vardı. Anne babalarının ellerinden tuttuğu küçük çocuklar ilk kez geldikleri bayram yerinde biraz ürkek dolaşırdı. Gözlerini dönme dolaplardan, atlıkarıncalardan, uçan sandalyelerden ayıramazlardı. Pamuk helvacıların, kâğıt helvacıların, dondurmacıların, baloncuların, macuncuların önünden geçerken anne babalarının gözünün içine bakarlardı. Büyük semtlerde büyük alanlara kurulan lunaparklara sirkler de gelirdi. Çadırlarda tel cambazları ve trapezciler nefes kesen gösteriler yapardı.

En çok anımsadığım, uzun yıllar yaz aylarını geçirdiğimiz Küçüksu'nun çayırındaki, haftalarca süren eğlencelerdi. Salıncakların, atlıkarıncaların yanı sıra çadır tiyatroları da tarihi ağaçların altına kurulurdu. Güldürüler, kukla ve gölge oyunları dört bir yandan gelen insanları keyiflendirirdi. https://www.oktayaras.com/hesaplasma/tr/35462 Küçüksu'da sadece yüzmeyi öğrenmedim, sütlü mısırın tadına, bisiklete binmenin zevkine de orada vardım.

"Düşsel Oyuncak"

Almanya‘da tarihi atlıkarıncalar deyince akla hemen Ahlen'li Fredebeul ailesi gelir. Bundan birkaç yıl önce Almanya Cumhurbaşkanı Walter Steinmeier, konutunun büyük bahçesinde düzenlediği geleneksel dev yaz etkinliğine onları da çağırmıştı. Davet edilmelerinin nedeni, sahip oldukları 1919'da Thüringen'de Friedrich Heyn tarafından yapılmış sevimli ve şirin atlıkarıncalarıydı. Bellevue Sarayı'nın parkına kurdukları bu "düşsel oyuncak" şu hayvanlardan oluşuyordu: Leopar, dağkeçisi, horoz, domuz, zebra... Bu hayvanları değiştirmek, yerlerine tilki, karaca, inek veya köpek de takmak mümkün.

Susanne Fredebeul atlıkarıncalar üzerine yazdığı araştırma kitabında anlattığına göre Avrupa'da ilk atlıkarınca 17 Mayıs 1620'de Osmanlı topraklarındaki Bulgaristan'ın Plovdiv kentinde kurulmuş. Fredebeul ailesi ömürlerini Almanya ve komşu ülkelerde dikkatlerini çeken tarihi atlıkarıncaları toplayıp restore etmeye vermiş. "Onların çekiciliği bizi büyülüyor", diyorlar. Tutkuları sınırsız.

Koleksiyonlarındaki bazı asırlık tahta atlar büyük mağazaların vitrinlerine dekor oluyor, televizyon dizilerinde de "rol alıyor". Fredebeul çifti dev koleksiyonlarıyla "Alman kültür tarihi"ni koruyor. Tahta atların büyüsü yaşam yollarını belirlemiş. "Onlara baktıkça çocukluk günlerimi anımsıyorum", diyorlar.

18 Haziran 2023

"İstanbul" – Bir müzikli oyun

Cumhuriyet, 18 Haziran 2023

Stuttgart - Ahmet Arpad

İşçi göçü tersine olsaydı

1960 yıllarda yaşanan ekonomik mucize Almanya'da değil de Türkiye'de yaşansaydı acaba ne olurdu? 'Misafir işçiler' ülkemizden Almanya'da değil de Almanya'dan Türkiye'ye gelseydi ne yaşanırdı? İşte şu sıralar Stuttgart Altes Schauspiel Tiyatrosu'da sahnelenen müzikli oyun "İstanbul"da bunun yanıtını vermek istiyor. Türkiye yaptığı işgücü anlaşmasıyla Almanya'dan işçi alıyor. O günlerde iyi kazançlı rahat bir yaşamı arayan, geleceğini garanti altına almak isteyen Stuttgart'lı Klaus Gruber bu anlaşmanın kapsamında çalışmak için İstanbul'a geliyor. Ailesini Stuttgart'ta bırakmıştır. Onları sonra yanına alacaktır.

