Cumhuriyet Dergi
30.10.2005
Prag'da turistik düğünleri, zengin
mağazaları, tarihi binaları da görebilirsiniz elbet. Prag Baharı'nın izlerini
sürebilir, Kafka'nın Milena'ya aşkının takibini yapabilir ya da var olmanın
dayanılmaz hafifliğini tadabilirsiniz.
Ahmet Arpad
Prag'da saat on ikiye geliyor. Eski
belediye binasının tarihi kulesinin dibine toplanmış insanlar. Az sonra
küçük kapılar açılacak, figürler dışarı çıkacak, çanlar çalacak. Fotoğraf
makineleri ayarlanmış, bekleşiyor Amerikalılar, Japonlar ve ötekiler...
Birden Arnavut kaldırımı yolda nal sesleri. Kara bir fayton görünüyor.
Üstü açık. Atlar kara, melon şapkalı faytoncu da. Sadece yolcuları beyazlar
içinde. Gelinle damat, ellerinde çiçekler iki de küçük kız. Kulenin tam
dibinde duruyor atlar. Aynı anda çanlar başlıyor çalmaya. İnsanlar heyecanlanıyor.
Bir kıpırdama. Kulenin açılan küçük kapılarından ölümle azizler çıkıyor
peş peşe. Yüzlerce fotoğraf makinesi aynı anda birkaç bin fotoğraf çekiyor.
Sonra çanlar susuyor. İnsanlar ağır ağır dalıyor kentin sokaklarına.
Büyük alana doğru yürüyoruz. Sıra
sıra faytonlar, üstü açık tarihi otomobiller gezdirecek müşteri bekliyor.
Kocaman binalar, boy boy yüksek sivri kuleler. İnsan nereye, ne zaman bakacağını
şaşırıyor. Birkaç adım sonra Paris Caddesi'ndeyiz. Geniş bir bulvar, ağaçlıklı.
Prag, kocaman, tarihi, süslü, yüz yıllık yapılarıyla insana Budapeşte ile
Viyana'yı çok anımsatıyor. Hepsi son yıllarda elden geçmiş, bakımlı. Altlarında
mağazalar, Paris'i aratmayan. Çoğunun sahibinin Amerikalı Yahudi olduğunu
söyleniyor. Demirperdenin kalkmasının ardından 30 bin Yahudi Prag'a dönmüş,
Hitler'den kaçanların torunları.
KAFKA'NIN DÜNYASI...
Az sonra sokaklar daralıyor. Franz
Kafka'nın dünyasına giriyoruz. Güney Bohemya'dan gelip Prag'a yerleşen
Hermann Kafka'nın oğlu Franz yaşamını Yahudilerin gettosu Josefov'da geçiriyor.
Praglı yazarlar Jarovlas Hasek ve Egon Erwin Kisch dostları. Fakat Kafka
hep bu çevrenin içinde kalamıyor. Prag'ın başka semtlerinde yaşıyor. Bu
arada birkaç yılını Prag kalesinin gölgesinde uzanan Simyacılar Sokağı
22 numarada geçiriyor. Sonra yine taşınıyor, bir başka yere, nehre yakın
havasız ve rutubetli iki odalı bir yere. Zamanla hastalığı ilerliyor. Prag'ı
uzun süre için terk ediyor. 1924 yılında Viyana yakınlarındaki Kierling'de
öldüğünde 41 yaşında. Prag'ın Zelivskeho mahallesindeki Yeni Yahudi Mezarlığı'nda
yatıyor. Moldau kıyısında müzesi var... Eski gettonun sokakları dar, karmakarışık,
düzensiz. Bir Franz Kafka heykeli. Kara. Dibinde, çiçekleri çoktan solmuş
bir çelenk. Az ötede eski-yeni sinagog, iki saatli belediye binası, altı
yüz yıllık bir mezarlık. 1439-1787 arasında buraya on binler gömülmüş.