Klaus kafasındaki iki dünya arasında geziniyor. Günlerini, Almanya'ya gelen Türk işçilerinin yaptığı geçiriyor. Çalışıyor, boş günlerinde iş arkadaşı Almanlarla bir araya geliyor, çoğu zaman ise içine kapanık bir yaşam geçiriyor. İş yerinden tanıdığı Türk arkadaşı İsmet ise eğlenmeyi, dansı, şarkıyı seven biri: "Siz Almanlar hep böylesiniz”, diye onunla alay ediyor. Soruyor: "Ne zaman Türkçe öğreneceksin?” Sonunda Klaus sinirleniyor: "Türklerin el sürmediği her işi biz yapıyoruz! Hem sen biliyor musun burada ev bulmak ne kadar zor. Adın Maier, Schulze veya Gruber oldu mu Türkler sana ev vermiyor!”

Başrolü Sezen Aksu'nun ünlü şarkılarının oynadığı 'İstanbul' Selen Kara, Torsten Kindermann ve Akın E. Sipal'in bir ortak çalışması. Yönetmen Murat Yeğiner'e göre tiyatronun sıradan insanların yaşamlarını konu etmesi çok önemli. "Toplumlardaki eşitlilik tiyatroya da yansımalı." Schauspielhaus sanat yönetmeni Axel Preuß da zıtlıklar ve çatışmalar dolu bir dünyada insanlar arası diyaloğu konu alan böyle yapıtlara çok gerek olduğunu vurguluyor. Oyuna başarıyla serpiştirilmiş 15 Aksu şarkısı Alman işçi Klaus'a yalnızlığı, memleket özlemini bir an için de olsa unutturuyor.

Aşk ve mutluluk

Bu oyunun Stuttgart'ta sahneye konması için proje ortağı olarak katkı sunan Stuttgart Türk-Alman Forumu'nun yöneticisi Kerim Arpad'a göre Avrupa'nın ekonomik mucizesini gerçekleştirmekle kalmayıp beraberlerinde getirdikleri hayat biçimi, mutfak kültürü ve yaşam sevinciyle bulundukları yerin kültürünü de şekillendiren insanların öyküsü bu. Arpad şu görüşte: "Misafir işçilerin tarihi bugün de yeterince algılanmıyor, yeterince anlatılmıyor."

Acı ve tatlı

'İstanbul' hem acı hem tatlı, aşkı ve mutluluğu arayan bir öykü. Sahnede Alman ve Türk oyuncular bir arada. Onlara eşlik eden orkestra da Alman ve Türk müzisyenlerden oluşuyor. Stuttgart Altes Schauspielhaus'ta başarıyla sahnelenen 'İstanbul' göç gibi zorlu bir olguyu Sezen Aksu'nun hareketli, coşturucu ve duygulandırıcı güçlü müziğinin eşliğinde eğlendirirken düşündürüyor da. İzleyiciler yer yer şarkılara katılıyor, hatta kalkıp dans edenler de var. Perde kapanırken salon alkışla inliyor! Oyuncular sahneden iniyor, izleyenlerin arasına karışıyor. Almanlarla Türkler salonda halay çekiyor!

9 Haziran'da ilk akşamı yapılan oyun 17 Temmuz'a kadar tam 33 kez sahnelenecek.

"Führer" ile Volga kıyılarına...

Toplum Gazetesi, 18 Haziran 2023

Ahmet ARPAD

Eski tanış geçenlerde 97 yaşına bastı. Dinç. Güney Almanya'da, İsviçre sınırdaki Grenzach-Whylen'de yaşıyor.

'Versay Antlaşması ülkemiz için yüz karası! Seksen milyon insana dar geliyor ülke, doğuda yeterince toprak var, gidelim, alalım o toprakları! Yerleşsin genç çiftçiler oralara... Gözün alabildiğine verimli topraklar. Ay çiçeği tarlaları dolu Ukrayna!' Bu gibi sözlerle kandırmışlardı bizleri. Yitirilen Birinci Dünya Savaşı, Fransa'nın Ruhr havzasını işgali, Versay Antlaşması, işsizlik, değer yitiren para, fakirleşen toplum... Hepsinin de suçlusu komünistler, sosyal demokratlar, Yahudiler, yabancıların Alman kültürüne zararlı etkileri, antifaşist yazarlar...

Tümünün altında ezilen Germen insanı ve onun değerleri. Ülkenin tüm sorunlarına, akıllı bir iç ve dış politika, zeki yöneticiler, ileriyi gören politikacılarla çıkar yol bulunabilirdi. Fakat hiçbir zaman savaşla... 1943 Mart'ında doğu cephesine sevk emrim çıktığında 18 yaşındaydım. Bir tank birliğine yazıcı er olarak yolladılar beni. Savaşta ilk aylarımı güney Çekoslovakya'da geçirdim. 1945'te Hitler orduları teslim bayrağını çekene dek bir oraya, bir buraya yollandım durdum. Tüm Doğu Avrupa toprakları, Rusya cepheleri, Volga kıyıları. Ve 1945'te peşimizde bizi kovalayan Ruslar, yine döndüm Almanya'ya…

...1933'ten öncesini yaşamamışlar Almanya'nın başına bir Hitler'in niçin geçmiş olduğunu, bu adamın niçin başka ülkelere saldırdığını öyle kolay anlayamaz. Bunun nedenleri sadece yitirilmiş bir dünya savaşı, Versay Antlaşması'nın getirdikleri, ya da toplumun büyük kesimlerinin çökmüş bir imparatorluğa duyduğu özlem değildi. Büyük ekonomik kriz, milyonlarca işsiz, paranın değer yitirmesi, insanların hızla fakirleşmesi toplumda radikal görüşlerin önünü açmıştı. Çoğu insan ülkeye komünizmin gelmesinden korkmaya başlamıştı. Böyle bir ortamda ülkeye artık huzur getirecek, insanları komünizm tehlikesinden koruyacak "güçlü bir yönetici" özlemi de giderek daha çok artıyordu…

Özlenen "Kurtarıcı"

Şimdi, 97 yaşıma bastığım bugün, villamın terasında oturmuş ilk yaz güneşinde ışıldayan Ren nehrini seyrediyor, anılarımda onlarca yıl öncesine dönüyorum. Cepheden sağ döndüğüm ve bu yaşıma ulaştığım için dua ediyorum. Özlenen "kurtarıcı" 1933'ün Ocak ayında Almanya'nın başına geçmişti. İlerde çoğu yaşıtım, kimi zorla, kimi isteyerek Nazi hücum kıtası SA'ya alınırken ben onlardan uzak durmuştum. Bir süre direnmiştim.

Şimdi o günleri anımsadığımda savaş başlangıcıyla Hitler'e olan coşkumun nedenlerini daha iyi kavrıyorum. Çünkü 'Führer' bizler için yüzyılın dâhisi; batağa saplanmış, son günlerini yaşayan Almanya için büyük "kurtarıcı"ydı! Savaşta yaşananların ardından onun için, "İnsanlık tarihinin gelmiş geçmiş en müthiş katiliydi!" demek çok kolay. İlk yıllarında ondan "harikalar" beklemiş biz genç insanları bugün suçlamak bence çok yanlış…

...1943'de Doğu Avrupa topraklarında ilerliyoruz. Görev yaptığım tank birliği Doğu Prusya'yı ele geçiren ilk kuvvetlerden biri. Komutanlarımız sürekli, 'Biz bu savaşı Rus insanına karşı yapmıyoruz', diyor. Bolşeviklere karşı savaşıyor Alman orduları! Biz saldırmasaydık, sınırda bekleyen Kızıl Ordu önce Almanya'yı, ardından da tüm Avrupa'yı ele geçirecekti! Ne derece doğru bilemiyorum anlattıkları. Fakat çoğumuz inanıyoruz komutanlarımıza. Geçtiğimiz her yerde yakılıp yıkılmış köyler, kasabalar, kentler...

...Verenov'da beklemedeyiz. Radyoda Hitler: "Rus cephesinde zor günler geride kaldı" diye bağırıyor. Geçtiğimiz köy ve kasabalarda insanlar askerlerimizi sevinçle karşılıyor. Çoğunun gözünde biz Almanlar kurtarıcıyız! Sonra Rus kışını yaşıyoruz. Metrelerce karın altında yollar, tarlalar, evler, ırmaklar buz tutmuş. Smolensk yönünde ilerliyor birlikler. Düşman ağır silahlar ve paraşütlerle Yarzeva-Smolensk yolunu kontrol ediyor. Dört yandan sarıyorlar bizi. Kayıplar büyük. Ben, yazıcı er Erwin, bir oraya, bir buraya yollanıyorum. Sonra Hitler orduları çekilmeye başlıyor. Dönüş yolundasın, diyorum kendi kendime. Ruslar hep peşimizde. Bir gün, 'savaş bitti', diyorlar. Ruslardan kurtulup Amerikalılara esir düşüyorum. Ve 3 ay sonra da özgürlüğüme kavuşuyorum, 31 Temmuz 1945 akşamı Ren Nehri'nin yamacındaki evimin kapısından içeri giriyorum…"

Şimdi aynı evin büyük terasında oturuyoruz. Bize uzun sohbetimizde anlattıklarını geçenlerde onu Lörrach'tan ziyaretine gelmiş lise öğrencilerine de anlatmış!

11 Haziran 2023

Baltık Denizi Silah Çöplüğü

Toplum Gazetesi, Almanya, 11 Haziran 2023

Ahmet ARPAD

1 Haziran 2023 günü Almanya'nın kıyı kenti Wismar'da bir araya gelen Almanya, Norveç ve Finlandiya dışişleri bakanları Baltık Denizi'nin dibindeki İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma cephane çöplüğünün artık kaldırılması gerektiği ve yapılacak harcamaları da (100 milyon Avro) üç ülkenin üstleneceği konusunda anlaştılar. Baltık denizinde savaştan günümüze bir türlü kaldırılmayan 40 bin kimyasal zehirli savaş malzemesiyle 400 bin ton cephane yatıyor!

"Denizde Bombalar"

Stuttgartlı bir tanış, bundan çok yıllar önce mesleği gereği Dresden'e yerleşmişti. Birkaç yıl önce de: "Emekliliğimizde rahat bir yaşam sürelim", demiş ve Doğu Almanya'nın Baltık Denizi kıyılarında, kumsala yakın bir ev satın almıştı. Geçmişte eşiyle birkaç günlüğüne oraya giderken, şimdinin zor yaşamında Dresden'den kaçıyor, evden çalışıp haftalarını deniz kıyısında geçiriyor.

Bir süre önce telefonda: "Amaç az riskli bir yaşam sürdürmek", dediğinde geçen güzde televizyonda izlediğim bir belge aklıma geldi. Kadın rejisör Frido Essen'in "Denizde Bombalar" adlı filmi, Kuzey ve Baltık Denizi'nde 2. Dünya Savaşı yıllarından kalma her an patlamaya hazır bombalarla kimyasal silahların yattığını anlatıyordu. Almanya'nın bu denizlere tam 1500 km. kıyısı var. Sadece geçen yıl 20 milyon insan dibi dev bir silah deposunu andıran iki denizin kıyılarında ve adalarında tatil yapmış, altlarında bombalar, top mermileri, mayınlar ve torpidolar...

Almanya'nın silah çöplüğü

Hitler Almanyası'nın teslim olmasının ardından ülkeye el koyan "Dörtler" çabucak büyük bir temizliğe girişir! Aldıkları ortak kararla, Alman ordusunun silah fabrikalarında ve depolarında buldukları, çoğu kimyasal milyonlarca ton silahın yüzde seksen beşini Kuzey ve Baltık denizlerine boca ederler. İki deniz o günden günümüze Almanya'nın silah çöplüğü! Uzmanların açıklamalarına göre denize atılan silahlar bir yük trenine doldurulmak istense 2 bin 300 kilometre uzunluğunda bir tren gerekirmiş! Çoğunluğu Kiel, Lübeck ve Rostock önlerinde denizin dibinde.

Yaklaşık 80 yıldır orada çürüyen İkinci Dünya Savaşı'nın silahlarından yayılan sayısız zararlı madde sulara karışıyor. Kiel Üniversitesi uzmanları, son yıllarda yangın bombalarıyla değişik cephanelerdeki fosforu, TNT ve arseniği pisi balıklarında ve midyelerde tespit ettiler. Silahların zehri deniz ürünleri aracılığı ile insanlara bulaşıyor. Yetkili makamlar sorumluluğu onlarca yıldır birbirlerine atıyor, ne de olsa Amerikalıların denizin dibine yığdığı Hitler'in bombalarını çıkarıp imha etmek milyarlarca Avro'ya mal olacak.

Kısa süre önce telefonlaştığım Dresdenli tanış: "Uzmanlar Rostock kıyılarında arayıp duruyorlar, buldukları bombaları çıkarıyorlar", dedi. "Kumsalda gezinirken dikkat etmemiz gerekiyor, çünkü yangın bombalarından kopan ve kıyıya vuran fosfor parçaları kehribarı andırıyor, yanılıp da eline alanın derisi kaslara kadar yanıyor!"

Almanya'nın altında yatan patlamamış bombalar

Savaşın bitiminden bu yana yaklaşık 78 yıl geçti. İngiliz ve Amerikan uçakları savaşın son yıllarında Almanya'nın üzerine yüz binlerce bomba yağdırmıştı. Bunlardan en korkunçlarından biri de 1943'teki Hamburg bombalanmasıydı. Yaklaşık 800 Amerikan ve İngiliz savaş uçağının "Gomorrha Harekâtı"nda attığı yüz binin üzerinde tahrip ve yangın bombası 40 bin insanın ölümüne neden olmuştu. 1945 şubatındaki Dresden bombalanmasında da güzel kent yerle bir edilmiş, 34 bin insan yaşamını yitirmişti. İkinci Dünya Savaşı'nın bombaları sadece suların altında değil. Alman topraklarının altında da yüzlerce patlamamış uçak bombası olduğu bilinen bir gerçek. Nerede oldukları belirsiz, arada bir rastlantı sonucu ortaya çıkıyorlar.

"Dörtler"in uçakları sadece başkent Berlin'in üzerine 45 bin ton bomba atmış. Alman endüstrisinin merkezi Nordhein-Westfalen bölgesine de İkinci Dünya Savaşı yıllarında bir milyon tona yakın bomba düşmüş. Alman kentlerinde sık sık henüz patlamamış bomba bulunuyor.

Hemen bomba imha ekibi çağrılıyor, çukurun bir kilometreye yakın çevresindeki tüm yerleşimler boşaltılıyor. Evlerde, okullarda, hastanelerde, işyerlerinde tek insan kalmıyor! Trenler, uçaklar duruyor. Duruma göre on binler 3-4 saatliğine başka yere "göç ediyor"! Sadece bu yılın ilk üç ayında, Almanya'nın sekiz büyük kentinde inşaat sırasında patlamaya hazır bombalar bulunup zararsız hale getirildi.

Bakalım 1 Haziran toplantısında aldıkları ortak kararlardan sonra Baltık Denizi'ne kıyısı olan ülkeler ne yapacak?

4 Haziran 2023

Krala "psikolojik yetersizlik" raporu

Toplum Gazetesi/Almanya, 4 Haziran 2023

Ahmet ARPAD

Füssen'de bir doğum gününe davetliyiz. Emekli olduktan sonra Güney Bavyera'ya yerleşmiş Stuttgartlı bir tanış 75. yaşını bu güzel kentte kutluyor. Yaklaşık otuz kişi öğle yemeğinde bir arada. Kimileri bizler gibi uzaklardan gelmiş. Lokantanın dağlara bakan bahçesinde oturuyoruz.

Garson kızların getirdiği tabaklar Bavyera mutfağının leziz yemekleriyle dolu. Hava güzel, insanlar keyifli. Çene çalanlar, gülenler, kahkahalar atanlar... Daha önce tanışmayanlar kısa sürede dost oluyor. Yemeğin sonunda, biz tatlıları, meyveler beklerken iki müzisyen ortaya çıkıveriyor. Kadın akordeon çalıyor, erkek keman. Bavyera lehçesi köy şarkıları birbirini izliyor. Anlamakta zorlanıyorum. Sanırım benim gibi masadakilerin çoğu da sözlerini anlamıyor, sadece hoş melodiyi dinliyor. Ancak bu pek önemli değil. Karınları doymuş misafirler daha da keyifleniyor. El çırpanlar var, ayağa kalkıp dans etmeye çalışanlar da...

Az sonra müzik susuyor. Doğum gününü kutladığımız bayan ayağa kalkıyor, geldiğimiz için hepimize teşekkür ediyor. "Şimdi yemeğe içmeye bir ara vereceğiz, gezinti yapacağız", diyor. "Buyrun bizi bekleyen şu otobüse binelim. Yolculuğumuz kısa olacak." Biniyoruz. Yola koyuluyoruz. Biraz sonra otobüs Hohenschwangau kasabına ulaşıyor. Bir an düşünüyorum: Yoksa saraya mı gidiyoruz? Buralara Tegernsee kıyısında yaşadığım yıllarda birkaç kez gelmiştim. Onlarca yıl geçmişti aradan. Fakat değişen pek bir şey yok. Doğa aynı, güzelliği hiç bozulmamış.

‘Eksantrik Kral‘

Az sonra karşımızda yükselen yapı bir saray mı, yoksa bir şato mu? Bir düşler dünyasındayız. 'Eksantrik' kral II. Ludwig'in karşımızda yükselen 'eseri' sarayla şato karışımı bir yapı. Milyonlarca Markı, ülkesinin hemen hemen tüm olanaklarını, gerçekdışı gibi görünen 6 bin metrekarelik bu olağanüstü saraya harcamış. İçinde bir mağara bile var. Ona "deli'' diyenler olmuş. Salonlar, odalar, küçük ve büyük, merdivenler, yine odalar.

Her yerde kraliyet sembolü kuğu figürleri... Altın, gümüş, emaye, mozaikler, şamdanlar, mumlar, sayısız kuğu heykeli. Belki de Avrupa'nın en güzel şato sarayı. Bavyera kralı II. Ludwig insanlarla bir arada değil, kendi yarattığı bir düşler dünyasında yaşamış. İçine kapanık, utangaç, fakat kendini hep en büyük hissetmek isteyen bir Kral!

İnsanlardan uzak olmayı yeğlediği için masalımsı bu sarayın duvarları ardına çekilmiş, ancak zamanla onun bu yaşamından rahatsız olmaya başlayan yakın çevresi bir doktor heyetinin verdiği "psikolojik yetersizlik" raporuyla kralı tahtından indirmiş. II. Ludwig Starnberg gölündeki Berg şatosuna sürülmüş. Kısa süre sonra da gölde boğulmuş olarak bulunmuş. Arkasında büyük borçlar bırakarak bu dünyadan göç etmiş! Düşler dünyasında yaşamış bir insanın hazin sonu böyle olmuş...

Dönüş yolunda otobüste yanına oturduğum yaşlı bayanla Bavyera'nın bu çılgın kralından söz ederken, kadın aniden: "Babamın da sonu hazin olmuştu", diyor. Ben sorar gibi yüzüne bakınca, babasının 1930'lu yılların sonunda Starnberg gölüne yakın Bad Tölz'deki SS-Junker Okulu'nda eğitim görmüş olduğunu söylüyor. Ve laf lafı açıyor. Çok yaşlı kadının anlattıkları bir başka yazıya kalsın...