Mezarlık enine büyüyemediği için ölüler üst üste. Şu sıra on iki bin taş
sayılıyor dünyanın bu en eski Yahudi mezarlığında.
Gettodan çıkıp, nehre doğru hızlı
adımlarla yürüyoruz. Az sonra Karl Köprüsü'nün girişindeyiz. Kalabalık
mı kalabalık burası. Turistten geçilmiyor. Satıcılar, ressamlar, müzisyenler,
caz müziği ile dans eden turistler... Akşam oluyor Prag'da. Karşı tepede
yükselen St. Veit Katedrali'nin sivri kuleleri arasında kıpkırmızı.
Prag'da o akşamı ünlü birahanelerden
birinde geçirmek istiyoruz. Wenzel alanına yakın U Fleku'ya gidiyoruz.
İç avlular, arka bahçe, kemerli salonlar, uzun koridorlar insan dolu. Çoğu
kocaman tahta masalara oturmuş, yer bulamayanlar ayakta. Herkes neşeli,
kafayı çoktan bulmuşlar. Bira su gibi akıyor. Dünyada en çok birayı Çekler
içiyor.
Yanımızda duran yaşlıca, uzun boylu
adamın da elinde bira kadehi var. Bize bakıp gülümsüyor. Az sonra sohbete
dalıyoruz. Lâf lâfı açıyor. Praglı, fakat yurtdışında yaşıyor. "1968'de
terk etmek zorunda kaldım Prag'ı," diye anlatıyor "Artık yaşlandım, son
on yıldır sık sık geliyorum doğup büyüdüğüm bu güzel kente". Niçin Prag'ı
terk ettiğini soruyoruz. Acı acı gülümsüyor. "Dört Varşova Paktı üyesi
ülkenin ordularını peşine takan Ruslar o yıl 21 Ağustos'da Prag'a girmiş,
tanklarını Wenzel Alanı'nda üzerimize sürmüştü. Artık nefes alamayacaklarını
kavrayan iki yüz bine yakın insan kısa sürede bir yolunu bulup ülke dışına
kaçmıştı. Yazarlar, akademisyenler, düşünürler, sporcular..." Sohbetimize
boşalan masalardan birinde devam ediyoruz. Bugün Prag'da komünizm artık
müzelik olmuş! Na Prikope Caddesi, 10 numarada, McDonalds'a birkaç adım
ötede müzesi var...
CAFE LOUVRE'DA GEÇMİŞ
Prag'a gelip de kahvelerine, daha
doğrusu kıraathanelerine uğramamak olmaz. Komünizmden kurtulduktan sonra
yeniden açılan bu mekânların düşünce ve edebiyat dünyasını ne kadar etkilemiş
olduğunu hissediyorsunuz.
Kent merkezinden geniş Narodni Caddesi'nde
yürüyüp Moldau kıyısına doğru uzanırken mutlaka Café Louvre'a bir uğramalı.
1902'de kapılarını açan, özellikle iki savaş arasında üst sınıf Praglıların,
filozofların, akademisyenlerin, ünlü sanatçıların ve hali-vakti yerinde
hanımların da uğradığı Café Louvre günümüzde geçmişi anımsatıyor. Brod-Kafka
ikilisinin de sık sık düzenlenen edebiyat toplantılarına katıldığı Louvre
1992'den bu yana yine eski şıklığına dönmüş. Narodni Caddesi'nde yolunuza
devam edip, nehir kıyısına vardığınızda Lejyonlar Köprüsü'nün girişinde
Café Slavia'nın geniş salonları sizi davet ediyor. Nazik garsonların getirdiği
içkinizi yudumlarken kocaman pencerelerden ağır ağır akan Moldau'yu, üzerinde
dolaşan gezinti gemilerini, Karl Köprüsü'nü, karşı kıyının yemyeşil yamaçlarını
ve kente hâkim kaleyi, dev St. Veit Katedrali'ni seyrediyorsunuz. Her yönden
gelen kırmızı tramvaylar yine her yöne uzaklaşıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder